Mortal Instruments RPG
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Mortal Instruments RPG

Ölümcül Oyuncaklar'a Hoşgeldiniz...Görmediklerinizi Keşfetmeye Hazır mısınız?
 
AnasayfaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Karanlık ve Nefret

Aşağa gitmek 
3 posters
YazarMesaj
Nemesis
Lütfen rütbe edinin, yoksa oyuna dahil olamazsınız!
Nemesis


Lakap : ahaha, bana efendim ya da majeste demelisin!
Nerden : Olympos
Mesaj Sayısı : 65
Yaş : 29
Kayıt Tarihi : 18/09/10

Karakter Detayı
Statü:
Uyarı:

Karanlık ve Nefret Empty
MesajKonu: Karanlık ve Nefret   Karanlık ve Nefret Icon_minitimeCuma 03 Haz. 2011, 11:47

Karanlık ve Nefret AnnaLynne-Mc-3-annalynne-mccord-20523558-100-100&Karanlık ve Nefret ODETTE-odette-yustman-18877467-100-100&Karanlık ve Nefret 9091

Nemesis&Elizabeth Rose&Lexlander

Gecenin karanlık saati
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Nemesis
Lütfen rütbe edinin, yoksa oyuna dahil olamazsınız!
Nemesis


Lakap : ahaha, bana efendim ya da majeste demelisin!
Nerden : Olympos
Mesaj Sayısı : 65
Yaş : 29
Kayıt Tarihi : 18/09/10

Karakter Detayı
Statü:
Uyarı:

Karanlık ve Nefret Empty
MesajKonu: Geri: Karanlık ve Nefret   Karanlık ve Nefret Icon_minitimeCuma 03 Haz. 2011, 12:32

Dolunay, rüzgarın siyah bulutları üstünden çekmesiyle kendini gösterebilmiş, karanlık yeryüzüne ışık olmuştu. Rüzgara karşı kendini borçlu hisseden ay soğuk esintinin teninde süzülmesine izin vermiş, bundan şikayetçi olmuyor, hasretini gideriyordu. Ay ışığının yüzüne vurmasıyla şahlanan kara bulutlar semanın iki tarafından ayrılarak yuvalarına dönüyor, gecenin güzelliği ortaya çıkıyordu. Minik bir yıldız parıldayarak çıktı semanın içinden. Hızla olmakta olduğu yerden düşüyor, parıldayan ışığı titreşip soluklaşıyordu. İnsanoğlunun var oluşundan beri yaşayan yıldız bir kaç saniye bile düşünmeden kapamıştı gözlerini sonsuzluğa. Yüzyıllardır yaşayabiliyorken bir anda yok olmuştu işte. Eski yerine göz dikmiş kara bulutlar sarmalamıştı hemen orayı. Olympos'un gecelerini hatırlatmış bu tanıdık görüntü kadına. Nyx'in gecelerinden kalan aşina anlar doluştu zihnine. Işıklar, renkler, bulutlar, onların hissettirdikleri işkence gibi geliyordu eskiden. Oysa şimdi gecenin hiç bir zerresi etki etmiyordu. Gece Tanrıçası hapis kaldığı yerden çıkamıyor, gecesi de ayı da tesir etmiyordu. Erebus'u aldatışını, ihanetinin cezasını çekiyordu cehennemin en dip köşelerinde. Nemesis'in emin adımlarla attığı her adımda doğa kadına yol açıyor, ayakaltından çekiliyordu sessizce. Karanlığın gece kadar simsiyah iplikleri dört bir yanında olduğundan daha güçlüydü kadın. Beyaz Boğa'ya verdiği değerli elf kadın kurbanının sayesinde almıştı karanlığın gücünü. Yürüdükçe iplikler alfaya göre hareket ediyor, sağa sola atıyorlardı kendilerini. Kadının üzerinde her hangi bir elbise yoktu. Karanlığın siyahlığı ikinci bir ten gibi sarıyorlardı zarif vücudunu. Masmavi gözlerinin aralarında beliren siyah hareler eski günlerini hatırlatıyor, mazide kalan gücüne kavuşmayı arzuluyordu. Hiç bir duygusu kalmamıştı benliğinde. Onu ayakta tutan tek şey aşkıyken Beyaz Boğa şehvetle kadını sarmış, acılarına merhem olup unutturmuştu geride kalanları. Ne aşkı kalmıştı şimdi ne de merhameti. Merhamet zaten oldukça az beslenirken şimdi en ufak bir kırıntı bile kalmamıştı. Karanlık ve nefretle kıymıştı büyücüsünün canına. Gözünü kırpmadan, acımadan kanıyla yıkanmış, eski Nemesis'ten geriye hiçbir şey yer almıyordu artık. Aşk, sevgi gibi insanı zayif düşüren Tanrıça Afrodit'in bahşettiği duyguları ruhundan söküp atmış, kendi yarattığı hisle, nefret ve kinle, ayakta duruyordu. Rüzgar yüzüne vurdukça kadının saçlarını havalandırıyor, önünü açıyordu. Elf kurbanının saf, değerli bebeği kurban edişi belirdi aklında. Ay kadarparlak mavi gözlerinde korku barındıran bebek beklemediği bir anda ayrılmıştı ruhu bedeninden. Kadının şehvetle baktığı Beyaz Boğa ise günahla kirlenmemiş ruhu ve bedeni kendine ayırmış, bunun mükafatını vermişti Nemesis'e. Karanlık dört bir yanında teselli veriyor, noğanın varlığını yanında hissediyordu. Şu anda burada olmasa bile boğanın ruhu, gücü duruyordu büyük bir tamahkarlıkla. Beyaz Boğa ile aralarında tanımlayamadığı bir bağ oluşmuş, onu hissedebiliyor, duygularını içinde barındırıyordu sanki.

