Mortal Instruments RPG Ölümcül Oyuncaklar'a Hoşgeldiniz...Görmediklerinizi Keşfetmeye Hazır mısınız? |
|
| Elf olmak için | |
|
+17Calypso De'Lapore Aegnor Victoria Morgenstern Machaon Aristide Aurélien Rhodanthe Pheledyx Ariadne Beatrice Moore C. Sturm Gaez Eámanë Kayla Vick Hadria Mythik Sothale Christopher Levesque Lexlander Aethra L. Pavone Órelindë Elizabeth Rose Wayland 21 posters | |
Yazar | Mesaj |
---|
Calypso De'Lapore Lütfen rütbe edinin, yoksa oyuna dahil olamazsınız!
Nerden : Balkes Mesaj Sayısı : 59 Kayıt Tarihi : 12/05/11
Karakter Detayı Statü: Uyarı:
| Konu: Geri: Elf olmak için Perş. 12 Mayıs 2011, 19:35 | |
| Karakter Adı: Calypso De'Lapore Karakter Yaşı: 35 Tercih edilen Soy: Kara Elfi Karakter özellikleri Meslek varsa belirtin: Yıldızları okuma Sanatı Profesörü olmak istiyorum ama ilk elf olupta mı başvuracağımı kestiremedim. Örnek Rp veya Yıldız Seviyesi: - Spoiler:
"I'm so tired of being here suppressed by all my childish fears And if you have to leave I wish that you would just leave These wounds won't seem to heal This pain is just too real"
Kar taneleri onun saçlarına düşmüş aklar gibi şimdi altında olduğu toprağı kaplıyordu. Üşümesin diye üstüne örtülmüş bir yorgan gibiydi. Kim derdi ki bir gün onunda gideceğini, tıpkı zamanla gidecek olanlar gibi... Yıllar boyunca her şeye dayanan adam sonunda ölmüştü. Ruhu sonunda yaşlanmış kabuğundan ayrılmış ve gecenin bir yarsında son nefesi çıkmıştı dudaklarının arasından. Öylece, sessizce, kimse bilmeden ve duymadan...
Bugünün gelmesini hiç bir zaman istememişti. Ne olursa olsun bir gün bunun olacağını unutmaya çalışmıştı onun yaşlanmış suratına bakarken. Ama sonunda olmuştu ve güçlerinin olmasına, zamanı geri alabilmesine rağmen onun ölü olduğu gerçeği değişmeyecekti. Zamanı geri alırsa eğer onun ölümünü tekrar ve tekrar yaşamaktan başka bir şey geçmeyecekti eline.
Godric’s Hollow’un yaşanmışlık ve yıllardan dolayı yıpranmış sokaklarında yavaş adımlarla ilerliyordu. Ay ya bugün yaşanan olayın karanlığını yok etmek ya da bir ruha yol göstermek için yıldızlardan bile daha parlıyor, meydanı aydınlatıyordu. Yüzyıllar önce inşa edilmiş evler, heykel ve konmuş taşlar bugün göze daha bir hüzünlü geliyordu sanki ya da sadece Helen'a öyle geliyordu. Ya gözlerindeki buğudan dolayı ya da fark etmediği yağmur yüzünden ise etraf daha bulanıktı. Havada yağmur ve taze toprak kokusu hakim iken onun burnuna sadece ölümün kokusu geliyor, ensesinde onun soğuk nefesini hissediyordu.
Adımlarını hızlandırarak mezarlığa doğru yöneldi. Daha sabah defnettiği dedesi özel olarak uğurlamak istiyordu. Ailesinin katılığı ve konumu itibariyle dökemediği gözyaşlarını ve söylemediği her sözü şimdi haykıracaktı. Sonunda mezarlığın demirden kemerine ulaştığında ise adımları yavaşladı. Aklında ona çok uzaklardan gelen bir melodi dolanıyordu.
"Well I've heard there was a secret chord David played and it pleased the Lord But you don't really care for music, do ya ? Well it goes like this The fourth, the fifth, the minor fall and the major lift The baffled king composing Hallelujah ... Well maybe there is a God above But all I've ever learned from love Was how to shoot somebody who outdrew you And it's not a cry you that hear at night It's not somebody who's seen the light It's a cold and it's a broken Hallelujah"
Bu şarkı neden aklına gelmişti bilmiyordu ama sözleri aynı dedesi ile yaşantısını yansıtıyordu. O asla Tanrı'ya inanmaz, kimse onun gibi can alamazdı. Tanrı'dan korksa bunları da yapamazdı. Küçükken bunu ona da aşılamaya çalışmıştı ama bir sebepten dolayı pek başarılı olamazdı. Kim bilir, o on dörtlü yaşlarındayken çoktan sakallarına ve saçlarına ak düşmüştü. Yaşlandıkça ve ölüme yaklaştıkça belki de Tanrı'ya inanmaya başlamıştı. Helen hatırlıyordu, ne zaman ona "Tanrı, yok!" dese o yaşlı gözlerinden bir sızlama geçerdi. Sözlerinin aksine gözleri "O, var!" derdi. Evet, bu yüzden ona bu inancı aşılamamıştı.
Hafifçe çiseleyen yağmurun etki etmediği artık gür ağaçlarla kaplanmış mezarlıkta ilerledi. Ailenin diğer fertlerinin defnedildiği bölgeye geldi. Tüm soyunun defnedildiği bu bölgeye baktıkça gözlerinden akan yaşlara hâkim olamıyordu. Onları tanımıyordu ama bugün ki kaybı ona o kadar fazla gelmişti ki artık kendini tutamıyordu. İlerledi ve dedesinin mermer mezarının soğuk yüzüne oturdu. Etrafta yeni dikilmiş, bırakılmış veya diğer mezarlardan uçarak gelmiş kuru yapraklar vardı.
