Mortal Instruments RPG
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Mortal Instruments RPG

Ölümcül Oyuncaklar'a Hoşgeldiniz...Görmediklerinizi Keşfetmeye Hazır mısınız?
 
AnasayfaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Katherine.

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
Cynthia Aristide
Lütfen rütbe edinin, yoksa oyuna dahil olamazsınız!
Cynthia Aristide


Mesaj Sayısı : 695
Yaş : 29
Kayıt Tarihi : 09/12/10

Karakter Detayı
Statü:
Uyarı:

Katherine. Empty
MesajKonu: Katherine.   Katherine. Icon_minitimeÇarş. 08 Şub. 2012, 18:02

Ay ışığı, gecenin karanlığa mahkûm bıraktığı yeryüzünü tüm haşmetiyle aydınlatıyor, utangaç bir sevgili edasıyla yüzünün yarısını bahşediyordu dünyaya. Gece hiç olmadığı kadar aydınlık ve ferahtı. Semada yer alan tek tük yıldız parçacıkları titrek yaz ateşi gibi soluk ve sıradandılar. Sanki bir gece gökte kalacaklarmış gibi, sanki ölümün sessiz hüznü üzerlerine serpilmiş, göçüp gitmeyi bekliyorlardı. Yeryüzünün de bundan pek farkı yoktu. Suya hasret kalan toprakta ne bir ot topluluğu ne de küçük bir fidan yer alıyordu. En küçük bir yaşam belirtisi bile dünyadan silinip gitmişti. Rüzgârın esintisinden başka bir kıpırtı yoktu. Soğuk meltem rüzgârı ince ağaç dallarına yaşamaları gerektiklerine hatırlatırcasına onları silkeliyor, hiddetini gösteriyordu çekinmenden. Genç kadın ise bu ıssız yerde açmıştı masmavi gözlerini. Hissedebildiği tek şey iliklerine işleyen soğuk ve sıcaklıktı. Arafta kalmıştı sanki. Azrail’in soğukluğu tenini okşuyor, ruhuna seslenerek zamanının çoktan geçtiğini söylüyordu. Yaşam’ın sıcaklığı yüreğinde küçük bir kıpırtıydı sadece. Her an titrek ışığıyla sönebilecek lakin yine de içini ısıtabilecek bir sıcaklık. Ölüme doğru baktığında bulanık bedenler etrafını sarıyor, ruhuna ulaşmaya çalışarak canını yakıyorlardı. Onca yüzün arasında tek seçebildiği yüz kalbini acıtmaya yetmişti bile. Tek bir bakış, tek bir mimik yaşamının zaten çoktan öldüğünü hatırlatmış, yitip giden hayatın sürdürülmeye değer olmadığını kanıtlamıştı. Yüzünün her çizgisini, gözlerindeki her bakışın anlamını, gülüşünü hafızasına kazıdığı büyücü tam karşısında duruyor, ölümün getirdiği soğuklukla ürpertiyordu Katherine’i. Buna rağmen özlemine yenik düşerek kuşkusuzca sarıldı erkeğine. Kokusunu doya doya içine çektiğinde yaşarken aldığı oksijenin yaşam kaynağı olmadığını anlamıştı şimdi. Sarı saçlarının arasına gizlenen ışıltı, tadını ezbere bildiği dudakları, teninde yumuşaklık tümüyle aynıydı. Başını biraz daha geriye çekip göz göze geldiklerinde tek bir fark vardı hatıralarından geriye kalan. Adamın deniz mavisi gözlerindeki mutluluktan eser yoktu. Tek görebildiği sonsuz intikam ve nefretti. Bu bakışlara ilk defa maruz kalıyor, kalbinde açılan boşluk giderek büyüyordu. Ölüyken nasıl acı çekebilirdi? Atmayan yüreği nasıl yanıp kavrulabilirdi? Damla damla süzülen gözyaşları boynundan toprağa doğru yol çiziyor, sıcaklığı yüreğini teselli edemiyordu. Ürkek adımlarla uzaklaşmaya başladı adamda. “Beni sen ölümün kollarına attın!” Duymak istediği sözler bunlar değildi. Leandros’u, genç kadın ölüme göndermemişti. Victoria’nın gönderdiği büyü adamı hedeflerken hiç düşünmeden kendini büyücünün önüne atmış, ruhu havada süzülürken yaşamda bulmuştu kendini. İlk büyücünün yaptığı kadim büyü sayesinde tekrar nefes alabilmiş, hayatta kalabilmişti. Lakin doğa yapması gerekeni yerine getirmiş, biri yaşarken diğerine ölüme kavuşturmuştu. Bahşedilen hayatı kadına yaşam gibi gelmemişti hiçbir zaman. Hayata tutunduğu büyücü ellerinden kayıp gittiğinde çoktan ölmüştü zaten. Alıp verdiği nefes bir hiç olmuş, ciğerlerine çektiği her havada ölümün kokusunu alır olmuştu. Şimdi tam erkeğiyle buluşmuşken yüzüne çarpılıp atılan sözler canını acıtıyordu. Sözleri zarar verebilseydi eğer cehennem ateşinde yanıp kül olmuş olurdu. Her ürkek adımda uzaklaşıyor, olduğu yerden soyutlaşıyordu. Karanlık kadını içine çekiyor, bırakmamak üzere tutunuyorlardı.