Tarafsız Bölge'deki Elizabeth ile karşılaştığı göl kıyısına gelmiş, ay ışığının su üzerinde süzülüşünü izliyordu. İplikler yüzüne doğru yaklaşarak zamanın geldiğini hatırlatıyor, bir an önce yapması gerekeni fısıldıyordu karanlık sesiyle. "Karanlığın Kraliçesi Tsi Sgili, ait olduğun yerden doğup çıkma vaktin geldi. Karanlık seni çağırıyor!" Elini nemli toprağa bastırdığı anda karanlık itaat etmiş, siyah iplikler ve dumanlar yeryüzünün dört bir yanına giderek yarıklar oluşturuyor, yerin derinliklerinden sesler geliyordu. Nemesis'in keskin kahkahaları toprağın altından gelen sesle bütünleşiyordu şimdi. Biraz ilerisindeki toprak yükselmeye başlıyor, seçilmişi yeryüzünün havasıyla kavuşuyordu. Yeşilimsi toprağı yararak içinden çıkmayı başaran güzeller güzeli seçilmişi unutmadığı gülümsemesi ve simasıyla karşısındaydı şimdi. "Uzun zamandır seni bekliyordum Kraliçem..." Nemesis arkasından gelen şehvet ve aşk dolu sesin sahibi Ecthros'un başından beri orada olduğunu biliyordu. Turnuvada Tsi Sgili'yi gördüğü andan beri tutulan Echtros'a acıyordu şimdi. Aşk gibi sefil bir duygunun pençesine takılan adamın aptal bakışlarından tiksinmişti. Bir zamanlar kendisi de böyleydi büyücüsüne karşı. Babasıyla aynı kaderi yazan Kader Tanrıçası'na kızmıyordu şimdi. Eğer o duyguyu tatmayıp ihaneti uğramasaydı bugünkü Nemesis olamazdı asla. "Hak ettiğin yerdesin Sorcha. Seni toprağın altına hapsedenlere gücünü göster!" Bu sözün üzerine ellerini havaya kaldıran Kraliçe, Nyx'in lütfettiği elementlerini, Nemesis'in bahşettiği özel güçlerini çağırıyordu şimdi. Genç kadın Beyaz Boğa'nın kendisini sarmalayan ellerini vücudunda hissetmiş, titremesine engel olamamıştı. Anlaşılan karanlığın aşkını, sevgisini kazanmıştı şimdiden. "Seni bir an olsun yalnız bırakmayacağım Tanrıçam..." var olmayan dudaklardan dökülen sözcükler zihninde, kalbinde belirivermişti aniden. Şefkatle söylenmiş sözlerin ardından saklı aşkı görmezden gelememişti Nemesis. Bunun üzerine nefretten aldığı güçle, kendi gücüyle, daha çok sarmalamıştı boğayı. Ona karşı olan sevgisini, arzusunu göstermek istiyordu alfa.

"Nemesis!" Keskin bir sesle adını duyduğu anda zevkten kapattığı gözlerini açmış, öfkeyle bakan çikolata rengi gözlerle karşı karşıya gelmiş. Elfin içindeki öfke ve nefretin fokur fokur kaynadığını hissedebiliyor, bunu algıladıkça güçleniyordu.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Elizabeth Rose Wayland
Konsül Temsilcisi | Gölge Avcısı
Konsül Temsilcisi | Gölge Avcısı
Elizabeth Rose Wayland


Lakap : Lizbeth
Mesaj Sayısı : 2356
Kayıt Tarihi : 11/07/10

Karakter Detayı
Statü: Site Kurucusu
Uyarı: 0/0

Karanlık ve Nefret Empty
MesajKonu: Geri: Karanlık ve Nefret   Karanlık ve Nefret Icon_minitimeC.tesi 18 Haz. 2011, 16:49

Güneşin ilk ışıkları tenine değdiğinde usulca gözlerini açmıştı Elizabeth. Teninde gezinen güneş ışığının büyülü dansını izlerken bakışları ufukta görünen güneşe kaydı. Biliyordu… Bu gördüğü son gün doğumu, son başlangıçtı. İçinde hissettiği tedirgin edici his fısıldıyordu usulca alfanın ruhuna. Öleceğin gün, sonun başlangıcı bugün. Gözlerini kapatarak bir süre doğayı dinleyen alfa evinin terasında doğayla bütünleşiyordu. Her derin nefesi son sefermiş gibi içine çekiyor, ciğerlerini taze sabahın gücüyle dolduruyordu. Olacaklardan korkmuyordu, ancak yinede onu bırakmak istemediğinden bu günü yaşamayı istemiyordu. Oysa Lex’e söz vermişti, veda etmeyecekler birbirlerine… Söylemek kolay olsa da uygulamak ne zordu. Bütün geceyi onun kollarında geçirdikten sonra ayrılmak dayanılmazdı, yapamazdı… Onu düşündüğünü hissetmiş gibi Lex, koruyucu kollarıyla arkadan sarıldığında içini kaplayan sıcaklığa kendisini bırakmak istedi güzel elf… Sadece onunla olmayı isterken bu bile çok görülüyordu. “Başladığını hissediyorum, çok yakında Lex…” Cümleyi tamamlamasına gerek yoktu, sözcükler kifayetsiz kalıyordu ruhundan geçenleri aktarmada. Lex’in kolları arasında dönerek gözlerini onun güzel yüzüne sabitledi. Hiç bir şey söylemeden dudaklarına öpücüğünü vermeye başladı. Tam o anda içinde kopan fırtınanın etkisiyle ayrıldı sevdiğinin kollarından. Bir adım geri giderek, acıyan kalbinin üzerine koydu narin elini. Anlam veremediği acı bütün bedenini ele geçiriyor, nefesini kesiyordu. Lex’in kendisine seslendiğini duyar gibi olmuştu ama görmüyordu. Her şey anlamını yitiriyordu, gördüğü tekşey kırmızı koyu sıvıydı. Kan, hiç durmadan akan kan.. Gözlerini kapatarak odaklandığın da yerde yatan elflerini gördü. Onların ölmüş bedenlerinden akan kanı ve yanında duran Nemesis’i gördü. Nefret tanrıçasının evlatlarını parçalıyışını…

Birden gözlerini açarak, yanında duran Lex’e odaklandı. Erkeğinin endişeli ifadesini gidermeyi isterdi ama yapamıyordu. Dudaklarının arasından dökülen tek kelime gerçeği ortaya koymaya yetmişti. “ Nemesis” Bütün gücünü toplayarak doğanın ve elementlerin içini doldurmasını sağladı. Sevdiği erkeğin elini tutarak büyülü kelimeleri fısıldayarak vahşet alanına geldiler. Karşısındaki manzaraya bakarken bile canı yanıyor, kalbi sıkışıyordu. Elflerinin parçalanmış cesetlerinin arkasında Nemesis tek değildi. En büyük destekçisi tsi sgili ve onun sevgilisi ölüm tanrısı. Ah ne üçlüydü.. Elizabeth bedenine daha fazla hâkim olmadan içindeki güçle seslendi ezeli düşmanına…“ Nemesis!” Bütün benliği öfkeyle yıkanıyordu. “Seni uyarmıştım Nefret tanrıçası. Ölen elflerimin intikamını alacağım” Sesinden yansıyan güç havada adeta titreşimler oluşturuyordu. Nemesis gözlerini açtığında kraliçesi ondan önce davranarak öne geçmişti. Turnuvada bitiremediği işi tamamlamaya niyetliydi. Elizabeth elementlerinin gücünü serbest bırakarak, gücü bir çarşaf gibi onların üzerine serdiğinde, kraliçesinin tıslayan sesi duyuldu. “Gücün benden fazla değil. Seni burada öldüreceğim.” Belki diye düşündüğü anda hamlesini yaparak oluşturduğu ateş topunu rüzgârla onlara savurdu. “ Bunu göreceğiz sorcha!” Yeterli olmadığını biliyordu, rüzgârla hortum çıkarak üçlüyü birbirinden ayırmaya çalıştığında nemesis’in hamlesi geldi.

Lex bir adım öne geçerek hamleyi savuşturmaya çalışıyordu. Ortalık bir anda karıştığında Tsi sgilinin kan kırbacı, güzel elfin vücudunda belirdi. Acıyla kendini sıkıyordu. Kan içinde kalan elbisesine aldırmadan yeniden saldıracağı sırada duyduğu kanat sesleriyle konsantrasyonu yerle bir oldu. Kalona yakınlarda bir yerdeydi, olayları uzaktan izliyor ve müdahale etmiyordu. O derece nefret mi ediyordu Elizabeth’den… Lex mücadeleye devam ederek bütün gücünü ortaya koyuyordu, daha fazla dayanamayacaklarını fark eden alfa boğaların sıcak nefesini ensesinde hissettiğinde, Lex bakarak gülümsedi. Evet, vakit gelmişti. “Dayan sevgilim” dedi. Sadece bulundukları an için söylenmiş bir söz değildi. O sözde çok fazla anlam saklıydı..
Spoiler:


En son Elizabeth Rose tarafından Perş. 23 Haz. 2011, 12:15 tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://mortalinstruments.forum.st/
Lexlander
Lütfen rütbe edinin, yoksa oyuna dahil olamazsınız!
Lexlander


Lakap : Lex.
Mesaj Sayısı : 308
Yaş : 31
Kayıt Tarihi : 05/01/11

Karakter Detayı
Statü:
Uyarı:

Karanlık ve Nefret Empty
MesajKonu: Geri: Karanlık ve Nefret   Karanlık ve Nefret Icon_minitimePerş. 23 Haz. 2011, 11:26

“…Gidersek birlikte gideriz
yeni sevinçler buluruz hüzne benzeyen”


Buz mavisi gözlerini, onlara eş gökyüzüne açtı. Buz mavisi gözlerini, kesin, tereddütsüz bir sonun başlangıcına açtı. Bir eşikteydi, biliyordu. Uçurumun kenarındaydı ve adımını attığında düşecekti, düşecekti, düşecekti düşebileceği kadar. Sonuna varıncaya kadar o boşluğun içinde, teninde rüzgârı hissederek düşecekti. Ancak tam o anda, düşerken ve boşlukla sarmalandığını hissettiği anda yani, mutlu olacaktı. İçini derin fütursuz bir huzur kaplayacaktı, biliyordu. Çünkü özgürlüğünün ardından atlayacak, onun yanında olacaktı. Düşmenin de bir anlamı olacaktı böylece, rüzgarda savrulan dalından kopmuş turuncu bir yaprak gibi düşecekti, anlamlı, yerinde ve tüm vaktini doldurmuş. Ona baktığında genç bir yüz görüp, hüzünlenebilirdi yaşam, ölüm onu kendinden erken alacaktı, hayır yalnızca öyle görünecekti, çünkü ölüm dakikti ve vakti gelmişti.

Sevdiği kadının elini tutup sıktı, kahve renkli gözlerinde güneş kırılıyor renkleri tunca dönüyor, hüzün üzerlerinde dans ediyordu. Korkuyu asla bulamayacaktı Lex, endişe yanlıca endişe vardı dipsiz uçurumlarında. “Başladığını hissediyorum, çok yakında Lex…” devam etmesine gerek yoktu, onu hissediyor, o söylemeden duyuyordu. Yüzü yüzüne yaklaştı, Lex güçlü kollarıyla bedenini sardı, ayrılmamacasına. Ki ayrılık değildi bu, onun için çok erkendi işte, hep de erken olacaktı. Dudakları genç adamınkileri bulurken, önce hafifçe gülümsedi Lex, yüzünün hatlarını içti, teslimiyetle kapanan gözlerini izledi. Hep orada olmalıydı, kalbinin ve zihninin tamamını doldurmalıydı Rose, her anı ve her haliyle. Bir an içinde büyük, derin bir şey daha hissetti. Rose ile ilgili bir şey. Aralarında ilerleyip, kalbinin üzerinde duran elini gördü Rose’un, bir şeyler oluyordu. Başlamıştı işte. Zihninin içerisinde tek bir isim duydu… Nemesis.

Önce her şey dağıldı ve doğa sardı bütün bedeninin, rüzgar kucakladı ve taşıdı onları, aslında olmaları gereken yere. Her şey karmaşıktı ve her şey ölüm kokuyordu. İçinde ateşin gücünü hissetti Lex, doğasının buna dayanmaya gücü yoksa elementi ona destek olacaktı. Nefret, Nemesis’in güzel yüzünde korkunç bir alev gibi parlıyordu, Tsi Sgili’nin de öyle, ölüm tanrısı ise dümdüz bakıyordu, öyle alışkındı ölüme. Güçlüydüler, yenilmezdiler. Ya da öyle sanıyorlardı. “Seni uyarmıştım Nefret tanrıçası. Ölen elflerimin intikamını alacağım” dedi sevdiği kadın, yapması gerekeni biliyor, bütün hücreleri ile hissediyor gibiydi, tüm gücünü hedefine yöneltmişti. Ancak Tsi Sgili de ondan aşağı kalacak değildi, saldırıya başladılar, Nemesis de ona eşlik ediyordu. Genç elf, onlar için yeterince basit bir hedef olduğu gerçeği ile yüz yüzeydi ancak kendisi gitmeden Rose’un gitmesine izin vermeyecekti. Öne atıldı.