Hafifçe esen rüzgârdan dolayı titredi. Bugün ona her zamankinden soğuk geliyordu. Yorgun ve yaşlı gözlerle mezar taşına baktı. Marcus Lair, 1922-1998, O artık Tanrı ile beraber... Bunlar yazıyordu o taş yüzeydi. Ona göre kitaplara sığmayacak adamı şu bir kaç kelimeye ve rakama sığdırmışlardı. Eskiden o yaşlı ve sert yüzüne baktığı adam aklına geldi. Yavaşça, "Merhaba." diyebildi. Sesi her zamankinden kuru çıkmıştı. Ona cevap veren tek bir ses dahi yoktu ortalıkta. Yutkundu.
"Hey, orası nasıl? Sana iyi davrandılar mı ihtiyar?" dedi. Cevap yoktu. Olmamasına da şaşırmadı. Gözyaşları birbiri ardına akmaya devam etti. "Bizi çok korkuttun. Dün yemekte ne diyordun hâlbuki. 'Ben güçlüyüm, çakı gibiyim. Olmaz bana bir şey!' ama bak aklımıza bile gelmeyecek en büyük şey oldu." diyebildi sessizce. Kelimeler boğazında takılıp kalıyordu sanki.
"Hem sözünü de tutmadın. Hep söylerdin bana 'Verilmiş bir söz, kanının saflığından bile önemlidir!' diye. Ama bak sende tutmadın sözünü. Bugün benimle piyano çalacak ve küçük Lily'le beraber dondurma yemeğe gidecektiniz. Merak etme, ona söylemedik. Sabah erkenden onu yazlık eve götürdüm. Uygun bir dille anlatacağım. Ama sana çok kızmıştır. Dondurmasını yiyemedi çünkü…" dedi. Yüzüne hafif bir tebessüm yayıldı. Ama bu anlık bir parlama gibi geldiği gibi söndü. Yaşlarını artık tutma gibi bir gereksinim duymuyordu. Artık önlerinde engel kalmayan yaşlar yanaklarına boşalıyor, nemli bir yol çizerek toprağa damlıyorlardı.
"Seni çok özleyeceğim Büyükbaba. Beni azarlamanı dahi çok özleyeceğim. Artık sesini, yersiz kahkahalarını ve kızgınlıkların olmayacak. İnsan birinin değerini elinden kaybedince anlıyormuş. Yarın yokmuş gibi geçirdim günlerimi ama sonunda bak yarın oldu. Yarında sen ölmüşsün." dedi kesik kesik. Onun gitmiş olduğunu bir türlü kabullenemiyordu. Sadece küçüklüğünden beri yaptığı şeyi yapmak geldi içinden. Küçükken yattığı dizin yerine fetüs şeklini alarak mermere uzandı. Eliyle toprağı okşarken aklından hiçbir şey geçmiyordu. Sadece duyguları vardı o an. Hüzünlü duyguları...
| |
| | | Victoria Morgenstern Çember
Lakap : Vicky Nerden : Alacante Mesaj Sayısı : 844 Kayıt Tarihi : 13/07/10
Karakter Detayı Statü: Üye Uyarı: 0/0
| Konu: Geri: Elf olmak için Cuma 13 Mayıs 2011, 13:13 | |
| Rütbenizi veriyorum. Tebrikler oldukça güzel bir rp.
Yıldız seviyeniz ***** | |
| | | Madeline Ross Lütfen rütbe edinin, yoksa oyuna dahil olamazsınız!
Mesaj Sayısı : 3 Kayıt Tarihi : 25/05/11
Karakter Detayı Statü: Uyarı:
| Konu: Geri: Elf olmak için Çarş. 25 Mayıs 2011, 13:55 | |
| Karakter Adı: Madeline Ross Karakter Yaşı: 200 Tercih Edilen Soy: Ay Elfleri Karakter Özellikleri: Adaletli ve sevecen oluşu onu sevilen biri haline getirmiştir. Saygısızlık ve ihanete asla tahammül edemez. Sürekli gülümser, çünkü gülümsemenin bulaşıcı olduğunu düşünmektedir. Örnek rp veya yıldız seviyesi:
Üşengeçlikten yerimden kımıldayamayacak haldeydim saati fark ettiğimde. Doğru ya bugün Sihir Bakanı'yla yemeğe gidiyoruz değil mi? En sonunda bizimkinin küçük sevgilisini tanıyacaktım. Onu gazetelerden tanıyordum ama ilk defa üst düzey bir eniştem olacaktı, o geriyordu beni. Çünkü biliyordum ki tars bir hareket yaparsa sinirlerime hakim olamayabilir ve her şeyi berbat edebilirdim. Anne beni engelleyebilirdi ama nereye kadar tampon muamelesi yapabilirdim ki kıza? Kendimi sıkmayı denedim fakat samimiyetsiz her şeye karşı olduğumdan biliyordum ki oraya gittiğimde tekrar serserilik yapacaktım. Elim mahkum yatak odasına yürüdüm bezgin adımlarla. Bir derdim daha vardı: ne giyecektim? Elbise felan giyemezdim çünkü görücüye ben çıkmıyordum. Bu nedenle dolabımın altını üstüne getirerek siyah keten pantolonumu ve hakim yaka bej gömleğimi buldum. Odayı biraz daha kurcaladıktan sonra komidinle yatak arasına sıkışmış olan topuklu ayakkabıları de bulmuştum. Saçlarımla uğraşacak mecalim yoktu, makyaj yapmaya da öyle. Sadece böyle durumlarda büyük kurtarıcım olar parlatıcımı sürdüm ve buluşacağımız restorana cisimlendim. Ayağım sağlam zemine basınca fark ettim ki ortam ensesi kalınlarla dolu lüks bir restoranttı. Kenarı yaldızlı masa örtülerinden tutun sık şamdanlara, paçataliklere kadar lüks kokuyordu. Burda sakız çiğneyemez, bacaklarımı uzatamaz, bira köpüğü bıyıklarımla eğlenemezdim. Rahatsız olmuştum evet. Bakışlarımla ortamı taradım ve kırmızı elbisesiyle göz kamaştıran arkadaşımı gördüm. Koşar adım yanına gittim ve vardığımda ortama hiç yakışmayan bir biçimde boynuna sarıldım omuzunun arkasından.
- Ben geldiiim!
Anne'in şaşkınlığını üzerinden atmasını bekledikten sonra yanındaki sandalyeye çökercesine oturup onunla koyu bir sohbete dalmışken bakanın bize doğru geldiğini fark ettim.
- Hoşgeldiniz Bayan Phoneix. Sizi beklettiğim için özür dilerim
Kafamı eğip selam verdikten sonra Anne'e dönüp selamını tekrarladı:
- Hoşgeldin Amié! Beklettiğim için tekrar özür dilerim
Bakan da yerini aldıktan sonra Anne aramızı yumuşatmak için bir muhabbet açmaya çalıştı tabiki.
- Eee, nasılsınız?
Kendimi o kadar çok sıkmıştım ki gülmemek için, yüzüm kıpkırmızı olmuştu. Koca sihir bakanının benden çekinebileceği aklımın ucundan geçmezdi ama olmuştu işte. Adam benim korkumdan iltifat bile edemiyordu arkadaşıma.Anne de ortamı yumuşatmaya çalışıyordu gereksiz sorularla. Ortam gergin miydi ki? Benim için hava hoştu. En son yüzü o kadar sıkıntılı bir hal aldı ki John'un, hafifçe kıkırdamadan edemedim.
- Bay başkan, efendim, bu kadar utanıp sıkılmanıza ne gerek var anlayamadım. Eğer sorun yaklaşık 15 dakikalık rötarınız ise, Anne alışmıştır artık, ben ise bu kasıntı mekandan ölesiye nefret ettiğimden olsa gerek biraz fazla gerildim. Ama şunu da belirtmek isterim ki insan yemiyorum.
Sinsice gülümsedim. Birinin bu herife sevgilisinin sahipsiz olmadığını, sahibinin ise gerçekten huysuz bir cadı olduğunu belletmesi gerekiyordu ve o biri benden başkası olamazdı. Anne'in anlattığına göre bir Tanrı'ydı bu adam. Fiziksel olarak evet, gerçekte iyi görünüyordu. Fakat burada beni ilgilendiren kişiliğiydi ve yeteneklerimi sonuna kadar kullanacaktım. Hangi yeteneğimi mi? Tabiki insanı çileden çıkarmaktaki üstün yeteneğimden bahsediyordum.
-Doğrusunu söylemek gerekirse Pho'cum 15 dakikalık gecikmem beni biraz rahatsız etti. Sonuçta iki bayanı bir restorantta tek başlarına bekletmek olmaz. Pho,gerilmene gerek onlar ne kadar insansa biz de onlar kadar insanız. Sonuçta onlar nasılsa biz de onlar gibiyiz. İstediğin şekilde davranabilirsin
-Pho,gerilmene gerek onlar ne kadar insansa biz de onlar kadar insanız. Sonuçta onlar nasılsa biz de onlar gibiyiz. İstediğin şekilde davranabilirsin
İşte bu beklediğim anahtar kelimeydi. Tam ağzimi açacakken garson ne arzu ettiğimizi sordu. Anne her zamanki gibi beyaz şarap sipariş etti ve ardından:
- Siz gayet rahat görünüyorsunuz. Ben niye kendimi bu kastıysam... dedi tedirginlikle.
Gülümsedim. Kasılmakta haklıydı çünkü John'un sınırlarını zorlamayı kafama takmıştım. Anne'e anlamlı ve sinsi bir bakış attıktak sonra :
-Neden gerildin tatlım? Gayet zevkli bir sohbet ortamının içerisindeyiz değil mi Bay Başkan?
Sinsi bir şekilde gülümsedim Jdhn'a. Bakalım bu adam, sevgilisi için ne kadar büyük rezilliklere katlanabilirdi. Amacım sadece John'un hangisine daha çok değer verdiğini anlamaktı. Sihir Başkalığına mı? Yoksa en yakın arkadaşım, dostum, annem, can yoldaşım Anne'e mi? Cevaplanmayı bekleyen çok soru vardı ve zaman kısıtlıydı. Ahlaksız ve sinsi planımı gerçekleştirmek için bacak bacak üstüne attım ve garsona döndüm:
-Tekila. Her halde nasıl servis edildiğini biliyorsundur? Yanına bir kaç çeşit çerez de getirirsen sevinirim. dedim yumuşak bir sesle. Garsonu kafasındaki
soru işaretleriyle başbaşa bırakarak bizimkilerin şaşkınlıktan ve gerginlikten çarpılmış yüzlerine dönüp:
-Bu meret çerezsiz içilmiyo be çocuklar. dedim ve arsız bir kahkaha patlattım
-Ee Bay Başkan, bakanlıkta işler nasıl gidiyor? Asistanınla bazı sorunların var galiba?
İlişkinin bam teline dokunmuştum. John'un tepkisini merak ediyordum evet, fakat Anne'in tepkileri de hayati önem taşıyordu benim için. Fark ettirmesem de John'la kendimi kıyaslamaktan yorulmuştum ve bir cevap almam gerekiyordu. 'Bir taşta iki kuş' diye geçirdim içimden ve karşımdaki iki yetişkinin tepkilerini izlemeye koyuldum.
- Şu Başkan kelimesini kullanmasak ya da bay. Evet,küçük bir problem yaşadık ama Amié'nin olgunluğu sayesinde bu olayı da atlattık. Assistanımı kovdum ve yerine daha deneyimli birini aldım
Bunun üzerine Anne saf saf gülümsedi:
- Bir kez daha, Ne o ne de başka bir dış kuvvetin bizi ayıramayacağını kanıtlamış olduk hayatım.
Onların bu vıcık vıcıklığı sinirime dokunmaya başlamıştı açıkcası. Dudaklarımı büzdüm. Bu başkan bey zorlu biriydi ama ben de dozu arttırmalıydım değil mi? Anne bana düşünceli gözlerle bakıyordu. Şüphesiz ne yapmaya çalıştığımı anlamıştı ve bir dahaki adımımı anlamaya çalışıyordu. Ona doğru sinsi bir gülümseme fırlattım ve John'a dönüp:
-Asistanına asılmadın yani?
İkisinin de tepkisini ölesiye merak ediyordum ki garsonun önüme koyduğu bardak dikkatimi dağıttı. Adamcağız haklı olarak bir porsiyon tekila, limon ve tuz getirmişti. Desibelleri zorlayan bir kahkaha ile:
-Ohoo şef, bu benim dişimin kovuğuna yetmez, şişeyi komple getir! Nasılsa John ödüyor!
Etraftaki 'elit' insanlar onaylamayan bakışlarla beni süzüyorlardı. Onlardan bazılarına dil çıkardım. Kısık sesle söylendiklerinden ne dediklerini anlamıyordum. Onları lanetlemediğime şükretsinlerdi. Önüme dönüp çeyrek dilimlere ayrılmış limonlardan birini ağzıma götürdüm, akabinde küçük tekila kadehini boşalttım ve elimin tersine döktüğüm tuzu yaladım. Alkolün etkisiyle yüzüm buruştu.
-Vay be, gerçekten etkiliymiş. Hah ne diyordum? Asistanına asılmandan bahsediyordum doğru.
- İlk geldiği zamanlar biraz asılmış olabilirim ama sonradan bu yolun yanlış olduğunu anlayıp geriye döndüm. Eğer o yoldan döndüğüm için pişman mıyım diye soracak olursan hayır,değilim. Çünkü; benim için öncelik gerçek aşktır
Bıdı bıdı bıdı. Tabi canım. Dırdırcı'da boy boy fotoğrafları yayınlanan bendim sanki. Bunun üzerine Anne tedirgin bir biçimde sevgilisine döndü:
- Demek öyle hayatım, başka neler yaptın arkamdan?
İşler kızışıyordu, tam da istediğim kıvama gelmişti olaylar. Anne, John'un kirli çamaşırlarını görüp yüzünü buruşturmuştu. John ise durumu nasıl açıklayacağını şaşırmıştı muhtemelen. Ortamın ısısını köklemeye karar verdim. Yanlış anlaşılmasın, arkadaşımı çok ama çok seviyorum ama arkadaşımın kendine layık gördüğü insanlar hakkında bazı tereddütlerim vardı haklı olarak. Zira Anne için en mükemmelini istiyor, bu nedenle arsız bir kaynana gibi karşımdakini haşlıyordum. Nitekim şimdi de öyle oldu. Sağımda duran tekila şişesinden bir yudum aldım, çeyrek limonlardan bir tane ve tuz. Alkolün boğazımı yakıp mideme indiğine emin olduğumda Anne'e dönüp:
- Klasik senaryolar muhtemelen tatlım. İlk önce sekreterine, sonra asistanına, sonra bilmem kime... Belki de şuradaki garson kızla da ilişkisi olmuştur. Bunları öğrenmeden nasıl bir ilişkiye girebilirsin anlamıyorum Anne. Daha önce defalarca yaşamadık mı bunu? Lütfen, aşkına saygı duyuyorum ama...
Duraksadım. İçimde yükselen öfke dalgasını Azkaban korkusuyla bastırarak dişlerimin arasından söylendim:
-Şu ana kadar aşkını kötüye kullanıp sana yazık edenleri hatırla.
Anne'in elini tuttum. Duygulanmıştım ve lanet olsun ki bu sesime de yansımıştı. Titrek bir sesle:
- Sen ağlarsan ben de ağlarım unuttun mu? Astronomi okumaya karar verdiğin gece... Kule'de sırt üstü uzanıp beraber ağlamadık mı? Oh mon amie petite, bu sefer dayanamayız.
Ne yapıyordum ben böyle? Buraya John'un canına okumaya gelmemiş miydim? Öyleyse neydi bu gereksiz duygusallık üzerimdeki? Kendimi toparlamaya çalıştım ama ne Anne'in elini bırakabildim, ne de sesimin titremesini engelleyebildim. Ağzımı açtım fakat söyleyecek şey bulamadan, gözlerim dolu dolu can arkadaşıma bakakaldım...
- Arkandan ne işler çevirdim ? Düşüneyim. Bir saniye. Hatırladım. Hayır hiç bir iş çevirmedim. İzninizle.
Anne'in benimle kalacağı düşüncesinde olduğumdan Başkan'ın gidişini hiç umursamadım. Fakat çok geçmeden Anne ellerini çekti ve koşar adım John'un yanına gitti. Ne dediklerini duyamıyordum, hoş yanımda olsalar da kulağımdaki uğultudan duyamazdım muhtemelen. İki dakika önce Anne beni değil John'u tercih etmişti. İki dakika önce yaşadığım her şeye beraber göğüs gerdiğim arkadaşım, az ilerimizde duran dağınık saçlı adamı bana tercih etmişti. Büyük bir kederle gözlerimi kapattım. Açtığımda ise Anne'i baygın halde şaşkın şaşkın bakan John'un kollarında buldum. Derin bir endişe doldu içime, ama hayır. Anne'in yanına gitmeyecektim. Bu ilişki başladığından beri öğrenmek istediğim şeyi öğrenmiştim işte. Madem tercihini ondan yana kullanmıştı, ben olmayacaktım yanında. Doğrulmaya çalıştım. İlk denemem başarısızdı ama ikincisinde yalpalayarak John'un yanına yürümeyi başardım.
-Onu eve götür, iyi olduğuna da emin ol. Aksi takdirde Azkaban bile beni korkutamaz, yakana yapışırım.
Kederli gözlerle baygın arkadaşıma baktım ve oradan çıktım. | |
| | | Aethra L. Pavone Seelie Sarayı Peri Leydisi
Mesaj Sayısı : 1318 Yaş : 28 Kayıt Tarihi : 25/01/11
Karakter Detayı Statü: Yönetici Uyarı:
| Konu: Geri: Elf olmak için Çarş. 25 Mayıs 2011, 15:03 | |
| Yıldız Seviyeniz:*** Rütbeniz veriliyor iyi rpler | |
| | | Arien Lütfen rütbe edinin, yoksa oyuna dahil olamazsınız!
Lakap : Arien yeterince kısa değil mi? Nerden : Ankara. Mesaj Sayısı : 29 Yaş : 27 Kayıt Tarihi : 05/06/11
Karakter Detayı Statü: Uyarı:
| Konu: Geri: Elf olmak için Ptsi 06 Haz. 2011, 14:58 | |
| Sophie Saphire 22 Ay Elfleri Mümkünse Lider Yardımcısı veya Savaşçı. Alçakgönüllü ve tatlı bir kızdı. Birçok arkadaşı vardı ama yaşadığı kişisel sorunlar ve kimlik çatışması ile toplumsal dışlanma ile kinci ve sinirli biri olmuştur. Tek istediği intikam olan Sophie özüne dönmek için sadece iyi arkadaşlara ve hoşgörüye ihtiyacı varmış gibi davranır ama hesapçıdır ve asla unutmaz. Ona sırtını dönenleri bir bir avlamak için yaşıyor.
- İnatçı, hırslı ve kesinlikle güçlü bir karaktere sahip. İçindeki kötülüğü bastırmakta zaman zaman güçlük çekse de çoğunlukla iyi biri. Anlayışlı ama zaman zaman strese bağlı olarak saldırgan, sabırsız. Güleç ve şirin kişiliğinin yanında sinirli ve yırtıcı bir kişiliği de var. Ayrıca bazen çok kinci ve zaman zaman da duygusal…
(sanırım sorunlu karakterlere karşı zaafım var)***************** - Spoiler:
Oradaydı. Başından beri. Duvara yaslanmış tembel bir hareketle gözlerini üzerime dikmişti. Fazla göz önünde değil miydi? Doğru ya onu göremezlerdi. Yutkundum neyi bekliyordu. Kafama sıkmak yerine benimle oynayacak mıydı? Son görüştüğümüzde kafasına bir balta sapladığımı unutmuş muydu? Sadece gülümsedi. Bilirsiniz, bizimki her zaman ki hikaye değil. Ona aşık değilim. Beni kullandı ve ben de onu kullandım. Sadece istediğim güce ulaşmak için. Bazen böyle şeyleri yapmanız gerekir. Bana verdiği gücü geri mi istiyordu? Dudaklarımı dişlediğimi fark ettim. Telefonum titredi ve Gözümü yavaşça ekrana kaydırdım. Sanki oradan kaybolacakmış gibi.
“Merhaba savaşçı.”
Neydi bu şaka mı? Oradan bana mesaj atacak kadar gerizekalı mıydı? Kafamı kaldırdığımda orada değildi.
“Hey, dikkatini topla Sophie. Balo diyorum, elbiseni aldın mı?”
“Ah,” diye mırıldandım. “Hayır, hayır…” Gözlerim aceleyle kalabalığı taradı. Ama hayır, yoktu. Tedirginlikle tekrar aynı duvara baktım. Şakalaşır gibi orada duruyordu. Kahretsin! Onun dalgalandığına emindim. Zihnimle oynuyordu.
“Kafamın içinden çık.”
Mesajını cevaplarken en yakın arkadaşım bana delirmişim gibi bakıyordu. Aslında hep öyle bakar. Dişlerimi gıcırdattım ve
“Burada.” Diye mırıldandım. “Rüzgara bak ne yöne esiyor.” Arkadaşım anlamamış gibi baktıktan sonra yavaşça gözlerini kapattı.
“Rüzgar mı? Esmiyor bile.”
“Hayır…” diye inledim. Hepsi çevremizdelerdi demek. “Kahretsin! Çevremizi sardılar Sasha. Hepsi.” Dedim. onları şimdi görebiliyordum. Telefonumu mavi küçük çantama attım ve saçlarımı omzuma attım.
“Neden buradasınız. Gücü kullandım bile. Hepsi bitti!” bu doğru değildi. Hepsi tükenmemişti. Ondan emdiğim güç çok fazlaydı. Görünüşe göre onda daha fazlası vardı. Dişlerimi gıcırdattım, alışkanlık işte. Sasha gözlerini çevremize odaklamıştı. Güç duvarı kurmaya çalışıyordu ama olmuyordu. Hepsi buradaydı.
Telefonum titredi ve titredi. Arıyordu.
“Neden karşı koyuyorsun ki, gücümün sende olduğunu biliyordum.”
“Defolsana onu çoktan kullandım. Aradığın ben de değil.”
“Sen de olduğunu biliyorum ve bunu sen de biliyorsun, emdiğin güç fazlaydı, çok fazla.”
“Cehenneme kadar yolun var. Gel de al o zaman, Rick.”
“Madem öyle sevgilim bu işi uzatmayalım. Taşı ver de sana zarar vermeyeyim. Eğlenceli bir oyuncaktın.”
“Bir de kendi görseydin, ne eğlendim. Renkli taşlar tuzaktı, tek oynayan sen değilsin. Bi boka yaramıyorlar Rick. Hepsi uydurmaydı. Kanatlarımı korumalıydım, bilirsin, üzgünüm.”
“Kahretsin Sophie. Blöf yapıyorsun. Ver taşları.”
“Dedim ya onlar uydurma hepsini emdim Rick. Gücün damarlarımda. Gel ve al.”
Sesindeki aptal öfkeyi duyuyordum. Benim oyunum daha büyüktü. Bunu biliyordu. Benden laf aldığını sanarken ona ve ırkına iyi geceler masalı okumuştum, eğlenceliydi. Çevremizdeki halkayı görüyordum. Kanatlar ve mızraklar, her türlü silah. Sasha’nın omzunu sardım ve ayağımı yere vurdum. Havalanmamızla kanatlarımın açılması bir oldu. Ölümlülerin bizi göremediğini anlamıştım ama o görüyordu. Üzerinden uçarken fısıldadım,
“Üzgünüm sevgilim, hepsi oyundu ve ırkınız güzel bir oyuncaktı. İyi geceler!”
| |
| | | Aurélien Rhodanthe Lütfen rütbe edinin, yoksa oyuna dahil olamazsınız!
Lakap : bells Mesaj Sayısı : 1158 Yaş : 31 Kayıt Tarihi : 11/07/10
Karakter Detayı Statü: Uyarı: 0/0
| Konu: Geri: Elf olmak için Ptsi 06 Haz. 2011, 17:51 | |
| Yıldız Seviyeniz : *** Rütbeniz veriliyor. Keyifli Rp'ler. | |
| | | Jens Winstead Lütfen rütbe edinin, yoksa oyuna dahil olamazsınız!
Nerden : Benden xD Mesaj Sayısı : 6 Yaş : 32 Kayıt Tarihi : 23/06/11
Karakter Detayı Statü: Uyarı:
| Konu: Geri: Elf olmak için Perş. 23 Haz. 2011, 16:43 | |
| Karakter Adı: Jens Winstead Karakter Yaşı: 22 Tercih edilen Soy: Kara Elfleri Karakter özellikleri: Enerjiktir. Ne yapacağı tahmin edilemez. Yaramazdır. Meraklıdır. Anlayışlı ve hoşgörülü görünür. Aslında seçicidir. Çoğu zaman ben-merkezcidir. Sinirlendiğinde fevri davranır. Korku temalı her şeye bayılır. Meslek varsa belirtin: - Örnek Rp veya Yıldız Seviyesi - Spoiler:
şın...şın...şın... Yağmurun yağması felaket demek mi yoksa bereket mi? Bazılarına göre bereket bazılarına göre de felaket...Ona göre felaketti. Islanmaktan korktuğundan değil, bulutların gözyaşlarını görmekten hoşlanmıyordu. Garip bir hüzün kokusu alırdı havadan. Aslında asıl sorunda bu değildi. Ne zaman yağmur yağsa, kötü bir şeyler oluyordu etrafında. Yakınında olsun ya da olmasın farketmiyordu. Ve bunları görmekten de nefret ediyordu. Bulutların hüzününü kendisine bulaştırmasından da. Düşünmeden edemiyordu hüzün vücuduna aktığında. Kendisi bir bulut olsaydı acaba böyle kederli ağlayabilir miydi? Usul usul bile ağlayamazken... Gözlerini sımsıkı kapatmak istedi. Farketti ki, hüzün gözlerini zaten kapatmıştı. Böyle hüzünlü olmak ona göre değildi."Kahretsin! Ben burada ne halt ediyorum ki" diye mırıldanarak ağlayan bulutların altından çekildi. Onları yalnız bırakmak en iyisiydi. Kuyunun içine baktığında onu gördü. Hala orada çıkmaya çalışıyordu. Çıkamayacağını bile bile. Bakışlarında zevki aradı fakat bulamadı. Zevk almıyordu bu acıdan. O zaman neden Yoite onu böyle görmekten zevk almıştı? Nedenini bilmiyordu, bilmekte istemiyordu. Tırnaklarını kuyunun duvarlarına geçiriyordu. Her elini atışında Yoite, onun hissettiği acıyı tahmin etmeye çalışıyor ama yapamıyordu. Bu acıyı tatmak için onun yerinde olmak istemişti birden. Fakat bu doğru değildi. Onun orada cezasını çekmesi gerekiyordu. Öyle karar vermişti. "Yoi..te.." kızın titreyen sesi kuyunun her bir köşesine çarparak Yoite'ye ulaştığında, kızın cansız beyaz bedeni taş bir bebekmiş gibi suyun dibine doğru çökmeye başlamıştı. Yoite hafif bir tebessüm edip deli gibi bağırmaya başladı. " Hayır... hayır... Sid! Alec! Seth! Daisy!!! Mary jane...Mary Jane kuyuya düşmüş... Tanrıçam... tanrıçam .. tanrıçam..." bağırmaya devam ederken ve sevmediğinin ismini tekrarladığı için kendine lanet ediyordu. Deli gibi göründüğünü biliyordu. Deli gibi görünmek istiyordu. O an için... O an için arkadaşlarının paniklemesini istiyordu. Evet istediği olmuştu. Sid, Alec, Seth, Daisy, Mary Jane ve diğerleri... Benim biricik oyuncaklarım... Onlar orada bağırışıp ağlaşırken Yoite'nin yüzünde hafif bir tebessüm belirmişti. Onlara bakmaktan yorulup yüzünü bulutlara çevirdi. O hüznü hissetmek için. Bir şey hissetti. Derin çok derin bir şey. Kimsenin bunu hissedemeyeceğini düşündüğü inanılmaz bir şey! Hiç anlamamıştı. Aslında o hüzün değildi. Nefretti. Gerçek nefret, saf nefret! Bu onu mutlu etmeye yetmişti. Arkasını onlara dönüp oradan uzaklaşırken, yavaş yavaş onların anılarının beyninden kopup gitmesine izin verdi. Nyx'in ondan nefret etmesini istiyordu. Neden bunu istediğini bilmiyordu. Belki sevilmekten bıkmıştı. Belki de... Sevmekten... Mary Jane'i sevmişti. Hem de çok. Ona hala neden ihanet ettiğini anlayamıyordu. Ölmemesi gerekiyordu. Ölmemeliydi. Bu sadece bir oyundu. " Tanrıçam! Mary Jane! " Kızıl saçlı kız hıçkırıklar eşliğinde ağlamaya başlamıştı. Hıçkırığı her kesildiğinde "Tanrıçam! Mary Jane " diye tekrarlayıp duruyordu. Yoite, şimdi o kızı ana karakteri yapmak istiyordu oyununda. Gerçekten bu kadar zayıf mıydı? Küçük bir ölümde, Tanrıça'sına sığınacak kadar. Oyununda nasıl olacağını merak etmişti birden. Bu düşünce Yoite'nin heyecanlanmasına yetmişti bile. Fakat bir anda bütün isteği yok olup gitmişti. Sevdiği kızın ölmesine izin vermişti. Çünkü öyle olması gerekiyordu. Aslında şuan düşünüyordu da, ölmesi hiç bir şeyi değiştirmemişti. Havadaki o garip hüzün vücudunu sararken, kendini ona teslim etmekte geri durmadı. Yavaş yavaş vücudunu ele geçirirken, ona hiç tatmadığı özel bir mutluluk veriyordu. Mutlu oluyordu. Her bir ölümde, bu hüzün onu sarmalıyor ve onu mutlu etmesine izin veriyordu. O hüznü ilk defa küçüklüğünde hissetmişti. Geçmiş:
" Biliyor musun neko chan, annem yine bana gülümsüyordu. Fakat arkasını döndüğünde yüzünün müthiş bir şeye büründüğünü gördüm. " Kediyi okşuyor ve onun memnuniyet dolu mırlamalarını huzurla dinliyordu. " Nereden gördüğümü merak ediyorsundur. Aynadan... Acaba ona tekrar sorsam bana öğretir mi? O ifadeyi... Sormuştum ama 'kendin öğrenmelisin' demişti " kedi o sırada kollarının arasından fırlayıp kapının oraya gitti. Kadın bacağı gördüğünde onun kim olduğunu anladı. Annesi. Annesinden başka kimono giyen yoktu evde. Çekik büyük gözleriyle, minik ve narin vücuduyla tipik bir japon kadınıydı. Fakat yüzündeki o gülümseme hiç bir japon kadınında yoktu. Gülümserken gözleri heyecanla parlıyor, yanağındaki gülümseme yavaşça dudaklarına kayarken, geçtiği yerlerde heyecan kırıntıları bırakıyordu. " Benim küçük oğlum kedicikle mi oynuyor? Ona zarar verdin mi neko chan? " Dudağındaki gülümsemeyle konuşurken sesi melodik bir çıkıyordu. İnanılmaz..." Yoite..." Annesinin arkasında beliren siyah takım elbiseli somurtkan adamı gördüğünde, farkında olmadan yüzünde bir gülümseme oluşmuştu. Uzun zamandır olmayan o gülümseme. Annesine imrendiği o dehşet verici gülümseme olmasa da annesinin tatmin olmasına yetmişti. " O köşede oturup farelerin seni kemirmesine izin mi vereceksin " Babası Yoite'ye nefret dolu bakışlarını göndermişti. Bu bakışlarıda öğrenmek istiyordu. Hayrandı babasına. Onun gibi olmak istiyordu. Fakat annesine baktığında babasını unutuyordu. Çünkü bütün istedikleri annesindeydi. Annesi sanki onu anlıyormuş gibi bakıyordu. Onun yalnız dünyasında oyun oynamasına izin veriyordu. Karakterler yaratmasına karşı çıkmıyordu. Fakat babası bunu istemiyordu. " Orada oturup annen gibi olmak istiyorsan devam et. Ama şunu sakın unutma evlat. " diyerek arkasını annesine döndü. Kadın döndüğünü görmemişti ama farketmişti. O giderken gözlerini kapatmış, kocasının attığı her adımın melodisini dinliyordu. Yoite ne yaptığını anlamaya çalışmıştı ama anlayamamıştı. " O yer bir gün seni terkedecek... " Kapı gıcırtısını duyduğunda babasının gittiğini anlamıştı. Fakat kadın Yoite'ye sade bir gülümsemeyle baktıktan ve " Benimle gel oğlum..." dedikten sonra kocasının yolunu takip etti ve aynı kapı gıcırtısını tekrar duydu. Yoite yavaşça ayağa kalktı ve kediye baktı. Siyah kedi sarı gözlerini ona dikmiş hüzünlü hüzünlü onu seyrediyordu. Sonra kedi Yoite'nin önüne geçip yol göstermek için ilerlemeye başladı. Annesinin ve babasının girdiği odanın kapısının önüne geldiklerinde kedi durdu ve Yoite'ye baktı. Yoite ise ona bakmadan kapıyı içeri doğru itti. Kapı gıcırtısız ama büyük bir esinti ile açılmıştı. Perdeler uçuşuyor, camlar titriyor ve oda meltemle doluyordu. Ve odanın ortasında... " Yoite... Oğlum... bu gülümsemeyi istiyor musun? " Annesi bunu farklı bir şekilde söyleseydi eğer, istemediğini söyler, artık bunu bitirmesini isterdi ondan. Fakat annesi, o istediği gülümsemeyle ona bakarken başka bir şey düşünemezdi. Beyni istiyorum istiyorum istiyorum istiyorum istiyorum istiyorum la dolup taşıyordu. " İstiyorum " diye mırıldandı büyülenmişçesine. Annesi ona o şevkatli gülümsemesiyle son bir kez baktıktan sonra o Yoite'nin en sevdiği gülümsemesini yüzüne yerleştirirek elindeki gümüş hançere baktı. Ucunda bir şey vardı. Yere her çarpışındaki çıkarttığı ses pencerenin titreyen diş sesleriyle ve annesinin gülümsemesindeki duygu odadaki meltemle karışıp kısa bir senfoni oluşturuyordu. " Sevdiğine onu sevdiğini söylemelisin. Bununla... " diyerek ona hançeri uzattı. Ama bakışları dizinin üzerindeki bir şeydeydi. Yoite o bakışların kendisinin üzerinde olmasını istedi. İlk defa annesinin bakışlarına olan tutkusunu farketmişti. Ve annesine doğru bir adım attığında, annesinin dizlerinde yatan ıslak bedeni gördü. " Yoite... Ben mi yoksa neko chan mı? " diye Yoite'ye baktı kadın. O arzuladığı gülümseme ve bakışlarıyla Yoite'yi yıkıyordu sanki. " Sen... " dedi Yoite masum bir ses tonuyla. " O zaman küçük oğlum al bunu ve et nefret ettiğin yerime yerleştir. Ki orası güzelleşsin... " Sesindeki o melodik ton geri gelmişti. Yoite onun yüzünü tam göremesede o gülümsemenin dudaklarında olduğunu biliyordu. Annesi kanlı ellerini Yoite'nin sağ eline götürüp hançeri aldı ve onu sol eline geri verdi. " Bunu sol elinle yapmalısın. Ben sağ ile yaptım. Fakat bu senin ilkin... Sol her zaman uğur getirir. Şimdi nereyi istiyorsun " dedi ellerini onun ellerinden çekerken... " Karnın anne. " Kadının yüzünde ilk şaşkınlık belirdi fakat meltemle birlikte o şaşkınlık aniden yok oldu. " Acılı istiyorsun... Peki. " dedi ve eğilip dizlerindeki aşkının alnına öpücük kondurdu ve Yoite'ye bakıp ona başını eydi. " Anne... Üzgün olmalı mıyım? Üzülmeli miyim? " Kadın ona baktı ve " Şimdi değil. Eğer bir gün kendini mutsuz hissedersen, o zaman üzülürsün. " diyerek Yoite'nin yüzünü okşadı. Yoite hançere baktığında annesinin okşarken yüzünde bıraktığı lekeleri gördü. Annesine baktığında yüzünde o sevdiği gülümsemeyi göremeyince ani bir kızgınlıkla annesinin karnına hançeri sapladı. Kadından hafif bir acı sesi çıksada Yoite'nin o sevdiği gülümseyişi yüzünde tekrar belirdi. "Aferin..." diyerek kocasının ayaklarının yanında düştü hafifçe... " Öğrendin... benim öğrendiğim gibi... " dedi ve kocasının cansız elini tuttu. Yoite panikle yanına geldiğinde kadın Yoite'ye o gülümseyişiyle baktı. Fakat bir şey söylemedi. Yoite ise ona son bir kez baktıktan sonra babasının yüzüne baktı. Boynunun ortasındaki kara delik ve o kara delikten çıkan kırmızı sıvı dikkatini çekti. Sonra babasının gözlerine baktı ve o istediği bakışlarıyla karşılaştı. Bir an delirdiğini sandı ve hala elinde duran hançeri babasının sol gözüne sapladı. Annesi kanlı bir kahkaha attıktan sonra " Belki de benden daha iyi öğrendin." dedi. Şimdi ki:
"Yoite! Sen iyi misin!" Sese doğru döndüğünde saçları beyazlamış, yaşlılıktan vücudu kırış kırış olan adamla karşılaştı." Ojii chan... Hiç karnından bıçaklanıpta ölen birisini gördün mü? "" Hayır Yoite. "" Ölüm uzun ve acılı olur... " dedikten sonra adama ve diğerlerine arkasını dönüp ormana doğru yürümeye başladı. Geçmiş: Son bir meltemle garip bir hüzün vücudunu sarmaya başlamıştı, kendini ona teslim etmek istemişti aniden bu hissin ne olduğunu bilmediği halde. Yavaş yavaş vücudunu ele geçirirken, ona hiç tatmadığı özel bir mutluluk vermişti.Mutluluk mu?. Mutluluğu sadece annesiyle tatmıştı ve annesi mutlu olmasını sağlayan şeyi ona hediye etmişti. Meltem hafifçe vücudundan ayrılıp açık pencereden çıkarken perdeleri dışarı doğru uçurmuştu ve ardından denizin acılı çığlığına karışarak, ona o garip mutluluğu hediye etmişti. Aynı annesinin ona yaptığı gibi... Hiç ses duyamaz hale geldiğinde. Oda da annesi, babası ve kedi ile kalakalmıştı. Daha önce dördü birlikte bir odada bulunmamıştı. Ve bu onu öylesine mutlu etti ki, annesinden aldığı o hediyeyi ilk defa orada kullandı. " Gel buraya kedicik... " elini kediye uzattığında kedi onun kucağına atladı ve başını ona sürtmeye başladı. " Sende mutlusun ha... " diye gülerken, kedinin mırıldamaları odadaki senfoniye farklı bir ahenk katıyordu. Senfoni tamamlanmıştı... Şimdi ki : "Kısa da olsa..."Anne...Sen hiç hissettin mi? O hüzünlü mutluluğu... "Hey Yoite... Geliyorlar!"Ben her ölümde hissediyorum...
| |
| | | Aethra L. Pavone Seelie Sarayı Peri Leydisi
Mesaj Sayısı : 1318 Yaş : 28 Kayıt Tarihi : 25/01/11
Karakter Detayı Statü: Yönetici Uyarı:
| Konu: Geri: Elf olmak için Perş. 23 Haz. 2011, 18:39 | |
| Yıldız seviyeniz:***** açıkçası cidden rpnizi çok sevdim. Tuhaf bir yapısı vardı ama bana göre çok harikaydı.
Rütbeniz veriliyor. İyi rpler (: | |
| | | Angela Marlyssa Nefilim | Gölge Avcısı
Lakap : Ölüm meleği. Nerden : İdris. Mesaj Sayısı : 201 Kayıt Tarihi : 30/07/10
Karakter Detayı Statü: Uyarı:
| Konu: Geri: Elf olmak için C.tesi 02 Tem. 2011, 21:15 | |
| Karakter Adı: Angel Karakter Yaşı: 23 Tercih edilen Soy: Orman elfi Karakter özellikleri(Tercih edilen soyla uyumlu olmalı): Sakin ve sağuk kanlıdır. Onuruna fazla düşkündür. Yalan söylemekten nefret eder. Burnu havada biridir ve kendini çoğu kişiden üstün görür. Duygularıyla hareket etmez. Her zaman mantığının peinden gider. Meslek varsa belirtin:(Rütbenize yazılacak): Savaşçı Örnek Rp veya Yıldız Seviyesi: ***
En son Angel tarafından Paz 03 Tem. 2011, 07:09 tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi | |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: Elf olmak için C.tesi 02 Tem. 2011, 21:18 | |
| Kişisel özelliklerinizi de yazın lütfen. Forma boş yere konmuyor bunlar. |
| | | Angela Marlyssa Nefilim | Gölge Avcısı
Lakap : Ölüm meleği. Nerden : İdris. Mesaj Sayısı : 201 Kayıt Tarihi : 30/07/10
Karakter Detayı Statü: Uyarı:
| Konu: Geri: Elf olmak için Paz 03 Tem. 2011, 07:10 | |
| Özür dilerim yazmayı unutmuşum. Düzelttim. | |
| | | Victoria Morgenstern Çember
Lakap : Vicky Nerden : Alacante Mesaj Sayısı : 844 Kayıt Tarihi : 13/07/10
Karakter Detayı Statü: Üye Uyarı: 0/0
| Konu: Geri: Elf olmak için Paz 03 Tem. 2011, 13:41 | |
| | |
| | | | Elf olmak için | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |
|