Bir hışımla gözlerini açmış, perdeden süzülmeyi başarabilen güneş ışığına maruz kalmıştı gözleri. Yastık terden ıpıslak olmuş saçlarıyla beslenmiş, rüyasının ardında kalan izleri taşıyordu. Onsuzluğa dayanamıyor, rüyalarında bile kavuşamıyordu artık. O artık genç kadına haram olmuş, asla yanına gidemeyeceği bir yerdeydi şimdi. Huzurlu muydu değil miydi bilemiyordu. Ölümünden de kendini sorumlu tutuyor, beynini bir kene gibi yiyip bitiren suçluluk duygusu aklını oynatmasına neden oluyordu. İkilemleri içinde gelgitlerde sürünüp giderek kendini yıpratıyordu. Yüreğinde derin boşluğu artık kimse dolduramazdı. Zira kalbini de kimseye açmayacaktı artık. Genç kadın eskisi gibi değildi. O günden sonra birçok şey vuku bulmuş, hayatı bir anda virajlı bir yola saparak yön değiştirmişti. Neşeli her zaman güler yüzlü Katherine göçüp gitmiş, yerine daha sert bir Katherine gelmişti… Yatağından doğrularak kendini soğuk suya emanet ediyor, başından başlayarak vücudunda gezinen her su damlasında rahatlıyordu. Duştan çıkıp aynaya baktığında kendisine bakan kadın son birkaç aydır gördüğü ve alışmaya çalıştığı bir kadındı. Aynadaki kadının gözlerinden en ufak duygu belirtisi yer almıyordu. Duygusuz ve sert bakışlarla duruyor, gözlerinin derinliklerinde birçok şeyi barındırıyordu. Çoktan üzerini giyinip okuldaki odasına cisimlendiğinde ahşap odanın tanıdık kokusu ciğerlerine hücum ederek havanın yerini doldurmuştu. Uzun süredir odasına adım atmamasına rağmen her şey eskisi gibiydi. Duvarların neredeyse hepsini kaplayan kitapları, geniş masanın üzerinde bıraktığı karışmış kâğıtlar, eski müdür ve müdirelerin uyuklayan suratsız tabloları bıraktığı gibiydi. Lakin bunca zamandır gelmemin tek getirisi hissettiği yabancılaşmaydı. Odaya aşinaydı fakat kendini sanki buraya ilk defa gelmiş gibi körpe ve tecrübesiz hissediyor, yabancılaşıyordu. Zarif Afrodit heykelinin yanında duran Zümrüdüanka Kuşu sesiyle odanın sesi olmuş, azda olsa kadının dudaklarının yukarıya kıvrılmasını sağlamıştı. Gülümsemiyordu daha doğrusu gülümseyemiyordu. Kahkaha atmak ve ya mutluluğu hissedebilmek Katherine için ulaşamayacağı bir mertebedeydiler tıpkı sevdiği adam gibi. Duvarı boydan boya kaplayan pencereden dışarıya baktığında gördüğü okulun geniş avlusu yaşam kaynağıydı. Yaşanılan onca şeye rağmen öğrencilerin neşeli sesleri duyulan tek şeydi. Ne kadar da uzak geliyordu artık genç cadıya. Yaşam denilen Tanrı’nın biçtiği kısacık ömürde tıkılıp kaldığı için çaresizce nefes alıyor, sonunun gelmesini sabırla bekliyordu. Tanrı’nın oynadığı değersiz oyuncaklarından biriydi ve böyle olmaya da mecburdu. Odasına birinin yaklaştığını hissetmeye başlamış, yalnız olamadığı için bir kez daha küfür etmişti içinden. Bir hışımla masasına geçerek gelen kişi kapıyı çalmadan girmesini söylemişti. Masasında karalayıp bıraktığı kâğıtlara şöyle bir göz atmıştı hemen. Gelen kişiye baktığında onu buraya kendisinin çağırdığını hatırlaması uzun sürmemişti. Bakışlarında gençliğin doymak bitmeyen alevinin varlığını hissettiği anda onu gözlemlemeye başlamış, içi kıpır kıpır karanlıkla kaynasa da çoğu kez iyiliğinde yer aldığını görmüştü. Aslında genç büyücü çıkarına göre hareket ediyordu. Onun için tam bir yer yoktu ama karanlık daha baskın çıkıyordu derinliklerden. Düşüncelerinden hemen sıyrılıp misafirine gülümsemiş, oturması için yer göstermişti. Gülümsemeye çalışsa da pek işe yaradığını sanmıyordu da. “Umarım bu saatte seni çağırdığım için bana gücenmemişsindir Alexander.” Karanlık tarafta yer alırken sadece tek bir kişide iyiliği görebilmişti bu zaman kadar. O da genç kadını onsuz bırakarak yanında ruhunu ve duygularını da alıp gitmişti. Şimdi ise Alex’te de aynı şeyi görüyor, bir bakımı onu Leandros’a benzetiyordu.


Hayatı bir anda anlamsızlaşmış, an be an boşluğun içine düşüyordu zorlanmadan. Boşluk, sadece düştüğü yerde değildi. Kalbinde ve ruhunda var olan hiç kimsenin dolduramayacağına inandığı kocaman bir delik açılmış, üstelik her geçen saniyede acı vererek artmaya devam ediyordu. Yüzüne asla yansıtmak istemediği sert ifade acısının bir nebzesiydi beklide. O burada değilken gülümseyemiyor, istese de olmuyordu bir türlü. Gözlerinin içine işleyen buz ilk adımlarını yalpalayarak zihnine doğru atıyor, aklını kurcalamaya devam ediyordu. İnsanlardaki aydınlığı su yüzüne çıkarmak ne işine yarayacaktı Katherine’in? Şimdiye kadar kaç kişiye yardım edebilmişti ki genç adama yardım edebilsin. Yeterince yıpranmıştı ruhu olup bitenlerden. Dinlenip nefes almaya her ihtiyacı olduğunda başka bir şey karşısına çıkıyor, yeniden savaşmaya başlıyordu. Karanlıkla olan savaşında kişisel sorunlarını bir kenara fırlatıyor, beklemediği bir anda onlarla yüzleşmek zorunda bırakılmak deli ediyordu artık. Kadına ait olan hiçbir şey kalmamıştı. Hepsi teker teker elinden gitmişti sanki. Geri almak için çaba sarf edecek miydi kendisi bile bilemiyordu. Alex’e baktığında tiksinmiş bir ifadeyle odayı baştanbaşa süzdüğünü fark etmekte gecikmemişti. Genç adamın Katherine’den pek haz etmediğini ve hata nefret bile ettiğini sezebiliyordu. Mimiklerinde ve gözlerinde saklı her ifadeden belli ediyordu. Onu yeteri kadar gözlemlemiş, ihtiyacına göre hareket ettiğini sezinlemişti. Arada kalmayı seçen lakin karanlığın biraz daha ağır bastığı, yerine göre oynayan biriydi. Daha fazla içindeki karanlık bastırmadan ona yardım etmek istiyordu. Başta bunda zorlanacağından adı gibi emindi. Ne de olsa genç kadını sevmiyordu. Ah, hayır. Bu saatte hep uyanık olurum zaten.” Katherine’in soğuk gülümsemesini yüzüne vurarak aynı şekilde karşılık vermişti. Anlaşılan Alex’in gözünden en ufak bir hareket dahi kaçmamış, en ince ayrıntısına kadar her şeyi inceliyordu. Yanında daha dikkatli davranmalı, kişisel sorunlarının getirdiği soğuklukla hareket etmemeliydi. Acı içindeyken, bütün duyguları sökülüp atılmışken neşeli olmak zor geliyordu. Fakat ne olursa olsun bunu yapmak zaruri hale gelmişti. “Tabi bu neden burada olduğumu merak etmediğim anlamına gelmiyor.” Derin bir nefes aldı önce. Ciğerlerine çektiği temiz ve çarpıcı hava ile söylemesi gerekenleri bir kez daha ölçüp biçiyordu. Sinirli veya öfkeli olamazdı. Şimdiye kadar hiçbir öğrencisini buraya azarlamak, aşağılamak için çağırmamıştı. Birini aşağılamak kendini küçültmekten başka bir şey değildi. Karşısındakinin nefretini kazanıyor, geri dönüşü olmayan bir yola sapılıyordu sadece. Alex ise hiç çekinmeden kadının gözlerinin içine bakıyor, nefretini kusuyordu. Katherine, kendisinden bu kadar nefret etmesi için ne yaptığını düşünmeye başladı. Lakin yine de aklına pek bir şey gelmiyordu. Saldırı anında Alex’i sadece bir anlığına görmüştü. Kimle savaştığını, neler yaptığını o karmaşa anında ilgilenmemişti.