Bütün o karmaşa ve elementinin sıcaklığı sardı onu, Tsi Sgili’ye beklemediği hızlı bir yakıcılık göndermişti, ancak o döndü ve nemesis in büyülü karanlığının ortasında, kırbacı vücudunu buldu. Bütün dünyada denk gelmediği bir acıyla kıvrıldı bedeni, dizlerinin üzerine çökerken, yumruklarını sıktı ve kararan gözleri ile tam olarak kime gittiğini kestiremediği bir alev kütlesi daha fırlattı. Güç, dehşet, kaos hepsi bedenini ve ruhunu sardı, tüm o karanlığın ardında ardına baktı, Rose’un hüzün dolu gözlerini gördü ve bir rüzgar zihnini içinde uğuldadı “Dayan sevgilim” Belli belirsiz gülümsedi Lex, sonra onları duydu, kanat seslerini tüm o saldırılardan daha yaralayıcı şekilde Rose’un dikkat dağınıklığını hissetti. Gittiğinde, belki de… Belki de gelmeyecekti sevdiği… Göğsünün üzerinde yoğun bir ağrı hissetti. Yere yıkıldı, ateş onu terk ediyordu, çünkü üşüyordu. Deli gibi üşüyordu.

Yağmur yağıyor ve gece, ay ışığı ıslak tenini gümüşe boyuyor saçları omuzlarından aşağıya dökülürken, kusursuz profili ile kendine has aydınlığı içinde yıldızları izliyor. Sonra kısa bir saniye dönüyor ve Lex’e gülümsüyor, dudakları kendine has hafif hüzünlü kıvrılıyor, öyle güzeller ki, diyor… Öyle güzeller ki… Oysa genç elf dünyaya ondan daha güzel bir şeyin gelmediğine emin, bakışlarını kaçırıyor… Ona doğru yürüyor ve kollarını beline doluyor, ıslak teniyle, su gibi kokuyor…

Rose dönüyor ve ona sesleniyor, gidemez miyiz artık, sesi kimsenin duyamayacağı şekilde zihninin içinde, okuldalar ve toplantıdalar. Sevdiği kadın onun ne kadar sıkıldığını hissetmiş olacak ki, bakışlarını ona çeviriyor ve böyle söylüyor, Lex bir an tüm o olan bitenden uzaklaşıyor yalnızca onunla oluyor ve saniyeler sonra dikkatini toplayıp büyülü sözleri söylüyor, kimseye hesap vermeden, doğaya karışıyor, ayrılıyorlar oradan.

Çıplak teni tenine değiyor ve zarif eli yüzünde geziniyor, hep böyle kalalım, diye fısıldıyor nefesi yüzüne vururken, Lex dudaklarına eğiliyor ve kısa bir öpücük bırakıyor ardından sarılıp göğsüne çekiyor onu, biliyorsun, bizim için son yok, diyor gülümseyerek, yeryüzündeki ilk sonsuzluğuz biz ve tek…


Sonra her şey kararıyor tekrar dokunuşları çekiliyor teninden, o gidiyor ve gözleri de onunla gidiyor, dağılıyor, üşüyor Lex. Boşluğa, ancak bu kez yalnızca onun zihnine olduğunu bilerek fısıldıyor “Seni seviyorum.” Özgürlüğünü ardında bırakarak gidiyor Lex, nereye olduğunu bilmediği bir yere ve o garip karanlığın içi yavaşça aydınlanıyor, ayakta ve uçsuz bucaksız bir yerde şimdi, önünde bir siluet var…


Out:
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Elizabeth Rose Wayland
Konsül Temsilcisi | Gölge Avcısı
Konsül Temsilcisi | Gölge Avcısı
Elizabeth Rose Wayland


Lakap : Lizbeth
Mesaj Sayısı : 2356
Kayıt Tarihi : 11/07/10

Karakter Detayı
Statü: Site Kurucusu
Uyarı: 0/0

Karanlık ve Nefret Empty
MesajKonu: Geri: Karanlık ve Nefret   Karanlık ve Nefret Icon_minitimePerş. 23 Haz. 2011, 14:17

Acının yakıcı boğukluğu bedenini sarıyor, dayanmasını güçleştirmek için var gücüyle karanlığın boşluğunu getiriyordu bedenine. Nemesis ve kraliçenin saldırıları adil savaşmaktan çok uzaktı. Daha fazla dayanamayacağını bildiği bedeni kanla kaplanmış, karanlığın dokunuşları lanetli izler bırakmıştı. Elizabeth ilk siyah boğanın gözlerini gördü, adını fısıldarken teninde dolaşan sıcaklığı hissediyordu. Ancak tüm bunları bıçak gibi kesen Nemesis son darbesi olmuştu. Lex, dizlerinin üzerine düşerken öfkeli çığlık kulaklarını tırmalıyordu. Kim böyle acı dolu bir ses çıkarabilirdi. Üstelik kendi acısı her şeyin ötesindeyken! Elementleri ile çevresine görünmez bir kalkan oluşturarak dizlerinin üzerine çöktü, ağırlığı daha fazla taşıyamıyordu yorgun bacakları. Elizabeth sevdiğinin elini tutarken çığlıkların kendisinden geldiğini fark etti. ‘Hayır’ diyordu bir ses. ‘Alamazsın onu’. Oysa gerçeği kalbinde hissediyordu, ait olduğu erkek gidiyordu. Tıpkı söylediği gibi sonsuzluğun içinde bir olmak için, ayrılmamak için gidiyordu. Yine de acı çok fazlaydı, nefes alamıyor, kalbi acıyor, bedeni tükeniyordu. Nemesis’in saldırıları görünmez kalkana çarparak geri dönerken, gücü azalıyordu Elizabeth’in. Hiç bir şey umurunda değildi. Lex’in saçlarını geriye atarak yüzünü okşuyor, küçük öpücüklerle onu hayatta tutmaya çalışıyordu. Gidemezdi, onun olmadığı bir dünyada bir saniye bile yaşayamazdı.

Doğanın verdiği güçle tuttundu sevdiğinin görkemli bedenine, yaşatmaya çalışıyor, ıslanmış gözleriyle odaklanıyordu kusursuz yüzüne. Elinden kayıp gidemezdi. O ruhunun yarısı, benliğinin aynası, tutuklu kaldığı sevdasıydı. Lex’in güzel gözleri kapanırken, elini tutan eli gevşiyordu. ‘Hayır’ diye isyan eden düşüncelerinde bir ses duydu. Rüzgâr kadar hafif ateş gibi yakıcıydı. “Seni Seviyorum” dedi son kez. Başını sallıyordu, gözyaşları içinde güzel elf. Dudaklarını dudaklarına götürerek ölümünü içmeye, sonsuzluğu vermeye çalıştı. Keskin acı kalbini parçalara ayırırken, onun ruhunun gidişini hissetti sarıldığı bedenden. Acı dolu çığlığı ile ikiye ayrıldığını hissediyordu aralarındaki görünmez ipler koparken, narin vücudu içten parçalara ayrılmaya başlamıştı bile.… “Veda yok. Veda yok. Sen ve ben sonsuzluğun bittiği yerde olacağız. Seni seviyorum Lex, bekle beni sevgilim…” Kavuşacaklardı tekrar, hiçbir şey böyle bir aşkı silemezdi yeryüzünden.

Lex’in cansız vücudunu bırakırken, içindeki boşluk her şeyin üstündeydi. Kopkoyu karanlığın ruhunu sardığını hissettiğinde itiraz etmeden baktı siyah boğaya. Güzel gözlerine odaklanırken kendilerine yaklaşan beyaz boğaya uzattı kanayan elini. İkisini de aynı anda seslendi tanrıça edasıyla. “Vaat ettiğiniz gücü istiyorum sizden.” İki boğada mükemmel bir uyumla aynı anda üflediler nefeslerini Elizabeth’e… İçine dolan güçle mavi bir ışık vücudundan yayılmaya başladığında, ayaklarının yerden kesildiğini hissediyordu. Üzerlerindeki kalkanı kaldırarak, savurdu düşmanlarının üzerine. Görünmeyen iplerle boğalara bağlandığını fark etse de aldırmadan saldırdı. Karanlıkta parlayan mavi ışıklar onun bedeninden çıkarak, önce ölüm tanrısına, arından kraliçeye ulaştı. Bedenleri ikiye katlanırken, ruhları hak ettikleri yere gidiyordu. İki sevgilinin ölüm çığlıklarının ardından bakışlarını Nemesis’e odaklayan Elizabeth’in yüzünde en ufak bir acıma yoktu. İçinde büyüyen boşluğun sinsi hayaletine rağmen, gözlerindeki keskinlik büyük öfkesinden geliyordu. Arkasında toplanan kalabalığa bir anlığında baktığında Elf’lerinin yüzünde de aynı ifade olduğunu gördü güzel alfa. Kalınlaşmış sesiyle yeryüzüne ait olmadığını anlatıyordu adeta. “Sıra sana geldi Nemesis. Ortakların gibi sende öleceksin.” Lex’in cansız bedenine bakan Elizabeth daha fazla dayanamayarak Nemesis’e gönderdi öfkesiyle keskinleşen güçlerini. Nefret tanrıçasını öldüremese de yaralamış olduğunu bilirek bıraktı kendi kanla ıslanmış toprağa. Lex’in elini tutarken boğaların yaklaştığını hissediyordu.

Artık kurban olma vaktiydi. Önceden söz verdiği gibi siyah boğa bütün gücünü emmeye başladı. Elementler bir bir vücudundan çıkarken, içindeki acı dolu boşluk büyüyordu. Artık sadece bir kabuktu. Kanlı bir kabuk… İşini bitiren siyah boğa uzaklaşırken sıra karanlığın gücüne, beyaz boğaya gelmişti. Ona bedenini ve hayatını sunacaktı. Boğanın kahkahaları eşliğinde siyah yapışkan ipler vücudunu sarmaya başladı. Karanlığın sürüngenleri vücudundan parçalar koparırken, Elizabeth’in acısı dayanılmaz olmuştu. Dudakları arasından çıkan çığlıkları bastırmak istese de yapamıyordu. Her çığlıkla parçalara ayrılan sadece bedeni değil, ruhu da olmuştu. Beyaz boğa onun ruhunu da istiyordu. Acı içinde debelenirken gözlerini sadece bir anlığına açabildi. İlk olarak gözleri Lex’in bedenine kaydı. Evet, bitecekti ve birazdan ona kavuşacaktı. Ruhunun bir parçası kalsa bile onu bulurdu. Ardından gözleri tanıdık bir bedene ve siyah kanatlara değdi. Kalona yanına gelmiş umutsuzca, beyaz boğayı geçmeye çalışıyordu. “Onu öldürme beni al” Elizabeth gülümsemek istedi, en azından ölmeden önce Kalona’nın halen onu sevdiğine emin olmuştu. Ama kurban ölümsüz meleği değildi! Gözlerini kehribar rengi gözlere sabitlerken dudaklarını oynattı. “Elveda meleğim!” Sesi çıkmasa da, Kalona onu anlamıştı. Birden bütün sürüngenler aynı anda bedenine yöneldiğinde gökyüzünü sarssan iki çığlık duyuldu. Biri kendisinden, diğeri Kalona’dan gelmişti.

Gözleri kapanırken, artık gördüğü tek şey onu saran karanlıktı. Soğuk karanlığın içinde boğuluyor, hiçliğin ortasında benliğinin son parçasını da yitiriyordu. Nefesini son kez verdiği anda beyaz bir ışık karanlığı yararak onu içine aldı. Gözleri kamaşan Elizabeth, sonsuzluğun sonuna ulaştığını anlamıştı. Gözlerini açtığında gördüğü en güzel manzaraya bakıyordu. Okyanusu, beyaz kumları ve kuş seslerini anımsadı tek tek. Burası kendi cennetiydi, öyle olmalıydı, çünkü çok güzeldi. Denizin kokusunu içine çekerken yattığı kumlardan kalktı, beyaz elbisesinin içinde gözlerini kırparak çevresine baktığında bir eksiklik olduğunu fark etti. Ona bakan buz mavisi gözler, ruhuna dokunan sıcaklık yoktu, Lex yoktu…. Elizabeth'in ruhuna dayanılmaz acı dolarken kendini dizleri üzerinde buldu. Öfkeli çığlığıyla haykırdı sevdiğine. "Lexlander" Sonsuzluğun bittiği yerde, hiçliğin ortasındaydı ve sevdiği erkekten yoksundu. Üstelik bu sonsuza dek sürecek bir acıydı. O yoktu. Bir daha asla onu göremeyecek, dokunamayacaktı. Sıcak kollarında güvende hissedemeyecekti. Cennetin içinde cehennemi tadacak asla huzur bulmayacaktı… Bitmeyen tek şey acısıydı…
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://mortalinstruments.forum.st/
Lexlander
Lütfen rütbe edinin, yoksa oyuna dahil olamazsınız!
Lexlander


Lakap : Lex.
Mesaj Sayısı : 308
Yaş : 31
Kayıt Tarihi : 05/01/11

Karakter Detayı
Statü:
Uyarı:

Karanlık ve Nefret Empty
MesajKonu: Geri: Karanlık ve Nefret   Karanlık ve Nefret Icon_minitimePerş. 23 Haz. 2011, 20:17

“…Bir masalda ölürken kahraman
Bir şehir düşerken içinde
İzlerken gözyaşlarınla unutursun unutursun
Bir yalan devrilirken önünde
Maskesi düşerken mucizelerin
Korkmadan koşarak katilin üstüne unutursun unutursun
Düştüğün o çukurun dibinde silkinerek tozdan topraktan
Sanki hiç olmamış gibi unutursun unutursun…”


Uyandığında, sonunu göremediği bir maviliğin ortasındaydı genç elf. Göğe mi yükselmişti, ölümünden sonra? Bu gerçekten olabilir miydi? İçinde garip bir hissizlik yoğuruyordu hislerini, mavi gözleri tam karşısında onları yoran yoğun ışıkta sabitlendi, kısıldı, içine doğru baktı. Bir siluet duruyordu karşısında, rüya gibi bir kadının zarif bedeni… Usta bir ressam elinden çıkmış gibi orantılı ve kusursuz, hiçbir dağınıklığı yok, yine de özel, yine de farklı. Kusursuzluk ve tamamen uygunlukla farklılık olabilir miydi, mükemmellik tek düzeliği getirmez miydi? Burada getirmiyordu demek. Lex aydınlığın içinde yüzü aradı, kimdi o ve neden onu görüyordu? Bakışlarını bir anlığına çekip ayırdı ondan, çevresindeki sonsuzluğa baktı, sonsuzluğun sonunda ise eğer, o neredeydi? Sevdiği kadın, Rose! Bütün zihni panikle, onun adını hecelemeye başladı, içinin tüm koridorlarında duvarlara çarpara büyüyen bu ses, boğucu bir uğultuya dönüşerek, canını yakıyordu. Sonunda dudaklarından döküldü, ismi “Rose!”. Önce varla yok arası bir fısıltıydı bu sesleniş, ikinci seferde iyice duyulur oldu, sonra kuvvetlendi ve sonsuzluğun ortasında yankılandı. O yoktu. Bu düşüncenin dehşeti, tüm gücüyle sıktı göğüs kafesini, ciğerlerini daralttı, oksijenini çaldı. Kalp atışları yavaşladı, gelip giden bir saatin sarkacına takılı kaldı. Sahi, ölmüşse eğer neden atıyordu hala? Durmak için onu kaybetmeyi beklemişti belki de, kalbi de uyanmıştı onu burada bulma hevesi ile. Karşısındaki büyülü yaratığa doğru yürüdü Lex, ışığı öyle güzel ve iyilik dolu görünüyordu ki, yardım edebilirdi ona, aldandı.

Yaklaşırken, yüzünden hafifçe aralandı aydınlık, bembeyaz teninde hiç kimsede görmediği hatları gördü genç adam, bir saniye öylece kaldı, bu bir melek olmalıydı. Gülümsedi kadın, bakışlarını buz mavisi gözlerinden ayırmadan ona yürüdü. Dudaklarını araladı ve sesi sonsuzlukta yankılandı. “Hoş geldin,” dedi zarif eli genç adamın yüzünü bulurken, Lex bu hafif dokunuşla ürperdi. “Benim kim olduğumu biliyor musun Lex?” Tek kelime edemeden başını salladı Lex, bilmiyordu. “Nyx.” dedi ve genç adam Rose’un hatıralarını hatırladı onu bir yerlerde gördüğünden emindi, ancak tam olarak çıkaramıyordu tek bildiği geceye hükmedenin o olduğuydu. “Evet,” dedi “Hatırladığın şey doğru benim genç elfim, o benim. Size güç veren benim.” Ne yapacağını bilemedi Lex, Nyx yaklaşırken öylece kalakaldı. Zarif eli yüzünde gezinmeye devam etti, elmacık kemiğinden kayarak dudaklarında durdu. “Öyle güzelsin ki, ölmeni istemiyorum. Seni geri göndereceğim, yaşayacak çok şeyin var.” dedi, güzel eşsiz bir gülümsemeyle. O an konuşmaya mecbur hissetti Lex, devam etmeden araya girdi, Rose’u tanıyordu ona yardım edebilirdi. “Geri dönmeyi istemiyorum, bunu yapmak zorunda değilsiniz, yalnızca onun, Rose’un iyi olduğundan emin olmalıyım. Onu bulmama yardım edin.” Mavi gözleri derin bir minnetle bakıyordu ve işte tam bu yüzden Tanrıçanın yüzündeki değişimi görememişti. “Neden Lex?” dedi eli omzuna kayarken, “Neden ölümden sonra bile onunla olmak istiyorsun?” sesi, derinden, yankılanarak geliyordu. “Ben yalnızca onunla olmak için öldüm.” dedi dudaklarında acı bir tebessüm belirirken. Geri çekildi Nyx, genç adamın çevresinde tur atmaya başladı. “Öyleyse, seni geri gönderecek ve acılarını dindireceğim!” dedi, sonra hızla dönüp bakışlarını gözlerine sabitledi, “Ancak önce bana yolumdan ayrılmayacağına dair yemin etmelisin.”

Acılarını dindirecek, Rose’u da onunla gönderecekti. Böyle düşünüyordu Lex. Tereddütsüz, tek dizinin üzerinde eğildi, bakışlarını kaçırmadan. “Onu tekrar görebilmek için, bütün yeminleri baştan yazabilirim.” dedi hızla. Nyx kahkaha attı, “Öyleyse başla!” Bedeni o büyülü ışıkla sarmalanmışken, ondan bir saniye çevirmeden gözlerini, aslında yalnızca Rose’un yüzüne bakarak “Bütün yaşamım boyunca, gecenin karanlığından, şafak sökene dek; buzlar çözüldükten sonra ve yapraklar düşerken, tüm varlığımla, bedenim ve ruhumla, yolunuzdan ayrılmayacağıma yemin ediyorum. Karanlık ışığım ve gece yoldaşım olacak. Ben Lexlander artık ayın yoldaşıyım.” dedi. Cümlelerin nereden geldiğini bilmiyordu, öylece yankılanmışlardı zihninde ve o tekrar etmesi gerektiğini biliyordu. Sonunda o zarif dokunuşu alnında hissetti. “Bundan böyle Lex, gece acılarını silecek, uyanabilirsin.”

Ve gözlerini açtı, ıslak bir sokak ortasında, geceye uyanmıştı. Yer soğuktu ancak o üşümüyordu. İçinde garip, yakıcı ve sarhoş edici bir gücü duyumsuyordu. Nyx’i hatırlıyordu ve ne olduğunu biliyordu ancak öncesi… Öncesi gece ile kaplanmıştı. Güzel dudakları evrenle dalga geçer gibi kıvrıldı, o artık güçtü, o bir Alfa’ydı. Lex gece ile ve geceden bağımsız uyanmıştı. Ayağa kalktı, üzerinde sıradan bir tişört ve kot pantolon vardı, kim olduğundan ve ne yapmak istediğinden emindi. Bütün günahlar ona aitti artık, kimsenin olamayacağı kadar özgürdü…
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Nemesis
Lütfen rütbe edinin, yoksa oyuna dahil olamazsınız!
Nemesis


Lakap : ahaha, bana efendim ya da majeste demelisin!
Nerden : Olympos
Mesaj Sayısı : 65
Yaş : 29
Kayıt Tarihi : 18/09/10

Karakter Detayı
Statü:
Uyarı:

Karanlık ve Nefret Empty
MesajKonu: Geri: Karanlık ve Nefret   Karanlık ve Nefret Icon_minitimeSalı 05 Tem. 2011, 14:18


Gözleri sadece tek bir şeyi görebiliyordu kadının. Gökyüzü kara bulutlarla kendini gösterirken Seçilmişi’yle hasmına saldırmaya devam ediyor, nefretiyle harmanladığı karanlığı püskürtüyordu üstüne. Buz kadar keskin masmavi gözleri düşmanın aşığına yönlendirdi bir ara. Soluk bedeninden akan kanlar toprağı doyuruyor, kendi kendine yol çizerek derinliklere ulaşıyordu. Cesedin görüntüsü kadına oldukça aşina gelmişti. Bir zamanlar deliler gibi sevdiği aşığı kadını ihanete uğrattığında içindeki nefretin acıya dönüşmesine izin vermemişti. Büyücüsünü gördüğü anda hiç düşünmeden, asla tereddüt bile etmeden acı çekerek öldürmüş, genç adam hala yaşıyorken damarlarından yeri ıslatan oluk oluk kanının altında yıkanmış, aşk gibi insanı aptallaştıran duygudan eser kalmamıştı artık. Düşündüğü kendisinden başkası değildi artık. Şimdi hasmının bakışlarında gördüğü acıyı bilmek, iliklerinde hissetmek ona acımasına neden oluyordu. Aşk için boş yere acı çektikçe kendini yıpratmaktan, ruhunu çürütmekten başka bir şey yapmıyor, bu da Nemesis ve Kraliçe’sinin işine geliyordu. Karanlığın, doğduğundan beri onu yalnız bırakmayan nefretin dört bir yanını sarmaladığını hissediyor, her dokunuşunda yanında olduğunu fısıldıyordu. Nyx eğer hala daha yaşayabiliyorsa, azabını çektiği yerde bütün bu olanları görebiliyorsa Nemesis’i küçük görmenin nelere maal olduğunu anlamıştır çoktan. Olympos Dağı’ndaki saf küçük kız değildi artık. Neyin ne olduğunu görebiliyor, annesinin taşıdığı birden fazla maskeleri su yüzüne çıkardığı için bu haldeydi bugün. Nyx; Nemesis’i doğurdu. Fani insana acı vermek için! Nyx’ten çıktığı anda Kehanet Tanrıçası Themis’in karanlık ve derin sesinden çıkan bu sözler gerçeği inkar edemezdi asla.

Gece Tanrıçası Nyx, gece mavisi gözleriyle Olympos’taki koruluğunda dolaşıyor, karnındaki küçük Tanrıçası’nın akıbetini düşünüyor daha çok. Kulağına çalınanlar ne derece doğru, yapması gerekeni yapmalı mı bilemiyor. Henüz daha gelişmemiş bir bebeği öldürmek, katletmek onun doğasında yok. Gecenin yıldızlarının süslediği yemyeşil korulukta düşünceleriyle baş başa çevresindekilerden bihaber salına salına yürüyor güzeller güzeli Nyx. Bir elini karnına götürüyor, yavrusuna sıcaklığını, gücünü, sevgisini aktarıyor. Doğanın eşsiz melodisi, bebeğin şen kahkahaları yanında oldukça sönük kalıyor Nyx’in gözünde. Bir müddet böyle yürürken kendisini izleyen Themis’i fark edemiyor. Güneşten bile sapsarı saçlarının taşıyacağı güzellikteki yemyeşil gözleri, Gece’nin şişkin karnına bir bıçak gibi kenetleniyor. Başını kaldırdığı anda Themis’i fark eden Nyx, genç kadının baktığı yeri fark edince annelik içgüdüsüyle ellerini karnına götürüyor. “Karnında taşıdığı taşıdığın Karanlık’tan başka bir şey değil Nyx! Yeryüzünü siyahla tanıştıracak, nefretini fani insanların üstüne püskürterek intikamını alacak senden!” Themis’in gittikçe kalınlaşan sesi gecenin ruhuna işleyerek içini kemirmeye başlıyor, kaderin sözlerine anlam dahi yüklemek, kabullenmek istemiyor. Kader Tanrıçası ise bu sözleri üzerine genç kadına yapması gerekeni bir kez daha hatırlatarak uzaklaşıyordu olduğu yerden. “Ne olursa olsun Kader’e asla boyun eğmeyeceğim!” Sessiz bir fısıltıyla söylenen sözler simsiyah gökyüzüne bulutların akın etmesine neden oluyor, semanın Olympos’a baş kaldırışını temsil ediyor adeta…

Nemesis, yaşamadığı bu anısını annesinin gözünden yaşamıştı. Yaşlı Tanrıça Nemesis için neredeyse bütün Olympos Tanrı ve Tanrıçalarına karşı çıkmış, kıymamıştı kızının canına. Halen daha genç kadını kendi tarafına çekerek sevdiğini göstermeye çabalamasını iyiye yorumluyordu. Hasmından yardım isteyecek kadar muhtaç, sefil durumdaydı demek Nyx. Onun oyunlarına kanmayacaktı artık. Zamanında Erebus’un kollarında onu sevdiğini haykırırken, asla bırakmayacağını söylerken kendini Zeus’un kollarına atarak nasıl biri olduğunu göstermişti işte. Bu defa geceye takılıp peşinden sürüklenmeyecek, kendi izinden gidecekti. Olduğu yere geldiğinde karşısındaki manzara hoş sayılacak cinsten değildi. Elizabeth’in iki yanında iyiliğin ve karanlığın timsali siyah ve beyaz boğa yer almış, güçlerini savuruyorlardı genç kadına. Göz alıcı mavi ışıklar kadına süzülerek yardım ediyor, iki boğa da tereddüt etmeden yardım ediyorlardı. Vücudunu aydınlatan mavi ışığı önce seçilmişine daha sonra ittifağı Ecthros’a fırlatmış, iki aşığın sonsuz kadar uzun gelen keskin çığlıkları doğanın bir parçası gibi çınlamaya devam ediyordu. Elf topraktan gittikçe yükselmeye devam ediyordu. Nemesis ise sert rüzgarın vücuduna dokunmasına izin veriyor, karanlığı ve nefreti yanına davet ediyordu. Karanlığı çağırdığı anda beyaz boğa ile göz göze gelmiş, boğanın bakışlarındaki acıyı seçebiliyordu. İkilemde kalan boğanın acı çektiğini görebiliyordu. Bu aslında bir bakıma iyiye işaretti. Beyaz Boğayı bir şekilde kendine bağlamıştı en azından. “Sıra sana geldi Nemesis. Ortakların gibi sende öleceksin.” Sinsi gülümsemesi yüzüne yayılmıştı genç kadının. Karanlığın ve nefretinin gücünü akan kanının her bir damlasında hissettiği anda vücuduna bir hışımla çarpan güçle sarsılmış, sırtına değen nemli toprağı hissedebiliyordu sadece. Ölü değildi ama aynı zamanda yaşamıyordu da. Hiçlikle varlık arasındaki ince bir çizgideydi sanki. Gözlerinin önüne gelen ilk sima büyücüsünün yüzü olmuştu. Her şeye rağmen yine de genç kadına gülümsüyor, bakışlarıyla yanında olduğunu haykırıyordu. İşte o anda Trist’ine çektirdiği her acı şimdi ruhuna, kalbine bir hançer gibi saplanıyor, parçalıyordu geriye kalan her şeyini. Büyücü ise sanki yaşadıkları hiç olmamış gibi Nemesis’e Seeile’de ilk tanıştıkları andaki gibi bakıyordu. Işığın oğlu Nathaniel aslında hiç ölmemiş, yaşamını kadının kalbinde sürdürmeye devam ediyormuş meğerse. Sevdiği adamın silueti gittikçe karanlık sisle beraber yok oluyor, gözleri istemsizce kapanıyordu. Son gördüğü ise Beyaz Boğa’nın yanı başında duran gözleri olmuştu. Ölümsüzlüğün sonu olduğunu söyleseler inanmazdı hiç.

Denizin tuzlu kokusu, çiçeklerin birbirleriyle dans eden karışmış kokuları, hırçın dalgaların sert kayalarda çıkardığı ses, haberleşen kuşların sesleri, tenine batan çimenin verdiği his… İlk başta algılayabildikleri bunlar olmuştu genç kadının. Yavaş yavaş gözlerini arayabildikçe güneşin yakı ışıkları buz mavisi gözlerine hücum etmiş, görüşünü zorlaştırmıştı. Sarı ışıklara alıştığında olduğu yerden doğrulmuş, aşina olduğu topraklarda olduğunu benimsemişti birden. Biraz ileride gürül gürül akan Catarina Şelalesi, yanı başında yer alan Gençlik Pınarı artık doğduğu topraklardaydı. Olympos tüm akıbetiyle ayakları altındaydı. Öldüğünü sanırken yeniden doğmuştu aslında. Yanına gelen Beyaz Boğa’nın gülümsemesi ise her şeyi açıklar nitelikteydi. Nemesis eski gücüne, hak ettiği yere kavuşmuştu sonunda. "Layık olduğun niteliklerdesin Tanrıçam. Sana bugünün yaşanacağını söylemiştim.” Boğanın kahkahalarıyla gücünün doruklarına ulaşıyordu. Gücü eskisi gibi ona itaat ediyor, kadını özel hissettirmeye yetiyordu.

RPG BİTMİŞTİR.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Karanlık ve Nefret
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Nefret
» Nefret kılıçtan keskindir.
» Herkesten nefret ediyom.
» Karanlık- Kızlar
» And Soon the Darkness - Karanlık yakında

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Mortal Instruments RPG :: Mortal Instruments :: Arşiv-
Buraya geçin: