Sessizce bekledim. Karanlığın aydınlığa kavuşmasını ve güneş ışıklarının beni, tüm benliğimi sarmasını. Ben güneşin kızıydım. Buğday rengi tenim, çikolata rengi saçlarım ve açık kahve gözlerim. Uzun boyum, kadınsı hatlarım… Aynaya doğru yürüyordum. Ayağımdaki son derece rahatsızlık verici topuklularıma dayanamamış ve onları çıkarmıştım. Tam bir zombi gibi ritmik ve düz adımlarla koridorda ilerledim. Hayatımın en güzel gününü bir cehenneme çeviren kız kardeşimi asla unutmayacaktım. Belki de benim için okulda bir anıt yaparlardı. Mermerden bir heykel. Elini uzatmış bekliyor. Görkemli görünüşü ve uçuşan saçları. Uzun ve heybetli bir heykel olurdu belki. Ve bunu okulun girişine dikerlerdi. Sonuçta ben hayatımı bu yolda harcıyordum değil mi? Herkese karşı… Aynanın karşısındaki kızı tanımıyordum. Abartılı makyajı, güzel yüzü ve siyah elbisesi. Bu ben miydim? Ben…
Adım Linya. Linya Iceshimmer. 18 yaşındayım ve bir kolejin son sınıfına gidiyorum. Bu gün balo günü ve her şey harika. Yada bir zamanlar öyleydi. Kim bilebilirdi ki böyle olacağını. Geceye hapsolacağımı kim bilebilirdi. “Lin” Arkamdan gelen haykırışı duymazdan gelmek çok zor olacaktı tabii. Ama bunu yapmalıydım. İçimi parçalayan bu sese kulak veremezdim. Aynadan yansıyan görüntüsüne baktım. Sarı saçları dağılmış ve yüzünü yaramaz bir çocuk havasına sokmuştu. Yüzü ıslaktı. Ağlamış mıydı? Bana doğru yaklaşmaya başladı. Gelmesini istemiyordum. Benimle birlikte bu lanet karanlığa sürüklenecekti. Okulda tekim sanıyordum. Demek ki değilmişim. Eva! Onun gözlerinin önünde olmasını istemiyordum. Küçükken lanetlenmiştim ben. Ucubeydim. Benim lanetimin onu da zehirlemesini istemiyordum. Vakit yaklaşıyordu.
----- 1 gün önce
“Linya! Hadi millet kapıda ağaç oldu.” Aynanın karşısından ayrılabilseydim eğer, millet kapıda ağaç olmayacaktı. Saçım, makyajım ve kıyafetim kesinlikle güzel olmalıydı. En sevdiklerimle birlikte, küçük bir hafta sonu kaçamağı. Hepsi bu. İçimdeki neşeyi bastıramıyordum. Tek kötü tarafı bana bir elbise ve topuklu ayakkabılar giydirmiş olmalarıydı. Tanrım bu elbise çok kısaydı! Kalçalarımı bile doğru düzgün örtmüyordu. Meredith’in bu elbiseye nasıl sığdığını merak ediyordum. Ama cevap basitti. O düz ve kısa bir kızdı. Tabii ki bu elbise ona normal olacaktı. “Tamam geliyorum.” Odamdan fırladım ve merdivenleri hızla indim. Pencereden dışarı sarkıp millete baktım. Sinirli bakışlar benim üstümdeydi. Ne kadar gecikmiştim? Yarım saat mi? Ne önemi vardı ki. Sonuçta bunları giymemi onlar istemişti. Kafamı kaldırıp önce gökyüzüne sonra da evlerin arasına göz gezdirdim. Ve onu gördüm. Kalbim göğüs kafesimi delip geçecekmiş gibi atmaya başladı. Uzaktan bile çok sevimliydi. Sapsarı saçları ve gök mavisi gözleri vardı. O gözlerin içinde boğulabilirdim. “Linya, Linya, Eva!” Derinden gelen sesler yüzünden kafamı kızgın kalabalığa çevirdim. Bana Eva mı demişti? Hayır! Bana kimse Eva dememeliydi. Yanlıştı bu. Hataydı. Eva değildim ben. Ölen ablamın sorumluluğunu yüklenmek istemiyordum. Ölen, uzaylı ablamın sorumluluğunu. Hepsi babamın suçuydu. Ne vardı yani uzaylının tekiyle evlenecek? Onlara benzemediğim için şükrediyordum. “Bana Eva deme!” Topuklularımı ayağıma geçirdim ve hızla kapıdan çıktım. Kızgın kalabalığın üstüme yürümemesi için dua ediyordum. Hadi ama. Sadece yarım saat gecikmiştim. “Al bakalım elma” Meredith elini bana uzatmıştı. Ne demek istediğini anlamıştım ve ağlamamak için kendimi zor tutuyordum. “İyi değildi Meredith.” Uzattığı eline hafifçe vurdum ve gülümsedim. Ama herkes sanki başka birini daha bekliyordu. Tam o sırada karşıdan gelmeye başladı. Yüzünde en göz alıcı gülümsemelerinden biriyle aramıza karışmıştı. Meredith’in kolundan tuttum – daha çok tırnaklarımı onun koluna geçirmiştim - Acıyla yerinden sıçradı ve histerik bir şekilde inledi. “Neyin var senin?” Neyim mi vardı? Sinir yüzünden yüzüm kıpkırmızı olmuştu. Aslında sinirden başka şeyler de vardı. Paul’u gördüğüm her an böyle kızarıyordum. “Onu da mı çağırdınız?” Çılgına dönmek üzereydim. Bizim okulun en popüler ve en yakışıklı çocuğu bütün gün bizimle mi takılacaktı? Pekala. Ne yapmalıydım? Paul kendimi bildim bileli karşı komşumuzdu ve beni hiç takmamıştı. Yani umurunda bile değildim hatta beni tanımıyordu bile. Alice yanımızda bitiverdi. Alice bizim süper üçlümüzün üçüncüsüydü. Yani o olmadan tam olamıyorduk. “Evet. Sonuçta aynı okulda ve aynı sınıftayız.” Biz bunun farkındaydık ama o farkında bile değildi. Yani şey… Bilmiyorum. Hızla yanımıza yaklaşıyordu. Sakin kalmak için elimden geleni yapacaktım ama bu mümkün değildi. Paul yanımdaydı ve ben onu görmezden gelemezdim. “Selam millet, Lin.” Hadi oradan. Gerçekten bana Lin mi demişti? Alice ve Meredith’in aynı anda beni dürttüğünü hissedebiliyordum. Gülümsedim ve kafamı salladım. Kekelemeden konuşabileceğime emin değildim. Gerçekten pot kırmıştım. Bana hoş gülüşüyle karşılık verdi ve yanımızda durdu. Kıpkırmızı olmuş, resmen pancara dönmüştüm. Ah, lütfen. Lütfen bir aksaklık veya kötü bir şey olmasın. İçimden küçük yakarışlar yükselirken jipine bindi. Beyaz Audi’nin içinde, beyaz atlı prense benziyordu. İster istemez gülümsememe engel olamadım. Gözleri gözlerimle buluştuğunda çığlık atmamak için kendimi zor tutuyordum. Yanındaki boş koltuğu göstererek gülümsedi. “Hadi Lin bütün gün seni bekleyemem” Elimden geldiğince hızlı bir şekilde ön kapıya yürüdüm. Herhangi bir sakarlık yapmamak veya takılıp düşmemek için ekstra dikkatli davranıyordum. Arabaya bindiğimde parfümünün kokusu beni sersemletmişti. Olduğum yerde dona kalmış, açık olan kapıyı ise unutmuştum. Gerçekten tam bir moron görüntüsü çiziyor olmalıydım. Tam o sırada uzandı ve eğilerek kapıyı kapattı. Kalbim yerinden fırlamak için hazır bir şekilde bekliyordu. Deli arap atları gibi koştura koştura atan kalbimin ritmine yetişemiyordum. Sanki kilometrelerce, hiç mola vermeden koşmuştum. Nefes nefese beklerken dakikalar yıl gibi geçiyor, akrep yelkovana olan aşkı bitmiş gibi sabit kalıyordu. “Aaa… Evet. Şey… Teşekkürler.” Kemerimi bağlayınca motorun gürültüsüyle sarsıldım ve hareket ettik. Asfaltta rüya gibi ilerliyorduk. Bu gün mucizeler birbirinin peşi sıra geliyordu ama boş umuttu bunlar. O benimle sadece bir kardeş gibi ilgilenirdi. O kadar güzel bir kız değildim. Hatta Paul’un çevresindeki sarışınlar kadar dikkat çekici falan da değildim. Sadece bir kızdım. Okulda pek de popüler olmayan ve dikkat çekmeyen bir kız. Yol boyunca hiç konuşmadık. Arada saçlarımın arasından göz ucuyla ona bakıyordum. O ise tüm dikkatini yola vermişti. Parfüm kokusu yüzünden çarpıldığım için konuşmadığımıza sevindim. Konuşsaydık saçmalayabilir veya donup kalabilirdim. Bunların hiç biri olmamıştı. Sadece yan yana oturmuştuk. Vardığımızda kendimi zorla dışarı attım ve oksijeni içime çektim. İlk defa normal çocuklar gibi gezip eğlenebilecektim. Sevinçle başımı kaldırdım ve tek bir bulut bile olmayan masmavi gök yüzüne baktım. Güneş en güzel haliyle parlıyordu. Bu gün çok güzel olacaktı. “Linya orda duracağına yardım etsen diyorum” Meredith elindeki eşyaları göstererek bana sesleniyordu. Kahkaha atmamak için kendimi zor tutarak ilerledim. Çantalardan birini ve örtüyü aldım. “Eee? Nereye seriyoruz?” Alice’e döndüm ve sorgulayan gözlerle ona baktım. Çocuklardan biri burası diye bağırana kadar elimde eşyalarla beklemiştim. Haliyle ellerim kopmuştu. Biran önce eşyaları bırakıp çimlere uzanmak istiyordum. Çantayı çimlerin üstüne bırakıp örtüyle uğraşmaya başladım. Çok büyüktü. Bunu tek başıma sermeme imkan yoktu. Tam kafamı kaldırıp yardım isteyecekken Paul’un sesi duyuldu. “O tek başına sermen için biraz büyük değil mi? İstersen yardım edebilirim.” Yüzünde en kibirli gülümsemelerinden biri vardı ve o haliyle bile muhteşem görünüyordu. Elimdeki örtünün diğer ucundan tuttu ve sermeme yardım etti. Rahatlamış bir ifadeyle ona baktıktan sonra bir iki kelime etmeye karar verdim. “Teşekkürler” Birden çok fazla teşekkür ettiğimi fark edip sustum. O ise buna bir kahkahayla karşılık verdi. “Çok fazla teşekkür ediyorsun.” Söyleyecek hiçbir sözüm kalmadığından iç geçirmekle yetindim. Ama Paul’un susmaya niyeti yok gibi görünüyordu. “Bak ne diyeceğim. Seni bir yere götüreceğim. Daha önce hiç buralara geldin mi sen?” Başımı hayır anlamında salladım. Kendimi konuşma özürlü biri gibi hissetmiştim. Ama o sadece bana bakmakla yetindi. Gözlerinde çok derin bir şey vardı. Beni içine alan bir şey. “Yine mi o sessiz cevaplar?” Kaşlarını kaldırmış bana bakıyordu. Bir şeyler demek için iyi bir fırsattı. “Affedersin. Ben sadece biraz şey…” Cümlenin devamını getirememiştim. Biraz ney? Senden hoşlanıyorum ve biraz heyecan yaptım. Ah bunu mazur gör çünkü seni gördüğüm her an kızarıp bir pancara benziyorum. Doğduğumdan beri seninle komşuyuz ama sen bu güne kadar beni tanıdığını gösteren her hangi bir işaret bile bırakmadın ve benimle konuşunca biraz şok oldum mu? Yürürken önüme dikkat etmediğim gibi bu sefer de dikkat etmedim. Önüme çıkan kedinin az kalsın üstüne basacakken sesiyle irkildim ve aniden durdum. Bu Paul’a çarpmama neden olmuştu. Özür dilemek için döndüğümde ise kendimi onun kolları arasında buldum. Nefes alamıyordum. Biri boğazımı mı sıkıyordu yoksa? “Şey. Bu güne kadar söylemek istemedim çünkü tepkinden korkmuştum ama daha fazla saklamanın bir anlamı yok sanırım. Linya –ismimi ilk defa tam olarak söylemişti- senden gerçekten hoşlanıyorum.” Şok bütün bedenimi sarsarken ben onun kolları arasında bir ölü gibi hareketsiz kalmıştım. Yani bütün onu sevdiğim yıllar boyunca o da beni mi sevmişti? Mutluluk içime sıcak bir şarap gibi akıyor, bu günü daha da güzelleştiriyordu. Gözlerini gözlerime kilitlemiş cevap beklerken kollarının gevşediğini hissettim. Söyleyebileceğim hiçbir şey yoktu. Şimdi hissettiklerimi anlatacak kelimeler bulunmamıştı daha. Onun hafifçe uzaklaşarak açtığı boşluğu ona sokularak kapattım. Kolları memnuniyetle tekrar beni sararken sevginin sıcaklığıyla kavruluyordum. İçimdeki yangının yanında bu güne kadar yanaklarımın alevlenmesi kibrit ateşi gibi kalmıştı. Daha önce böyle şeyler hissetmemiştim. Nefesini yüzümde hissettikçe içim ürperiyordu. Sonra dudakları dudaklarımı buldu. Saf sevgi dolu küçük bir öpücük. Ben elektrik çarpmışçasına titrerken Paul gülümsemesine engel olamamıştı. “Sanırım bu iyi bir cevaptı.” Küçük çaplı bir kahkahadan sonra daha sıkı sarıldı. İçimden bir şeyler kopuyor ve ben kendim olmaktan çıkıyordum. Sevgiyle alakalı bir şeydi herhalde. Sonuçta ilk öpücüğümü almıştım değil mi? Düşündükçe bile içimde volkanlar patlıyor, tüm dünya alevleniyor ve sıcak küre yeniden oluşuyordu. “Birisi aşkı bulmuş sanırım” Meredith. Zamanlamayı nasıl tutturabiliyordu? “Sabahtan beri sizi arıyoruz. Kayboldunuz sandık.” Sabahtan beri mi? Refleks olarak saate baktığımda ikinci bir şok dalgasına maruz kaldım. Bir saattir burada mıydık? “Evet. Birisi aşk denizinde bayağı bir açılmış ve kaybolmuş.” Meredith pis bir gülüşle Alice’e bakıyordu. Bu benim yerimde huzursuzca kıpırdanmama neden oldu. Her zaman böyle alaycıydılar. Bu tam da onlardan beklenen bir konuşma olmuştu. “Hadi diğerlerine katılalım.” Kollarını çözdü ve elini bileğimden parmaklarıma kaydırdı. Ellerimiz birbirine kenetlenmiş şekilde ilerliyorduk. Alice’in ben demiştim diyen bakışlarından kaçamayacağımı anlayınca her şeyi gidişine bırakmaya karar verdim.
Benim için rüya gibi geçen saatler sonunda hava kararmaya başlamış, ayrılık vakti gelmişti. Bu benim için hüzünlü olmuştu. Bu günün bitmesini kesinlikle istememiştim. Paul’un arabasına bindiğimde bütün günün yorgunluğu ve mutluluk yüzünden bitkin haldeydim. Ama bana kalsaydı bunu bir yıl boyunca devam ettirebilirdim. “Yorucu bir gün oldu.” Hafifçe esnemişti. Buna karşılık olarak ben de gözlerimi ovuşturmuştum. Büyük ihtimalle makyajım akmıştı ve korku filminden fırlayan canavarlara benzemiştim. “Yorucu ama güzel bir gündü” diye düzelttim ve gülümsedim. Arabaların farları teker teker yandı ve harekete geçtik. Paul yine yola odaklanmıştı. Demek ki araba kullanırken dikkatini sırf yola veriyordu. Bu iyiydi. En azından kaza yapmayacaktık. Geldiğimiz yoldan dönerken yorgunlukla kafamı cama yaslamıştım. Yolu izlemek nedense büyük bir keyif vermişti bana. Dalıp gitmiş olacağım ki Paul’un kolumu hafifçe sıkmasıyla irkildim. “Hadi Lin. Geldik” Kapımı açmış beklerken yüzünde yaramaz bir çocuğun gülümsemesi vardı. Evimin önüne gelmiştik. Ve veda vaktiydi. Veda etmek istemiyordum. Elimi tuttu ve hafifçe gülümsedi. “Bu gün ve her gün. Sen bana git desen bile ben seni bırakmayacağım Linya Iceshimmer” ikinci ismimi söylememişti. Gülümsedim ve hafifçe elini okşadım. “Sana asla git demem. Seni asla bırakmam. Bunu bilmelisin artık. Büyük bir baş belası edindin kendine.” Sessiz bir kahkaha attı ve bana sarıldı. Bu tanıdık koku artık beni rahatlatıyordu. Yaklaştı ve alnıma küçük bir öpücük kondurdu. Sersemlemiş gözlerle ona bakarken bu anın bitmemesi için elimden geleni yapabilirdim. Kapıya kadar benimle geldi ve kapıyı çaldı. “Ne? Paul sen ne? Ah…” Kapıyı annem açmıştı. Beyaza yakın sarı saçları ve buz mavisi gözleriyle türünün en belirgin üyesiydi. Yeni bulunan gezegen ve babamın bu gezegeni araştırması. Sonucunda annem dediğim bu kadını bulması ve uzaylı bir ablam olması. Sonra onun ölmesi ve benim dünyaya gelmem. Uzaylı bir ucubenin adını taşıdığıma inanamıyordum. Her ne kadar ablam olsa da Eva tam bir ucubeydi. Bizi görünce annemin gözleri iri iri açıldı ve beni kolumdan çekerek içeri sürükledi. Kapıyı da sertçe çocuğun yüzüne kapadı. “Eva sen ne yaptığını sanıyorsun?” Annem bana asla Linya demezdi. Ben onun için Eva’ydım. “Bana Eva deme!” Sinirle bağırmıştım. Babam iş yüzünden benden sonra evden çıkmıştı ve gecenin geç saatlerine kadar gelmeyecekti. “Zavallı küçük ucube. Senin dünyaya geliş nedeninin Eva’nın tekrar doğmasını istemem olduğunu biliyorsun.” Yüzünde sinsi bir gülümseme belirdi. “Onu öptün değil mi? Eva’nın bu kadar erken geri dönmesi beni şaşırttı tabii ama memnun oldum” Ne ne? Sinirden elim ayağım birbirine dolaşmıştı. Ne yani Paul’un küçük öpücüğü mü Eva’yı getirecekti. “Bana bak uzaylı. Sen delirmişsin. Kafayı yemişsin sen! Sana inanmıyorum. Sana ve o saçma lanetine. Küçüklüğümden beri bunu bana tekrarlayıp duruyorsun. Bak sana ne diyeceğim. Umarım Eva gelir de onun o uzaylı kıçını tekmelerim!” Hızla merdivenlerden yukarı çıktım ve kıyafetlerimi çıkarıp geceliğimi üstüme geçirdim. Makyajımı temizlerken kendi kendime söyleniyordum. “Hayatımın her anını mahvettiği gibi bu günü ve yarını da mahvetmeye çalışacak. Buna izin veremem. Buna izin veremem.” İstemsiz bir iki damla yanağımdan süzüldü. Elimin tersiyle göz yaşlarımı silerken yatağıma girdim ve günün verdiği yorgunlukla hemen uykuya daldım.
Geliyorum Linya! Sonunda ben olacağım. Geliyorum! Sabaha bir kabusla başlamıştım ve bu sözler beni deli etmişti. Geliyorum mu? Sanırım annemin saçma sapan lafları sonunda kabuslara neden olmuştu. Her neyse bu gün büyük gündü. Yataktan kalktım ve saçlarımın buklelerinin düzelmesi için maşayla uğraştım. Hangi deli sabah sabah maşayla uğraşırdı ki? Dolabıma astığım uzun, siyah tuvaleti çıkardım ve zorla da olsa içine girdim. Kilo mu almıştım? Askısız olduğu için sürekli çekiştirmek zorunda kalacaktım. “Kahvaltı” Babamın neşeli sesiyle üstümdeki kıyafeti çıkardım ve spor bir şeyler giydim. Aşağı indiğimde alıştığım günlük görüntüyle karşılaştım. Annem ve babam çok mutlu bir çift gibi sabah sabah öpüşüyordu. Hayır hayır. Annem sabah kahvaltısını babamın ruhuyla yapmaya karar vermişti anlaşılan. Hafif bir öksürükle bu beslenme faslını yarıda bıraktım. Babamın bütün bunları anlamayacak kadar aptal olabileceği hiç aklıma gelmemişti. “Günaydın” babama sevimli bir gülücük attım ve kahvaltıya oturdum. Bildiğiniz mutlu bir aileyiz portresi çizmiştik. Kahvaltımı bitirir bitirmez yukarı koştum ve çantamı aldım. Eşyalarımı toparladım ve ayaklarıma spor ayakkabılarımı geçirdim. Çıkmadan önce her zamanki gibi babamın yanağına öpücükler kondurdum ve içimden bu kadının daha fazla babamı yemek olarak görmemesini umdum. Evden çıktığımda Paul kapının önünde, arabanın içinde bekliyordu. Beni görünce gülümseyerek arabadan indi ve yanıma geldi. “Eh prenses. Baloya hazır mısın?” Prenses mi? Bu çocuk miyop falan mıydı? “Bu baloya benimle gel mi demek oluyor?” Gülümsedim ve kollarımı kucağımda kavuşturdum. “Seni kül kedisinden prensese çevirdikten sonra evet.” Yüzündeki gülümseme daha da büyüdü ve koluma girip beni arabaya sürükledi.
Kolej binasına geldikten sonra kızların hazırlandığı bölümün kapısına kadar benimle yürüdü. “Senin de hazırlanman gerekmiyor mu?” Kaşlarımı kaldırmış ona bakıyordum. Elimi sıktı ve erkeklerin bölümüne doğru ilerlemeye başladı. Kapıyı açtığımda buram buram parfüm kokusu ile karşılaştım. İçerisi tam bir kuaföre dönmüştü. Yada beni baştan yarat programının kulisi de olabilirdi. O programdan nefret ediyordum. “Linya. Buradan.” Alice’in sesiyle onları buldum ve yanlarına gittim. Sıkıcı bir hazırlanma ve makyaj aşamasından sonra üçümüz de peri kızlarına dönmüştük. Aynadaki kızı tanımıyordum. Bu yeniydi. Hazırlanmamız günün yarısını almıştı. Yalnız biz hazırlanmamıştık tabii diğer kızlara da yardım etmiştik. Çıkınca serin koridorda rahatladığımı hissettim. Hazır olan kızlar balo salonuna doğru ilerlemeye başlamışlardı. Biz de onlara katıldık ve eşlerimizi bulmak için salonun kapısına bakmaya başladık. Paul’u hemen bulmuştum. O kadar erkeğin içinde takım elbisesiyle parlıyordu. Erimemek için kendimi zor tutuyor ve soğuk terler döküyordum. Gülümseyerek bana doğru geldi ve elini bana uzattı. Pekala bunu yapabilirdim. Elimi onun elinin içine koydum. Bana göre kocaman elleri vardı. Beni salonun içine çekti ve henüz başlamış olan baloya katıldık. Işıklar, insan sesleri ve ortam. Kesinlikle büyüleyici bir gece olacaktı. Ama ben zaman kavramımı kaybetmeye başlamıştım bile. Paul’la deli gibi dans ediyor, durmak bilmiyorduk. Yorgunluktan canımız çıkana ve nefesimiz kesilene kadar dans ettik. Aramızdaki sevgi, ipek bir kurdele gibi katlanıp bükülüyor ve etrafımızı sarıyordu. Her şey güzel gidiyordu yada ben öyle sanıyordum. Ani bir baş ağrısıyla inledim ve bayılmamak için kendimi zor tuttum. Paul telaşla bana sarıldı ve bu gürültülü ortamdan çıkardı. Beynimi oyuyorlardı sanırım. Soğuk hava yüzünden titrerken baş ağrısı yüzünden yere yığılmak üzereydim. Karanlığın içinde annemin sinsi gözlerini gördüğümde rengim atmaya başladı ve kendim dahil her şeyden nefret etmeye başladım. Beni kolları arasında sıkı sıkı tutan Paul aklıma gelince delirecek gibi olmuştum. “Paul git!” Bunu daha çok inleme şeklinde söylemiştim. “Sana ne olursa olsun, git desen bile seni bırakmayacağımı söylemiştim.” Bu lafı bende ağlama isteği oluşturmuştu ama yapabileceğim bir şey de yoktu. Hırçınca debelendim ve kollarından kurtuldum. Beni yakalamasına izin vermeden karanlığın içinde kayboldum.
Sessizce bekledim. Karanlığın aydınlığa kavuşmasını ve güneş ışıklarının beni, tüm benliğimi sarmasını. Ben güneşin kızıydım. Buğday rengi tenim, çikolata rengi saçlarım ve açık kahve gözlerim. Uzun boyum, kadınsı hatlarım… Aynaya doğru yürüyordum. Ayağımdaki son derece rahatsızlık verici topuklularıma dayanamamış ve onları çıkarmıştım. Tam bir zombi gibi ritmik ve düz adımlarla koridorda ilerledim. Hayatımın en güzel gününü bir cehenneme çeviren kız kardeşimi asla unutmayacaktım. Belki de benim için okulda bir anıt yaparlardı. Mermerden bir heykel. Elini uzatmış bekliyor. Görkemli görünüşü ve uçuşan saçları. Uzun ve heybetli bir heykel olurdu belki. Ve bunu okulun girişine dikerlerdi. Sonuçta ben hayatımı bu yolda harcıyordum değil mi? Herkese karşı… Aynanın karşısındaki kızı tanımıyordum. Abartılı makyajı, güzel yüzü ve siyah elbisesi. Bu ben miydim? Ben…
Adım Linya. Linya Iceshimmer. 18 yaşındayım ve bir kolejin son sınıfına gidiyorum. Bu gün balo günü ve her şey harika. Yada bir zamanlar öyleydi. Kim bilebilirdi ki böyle olacağını. Geceye hapsolacağımı kim bilebilirdi. “Lin” Arkamdan gelen haykırışı duymazdan gelmek çok zor olacaktı tabii. Ama bunu yapmalıydım. İçimi parçalayan bu sese kulak veremezdim. Aynadan yansıyan görüntüsüne baktım. Sarı saçları dağılmış ve yüzünü yaramaz bir çocuk havasına sokmuştu. Yüzü ıslaktı. Ağlamış mıydı? Bana doğru yaklaşmaya başladı. Gelmesini istemiyordum. Benimle birlikte bu lanet karanlığa sürüklenecekti. Eva! Onun gözlerinin önünde olmasını istemiyordum. Küçükken lanetlenmiştim ben. Ucubeydim. Benim lanetimin onu da zehirlemesini istemiyordum. Vakit yaklaşıyordu. Baş ağrım kesilmişti ama bir zombiye dönmüştüm. Gözlerim odağını kaybetmişti ve boş boş bakıyordu. “Lin. Hayır” Elimde kırık bir cam parçasıyla bekliyordum. O kızın geri dönmesindense ben ölmeyi tercih ederdim. Fazla vaktim yoktu. Bu ona çok acı verecekti ama yapmak zorundaydım. Camı bileğime değdirmemle üzerime fırlaması bir oldu. Bana sıkı sıkı sarılmıştı. Sürekli aynı şeyleri sayıklayıp duruyordu. “Yapma. Bırakma beni.” Bir süre öylece durmuştuk. Onu da bu işin içine çektiğim için kendimden nefret ediyordum.
Sonunda vakit gelmişti. Bütün bedenime bıçaklar saplanıyordu ve ben onun kolları arasında kıvranıyordum. “Bırak beni” Kollarını bana daha sıkı doladı. “Hayır!” Gözlerimi artık açamıyordum. Gözümden ince yaşlar süzülüyordu. “Özür dilerim” gözlerimi kapadım. Her şey sona ermişti. Ben, güneşin kızı, karanlığa hapis olmuştum. En çok koyansa sevdiklerimi bir daha göremeyecek olmamdı.
Hoş geldin kardeşim. Artık sen benimsin! Anneme çok benzeyen bir yüz bana yaklaşıyordu. Sonra alnıma küçük bir öpücük kondurdu ve ben artık oydum. Karanlığın içinde ayaklandım ve ilerledim. Ayna görünce şaşkınlıktan küçük dilimi yutacaktım. Öldüğümde karşıma ayna çıkacağını hiçbir zaman tahmin etmemiştim. İlerledim ve aynaya yaklaştım. Aynadaki ben değildim. O’ydu. Hıçkırıklarıma engel olamıyordum. Beni hapsetmişti. Beni kendi içimde hapsetmişti.
Birkaç kere gözlerimi kırpıştırdım ve etrafıma baktım. Yalnızdım ve son durduğum yerdeydim. Ama ellerim ve ayaklarım benim komutlarım haricinde hareket ediyordu. Bakalım küçük sevgilin neler yapacak? İlerledik, ilerledik ve ilerledik. “Sen kimsin?” Korkmuştu. O çok cesaretli ve ne olursa olsun beni koruyan çocuk şimdi duvara sıkışmıştı. Lütfen. Lütfen yapma! Eva beni hiç takmadan ilerledi ve Paul’un yanına oturdu. Gözlerine bir iki dakika baktıktan sonra annemin babama yaptığı şeyi yaptı. Ondan beslenmeye başladı. Ta ki ruhu bedeninden ayrılana kadar. Çığlık çığlığa onu durdurmaya çalışsam da benden çok daha güçlüydü. Yapabileceğim hiçbir şey kalmamıştı. Sonunda Paul’un gözlerinde beyaz hariç hiçbir renk kalmadı. Gitmişti. Ağlayıp, çığlıklar atıyordum ama sesim bir fısıltı kadar bile çıkmıyordu. Sonunda beni tamamen susturdu. Artık önümü bile göremiyordum. İçinde benim de fişimi çekmişti.
Ben Eva Iceshimmer. Sonunda tekrar yaşamdayım ve intikamım çok acı olacak.