Masasındaki kahve fincanından bir yudum aldığında soğumuş ve şekerli tat midesini bulandırmaya yetmiş, hemen beyaz zarif asasını çıkararak kahvesini yenilemişti. Elindeki fincan bir anda kokusuyla genç kadının etrafını sarmış, sıcaklığıyla avuçlarının karıncalanmasına sebep olmuştu. Tazelenmiş kahveden aldığı yudum sıcak sıcak boğazından aşağıya iniyor, rahatlıyordu sanki. Tekrar genç adamla göz kontağı kurduğunda bu sefer kadın gözlerine işleyen buzları kırabilmiş, öğrencisinden nefret etmediğini göstermeye çalışıyordu. “Seni uzun süredir gözlemliyordum. İçinde karanlık biraz daha baskın gelse de ihtiyacına göre hareket ettiğini inkâr edemeyiz.” Fincanını şimdi daha sıkı tutuyor, adımlarını genç adama doğru atarak karşısındaki boş koltuğa oturmuştu. Bir anda ona bir şeyler ikram etmediğini fark etti ve hemen asasının yardımıyla kurabiyeler yerleştirmiş, sıcak bir kahve ikram etmişti. Gözlerine bakarak bir kez daha gülümsemişti. Ne kadar başarılı olmuştu bilemiyordu. Ama bu kez gülümsemek zorunda olduğu için değil, içinden geldiği için gülümsemişti.”Kimi zamanlarda da değişiyor, göründüğünden daha iyi birine bürünüyorsun. Kimsin sen Alex?” Alexander’ın kendi içinde çatıştığı için mi böyle olduğunu yoksa yine çıkarlarına göre hareket ettiği için mi değiştiğini öğrenmek istiyordu. Çıkarlarına göre hareket ettiği aşikârdı lakin öyle zamanlar geliyordu ki –bunlar oldukça nadir zamanlardı- birinde içindeki iyilik ortaya çıkıveriyor, değişime uğruyordu. Belki onu değiştirebilirdi. Leandros’a yapamadığını Alex’e yapabilir, iyiliği ortaya çıkarabilirdi. Öğrencinin yüzünde gördüğü sert ifadeden sıkılmaya başlamıştı artık. “Nefretine anlam veremiyorum Alex. Benden bu kadar çok nefret etmeni gerektirecek ne yaptım sana?” Genç adamın sessizce içinde gezen nefreti, odadaki soğukluğun rahatsızlık veren hissini daha fazla saklayamamıştı. Er ya da geç öğrenecekti kininin nedenini.


Sorusunun hemen cevaplanmayacağını biliyordu Katherine. Aralarında yeterince hiçbir konuşma geçmemiş ancak soğukluğun havada kol gezdiği iki yabancı için oldukça ani ve beklenmedik bir soru sayılırdı. Aslında cevabı içini kemirse bile yanıt alacağını pek sanmıyordu. Ağzından bir anda çıkan sözcükler sessiz birer fısıltıya dönüşerek kaybolabilir, hiç var olmamış gibi unutulabilirdi de. Merak dolu masmavi gözleriyle öğrencinin her hareketini, her mimiğini inceliyor, vereceği tepkileri merak etmeden duramıyordu. Bir ara Alex’in gözleri biraz ilerdeki etrafı aynalarla kaplanmış düşünseline kaydığında, ne düşündüğünü anlamakta gecikmedi. Kelimeler dudaklarından dökülmeye cesaret edemiyorsa pek ala her şeyi, zihnini düşünselinin uzun yolculuğuna akıtabilirdi. Böylesi genç kadın için de daha iyi olurdu hem. Yüzüne acımasızca çarpılacak nefretle harmanlanmış her lafa hazır hissetmiyordu kendini. Onları görmek, anı içinde yaşamak Alex’i anlamanın en iyi yoluyken sözler yaralı kalbini acıtabilirdi. Bakışlarını aniden uzaklaştırmıştı düşünselinden. Sessizlik geçen her dakikada ızdırap dolu anlar yaşatıyor, lakin yine de genç adamı büyük bir sabırla bekliyordu. Kendini hazır hissetiği ana kadar bütün gün bekleyebilir, bundan da asla şikâyetçi olmazdı. İnancı azaldığı şu günlerde yeteri kadar Tanrı’ya sabretmişken yaşayanları yetecek epey bir sabır birikmişti içinde. Sıcak kahvesinden bir kez daha yudum aldığında homurdanan Mrs. Dippet’ın tablosunun rahatsız edici sesi saatin kaç olduğunun belirleyen bir ses gibiydi. Her gün aynı saatte homurdanmaya başlıyor, tekrar eski haline dönebiliyordu. Derinden gelen çatallı sesi otomatik bir guguklu saat gibi yıllardır işlevini sürdürüyor, bir saniye bile aksamıyordu. “Hiçbir şey, nefretim de sana değil zaten. Belki sen etrafına baktığında mutlu oluyorsun, bir öğrencinin bir iksiri başarıyla yapıp sevinçten çıldırması seni gülümsetiyor belki.” Genç adamın sesiyle bakışlarını ona doğru çevirmişti. Eski günleri hatırlamak göğsüne bir hançer saplanmışçasına acı veriyordu artık. Herkesin görmeye alışık olduğu neşeli, yüzünden gülümsemesini bir an olsun düşürmeyen Katherine artık ölmüştü. Hiç düşünmeden ve hatta zevk alarak öldürmüştü onu. Şimdi nadiren ortaya çıkıyor, zaten geldiği gibi de gidiyordu. Yeni Katherine’in getirilerini, yapabileceklerini henüz kendisi bile bilmiyordu. Lakin artık büründüğü kişinin kendisi için en iyisi olacağını bilmekten öte hissediyordu akan kanında. “Bende uyandırdığı hisler ise gülümsemenin yakınından bile geçmiyor. Sadece ne kadar acınası olduğunu düşünüyorum ve tiksiniyorum. Dünyadaki çoğu şeyden olduğu gibi.” Alex’in sözlerinde kendi gençliğinin kalıntılarını görmüştü birden. Yaşadığı onca şeyden sonra dünyaya alışamamıştı. Annesi, babasının arzularını dindiren bir metresdi. Hâlbuki ne kadar masumdu annesi hayallerinde. Hiç kimsenin ulaşamayacağı bir yerdeyken çekip gitmişti hayatından. Ölümle buluşmuş kızını acımasız dünyada yapayalnız bırakmıştı. O günlerinden kalanları daha fazla zihninde canlandırarak yıpranmak istememiş, döndüğü yere odaklanmayı tercih etmişti. Mazi, mazide kalmalıydı artık. Mutluluğu tatmamış birine acımaktan çok üzülüyordu. Önünde uzanan onca yıl varken acıyı bu kadar erken görmek niyeydi? Alex, genç kadının gözlerinin içine bakarken Katherine de bir an olsun gözlerini kaçırmıyor, her hareketini incelemeye devam ediyordu. Bir ara genç adam cebinden gümüşi bir asa çıkarmış, elinde tutuyordu. Tek kaşını kaldırarak ne yapmaya çalıştığını çözmeye çalışıyordu. “Ne gördüğünü söyle, ne de olsa asa büyücüsünü seçer. Bu asa beni niye seçmiş. İşte sana beni tanıma fırsatı.” Özenle aldı asasını Alex’in elinden. Dikkatle baktığında üzerine yazılmış olan rünleri yeni yeni görebilmişti. Nadiren birçok asada bulunurdu bu eşsiz yazılar. Yavaşça siyahla üzerine işlenmiş rünlere dokunuyordu. Her oyuk, her belirsiz harf ayrı bir şeyi anlatırcasına büyülemişti Katherine. Rünlerle süslenmiş asalar çok nadir geçiyordu eline. Oldukça esnek bir asaydı aynı zamanda. Rengi tıpkı ay gibi bembeyaz değildi. Ama aynı zamanda gece kadar siyahta değildi. Arada sıkışıp kalmak Alex’in kaderine yazılmıştı anlaşılan.

Öğrencisine baktığında dikkatle kendisini incelediğini fark etti. Dudaklarından dökülecek sözleri, yüzündeki her ifadeyi zihnine kazıyordu sanki. “Asanın rengi ne güneş gibi parlıyor ne de gece kadar siyah. Gümüşi renkteki bu asa arada sıkışıp kalmış tıpkı senin gibi. Ne tam karanlıkta yer alıyorsun ne de aydınlığın ışığıyla ısınıyorsun. Hangi taraf çıkarına uygunsa hemen oraya yönelebiliyorsun. Asanın rengi anlaşılan bu yönünü simgeliyor.” Asanın sivri ucuna yöneldi gözleri. İşaret parmağını yavaşça ucuna getirdiğinde elinin kesilmiş, küçük kırmızı sıvı hızla parmağından eline doğru uzun bir yol çizmiş, oradan ahşap yerle buluşmuştu. Bunu pek umursamayarak incelemeye devam etti asayı. Genç kadının kendi asasının ucu da bu denli sivriydi. En ufak bir dokunuşta bile kan akıtabilirdi tıpkı keskin bir bıçak gibi. Asayı iki elinin arasına alarak kıvırmaya çalışmış, asa hemen boyun eğerek esnemeye başlamıştı. “Gerçekten değer verdiğin kişilere karşı oldukça özverili olabiliyorsun. Onlar için hiç düşünmeden her şeyini feda edebilirsin.” Bunu söylerken asanın esnekliğiyle oynamaya devam ediyordu. Ne kadar doğru olup olmadığını bilmiyordu. Lakin asanın esnekliğinden hissettiği tek şey buydu. Kanayan elini dokundurmadan asanın sivri ucunu göstermişti bu kez. “Fakat nefretin ve öfken oldukça tehlikeli. Sadece nefreti hissetmekle kalmıyor, aynı zamanda ölesiye öfke beslediğin kişiden intikamını almakta gecikmiyorsun. İstediğini elde edene kadar pes etmiyor, acıtana kadar devam ediyorsun Alex.” Dikkatini rün yazılara vermişti bu kez. Henüz daha rün alfabesini tam olarak çözemese de çat pat okuyabiliyordu genç cadı. Bir kez daha parmaklarını siyah harfler üzerinde gezdirmiş, yavaş yavaş okumaya başlamıştı yazının bir kısmını. Başta okuyabildiği tek bir şey vardı. Gerisini pek okuyamıyordu. Güneş doğduğu anda gece bastıracak…” Şöyle bir duraksadı birden. Böyle olmak, arada kalmak, tam bir taraf seçememek Alex’in kaderinde olduğuna yürekten inanmıştı şimdi. Asa, kendisine uygun kişiyi seçerek kaderini de belirlemişti genç adamın. “Üzerinde yazanların sadece bir kısmını okuyabiliyorum. Onda da şöyle yazıyor ‘Güneş doğduğu anda gece bastıracak…’ Bu kısımda yazının bitiş kısmına denk geliyor. Ne karanlıkta ne de aydınlıkta yer almayarak arada kalmak senin kaderinde yer alıyor… Seni ne kadar doğru tespit ettim bilemiyorum.” Gülümseyerek kendi asasını aldı masasından. Beyaz ve uzun bir asaydı. Ortasından yer alan belli aralıkla duran kabartmalarda farklı figürler yer alıyor, figürlerin içi ise siyah renkle örtüşüyordu. Yarı esnek, ucu ise oldukça sivriydi. Alexander’ın dediği doğruydu. Asalar kişileri seçerdi. Aynı zamanda önünde akıp gidecek kaderlerini çizerlerdi. “Senin de beni tanımlamanı istiyorum. Peki, bu asa beni niye seçmiş Verne?” Şimdi dikkatle dinleme sırası Katherine’de idi. Öğrencisini tanımlarken ne derece doğru sözler söylediğini bilmiyordu. Lakin doğruluğunu duymadan direk kendi asasını yöneltmesi merakını körüklemekten çok alevlendirmişti. Hisleriyle ve düşünceleriyle harekete ederek ne kadar doğru tanımlamıştı öğrencisini?


Şimdiye kadar hep aydınlık için çalışmış, insanları düşünerek hareket etmişti. Yaptığı iyilikleri bir şeyler kazanmak ve yahut elde etmek için yapmamıştı hiçbir zaman. Sadece ruhunun sesini dinleyip sözünü bedenine geçiriyor, bunlarla mutluluğun ne demek olduğunu tadıyordu. Lakin hayatında buna rağmen en ufak bir ışık bile yoktu. İnsanlara yansıttığı yüzü güneş kadar parlaktı. Yaşamı ise en ufak bir ışığın dahi giremeyeceği kadar dip ve kuytu bir köşede karanlıkla besleniyordu. Oradan çıkmak için kendini yıpratsa da tek yaptığı şey üstteki toprakları kendi üstüne yıkarak boğulmaktı. Üvey kardeşini Azkaban’a tıktırarak ruhunun emilmesine göz yummuş, kanlı bıçaklı olmuşlardı. Şimdi ki Katherine olsa böyle bir şeyi yapmayabilirdi. Conerus’un babasını öldürmesi, intikamının Katherine’e yönelmesine neden olmuştu sadece. Halbuki hayatına bir anda giren yabancı bir adamı ne kadar önemsiyordu ki canına kast edeni sonu gelmeyecek bir yere yollamıştı? Geçmişe takılıp kalarak yaşamak geleceğine gözü kapalı ürkek adımlar atmasına neden oluyordu. Bu yüzden en ince bir ipte bile yere düşerek her tarafını kanatıyor, kalkmak için göremediği kişiden yardım almak zorunda kalıyordu. Ne kadar aciz ve yardıma muhtaçtı aslında. Yürümeyi yeni yeni öğrenen küçük bir çocuk gibi biri ellinden tutmazsa karanlığa saplanıyordu. Küçücük bir ışık süzmesi görse bile sahte olup olmadığını düşünmeden ona ulaşmaya çalışıyor, ruhunu ezen ise yine kendisi oluyordu. Diğerlerinin ona verdiği zararlar acıtıyordu ama yine en büyük zararı kendisi veriyordu hep. Kuruntularıyla, akla gelmez şüpheleriyle yüreğine işlediği zehirin vücuduna yayılmasını bekliyor, çıldırıyordu. Bu aciz haliyle karşısındaki genç adama aydınlığın yolunu göstermeye çabalayacak, ona yardım edecekti. Kendi sorunlarına bile çözüm bulamayıp yardım edemeyen genç kadın başkasının dermanı olmaya çalışıyordu. Aklını kaçırdığı düşüncesi zihninin dört bir köşesinden haykırıyordu. Odasında bulunan gelmiş geçmiş kıdemli müdürlerin böyle sorunlar yaşayıp yaşamadığını merak etmeye başlamıştı. Gözleri kırış kırış olmuş yüzüne yakışan küçümseyici bir yüz ifadesiyle uyuklayan yaşlı tabloya takıldı. Mrs. Derwett’in ne kadar asık suratlı ve kibirli olduğu düşünülürse Slytherin binasına mensup olmayan muggle doğumlulara işkence çektirmekten kişisel sorunlarıyla uğraşacak zamanı kalmadığını tahmin edebiliyordu. Aslında hepsinin yüzüne bakınca oturmuş sinirli ifadenin yaşlılığın verdiği huzursuzluk olduğunu tahmin edebiliyordu. Ve öyle olmakta isteyeceği son şeydi.

Bakışlarını tablolardan çevirip asasını inceleyen öğrenciye yöneltti. Beyaz asanın ortasına işlenmiş siyah sembollere büyük bir dikkatle bakıyor, tıpkı bir kadını okşarmış gibi nazikçe dokunuyordu. Kıvrımını ölçmek için kadını bakışlarıyla haberdar ettiğinde, asa kendini göstererek ortasından hafifçe kıvrılmış, avcının ellerine mahkûm duruyordu öylece. “Bu sivri ucu kesinlikle tanıyordum ama benim asamdakinden çok daha farklı olduğunu siz de biliyorsunuz.” Sözleri karşısında tek kaşını kaldırmış, elinde tuttuğu Alex’in asasının ucuna bakmıştı. Gümüşi asanın ucu oldukça keskin ve sert görünümlüydü. Asanın bilinmeyen bir yerinden başlayan küçük çizgiler ise sivri ucuna doğru yol alıyordu. Genç kadının asasındaki küçük çizgiler neredeyse beyazdılar ve sivri uçtan başlayarak sona doğru gidiyorlardı. Farklı oldukları aşikârdı. “Öfkenizin dışarıdan kimseyi yaralamasını istemiyorsunuz ve sanırım bu sadece öfkeniz için geçerli değil. Ama günün sonunda yaralanan siz oluyorsunuz Profesör. Kontrolünüz kimseyi yaralamıyor, kendiniz dışında.” Dudaklarında dökülen her sözün doğruluğu kadını oldukça etkilemiş, merakla devamını dinlemek istiyordu. En çok zarar verenin kendisi olduğunu biliyordu. Lakin bunu bir başkasının ağzından duymak gerçekliği daha mümkün ve etkileyici kılmıştı. Asa Katherine’i seçerken eline temas ettiği o kısacık anda bile daha önce kimsenin keşfedemediği özünü görmüş, biçilmiş bir kaptan gibi kendini cadının ellerine teslim etmişti. “Beyaz asanızın içinizdeki baskın iyiliği simgelediği kuşkusuz, anlam vermeye çalıştığım ise sembollerin siyahla işlenmiş olması.” Yıllardı bunu bulmaya çalışsa da cevaba her yaklaştığında asa kendisini bir adım daha uzaklaştırmış, elinden kopup gittiğinde öğrenmemesi gerektiğini anlamıştı. Ne kadar çok öğrenirse asasına söz geçiremiyor, kendini yapayalnız hissediyordu. Artık vazgeçmişti arayışından. Cevabı sadece asa hazır olduğunda öğrenebilecekti. Genç adam şimdi Katherine’e arkasını dönmüş, zarif asayı hissedercesine bir şeyler yapıyordu. Alex’in zihnini kurcalayarak neler düşündüğünü, neler hissettiğini öğrenmek için yanıp tutuşuyordu. Asanın öğrencisine sessizce fısıldadıklarının neler olabileceğini merak etmeye başlamıştı. Hangi saklı kapılarını birer birer açıyor, hangilerini acımasızca yüzüne kapatıyordu? Belki de henüz Katherine’e bile göstermediği gizemlerini gösterecekti yabancıya. “Herkesin adil yaşadığı ve hiçbir şüphenin olmadığı bir dünya sizin için harika olurdu değil mi Profesör? Asanızdaki her şey bana başkalarını yaralamamak için kendinizi yaraladığınızı çağrıştırıyor. Herkes için çabalarken bir şekilde bir yerden çelme takılan. Sanki siz bunun yeni yeni farkına varıyorsunuz. Değiştiğinizi inkar edemezsiniz, sizi sandığınızdan iyi tanıyorum. Bu arada sembollerin siyahla işlenmiş olmasına gelince, sanırım bunları söyledikten sonra açıklamam aptallık olur. Siz ne düşünüyorsunuz? Ne kadarı doğru söylediklerimin?” Bambaşka bir günle başladığı değişiminin bu kadar göze çarpacağını tahmin etmezdi. Ya da Alex gerçekten söylediği kadar iyi tanıyordu Katherine’i. Genç adam sanki karanlıkta kalan yanı gibiydi kadının. Onun yaşlarındayken yaşadıklarından dolayı o da dünyanın işe yaramaz bir yer olduğunu düşünüyordu. Gerçi halen daha az da olsa bu düşünce aklının bir köşesinde kırıntı olarak yaşamını sürdürmeye devam etmiyor değildi. Düşüncelerini bir araya getirip bir şeyler söylemekte güçlük çekiyordu. Leandros’tan sonra onu böyle derinlemesine tanıtıp anlatabilen biri olmamıştı. Asasıyla aslında bir bütün olduğunu, bu denli her şeyiyle kadını anlattığını yeni fark etmişti. Derin bir nefes aldı önce. Temiz havayla karışık ahşabın kokusu itaat ederek ciğerlerini temizlemiş, rahatlatmaya yetmişti. Asasını hemen alıvermiş beyaz tahtanın tek bir dokunuşuyla huzura kavuşuyor gibiydi. Bu kadar uzun kalmamıştı asasıyla. Sağ elinde genç adamın asasını halen daha tuttuğunu fark etmiş, sahibine geri vermişti. Alexander’ın yüzündeki aydınlanmadan onun da kendine geldiğini algılayabiliyordu. Büyü yetisi bahşedilmiş canlılara iyi gelen tek şeyin bu olduğunu bilmiyordu. Asa, kadının tamamlayıcısı gibiydi. İçinde cadının ruhunu taşıyıp besliyor, değer verdiklerinin incittiği kadar bile incitmiyordu.

Sımsıkı tuttuğu asadan aldığı güçle konuşabilecek kadar rahatlamıştı şimdi. Ona tek iyi gelen şeyin ruhunu taşıdığına inandığı asasıydı. “Ne diyeceğimi bilemiyorum Alex. Duyduklarım beni o kadar çok şaşırttı ki… Asa okumakta iyi olduğunu söyleyebilirim. Ve asamın da beni bu kadar çok yansıttığını da bilmiyordum.” Şaşkınlığını halen daha üzerinden atamıyordu. Birinin onu bu kadar iyi tarif edebilmesinden rahatsız olmuştu aslında. Bunu yapabilen biri en nihayetinden kadının zayıf yanlarını öğrenip kullanabilirdi de. Tanıdığı Alex ise bunu yapabilirdi hiç acımadan. Katherine oldukça iyi bir cadıydı ki bunun en büyük göstergesi yaşına rağmen müdire olmasıydı. Lakin zayıf yanları öğrenildiğinde çıplak kalmış soğuktan donarak ölen bir çocuktan farkı kalmazdı. Sağlıklı bedeninin içinde kabuğuna çekilmiş yaralı ruhu gün yüzüne çıkar, yaraları kapanmadan kanamaya başlardı. Bu sefer ruhunun çektiği acıyı bedeni de çekmeye başlayacak, zayıflıklarının ateşinde diri diri yakılmaya mahkûm olacaktı. “Ben seni ne derece tanıttım? Asanın her noktasının vurguladığı gibi içinden çıkmayı bekleyen ışığı hissedemiyor musun?” Sesi büyük odanın uzaklarına doğru süzülerek yankılanmış, duvarlara çarparak kulaklarına yeniden nüfuz etmeye başlamıştı. Alex’in gözlerinin içine bakarak bir cevap bekliyor, orada aydınlığı ve gerçek Alex’i görmeyi bekliyordu.


Görünenle gerçekliği birbirinden ayırt etmek istiyordu. Gerçek, istenildiğinde insanın kalbinin küçük bir köşesinde sessiz sedasız yaşayabilirdi. Toprak kişinin cansız vücuduyla beslenene kadar bile hayatını sürdürebilir ve işte o an birilerinin onu bulmasını bekleyene kadar parazit gibi yaşam bulduğu yere tünerdi hemen. Şimdi bu görkemli odada bile uzun süren kimsesiz hayatının son olmasını ümit ederek havada dans eden toz bulutlarının içinde çırpınıyordu. Gerçeği yitip gitmeden önce bulmak istiyor, yalanların içinde ölmeyi hayal bile edemiyordu. Geçmişi şimdiye kadar yalanların üzerine kurulu olmuştu. Arada bir gerçek esintisini gösterir, tekrar yok olurdu. Hiçbir zaman kalıcı olmayan gerçeğe tutunmak istiyordu ölümlü yaşamında. Son kez tatmak, Azrail’le buluşmadan önce ne olduğunu hatırlayabilmekti belki de son dileği. Öğrencinin de yüreğinde bir şeyler sakladığını sezebiliyor, en azından onun güzellikleri yaşamasını diliyordu. Değiştiğini düşünüyordu ama aslında yanılmıştı. Yine başkalarını düşünüyor, onların iyiliği için çırpınıp duruyordu. Oysaki kendine and içmişti kendinden başkalarını düşünmeyeceğine, bencil bir varlık olacağına. Bir günde olacak bir şeyin olmayacağını biliyordu. Lakin en ufak bir parçasının bile değişime uğramadığını hissetmek kendinden nefret etmesine yol açıyordu Katherine’in. Diğer insanlarda, cadılarda veya büyücülerde artık değer vereceği küçücük bir kıpırtıyı bile göremezken genç adama neden yardım etmeye çalıştığına anlam veremiyordu. Belki onda bir nebze de olsa kendini görebildiği için olabilirdi. Sanırım cevabını ne olursa olsun öğrenemeyecek gibi gözüküyordu. “Gerçekten bunu merak ediyor musunuz Profesör?” Farklı bir ses tonundan duyduğu soruyu çelişen düşüncelerine duyurdu kendi sesiyle. Gerçekten bunu merak ediyor muyum?... Zihnini bir terazi gibi düşünürse merak ettiği taraf daha ağır basıyordu diğerine göre. Genç kadının geçmişi pekiyi olmasa da aydınlık için çalışmıştı. Gençliğinde bir ara karanlık ilgisini çekse de ona karşı durmayı, ayak diretmeyi bilmişti. Yaşadıkları karanlıkken ruhunun da karanlık olması delirmesine yol açabilirdi.

Genç Alex koltuktan kalkıp düşünseline doğru yaklaştığında takip etmişti Katherine. Göz kamaştırıcı, gümüşi ışıklarıyla parıldayan düşünselinin tam yanındaydılar şimdi. Asasının yardımıyla yanağında küçük bir delip düşüncelerinin akıp gitmesini izlemişti önce. O küçük delikten dışarıya çıkan hatıra yüreğini parçalayacak kadar etkili olabilirdi. Hiçbir şey göründüğü gibi değildi çünkü. “Sanırım gördüklerini anlayabilirsiniz ama çok kolay olmayacak. Zaten benden kolay bilgi almayı beklemiyordunuz değil mi profesör?” Sözleri karşısında hafifçe gülümsemeden edemedi. Bu gülüş alaycı veya küçümseyici bir gülümsemeden çok acı bir gülümsemeyi andırıyordu. Hatıranın içine yavaş yavaş dalıyor, gümüşi renkler her defasında içine çekiyordu kadını. Sert çimlerin üzerine nazikçe adımlarını bastığında anının içindeydi çoktan. Hava oldukça açık, hiçbir bulut gökyüzünün maviliğini bozmamak niyetindeydi anlaşılan. Önündeki küçük mağaraya yaklaştı önce. Siyah bir tilki acılar içinde doğuruyor, çığlıkları uğuldamaya benzer seslerle karışarak yalnızlığını bir kez daha hatırlatıyordu. Yeryüzüne intikal etmiş iki yavru tilki çekmişlerdi oksijeni ciğerlerine. İkizdiler ama görünüşte birbirlerinden oldukça farklıydılar. Biri tıpkı annesi gibi gece kadar siyah, diğeri ise griydi. Gümüşi yavru tilkinin tüylerini görür görmez Alex olduğunu anlamıştı. İç dünyasını zar zor açan birinin anısını şifrelendirmesine şaşırmıştı. Üç tilki bir müddet beraber yürüdükten sonra anne tilki huzursuz olduğunu belli eden birkaç anlamsız sesten sonra gümüşi tilkiyi bambaşka bir yere bırakıyordu. Olup bitenden bihaber gri yavru tilki ise meraklı gözlerle etrafını inceliyordu. Kendisinden oldukça farklı kahverengi tilkilerin yanında bulmuştu birden. Mekân birden değişmişti. Gri tilki bu sefer oldukça büyümüş, diğerleriyle şakalaşıp oynuyordu. Farklılığına rağmen yine de onu kabul etmiş gibiydiler. Annesinin yapamadığını başkaları yapıyordu. Birinin tutacak sıcacık bir ele ihtiyacı olduğunda elini uzatan ilk kişi gümüşi tilki oluyor, bundan şikâyet etmiyor aksine mutluluk duyuyordu. Eskiden iyi biri olduğunu zaten gözlerinde görebilmişti. Ama onu asıl meraklandıran sonradan neden karanlığa gittiydi. Renkler bir anda birbirine karışıyor ve başka bir yeri oluşturuyordu. Bu sefer zifiri karanlık hakimdi her yere. Yeryüzündeki tek ışık kaynağı parlayan dolunaydan başka bir şey değildi. Uzaktan duyulan ulumalar gittikçe yaklaşıyor, keskinleşiyordu. İri yarı yaşlı bir kurt adam karşısındaki savunmasız kurbanına son kez baktıktan sonra atılmaya yeltenmişti üzerine. Nerden geldiğini anlamadığı bir saldırıyla yerdeydi ayın oğlu. Bir zamanlar çocuğunu bırakıp giden siyah tilki yıllardır oğlunun her kademesine şahit olmuş, şimdi ise hayatı uğruna oğlunu kurtarıyordu. Darbe sırasında gümüş tilki yanağından derin bir iz alıyor, kanlar oluk oluk yüzünden akarken acı dolu haykırışları sessiz geceye karışıyordu. Nesneler bulanıklaşarak bambaşka bir sahneyi oluşturuyordu şimdi. Gri tilkinin yarasını görenler adım adım uzaklaşıyor, yalnız başına bırakıyorlardı. Kimsesiz kalanlara yardım elini uzattıkları şimdi ona bakmıyorlardı bile sanki olanlar hiç yaşanmamış gibi. Sanki kendileri hiç o duruma düşmemişler gibi. En iyi onların anlaması gerekirken gerçek yüzlerini vurmuşlardı zayıf anında. Saklanmak için bulduğu mağaranın derinliklerinde yarattığı dünyasından kalanlarlaydı. Siyahlık bu kez derinliklere götürüyor kadını. Mekân aynıydı lakin zamanın geçmiş olduğunu gri tilkinin görüntüsünden anlayabiliyordu. Küçük vücudu şimdi irileşmiş, vücut hatları ortaya çıkmıştı. Beklenmedik bir anda yeşil bir sıvı bulmuştu tilki. Kokladığı anda irkilmiş, acı veren kokuyla baş başa kalmıştı bir müddet. Korkusuna rağmen bilmediği sıvının damarlarında dolaşmasına izin vermiş, mide bulantısının esiri olmuştu. Kararan gece hemen gündüzü bulmuş, sudaki aksine bakan gri tilkinin yanındaydı Katherine. Sol yanağında aradığı derin iz olmamış gibi gitmiş, yüzü pürüzsüzlüğe eskisi gibiydi. Değişik sesler çıkartarak mağarasına doğru ilerliyordu hemen. Kısa süren anının etkisinden çıkamadan değişiyordu yine bulunduğu yer. Bu sefer tilki daha da büyümüş, sivri dişleri, keskin kulaklarıyla güçlü olduğunu haykırıyordu. Uzaklardan gelen rahatsız edici fakat tanıdık ses bir haberin müjdesi gibiydi. Minik baykuşun söyledikleriyle asla bilmediği kapılar aralanıyordu. Yeni bir hayat sıradan olmaktan çok uzak bir okulla başlıyordu gümüşi tilki için. Siyah tüylerinin arasından nadiren bulunan gümüşi tüylü bir tilkiyle arada bir karşılaşıyor, henüz tanımasa bile her tehlikeden korumak için tetikte duruyordu. Sahne ve zaman bir kez daha kararıyor, farklı renklerin getirisiyle bir kez daha değişiyordu bu kez. Gri tilki simsiyah bir başka tilkiyle karşılaşıyordu şimdi. Başta ona arkadaşlık beslediğini düşünse de duyguları farklı yönlere doğru sapıyor gibiydi. Ona bakışları arkadaştan öteydi. Daha çok aşk kokuyordu. Neler olduğunu anlayamadan sevdiği dişi tilki hayata veda ediyor, yaşamı sönüyordu gri tilkinin. Her şey anlamsızlaşmıştı şimdi. Zaten yeterince çaresizken diğer arkadaşının da gittiğini öğrenmişti bir daha gelmemek üzere. İkizi olduğunu sonradan öğrendiği ve sevdiği yoktular.

Can alıcı renkler kararmaya başlıyor, yukarıya doğru sürüklüyorlardı genç kadını. Gözlerini kapatıp çıkmaya odaklanmış, ayaklarına değen ahşabı hisseder hissetmez gözlerini açmıştı. Alex koltuğuna oturmuş, kurabiyelerle uğraşırken müdireye bakmıştı bir anda. Katherine bir şey diyemiyordu henüz. Zihni tutukluk yapmış dudaklarına söz geçiremiyordu sanki. “Ne yazık ki güneş çoktan doğdu Profesör. Yanında ne getirdiğini benden iyi biliyorsunuz.” Asasını sıkı tutan ellerini gevşeterek oturmuştu daha önce oturduğu yere. Soğuk kahvesinden bir yudum daha almıştı iğrenerek. Yaşadıklarının genç kadını sürükleyip siyahın en dip köşesine fırlatmasına izin vermemişti. Olanlara rağmen hep güçlü durmuş, sapasağlam ayakta kalmıştı. Bunu Katherine yapabildiyse başkaları da yapabilirdi. “Yaşadıklarının esiri olma Alex. Eskiden iyi biriydin. Yardım elini ilk sen uzattın. Onlar sana aynısını yapmasalar bile bu umurunda olmamalı. Karakterinle gurur duymalısın. Şimdi bile eski Alex’in derinlerde bir yerlerde var olduğuna eminim.” Gencecik yaşamında hayat acımadan vurmuştu minik bedenine gerçekleri. Şimdi büyümeye devam etse bile izlerini halen daha taşıdığını görebiliyordu. Gittikçe büyüyen ve her defasında açılıp kanayan yaralar bitmek bilmiyor gibiydi. Genç kadının geçmişinde paramparça olmuş ailesini toplamak Katherine’e kalmıştı. Fahişe annesinin bitmek bilmeyen arzularıyla tek başına kalmış, öldüğü bildiği babası birden vuku bulmuştu. Zor zamanlar geride kalmış, akıp giden hayat yepyeni bir barikat kuruyordu boş anında. “Hissedersen eğer ona ulaşabilirsin Alexander. “ Katherine öyle yapmıştı. Karanlığa saplandığı anlarda iyiliği bulmuştu içinde. Uçurumdan düşecekmiş gibi hemen tutunmuştu ona.



Dünya’nın cehennem gibi geçen her dakikasında, her saniyesinde değiştiği düşünülmesi ne kadar da vahimdi. Yeryüzü gökyüzünün maviliğine kucak açıyordu önce. Ufukta güneşin turuncumsu ışıkları insanların yaşadıklarından bihaber doğuyordu yine hiç şaşmadan. Bulutlar teker teker dans ederken rüzgârın bir kadın kadar narin kıvrımlarına bırakıyorlardı kendilerini. Güneş yavaşça uykuya dalıyor, minik parıltılar ortaya çıkıyordu aniden. Her biri ayrı bir hikâyeyi anlatmak istermişçesine küçük bir çocuğun heyecanı gibi yerinde duramıyorlardı sanki. Dünya değişmiyordu. Aşkıyla ateşi tattığı güneşinin etrafında pervane gibi dönüyordu kovuşamayacağını bile bile. Tek bir şeye bağlıydı. Ve ondan da asla vazgeçmeyecekti sönene kadar. Yeryüzüne saplanıp kalmış canlıların seçim şansı gibi bir hakları yoktu bu durumda. Mavi Gezegen neyi uygun görür, arzuları nelerin kapılarını aralarsa oraya sürükleneceklerdi. Kusursuzca işlenen saçma bir planın kurbanıydı insanlar. Tanrı kafasına göre dağıttığı kaderleri savuruyor, en önden büyük bir zevkle izliyordu her şeyi karışmadan. Katherine’in beyninde ikametgâh eden bu nihai düşünce kendini kullanılmış bir oyuncak gibi hissetmesine neden oluyor, yaratıcıya olan öfkesi artıyordu her defasında. Elinde olanları almıştı bir anda. Belki kıskançlıktan, belki sıkıntıdan… Sevdiklerinden güç alırken zayıflamıştı. Güçlü görünen bedeninin altında kanadı kırık bir ruh taşıyordu. Ölümü tatmış zayıf ruhu her an kayıp gidebilirdi bedeninden hiçbir iz bırakmadan. “Neden ona ulaşmak isteyeyim ki? Tekrar yaralanmak için mi? Tekrar yalnız kalmak ve saygı görmemek için mi? Kendimi düşünmek zorundayım profesör. Anlayabileceğinizi biliyorum çünkü siz de değiştiniz. Aldığınız yaraları biliyorsunuz. Belki siz kendinizi yaralamadan aydınlık tarafta olabilirsiniz, çünkü zaten oraya aitsiniz ve orada size saygı duyan insanlar var. Ama benim eski Alex’e ulaşmam yıllarca kazanmaya uğraştığım bütün saygının yok olması demek.” Öğrencinin dudaklarından dökülen her sözcükte hak vermeye başlamıştı genç adama. Katherine, Alex’in kalbinden yarım kalmış iyiliği çıkarmaya uğraşıyordu. Lakin kendisi O’nun ölümünden beridir eskisi gibi değildi. Yaralarını, acılarıyla iyileştirmiş, hayatta kalmak için ağlamıştı kendine. Kısır döngü gibi kederleri baştan sarıp sarmalıyordu. Olanların farkında olduğundan beri her şeye rağmen iyi olmaya çalışan Katherine’i bir kenara fırlatmış, yenisine açmıştı kucağını. Duyguları körelmişti artık. Gülmek, eğlenmek ona Tanrı kadar uzak, cennet kadar yakındı. Aslında genç adama anlatmak istediklerini bu kelimeler karşılayamıyor, yetersiz kalıyordu. Karanlığa bürünüp kalbini kötülüğe açmak kusursuz olmaya bedeldi değildi hiçbir zaman. Dünya bile yeteri kadar kusurluyken içindekilerin dört dörtlük olmasını düşünmek saçmalıktan başka bir şey değildi genç kadın için. Zayıflıklarını görmezden gelerek değil, onları kabullenip yenmeye çalışarak sımsıkı tutunabilirdi toprağa. Köklerini salardı daha sonra asla bırakmamak üzere.

Oturduğu rahat koltuktan kalkıp Fawkes’ın yanına gitti. Mükemmel bir işçilikle yapılmış mermer Afrodit heykelinin zarif elinde tuttuğu büyük bir tabağın içinde duruyordu. Tanrıça’dan aldığı aşk ve şevkle bakıyordu gözleri Anka kuşunun. Henüz küllerinden yeni doğmuş kuşun siyah tüylerinin bazıları uçlarından yeni yeni renk almaya başlamış, yeni bir renk cümbüşünün başlangıcını oluşturmaktaydılar. Fawkes, genç kadının kendine yaklaştığını anladığı anda henüz daha oluşmamış kanatlarını çırpamaya çalışıyor, lakin tek yaptığı şey zıplamak oluyordu. Yanına yaklaştığında minik kafasını narince okşamaya başlamış, sessiz odanın sesi olmuştu kuşun çığlıkları. Zümrüdü Anka Kuşu kusursuz olmaya adım atıyordu. Kara tüyleri daha yeni renklenmeye başlıyor, kanatlarının zarifliği daha yeni buluşuyordu havayla. Yeteri kadar büyüdüğünde, dört dörtlük olduğundan yanarak gök kuşağını andıran her renk, her tüy karanlığa gömülecek, küllerinden içinden yeniden doğacaktı. Yaşamın döngüsü gösteriyordu kendini başka bir canlının hayatında. Masmavi gözlerini Fawkes’tan ayırıp öğrencisine yöneltti önce. Düşünselinde gördüğü Alex’ten eser yoktu. O hiç gelmemek üzere veda etmişti. Ama iyiliği görebiliyordu bir yerlerde. Eski Alex gitse bile veda ederken beyaz bırakmıştı siyahın içine. “Bir gün herkesten daha değerli olduğumu düşündüğümde akıl hocam bana kırışıklarla dolu göz kapaklarının altında barındırdı gözleriyle acıyan bir ifadeyle bakıp şöyle demişti. ‘Kusurların en büyüğü, insanların tüm kusurlarından habersiz olması Katherine. Kimse kimseden farklı değil aslında…’ Delici bakışları ve küçümseyen ifadeyle bana bir zavallı olduğumu haykırıyordu böyle düşündüğüm için. ” Oldukça eski bir yıllardan geliyordu hatıra zihnine. Ama sanki daha yeni yaşamış gibi taze geliyordu kokusu. Yaşlı adamın bakışları ve sesi yanı başındaydı sanki. Tam karşısındaki tablo bakınca aşina gözlerle karşılaşmıştı. Bu defaki bakışlar iğneleyici olmaktan çok gurur duyuyor gibiydiler. Düşüncelerini, gücünü ve elde ettiklerini ona borçluydu ve bu borç hayatı boyunca ne yaparsa yapsın ödeyemeyeceği kadar biniyordu her gün sırtına. Genç yaşta Hogwarts Müdiresi olabilecek gücü ve bilgiyi verdiği için müteşekkirdi. “Geride bıraktığın kişiye bürünmesen bile sen de kabul etmelisin ki içinde iyilik mevcut. Yeter ki sen bunu görebilesin…” Gözlerini öğrencisine kilitlemişti bu sefer. İçten bir gülümsemeyle karşılık veriyor, bir şeyler anlatmaya çalışıyordu. Genç adama acıyıp küçümsemiyordu. Böyle devam edip kusursuz olduğunu düşünerek yaşamak, zayıflıklarını görmemek için gözlerine perde çekmek fark etmeden en derin uçuruma sürükleyecekti. Ve uçurumdan aşağıya ölüme düşerken iş işten çoktan geçmiş olacak, yardım eli uzatanlara tutunamayacak kadar batmış olacaktı hep.













Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Machaon Aristide
Lütfen rütbe edinin, yoksa oyuna dahil olamazsınız!
Machaon Aristide


Mesaj Sayısı : 234
Yaş : 28
Kayıt Tarihi : 27/04/11

Karakter Detayı
Statü:
Uyarı:

Katherine. Empty
MesajKonu: Geri: Katherine.   Katherine. Icon_minitimeÇarş. 08 Şub. 2012, 18:04

A N L A T I M [50 Puan]
[ Kurgu ] : 25/25 puan
[ Betimleme ] : 15/15 puan
[ Akıcılık ] : 15/15 puan

Y A Z I M [45 Puan]
[ Noktalama Kuralları ] : 10/10 puan
[ İmla Kuralları ] : 15/15 puan
[ Paragraf Düzeni ] : 10/10 puan
[ Renklendirme ] : 5/5 puan

E K L E R [5 Puan]
[ Sebep ] : 5/5 puan

T O P L A M [100 puan]
[ RP Puanı ] : 100/100 puan
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Katherine.
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Katherine.
» Katherine S. Stone
» Katherine aramazsa olmaz :D

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Mortal Instruments RPG :: Mortal Instruments :: Arşiv-
Buraya geçin: