Mortal Instruments RPG Ölümcül Oyuncaklar'a Hoşgeldiniz...Görmediklerinizi Keşfetmeye Hazır mısınız? |
|
| 2. RPG Dersliği | |
|
+5Brooklyn Oliveira Julié Helen Darcia Elizabeth Rose Wayland Carmella Decartius Aurélien Rhodanthe 9 posters | Yazar | Mesaj |
---|
Aurélien Rhodanthe Lütfen rütbe edinin, yoksa oyuna dahil olamazsınız!
Lakap : bells Mesaj Sayısı : 1158 Yaş : 31 Kayıt Tarihi : 11/07/10
Karakter Detayı Statü: Uyarı: 0/0
| Konu: 2. RPG Dersliği Perş. 02 Eyl. 2010, 16:59 | |
| Rpg puanınızın düşük olduğunu düşünüyorsanız aşağıdaki formu doldurarak puanınızı yükseltebilirsiniz
Kullanıcı adı: Bitirdiğiniz 2 rp: Eski puanınız: Yeni rpg:
En son Isabella Serena Lively tarafından Ptsi 08 Kas. 2010, 19:50 tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi | |
| | | Carmella Decartius Moskova Baş İblis Efendisi
Mesaj Sayısı : 1257 Yaş : 28 Kayıt Tarihi : 12/07/10
Karakter Detayı Statü: Moderatör Uyarı:
| Konu: Geri: 2. RPG Dersliği Çarş. 08 Eyl. 2010, 20:36 | |
| A. Séptember Qixinâ & Alejandra Esmée Portelli https://mortalinstruments.forum.st/caylaklarn-yemek-salonu-f69/duzelmeye-balamken-t295.htm https://mortalinstruments.forum.st/karanlk-kzlar-erkekler-calma-odas-f85/durum-deerlendirmesi-ani-toplant-t163.htm
- Spoiler:
Sessizlik ve huzur… Tek istediği şey buydu. Sessiz ve huzurlu bir ortam. Şehrin gürültüsünden uzak ve hiçbir baskıyı hissetmeyeceği bir yer… Evet, tam olarak bunu istediğinden emindi. Ne annesinin nutuklarını işitmek istiyordu ne de sevgilisi için duyduğu endişeyi. Sevgilim… Sahi, gerçekten var mıydı öyle biri? Yaşıyor muydu? Bunlardan emin olamıyordu. Çünkü iki aydır haber alamıyordu ondan. Yattığı hastane şehir dışındaydı ve yanında olamamak öldürüyordu onu. Gittiği günden beri kendini odasına kapamıştı o da. Sadece kendisiyle kalmak istiyordu. Belki arar diye sürekli telefonunun başında bekliyordu. Hayattan tamamen soyutlamıştı kendini. Annesi de bu yüzden nutuk çekiyordu ya zaten. “Thomas gittiğinden beri odandan çıkmıyorsun. Lanet olası kıçını kaldır ve biraz dışarı çık!” Sesini yeniden kulaklarında duymak sinirini bozmuştu genç kızın. Az sonra yine gelip aynı şeyleri söyleyeceğini. Fakat bu sefer fahişe annesinden önce davranmaya karar vermişti. oturduğu yatağından kalktı ve derin bir nefes alarak gerindi. Küçük mor masasının üzerindeki saate baktı. Saat sekize geliyordu. Yanlış görmediyse tabi ki. Bilgisayarının bulunduğu siyah masadan siyah çerçeveli büyük gözlüklerini aldı ve saate bir kez daha baktı. Evet, saat sekize geliyordu. Dışarı çıkmak için güzel bir saat olmalıydı. Ne çok soğuk ne de çok sıcak. Akşamüstü serinliğini her zaman severdi Esme. Thomas’la beraber hep bu saatte dolandıklarını hatırladı bir an. Eski anılar gözünün önünden geçmeye başlamıştı yine. Buz mavisi gözlerinin pınarlarında yaşlar birikmişti. Sinir ve hırsla sildi gözyaşlarını. Hayır. Bu sefer O’nun için ağlamayacaktı. Madem unutulmuştu, o da unutacaktı eskiyi. Geleceğe bakma zamanı gelmişti artık. Yatağının yanında duran pelüş siyah terliklerini ayağına geçirdi ve dolabına yöneldi. Aslında buraya dolap demek yanlıştı. Dolaptan çok odaydı burası. Giysi odası. Annesinin aldığı bütün zırvalar buradaydı. Genelde giydiklerini masanın altındaki küçük dolaba tıkmıştı ama şu anda yapmak istediği şey için günlük kıyafetleri çok abes kaçardı. Odanın beyaz kapısının önüne geldiğinde altın rengi tokmağı çevirdi ve kapıyı açarak içeri girdi. Kapının hemen solundaki ışık düğmesini bularak açtı. Floresan lamba başta birkaç defa yanıp söndü, sonra yanmaya başladı. Lambanın ışığı her ne kadar az olsa da içerideki onca kıyafet parıl parıl parlıyordu. Sinir bozucu ve bir o kadar da güzel. Sessizlik için bir yerlere gitmeyecek miydi? Bundan bir anda vazgeçmişti. Bir süre kapıya dayanıp kıyafetler baktı, daha sonra raflara doğru yöneldi. Burada binlerce kıyafet vardı belki de. Yarısından çoğunu hiç giymemişti bile Esme. Annesinin zoruyla belki birkaçını giymişti, onun dışında hepsi daha paketleri açılmamış giyilmeyi bekliyordu. Bu gece bunlardan birini giymeyi düşünüyordu Esme. Bu kadar çok seçeneğin arasında ne giyeceğine karar vermek gerçekten de zordu. Gerçekten güzel şeyler olduğunu yeni fark ediyordu. Buraya neden daha önce girmemişti ki hiç? Yaptığı en saçma şeylerden biri olduğunu düşünüyordu şu anda. Raflardaki ve asıklardaki tüm kıyafetleri tek tek inceliyordu adeta. Bütün kıyafetlere baktığını düşünürken odanın en arkasında parlayan bir şey gördü. Tamam, odadaki bütün kıyafetler parlıyordu, ama gördüğü şey ayrı parlıyordu. Odanın içinde iyice ilerledi ve ihtişamla parlayan şeyi aldı eline. Başta bunun bir bluz olabileceğini düşündü. O kadar kısa görünüyordu ki. Üzerine siyah beyaz taşlar işlenmişti, bu yüzden bu kadar çok parlıyordu elbise. Beyaz bir şerit sarıyordu sanki straplez elbiseyi. Esme’nin yüzüne bir gülümseme yayılmıştı. “Bu gece için muhteşem bir elbise.” Sözlerinin ardından üzerindeki geceliğini tek bir hamlede çıkardı ve elbisenin fermuarını açıp üzerine geçirdi. Solundaki fermuarı tekrar çekti. Elbisenin olduğu yere biraz daha bakındı. Bu muhteşem elbisenin mutlaka en az bu güzellikte bir ayakkabısı olması gerekiyordu. Aradığını bulması çok da uzun sürmemişti zaten. Simsiyah, kocaman topukları olan bir çizme bulmuştu. Pembe makyaj aynasının önüne oturduktan sonra ayakkabıları ayağına geçirdi ve fermuarlarını çektikten sonra ayağa kalktı ve arkasına döndü. Topuklularla yürüyebildiği için şanslıydı. Buna annesi alıştırmıştı onu. Aynaya baktığında gördüğü ilk şey incecik bir bel ve muhteşem bacaklardı. Daha sonra solgun bir yüz… Bu yüzü elbet canlandırması gerekiyordu. Kalktığı koltuğa yeniden oturdu. Masanın üzerindeki makyaj malzemelerini teker teker açtı. Gözünden gözlüklerini çıkardı. Yüzüne öncelikle fondöten sürdü. Yüzüne biraz daha renk gelmiş gibiydi daha da bir renk gelmişti. Daha sonra gözlerini belirginleştirmek için siyah kalem çekti. Gözlerinde kalem doğal duruyordu, sanki sürmeliymiş gibi. Dudaklarına kıpkırmızı bir ruj sürmüştü. Tam on sekiz yaşındaymış gibi duruyordu. Hatta çok daha büyük gösteriyordu. Aynadaki yansımasına sürtükçe bir gülümseme attı ve ayağa kalktı. Siyah bir el çantası buldu ve odadan dışarı çıktı. Sırt çantasındaki cüzdanını ve telefonunu içine attıktan sonra boy aynasında kendisine bir kez daha baktı. “Muhteşemsin kızım.” Dedikten sonra karşısındaki güzelliğe bir öpücük göndererek odasından çıktı.
Merdivenlerden inerken evin içinde topuklularının çıkardığı ses yankılanıyordu adeta. Evin bu kadar sessiz olması sinir bozucuydu. Annesinin evde olmasına rağmen bu kadar sessiz olması sinir bozucuydu. Muhtemelen evin herhangi bir yerinde erkek arkadaşıyla yiyişiyordu. Nihayet hole vardığında derin bir iç çekti. Annesine sormadan arabayı almaması gerekiyordu, bu yüzden de her nerdeyse onu bulmalıydı. İlk olarak baktığı yerde olurdu her zaman. Bu sefer salona bakma gereği duydu. Düşüncelerinde de yanılmamıştı. Annesi salondaki bembeyaz koltukların birinde yalnız oturuyordu. Yalnız olması garibine gitmişti genç kızın. Boğazını sesli bir şekilde temizledi ve konuşmaya başladı. “Arabanın anahtarlarını istiyorum. Dışarı çıkacağım.” Kız sözlerini bitirdiğinde annesi bir anda arkasına döndü ve kızına şaşkın bir şekilde baktı. Gözleriyle şöyle bir kızını süzdüğünde şaşkınlığı biraz daha artmıştı. “Bu güzelliği neye borçluyuz küçük hanım? Yoksa kendine yeni bir erkek arkadaş mı buldun?” Kız annesine ukala bir şekilde gülümsedi. İğnelemesi umurunda değildi. En azından şu anda değildi. “Henüz değil. Ama muhtemelen olacak. Anahtarlar her zamanki yerinde sanırım. Bu gece beni… Bekleme. Sonra görüşürüz. Adiôs.” Kapıya yöneldi ve askıda asılı duran anahtarları aldı ve kapıyı çarparak evden çıktı. Merdivenleri hızla indi ve spor arabanın kapısını anahtarın tuşuna basarak açtı. Kapısını yukarı çekerek açtı ve şoför koltuğuna okuduktan sonra kapıyı tekrar çekerek kapattı. anahtarı arabanın anahtar deliğine sokup hafifçe çevirdi ve motora bastı. Motordan yüksek bir gürültü çıkmıştı. Aynı anda müzik çalar da çalmaya başlamıştı. Kız gaza bastı ve evin bahçesinden çıktı. Evinden en uzak bara doğru gidiyordu…
# BAR’A GİRİŞİ #
Esme nihayet bara geldiğinde kapının tam önünde durdurdu arabayı ve siyah camı sonuna kadar açtı ve başını dışarı çıkardı. Kapının önünde duran adamlardan biri gülümseyerek yanına geldi. Kız arabadan indi ve baştan çıkartıcı bir gülümsemeyle arabanın anahtarını adama verdi. “Dikkatli ol yakışıklı bu araba senden de pahalı.” Gerçekten bir sürtük gibi davranıyordu. Bu gece kendisinden, Thomas’ın bildiği Esme’den farklı olmak istiyordu. Bazı şeyleri feda edecekti bu gece. Barın girişindeki kırmızı hali göze gerçekten de güzel görünüyordu. Kapıya doğru yürümeye başladığında bazı fotoğrafçıların fotoğraf çektiğini görmüştü. Objektiflerin ona doğru çevrildiğini fark ettiğinde birkaç pozdan zarar gelmeyeceğini düşünerek poz verdi. Daha sonra topuklarını çıtırdata çıtırdata kırmızı halının üzerinden geçerek barın içine girdi. Ağırlıklı olan renkler gri ve siyahtı. Mordan sonra en sevdiği iki renkti bunlar. Duvarlar ışıkların etkisiyle renkten renge giriyordu aslında. Kırmızı, mor, mavi veya yeşil oluyordu. Koltuklar deridendi ve gerçekten burayı klas gösteriyordu. Arkası içki şişeleriyle dolu olan, ışığın etkisiyle simli simli parlayan mermer bara doğru yürümeye başladı. Daha bara oturmadan elinde bardakları dolduran kaslı barmen onu fark etmişti. Çarpık bir gülümsemeyle bakıyordu kıza. Esme de ona karşılık vererek yüksek sandalyelerden birine oturdu. “Bana bir tekila.” Geceye ağırdan başladığını biliyordu. Normalde bu yaşta içmemeliydi, bu yasaktı ama şu haliyle kimse inanmazdı onun on sekiz yaşında, bakire bir kız olduğuna. Barmen çarpık gülümsemesini yüzünden eksik etmeden başını onaylarcasına salladı ve tekila bardağını doldurduktan sonra kıza uzattı. Esme gülümseyerek bardağı adamın elinden aldı ve başına dikti. Hemen ardından bardağın kenarında duran limonu alıp emdi hızlı bir şekilde. Yüzünü ister istemez ekşitti. Başı şimdiden dönmeye başlamıştı. Bir bardak daha istediğini göstermek için mermer masaya koyduğu bardağı aldı ve şöyle bir salladı. Barmen gelip yeniden doldurdu bardağını. Tam tekrar dikecekken biri bileğinden tutmuştu. “Biraz hızlı gitmiyor musunuz hanımefendi?” Esme sağına doğru döndüğünde hayatında gördüğü en yakışıklı şeye baktığını düşünmeden edememişti. Daha ilk bakışında buz mavisi gözlerini adamın yosun yeşili gözlerine dikmişti. Gülümsedi yaramaz bir çocuk gibi ve bardağı bir kez daha kafasına dikip limonu emdi. “Daha yeni başlıyorum.” Hınzır bir şekilde gülümsedi ve devam etti. “Bana ayak uydurabileceksen katılabilirsin.” Göz kırptı ve bir bardak daha istedi. Adam kendisine bir viski söylemişti. Esme bardakları götürürken adamın hayranlık dolu bakışlarını üzerinde hissedebiliyordu. Bir bardak daha içebileceğini düşünemiyordu artık. Hiçbir şekilde sağlıklı düşünemiyordu. Adamın gülümsemesini görür gibi oldu. Net göremiyordu aslında. Alkol bütün duyu organlarının işleyişini değiştirmişti, uyuşturmuştu. Görüşü bozuluyordu ve hissizleşiyordu. “İstersen daha tenha bir yere geçebiliriz.” Adamın sesi gerçekten baştan çıkartıcıydı. Bu fikir Esme’nin kulağına hoş gelmişti. Fakat bunu sözleriyle belli etmemişti. Adamın kravatından tuttu ve kendine çekip kırmızı dudaklarını adamın dolgun dudaklarına bastırdı ve tutkuyla öpmeye başladı. Aslında tutku yoktu bu öpüşmede, hele aşk, hiç yoktu. Ama güzel duygular vardı içinde. Alkolün etkisi maksimum seviyedeydi ama. Adam genç kızın belinden tuttu ve kendi bedenine bastırdı. Aynı şekilde karşılık vermeyi ihmal etmiyordu. Kesinlikle muhteşem bir şey hissediyordu genç kız. Haz… Tam olarak hissettiği buydu. Vücudundaki östrojen miktarı git gide artıyordu. Adam kendi saklı mahremini kızınkine sürtmeye başladığında kızın boğazından ister istemez bir inleme çıkmıştı. Adam dudaklarını kısa bir süreliğine kızınkilerden çekti ve nefes nefese bir şekilde sordu. “Bunu istediğinize emin misiniz, hanımefendi?” Esme yüksek sesle bir kahkaha attı. Ne düşündüğünden emin bile değildi. Sanki onun yerine başkası konuşuyordu, hareket ediyordu. Dudaklarını adamın kulağına doğru götürdü ve baştan çıkartıcı bir sesle konuştu. “Kesinlikle evet..."
| |
| | | Elizabeth Rose Wayland Konsül Temsilcisi | Gölge Avcısı
Lakap : Lizbeth Mesaj Sayısı : 2356 Kayıt Tarihi : 11/07/10
Karakter Detayı Statü: Site Kurucusu Uyarı: 0/0
| Konu: Geri: 2. RPG Dersliği C.tesi 18 Eyl. 2010, 15:33 | |
| Tebrikler Rp Puanınız 100 Olmuştur. İlerleme ve gelişme ortadadır. Yazdığın rpleri okumak benim için çok zevkli... | |
| | | Julié Helen Darcia Lütfen rütbe edinin, yoksa oyuna dahil olamazsınız!
Lakap : İsmim çok mu uzun ? o.O Nerden : Porto Riko *-* Mesaj Sayısı : 246 Yaş : 29 Kayıt Tarihi : 15/08/10
Karakter Detayı Statü: Uyarı:
| Konu: Geri: 2. RPG Dersliği C.tesi 18 Eyl. 2010, 16:20 | |
| Kullanıcı adı: Julié Helen Darcia Bitirdiğiniz 2 rp: https://mortalinstruments.forum.st/koruluk-f43/zor-gunler-t486.htmhttps://mortalinstruments.forum.st/caylaklarn-yemek-salonu-f69/cadlarn-kavgas-boyle-olur-t401.htm Eski puanınız: 80 Yeni Rpg:- Spoiler:
'' Hayır , Claire !! ''
Çığlıkları koridorlarda yankılanıyordu. Acı dolu sesi kurtarılmak için yalvarıyordu. Onu saran kollar arasından kurtulmak için can çekişiyordu.
Claire ise olduğu yere mıhlanmış kızın acı çeken yüzüne bakıyordu. Elinden hiç bişey gelmiyordu. Orda öylece durmuş bütün olanların bir an önce bitmesi için gözlerini sımsıkı kapamıştı. Belki böyle durursa hepsinin rüya olduğunu anlar , yatağından terler içinde uyanırdı.
Ama hayır hepsi oldukça gerçekti. Görevliler kızı tutmak için tüm gücünü zorluyordu. En sonunda kız acıyla son kez çığlık attı ve pes etti. Claire adamların onu sürüklemesini izledi. Karanlık duvarlar üstüne geliyormuş gibi hissediyordu. Sanki onu yutacakmış gibi..
Yaklaşan ayak seslerini farketti. Yüzü kırış kırış olmuş bir adam ona acıyarak baktı. Bu olanlar onun suçu değildi. İnsanların ona acıyarak bakmasını istemiyordu. Her şeyi inkar etmek , ona bakan suçlacıyıcı gözlere hepsinin yalan olduğunu açıklamak istiyordu. Ama hayır.. Bunu yapamazdı.
Adam Claire 'ı süzdü ve eliyle kapıyı gösterdi.
'' Üzgünüm bayan. Ama artık çıkmak zorundasınız '' dedi yavaşça.
Claire adamın gösterdiği tarafa baktı. O kapıdan dışarı adım attığında birşey olmamış gibi eski hayatına dönecekti. Özgürlüğüne ve mutlu hayatına devam edebilecekti. Peki ya Meredith ? O bu duvarların arasında sonsuza dek köle gibi mi yaşayacaktı ? Bunu istemiyordu . Bunların hiçbirini istemiyordu. Koşup Meredith 'i o adamların kollarından çekip almak ve kapıdan çıkarmak istiyordu. Ama bu olanaksızdı.
Yaşlı adamın gözlerine baktı. Herhangi bir umut veya cevap aradı. Fakat hayır.. Adamın yapabileceği hiçbirşey yoktu. Tıpkı Claire gibi.
Claire sonunda pes etti ve başını öne eğdi. Yaşlı adamın peşinden yürümeye başladı. Koridorlar ona hiç bitmeyecek gibi geliyordu. Sonunda kapıya ulaştılar.
Görevliler katı suratları arasından Claire süzüyor yaşlı adam bir an önce onu buradan çıkarmak için sabırsızlanıyordu. Aslında Claire içinde aynı şey geçerliydi. Bir an önce burdan çıkmak ve koşarak uzaklaşmak istiyordu. Bugünü hiç yaşamamış olmayı isterdi. Hemde hiç.
Yavaşça adımını kapının dışına attı. Dışarısı yağmulu ve kapalıydı. Claire 'ın duygularını yansıtan bir gündü. Arkadan gürültüyle kapanan kapının sesi duyuldu.
Tek başınaydı. Sokağın ortasında etrafı inceliyordu. Dönüp koca binaya birkez daha baktı. Artık Meredith yoktu. Şimdi yapayalnızdı.
Yavaşça yürümeye başladı. İçi koşma isteğiyle doluydu ama mekanik haraketlerle yürüyordu. Sokağın sonuna doğru giderken bıraktığı insanı ve onun umutlarınının pişmanlığını yaşıyordu.
######
Claire penceresinin kenarında oturmuş dışarıyı seyrediyordu. Soğuk kış günlerinden biriydi. Şubat ayının ortalarındaydılar. Bembeyaz kar etrafı örtmüştü. Claire küçükken kara bayılırdı. Her kar yağdığında dışarı koşar kardanadam yapardı. Erimeye başladığında ise annesine ağlayarak koşar kardanadamın nereye gittiğini sorardı. Annesi ise tekrar kar yağdığında Claire için geri geleceğini söyler kızını mutlu etmeye çalışırdı.
Küçük haline dönmeyi şimdi nasılda isterdi. Her korktuğunda annesine sığınabilmeyi , kucağına yatıp annesinin onu yatıştırmasını ne kadar isterdi..
Ama şimdi herşey değişmişti. Küçük Claire artık kendinin bile tanıyamadığı bir insana dönüşmüştü. Meredith ile yaşadığı o korkunç günü hatırladıkça kendinden nefret ediyordu.
O günden sonra birkaç kere cesaret edip Meredith' i görmeye gitmişti. Ama çoğunda Claire ile karşılaşmak istemediğini söylemiş , onu geri çevirmişti. Bir süre sonrada Claire oraya gitmenin kimseye faydası olmadığını anlamış ve Meredith' i görmeye gitmeyi bırakmıştı.
O gün sıradan bir gün gibi başlamıştı aslında. Sabah her zamanki gibi güzelce hazırlanmış Meredith 'i aramıştı. Noel alışverişi için birlikte dışarı çıkmışlardı. Arabayı Claire kullanıyordu. İki kızda gülüşüyorlardı. Meredith 'in yeni bebeği olmuştu. Onunla geçireceği ilk Noel 'di bu. Bu yüzden çok heyecanlıydı.
Bir mağazanın önüne park etmişlerdi. Meredith arabadan inip mağazaya girmişti. Claire ise araba da beklemişti. Telefonu çalmıştı. Claire numarayı görünce korkuyla irkilmişti. Arayan Drew 'di. Drew Claire 'ın eskiden tanıdığı biriydi. Önceleri çoğu kez Claire 'ı tehdit etmişti. Claire birkaç kez polise gitmişti ama Drew herhangi bir suçta bulunmadığı için kanıt yoktu. Bu yüzden de polis birşey yapmamıştı. Ama o gün Drew Claire 'ın hayat boyu korkacağı birşey yapmıştı. Onun hayatta değer verdiği en önemli insanlardan birinin canını tehlikeye atmakla tehdit etmişti.
Meredith arabaya döndüğünde Claire kendinin iyi hissetmediğini söyleyip arabayı onun kullanmasını istemişti. Meredith arabayı sürerken yola birinin atladığını görmüş onu ezmemek için başka tarafa sürmüştü.
Herşeyin sonunda Claire ağır yaralanmıştı. Polisler Claire 'ın ifadesini almaya geldiğinde Meredith 'in suçlu olduğunu söylemiş , ondan şikayetçi olmuştu. Mahkemeden sonra Meredith 'in hapise girmesi gerektiğine şart koşulmuştu.
Claire derin bir nefes aldı. Bunların olmasını hiçbir zaman istememişti. Ama herşeyi Meredith için yapmıştı. Drew onu aradığında Meredith 'e zarar vereceğini söylemişti. Claire ise o zaman hiç birşey düşünememiş , Drew 'in Meredith 'e ulaşamayacağı tek yerin o olduğunu sanmıştı.
Claire yaptığının doğru olup olmadığını hala karar kılamamıştı. Bugünkü gazetelerin manşetlerinde Drew 'in ölüm haberini okumuştu. Trafik kazası geçirmişti.
Claire'ın gözünden bir yaş süzüldü. Yaptığı şeyin doğru olup olmaması umrunda değildi. O kızkardeşini koruyabildiğini biliyordu..
| |
| | | Brooklyn Oliveira Lütfen rütbe edinin, yoksa oyuna dahil olamazsınız!
Lakap : Lyn Nerden : Suların derinliğinde Mesaj Sayısı : 349 Yaş : 28 Kayıt Tarihi : 12/07/10
Karakter Detayı Statü: Üye Uyarı: 0/0
| Konu: Geri: 2. RPG Dersliği C.tesi 18 Eyl. 2010, 16:33 | |
| Kullanıcı adı: Lydia Madeleine Gloom ve Lana Diana Phelinna Bitirdiğiniz 2 rp: https://mortalinstruments.forum.st/dou-duvar-f42/topraa-darbe-t202.htmhttps://mortalinstruments.forum.st/kzlar-yatakhanesi-f63/korkunun-ecele-faydas-vardr-t410.htmBütün Ritüellere toplantılara ve derslere katıldım isterseniz bakabilirsiniz. Eski puanınız:86 Yeni rpg:- Spoiler:
O gece her zaman ki gibi mutsuzluk yine çökmüştü üzerine.Küçücük, ufacık kalmıştı yüreği.Hüzün dalgaları yayıyordu bedeni.Artık hiçbir acıyı hissetmez olmuştu.Alışmıştı buna.Her gece, her gün, her dakika acı vardı sadece.Canı, yüreği acıyordu.Vücudundaki morluklara ve kaçmasın diye sıkı sıkıya bağlanmış ellerindeki ve ayaklarında ki iplere aldırmıyordu.Hayattan bezmişti artık.Tek yapabildiği yalvarmaktı, tanrıya ve onu esir alan adamlara... Onun gibi binlercesi buradaydı.Kızları ayrı tarafa, adamları ayrı tarafa götürmüşlerdi.Her gün ayrı birer kıza tecavüz ederken ailesinden birilerini babasını, ağabeyini eğer onlar yoksa annesini getiriyorlardı yanlarına.Onların karşısında yapıyorlardı bu iğrençliği.Gözlerine soka soka.Hem ellerindekine hem de onun ailesine eziyet ede ede... Madison da onlardandı.Savaşta esir düşenlerden.Her gün onlarca asker geliyordu.Yanlarında getirdikleri onlarca acıyla.Ama Mady yinede şükür ediyordu.Onun ailesi yoktu.Bu kendini bilmezler onu ve ailesini yok etmek istemişlerdi.Aslında herkesi, bütün şehri.Atılan bombalardan biri evlerinin üstüne düşmüştü.Annesi babası veya canından çok sevdiği ablası o evin içinde kalıp can vermişti.Sadece Madison ve Jake kurtulabilmişlerdi.Çeşmeye su doldurmaya giden iki çocuğun dönerken evlerinin patladığını gördüğü manzara ikisininde gözlerinin önünden gitmiyordu.Jake burada değildi.O kaçabilmişti.Kaçıp kurtulabilmişti iki defa ölümden.Yetenekli bir çocuktu da zaten.Yıllarca ablasıyla beraber keskin nişan çalışmaları yapmışlardı.O bu işte uzman olmuştu.16 yaşında bir çocuk kendi kurduğu orduyu yönetiyordu.Mady kardeşiyle hep gurur duymuştu.Ama o ailesinin yüz karası olmuştu.Jake gibi başaramamıştı, esir düşmüştü.İşte yine bir tanesi geliyordu yanına.Yine kirletecekti ruhunu, bedenini.Uzun boylu siyah saçlı bir askerdi.Teker teker kızları süzdü.Sonra Madison'la göz göze geldi.Tıpkı saçları gibi simsiyah zeytin gözleri vardı.Mady bu adamı ilk defa gördüğünü farketti.Sanki aradığı şeyi bulmuş gibi hızla Mady'nin yanına geldi.Gözlerinde ki ışığı gördü Mady.Bu bir adam değildi.Kendiyle yaşıt bir delikanlıydı.Ama kaslı ve kuvvetliydi.Çok genç olmasına ramen orduya katılabilmişti demek.Çocuk Mady'nin gözlerinin içine bakarak konuşmaya başladı. -Adın ne senin? -Sanane! -Adın ne dedim sana! Çocuk kızmış gibi görünmeye çalışıyordu ama kızgın değildi. -Madison köpek.Benim adım Madison. Çocuk gülümsemişti.Mady şaşkınlıkla kızgınlık arasında kalmıştı. -Kaç yaşındasın Madison? -19. -Tamam ben bunu alıp odama geçiyorum. Diye bağırmıştı asker.Mady yine başlıyoruz diye düşündü ama ilk defa birisi onu odasına götürüyordu.Genelde herkesin içinde yapmayı tercih ederlerdi. -Niye odana gidiyoruz utanıyormusun yoksa? Mady bu soruyu dalga geçer gibi sormamıştı.Askerin gözlerindeki anlamsız merhameti gördüğü için sormuştu. -Hayır.Sana dokunmayacağım. Dokunmayacağımmı demişti? Mady duyduklarına inanamıyordu. -Dokunmayacak mısın? Nasıl yani? Çocuk durmuştu. -Bak beni dinle.Ben bunların yaptıklarına karşıyım.Sizlerden bazılarını en azından birinizi kurtarmam gerekiyordu.Ve ben seni seçtim.Madison. Asker yanlarında duran kapıyı açtı ve Mady'i içeri davet etti.İçeri girdiklerinde kapıyı arkalarından kitledi.Madison yalan söylediğini düşünüyordu.Yoksa neden kapıyı kitlemişti ki? Ama çocuk hiçte yalan söylemiş gibi değildi.Yavaşça yanına geldi ve ellerindeki ipleri söküp iplerden dolayı kızarmış ve yara içinde olan ellerini öptü. -Az kalsın kendimi tanıştırmayı unutacaktım.Ben Thomas ama Tom diyorlar.20 yaşındayım. Mady çocuğun siyah gözlerinin dolduğunu görüyordu. -Bende bu savaşta ailemi kaybettim.Aynı senin gibi yalnızım.Uzun süredir seni izliyorum ama kız kullanma iznine sahip olmadığım için yanına gelememiştim.O izni bugün kaptım ve senin yanına geldim.Amacım seni kullanmak değil.Seninle arkadaş olmak.Bunun yasak olduğunu biliyorum ama ruhuma ve kalbime söz geçiremiyorum.Seni tanımak istiyorum Madison. Mady Tom'a karşı bir şeyler hissettiğini farketti. -Bana Mady de.Ailem böyle derdi.Diyelim ki tanıştık ve arkadaş olduk Tom peki onlar beni kullanırken sen buna nasıl göz yumdun yada yumacaksın? Tom Mady'nin yanına oturup yanağını okşamaya başladı. -Mecburdum.Bir kere karşı çıkmaya çalıştım ama eğer seni sevdiğimi farketselerdi bugün ve bundan sonra seni almama izin vermezlerdi.Bundan sonrasına gelince, diğerlerinden izin aldım artık benimle kalacaksın burada.Bu odada.Tabii istersen.Ve kesinlikle sana dokunmayacağım.Ben yokken kapıyı kitler oturursun ben gelincede yine kapımızı kitler beraber otururuz.Ne diyorsun bitanem? -Tamam olur.Ama ben nerede yatacağım? -Benim yatağımda. -Hayır olmaz sen nerede yatarsın o zaman? -Yerde tabii ki. -O hiç olmaz.Sence de bir sakıncası yoksa beraber yatarız a... amaa.. sadece uyuruz. Sesindeki titreme Tom'u güldürmüştü. -Sen öyle diyorsan öyle olur ama kesinlikle rahatsız olursan yerde yatarım. Mady bu çocuğa güveniyordu.Güvenecek başka bir şeyi de yoktu zaten.Tom gidince kapıyı kitleyip kitap okuyordu.Tom geldiği zaman yine kapıyı kitliyorlardı.Tom ona yemek,su ve okuması için kitaplar getiriyordu.Mady mutluydu.Esirdi ama artık mutluydu.Hayatının aşkını bulmuştu sonunda.Hemde onu sadece öpüyordu... Bacağındaki keskin acıyla uyandı.Taş bir zeminde yatıyordu.Burayı tanıyordu.Hep durduğu yerdi.Hep yattığı, işkence gördüğü yer... Peki Tom'a ne olmuştu? Nereye gitmişti? Onu niye burada bırakmıştı? Bunu ona nasıl yapabilirdi? Sonra korkunç gerçeği farketti.Kalbinin tuzla buz olduğunu anladı hepsi birer rüyaydı...Yanında ki kalın ve yüksek sesle yerinde sıçradı. -Kalk hadi sürtük bu gece benimlesin... Ve ardından iğrenç kahkaha....
| |
| | | Elizabeth Rose Wayland Konsül Temsilcisi | Gölge Avcısı
Lakap : Lizbeth Mesaj Sayısı : 2356 Kayıt Tarihi : 11/07/10
Karakter Detayı Statü: Site Kurucusu Uyarı: 0/0
| Konu: Geri: 2. RPG Dersliği C.tesi 18 Eyl. 2010, 17:20 | |
| Julié Helen Darcia >> Oldukça hoş ve Akıcı bir Rp.. Rp puanınız 90 olmuştur...
Lydia Madeleine Gloom ve Lana Diana Phelinna >> Konusu ve akıcılığıyla nasıl bitti anlamadım. Çok başarılı Rp puanınız: 95 olmuştur. | |
| | | Deamon Austeja Lütfen rütbe edinin, yoksa oyuna dahil olamazsınız!
Lakap : Demon Nerden : Tatooine Mesaj Sayısı : 734 Yaş : 30 Kayıt Tarihi : 08/10/10
Karakter Detayı Statü: Uyarı:
| Konu: Geri: 2. RPG Dersliği Cuma 08 Ekim 2010, 13:23 | |
| DEAN ARCHİBALD 81
- Spoiler:
Dilara o gün işten biraz geç çıkmıştı. Yolda ne yemek yapacağını düşünüyordu. İstanbul trafiği her zaman ki gibi çok kalabalıktı, eve varması 2 saati bulmuştu. Eve geldiğinde tüm ışıklar kapalıydı, Dilara biraz şaşırmıştı o saatte kocası Ömer'in evde olması gerekiyordu. Kapıyı tam açacakken zaten açık olduğunu farketti, endişesi dahada artmıştı. İçeri girdi ve Ömer'i çağırmaya başladı ama ses yoktu. Telefonundan kocasını aradı, kocasının telefonu evin içinde çalıyordu. Işık düğmelerine yöneldi, ışığı açtı ve arkasını döndüğünde yerde yatan kanlar içindeki kocasını gördü. Çığlık çığlığa bağırmaya başladı kocasının yanına gittiğinde boynuna bir tornavida saplandığını gördü. Kendinde olmadan yardım çağırmaya başladı..
Ev çok kalabalıklaşmıştı, mahalledeki tüm komşular akın etmişlerdi, ambulans gelip cesedi almıştı ve olay yeri inceleme delil topluyordu. Dilara şoktaydı onu en yakın arkadaşı ve komşusu Meltem ve eşi Ozan teselli ediyorlardı, onlardan başka kimseyi odasına istememişti.
Baş komiser Kemal odanın kapısını çaldı Meltem ve Ozan'ın dışarı çıkmalarını söyledi. Dilara'dan olayı eksiksiz bir şekilde anlatmasını istedi. Dilara eve gelmesini, kocasını yerde kanlar içinde gördüğüne kadar her şeyi anlattı. Komiser katili bulacağına dair söz verdi.
Gece neredeyse hiç uyuyamadı. Kocasının o hali gözünün önünden biran olsun bile gitmedi. Sabah erkenden komiser gelmişti evin bütün çalışanlarının derhal evde olmasını istedi. Komiser " Tornavidanın üstünde parmak izi bulduk büyük ihtimalle katilin parmak izi olabilir" dedi. "Bu yüzden çalışanların parmak izlerini almamız gerekiyor". komiser "Sizinde parmak izinizi alacağız" dedi. Dilara hem sinirlenmiş hem de şok olmuştu " sakın kocamı benim öldürdüğümü düşündüğünüzü söylemeyin". Komiser " Hayır sadece standart bir prosedür" dedi.
Tüm çalışanların parmak izi alınmış ama hiçbirininki tornavidada bulunan parmak iziyle uymamıştı. Komiser eve gelip Dilara'ya "lütfen çok iyi düşünün bunu kimin yapabileceği aklınıza geliyor mu?" birkaç dakika düşündükten sonra Dilara'nın gözleri açıldı " birkaç gün önce eşim çok uzu süredir yanımızda çalışan bahçevanımız Recep Dayı'yı işten kovmuştu. Recep Dayı bunu size ödeteceğim deyip çekip gitti". Komiser hemen Recep Dayı'nın kimlik bilgilerini alıp koşar adımlarla evden çıktı.
Komiser Kemal merkeze gelir gelmez Bahçevanın bilgilerini verip araştırılmasını istedi. Masasında oturmuş bu cinayetin nasıl çözüleceğini düşünüyordu büyük ihtimal katil Bahçevan olabilirdi ama... Kapısı çalındı Komiser Kemal'in yardımcısı Cemre içeri girdi "Komiserim Bahçevan Recep dün gece çok geç saatlerde Antalya'ya giden bir otobüse binmiş" dedi.Komiser artık katili bulduğuna nerdeyse emindi. "Hemen otobüs firmasını arayın, otobüsün şuan hangi ilde olduğunu öğrenin ve o şehrin polislerine haber verin. Yarın o adamı burada istiyorum." Dedi
Bahçevan Recep Dayı tutuklandı ve hemen İstanbul'a getirildi. Hemen sorgu odasına alındı ve Komiser'e haber verildi. Komiser hiç vakit kaybetmeden sorgu odasına gitti.
Komiser Kemal Recep Dayı'yı görür görmez böyle bir adamın cinayet işleyeceğine inanmak istemiyordu. Recep Dayı sürekli " Ben yapmadım, 1 haftadır o evin yakınından bile geçmedim, Antalya'ya ancak o saatte bilet bulabildim..." diyordu. Ama ne yazık ki şahidinin olmaması ve başka zanlının bulunmaması tüm şüpheleri onun üzerinde topluyordu. Tek umudu tornavidadaki parmak izleriyle onunkilerin uyuşmamasıydı...
Komiser Kemal masasında oturmuş parmak izi analiz sonuçlarını sabırsızlıkla bekliyordu. Eğer parmak izleri uyuşursa katil kesinlikle Recep Dayı idi... Kapı çalındı ve yardımcısı Cemre analiz sonuçlarını getirdi. Komiser Kemal yanılmayı çok istiyordu Recep Dayının katil çıkmasını istemiyordu. Ve sonuç Recep Dayının parmak izleri uyuşmuştu... Katil Recep Dayı'ydı... Cinayet çözülmüştü. Hemen cinayetin çözüldüğünü Dilara'ya haber vermek için evlerine gitti, Dilara çok teşekkür edip ona çay ısmarladı...
Saat gece yarısını geçmişti. Dilara televizyon izliyordu, birden kapı çaldı ve Dilara'nın yüzünde bir gülümseme belirdi, gidip kapıyı açtığında beklediği kişi gelmişti Ozan... Hemen birbirlerine sarıldılar. Dilara " Aşkım planımız süperdi. Tüm suçu bahçevana yıkmak fikrine bayıldım. Ozan " Artık birbirimizin olacağız aramızda yalnızca benim eşim ve senin en yakın arkadaşın Meltem kaldı." dedi. Cinayeti işleyen Ozan'dı ama tornavidaya en son çıplak elle dokunan Recep Dayı olduğu için o hapise girmişti. Dilara ve Ozan içeride bunları konuşurken birşey unutmuşlardı. Pencere açıktı ve çöp dökmeye çıkan Meltem tüm konuşmalarını duymuştu..
Meltem hemen eve koştu ve kapıyı kapatıp yere çöktü. Ozan bunu yapmış olamazdı, gençliğinden beri ona deliler gibi aşıktı onun için intahara bile kalkışmıştı... Hele Dilara üniversiteden beri en yakın arkadaşıydı, onun için okuldan atılmayı bile göze almıştı... Bu acıyla daha fazla yaşayamazdı. Evin orta yerine ip bağlayıp kendini astı Meltem...
Ozan Meltem 'den nasıl kurtulacağını düşünerek eve geldi. Kapıyı biranda açınca şok oldu, Meltem kendini asmıştı... Ama Dİlara'ya olan aşkı gözlerini kör ettiği için en ufak bir acı bile duymadı. Dilara'yı çağırıp ortalığı topladılar, cesedi ise denize atmaya gittiler...
Dilara ve Ozan tüm eşyalarını toplamış son kez evlerine bakıyorlardı. Artık sonsuza kadar birlikteydiler, aralarında hiçbir engel yoktu. Cinayeti Ozan işlemesine rağmen ikiside polis ve kanundan kurtulmuşlardı... Peki ya Vicdanları.....
| |
| | | Elizabeth Rose Wayland Konsül Temsilcisi | Gölge Avcısı
Lakap : Lizbeth Mesaj Sayısı : 2356 Kayıt Tarihi : 11/07/10
Karakter Detayı Statü: Site Kurucusu Uyarı: 0/0
| Konu: Geri: 2. RPG Dersliği Cuma 08 Ekim 2010, 13:47 | |
| Konusu ve sürükleyiciliğine bayıldım. Bence çok hoş rp puanınız : 88 olmuştur | |
| | | Conerus Hell Greyn Lütfen rütbe edinin, yoksa oyuna dahil olamazsınız!
Lakap : Hell. Mesaj Sayısı : 165 Yaş : 28 Kayıt Tarihi : 28/09/10
Karakter Detayı Statü: Uyarı:
| Konu: Geri: 2. RPG Dersliği Perş. 14 Ekim 2010, 17:56 | |
| # Conerus Hell Greyn. # 84. # https://mortalinstruments.forum.st/dou-duvar-f42/kac-t866.htm # https://mortalinstruments.forum.st/starbucks-f79/ahh-tiortum-t804.htm(Aslında rp'de paragraflar vardı ama spoiler yapınca kayboldu.) - Spoiler:
Fazlasıyla sıcak bir yer... Havada bir tane bile bulut yok… Güneş gözlerimi kamaştırıyor…Zar zor açıyorum gözlerimi... Ve sadece kumla dolu bir yer görüyorum. Hiçbir şey yok etrafımda. Sadece kum ve güneş. Bir çöl burası. Uçsuz bucaksız bir çöl. Elimle gözlerimi güneşten korumaya çalışarak yürümeye başlıyorum. Ayaklarım kuma batıyor, yürümem zorlaşıyor. Bir elimle üstümü kontrol ediyorum. En son giydiğim kıyafetler var üstümde. Mavi ve düz bir kot pantolon, siyah, üstünde "Rock Music" yazan bir tişört ve basit bir spor ayakkabı. Gözlük istiyorum, etrafa bakıyorum. Hiçbir şey yok. Sola dönüyorum çöl, sağa dönüyorum çöl. İlerde bir şey var. Mavi ve ağaçlık bir yer. Bir umut içinde oraya doğru koşmaya başlıyorum. Kum koşmamı zorlaştırıyor. Susadım, susadım, diye geçiriyorum içimden. Yaklaştıkça oranın küçük bir su birikintisi olduğunu görüyorum. Susuzluğumu gidereceğimi düşünüyorum. Koşmaya devam ediyorum ve birikintiye yaklaşık yüz metrekalınca duruyorum. Çölün ortasında büyük bir su birikintisi. Bu bir mucize, diye geçiriyorum içimden. Daha da yaklaşıyorum. Birikintinin yanında büyük bir ağaç var. Üstünde kırmızılıklar. Elma bunlar, elma! İçime bir mutluluk doğuyor. Göz gezdirmeye devam ediyorum: Küçük bir göl. Dibi gözüken bir göl. Yanında ufak beyaz taşlar var. Sanki bir kıyı gibi. Özenle düzenlenmiş gibi. Benim ihtiyacım olduğunu bilen biri yaratmış gibi.Daha da ileri gidiyorum, ayağım kayıyor ve düşüyorum. Yüzükoyun yatar buluyorum kendimi. Elimle kuma bastırarak kafamı kaldırmaya çalışıyorum. İlk baktığım yer karşısı oluyor, birikintinin bulunduğu yer. Hayır, diyorum. Gitmiş, imkansız. Birikintinin olduğu yeri çölün diğer yerlerindeki gibi kum almış. Ağlayacak gibi oluyorum neredeyse. İki elimle kuma bastırarak dizlerimi düzeltiyor ve kalkıyorum. Ellerimi çırparak düşünüyorum. Lanet olsun, diyorum içimden. Yalnızca bir serap, lanet olsun. İlerlemeye devam ediyorum. İlerliyorum, yürüyorum ve koşuyorum. Sürekli etrafa bakıyorum. Neredeyim, diyorum. Biraz daha ilerliyorum, dizlerimin üzerine çöküyorum. Tanrım, diyorum. Yardım et bana, diye dua ediyorum. Gözlerim dizlerime doğru kayıyor. Yine ağlayacak gibi oluyorum, engellemek için kafamı kaldırıyorum. Hayır, diyorum. Dayanacaksın. Tekrar bakıyorum etrafıma,ileride bir siluet. Siyah bir siluet. Uzun boylu bir siluet. Heyecanla ayağa kalkıyorum ve onu gördüğüm yere, sağıma doğru koşmaya başlıyorum. Gözlerimi siluetten ayırmıyorum. Ellerini kaldırıyor siyahlar içindeki kişi. Bir anda güneş yok oluyor. Korkmadan ilerlemeyedevam ediyorum. Kara bulutlar geliyor etrafa. Bir anlığına havaya bakıyorum. Uçsuz bucaksız bir çölde yağmur bulutları, inanılmaz diyorum. Yağmur yağmaya başlıyor. Gülüyorum. Yağmur bardaktan boşalırcasına yağıyor. Yinede ilerliyorum, kum çamura dönüştüğü için biraz zorlanıyorum. Ama bakıyorum ki siluetin birkaç metre gerisindeyim. Arkasındayım. Biriyle konuşuyor gibi gözüküyor. Bir şeyler diyor. Bilmediğim bir dilde.Siluet susuyor, ince bir ses konuşuyor. Aynı dilde. Anlayamasamda dikkatlice dinliyorum. İnce ses susuyor, siluet kahkaha atıyor. Kalın bir ses. Bir erkek sesi. Ama susuyor, o ince ses tekrar konuşuyor. Biraz daha yüksek sesle. Tiz bir sesle. Arkasını dönüyor karanlık siluet. Beni görüyor. Yüzü kırışıklıktan gözükmeyecek halde olan bir adam. Beyaz tenli bir adam.Gözlerinin altında siyahlıklar var. Saçları gözükmüyor pelerinden. Kafasını da örtmüş. Azrail'in temsili silueti gibi. Gülüyor, gülünce o sarı ve kırık dişleri gözüküyor.Sol elini bana uzatıyor. Kaskatı kesiliyorum. Elini geriye doğru çekiyor, onunla birlikte bende ona doğru gidiyorum. Zorla. Çekilirken ellerime bakıyorum. Mavi ve şeffaf bir şey kaplamış.Ama normal bir şey değil. Adama dönüyorum. Elide aynı o şekilde. Sonunda adamın yanına varıyorum. Beni itiyor ve yere oturuyorum. İnce ses konuşuyor, adam kaşlarını kaldırıyor. "Demek öyle," diyor, "demek bu o." O, diyorum kendi kendime, "o" derken ne demek istiyor? Bu sırada üstümde etkinin kalktığını, hareket edebildiğimi farkediyorum. Az önce dediklerimi sesli bir şekilde söylediğimide. "O, çocuk," diye devam ediyor adam, "sen benim ailemi katleden ailenin bir üyesisin." "Katletmek mi?” diye soruyorum. "Ailenin büyücü dünyasının en önemli ailelerinden olduğunu bilmiyorsun demek," diyor. Büyücüler mi? Ailem küçüklüğümden beri onların gerçek olmadığını söyler. "Neden bahsediyorsun?" diye soruyorum adama. İnanmıyorum, diye geçiriyorum içimden.Büyücüler diye bir şey yoktur, diyorum. Adam kahkaha atıyor, susuyor bir süre. Ve devam ediyor: "Ailen Büyük Savaş denilen lanet olası savaşta bütün kahin torunlarını katletti. Benim ailemde kahin torunuydu. Onları da öldürdüler. Annemi öldürdüler. Aralarından bir tek kurtulan ben ve mahallemizdeki bir çocuktu. O yakalandı ve idam edildi. Ben ise hala aranıyorum. Ailen hiç esrarengiz bir şekilde ortadan kaybolmadı mı? Büyükbabanın senden sakladığı bir şeyler olduğunu hiç düşünmedin mi? Evinizin üst katındaki kilitli odaya hiç bakmadın mı? Girmek için uğraşmadın mı? Peki ya senin büyücü olduğunu sana söylemediler mi? Hem de Crown ailesinin en güçlü büyücülerinden olduğunu. Beni yok edecek güce sahip olan biri olduğunu." Neler saçmalıyorsun, diye sormak istiyorum adama. Ama soramıyorum. Kafam karışıyor. "Susma," diyor adam, "son cümlelerini söyle." Son cümleler derken neyi kastettiğini merak ediyorum.Ama ağzımdan kelimeler çıkmıyor. Hiçbir şey diyemiyorum. Dilim tutulmuş gibi. Adam sol elini kaldırıyor. Bana doğrultuyor. Ağzı oynamaya başlıyor. Duyamıyorum. Sağır olmuş gibi duyamıyorum. Göz bebeklerinin etrafı kırmızılaşıyor, kan kırmızısına dönüşüyor. Bağırmaya başladığını ağzından anlıyorum. Kafamı gökyüzüne doğru kaldırıyorum. Kara bulutların arasında bir çift göz. İki veya üç adam büyüklüğünde. Karanlık gözler. Adam daha da bağırıyor, kulağım onun kalın sesiyle doluyor. Duyabiliyorum bu sefer. Boğuluyormuşum gibi hissediyorum. Ağzımı oynatıyorum, ama ses çıkmıyor. Hayır, diye bağırmak istiyorum. Hayır, diyorum. Ölmek istemiyorum. Hayır diye bağırmaya çalışıyorum yeniden. Bu sefer sesim çıkıyor. Olabildiğince bağırıyorum, hayır diye.Yatağımdan zıplayarak uyandım. Gözlerimde çapaklar vardı, zar zor görüyordum. Biraz kırpıştırdıktan sonra gözlerimi, karşımdaki yaşlı yüzü gördüm. Kırlaşmış, hatta bembeyaz saçlar. Şaşkın bakan kahverengi bir çift göz. Kırışmış bir yüz. Sarı bir ten. Büyükbabam. Şaşırmış bir şekilde bakıyordu bana. Bağırdığımın farkında değildim. "Ne oldu?" diye sordu şaşkın bir şekilde. Kafam sağa doğru kaydı, büyükbabamın arkasından aynaya baktım.Terlemiştim, kızarmıştım. Büyükbabam gibi sarı bir tenim olduğum için kızarmış olduğum kolayca belli oluyordu. Bir damlacığın alnımdan aktığını fark ettim. Buz mavisi gözlerim yerinden çıkacak gibi duruyordu. Daha sonra kafamı sol tarafa çevirdim, saate baktım. 12:30. "Bugün günlerden ne?" diye sordum büyükbabama, onun sorusuna cevap vermediğimin farkındaydım. Gülümsedi ve "12 Eylül," dedi. 12 Eylül. 16. doğum günüm. Karşılıkolarak bende gülümsedim. Dalıp gitmişken "Sen söyle bakalım, yine mi kabus? Aynısı mı?" dedi büyükbabam. Yaklaşık 2 haftadır aynı kabusu görüyordum. Ama hep çöldeydim, daha ileriye gidemiyordum. Dün gece ise silueti görmüştüm. Karanlık siluet. Onun bana dedikleri geldi aklıma. Büyük Savaş. Büyücüler. Katliam. Anlayamıyordum, gerçek miydi bunlar? Yoksa sadece normal bir kabustan mı ibaretti? Tereddütlüydüm bunları sormakta büyükbabama, bana küçüklüğümden beri büyücüler gibi doğaüstü şeylerin var olmadığı söylenmişti. Kendisini büyücü diye tanıtanlar delinin tekiydi. Sonunda "Aynısı. Ama silueti gördüm. Hatta konuştum," diye başladım. Büyükbabam "Ne!?" diye bağırdı bir an. "Sadece bir kabus büyükbaba. Ama gerçekçi bir kabus. Bana bir şeyler anlattı. Crown’lar Kadim Savaş gibi bir şeyde onun ailesini katletmişler, bizde büyücüymüşüz. En önemlisi de ben onu öldürebilecek güçteymişim," diyerek devam ettim. Büyükbabam ayağa kalktı. Titrediğinifark ediyordum. "Saçmalık," dedi ve kapıya yöneldi. "Ama hissettim" - büyükbabam kafasını bana çevirdi - "beni öldürmek için bir şeyler yaptı. Gerçekten hissettim," dedim. Birkaç dakika durdu bana bakarak. Suskunluğundan yararlanarak "Ayrıca evin üst katındaki odayı da biliyor," dedim. "Bilinçaltı," diye fısıldadı ve odamdan çıktı. Kendime baktım, aynaya. Sağ kolumla alnımı sildim. Yatağımdan indim ve odadan çıktım. Kahvaltı için aşağı inecektim, basamaklardan inecekken aklıma üst kattaki oda geldi. Geri dönmeye niyetlenmiştim, büyükbabamın "Kahvaltı hazır," diye bağırışını duydum. Zaten oda kilitliydi. Gitsem bir farkı olmayacaktı. Koşarak aşağı indim. Sağa döndüm ve oturma odasından mutfağa geçtim. Omlet kokusu geliyordu. Direk masaya yöneldim. Ortada büyük bir tabakta omlet vardı. Yanında dilimlenmiş salam. Krem peynir, yağ. Zeytin ve beyaz peynir. Çiçek desenli tahta ekmeklikte dilimlenmiş ekmekler. Tam bir doğum günü kahvaltısı. Gülümseyerek yerime geçtim. Büyükbabamda karşıma oturdu. Çatalımı salama uzatıp batıracaktım ki kapı çaldı. Çatalı bıraktım ve büyükbabama baktım. Babamlar gittiğinden beri kapıya gelen sadece postacıydı. Onunda gözlerinden şaşırmış olduğu belliydi. Zil bir kere daha çaldı. Büyükbabam kapıya doğru yöneldi. Kalın bir ses "Nerde o?" diyordu. "Onu göremeyeceksin!" diye bağırdı büyük babam. Birkaç saniye sonra büyükbabamın önünde olduğu bir adam geçti karşıma. Ayağa kalktım. Rüyamdaki adamla aynı gibiydiler. Hatta gibisi fazlaydı. Kırışıklıklarına varana kadar aynıydı. Yine siyah pelerini vardı üstünde. Saçı açıktı bu sefer. Saç yoktu ortada aslında. Keldi. Bana bakıp güldü, rüyamdaki o kırık, sarı ve çürümüş dişler ortaya çıktı. Geriye doğru çekildim ister istemez. "İşte buradasın," dedi kelimelerini vurgulayarak. Büyükbabamı sağa doğru itti ve bana yöneldi. "Dokunma ona," dedi büyükbabam. Adam onu pekte takmışa benzemiyordu. Aramızda birkaç santim kalmışken durdu. Yine çıktı o iğrenç dişleri ortaya. Büyükbabam "Gücünü hisset! Git buradan," diye bağırdı. Adam "Eh," diyerek kafasını büyükbabama çevirdi. Bir el hareketiyle onu yere yığdı. Ona doğru koşacak oldum,eliyle geri çekti beni. "Sen bana lazımsın," dedi gülerek. Benim düşüncelerim büyükbabamın dediklerine yönelmişti. Gücünü hisset, git buradan. Aklıma okuduğum fantastik bir kitap geldi. Konsantre olunca ışınlanıyordu çocuk. Belki de ben o fantastik dünyanın içindeydim.Belki de konsantre olunca benimde gücüm çıkacaktı ortaya. Belkileri boşver, dedim kendi kendime. Gözlerimi kapadım. "Watts teyzelerin apartmanı," diye fısıldadım. Watts'lar, karşı apartmandaki yaşlı komşularımızdı. Beni çok severlerdi. Fısıldayarak hata etmiştim sanırsam. Gözlerimi açtım, bir an her yer karardı. Daha sonra kendimi Watts'ların küçük, pembe duvarlı; mor üzerine kırmızı çiçek desenli koltuklarla daraltılmış oturma odasında buldum. Bir saniye bile geçmeden o adam önümde belirdi. "Daha çok acemisin, istersen sana öğretebilirim," dedi, hain bir şekilde bakıyordu. Bir yandan da istediği şeye ulaşmış gibiydi.Evet, istediği şey benim, diye düşündüm. Bana ulaşmıştı. Hatta dün gece ulaşmıştı. Yine konsantre oldum, bu sefer halamın evine konsantre oldum, 2 cadde öteye. Biraz sonra kendimi halamın iki katlı dubleks evinde buldum. Şansıma evde kimse yoktu. Evin düzeni değişmişti. Eskiden solda olan kahverengi yemek odası sağ tarafa, 2 basamaklı merdivenin üstüne alınmıştı. Beyaz, siyah motifli köşeli koltuk ise sola alınmıştı. Siyah, LCD televizyon ise koltukların karşısındaydı. Ortada küçük, ayak uzatmalık mavi bir puf vardı. Eve göz gezdirirken bir puf sesiyle adam belirdi yine karşımda. "Böyle kaçamazsın," dedi.Doğru söylüyordu, nereye kadar yer değiştirecektim ki? Ama son bir kez kaçabilirdim, babamın yanına. Büyükbabam bir büyücüyse, o da bir büyücüdür diye düşündüm. "Son bir kez," diye fısıldadım adamın duyacağı bir şekilde. Gülümseyerek gözlerimi kapadım. Tekrar gözlerimi açtığımda boş bir ofisteydim. Karşımdaki duvar tamamen cam ile kaplıydı. İhtişamlı bir bina gözüküyordu. Dubai'dekiler gibi. Etrafa göz gezdiriyordum. Camın önündeki masaya kağıtlar yığılmıştı. Laptop kapalı bir şekilde duruyordu. Gri, küçük bir yazıcı vardı çaprazında. Masanın biraz sağında bir dolap vardı. Bir kapağı açık duruyordu. İçindeki yığılmış kitaplar düştü düşecekti. Bu sırada kapı açıldı, adam daha gelmemişti. Arkamı döndüğümde babamı gördüm. "Cla - Clayton!?" dedi kekeleyerek, şaşırmış bir şekilde. Bana sarılacak gibi oldu, yanıma geldi ama geri çektim ellerimle. "Şimdi sırası değil. Peşimde biri var!" diye bağırıyordum ona. Ellerim titriyordu. "Kim?" diye sordu babam, "Ben," diye cevapladı arkadaki bir ses. Arkamı döndüğümde adamın geldiğini gördüm. "Geri çekil Clayton," dedi sert bir sesle babam. Beni arkasına aldı ve adamın karşısına geçti. "Hani ailemizin bir kahini vardı," diye başladı adam, "'ailenizi katleden Crown'ların en küçük oğulları 16. yaşına gelinceseni öldürecek' demişti. Ben işimi garantiye alacağım, Bay Crown. Şimdi çekil önümden!" diyerek bağırdı adam. Babam konuşmaya başladı:- “Çekilmiyorum, oğlumu alamayacaksın!”- “Hadi ama, bak benim lanet olası babamı örnek al. Böyle bir yerde, beni başkalarına vermişti. Görmüştün, ama öldü. En acı şekilde öldü. Evinde kalp krizi geçirdi, yoksa biri mi öldürdü onu? Çözülemedi değil mi bu olay? Kimsenin gücü yetmedi bu olayı çözmeye! Annemle kaçarken de onu siz öldürdünüz! Bu olay sizin çocuğunuz ölmeden kapanmayacak! Hadi biraz örnek al da çekil önümden!”- “Daha çok beklersin!” diye bağırdı ve elinden çıkan kalın, mavi kıvılcımlarla Vincent’i masaya doğru itti.Beni eliyle biraz daha geriye çekti babam, gözlerini Vincent'in üzerinden ayırmadan. Dikkatlice izliyordum onları, Vincent zar zor ayağa kalktı ve elini babama yöneltti. Kırmızı bir kıvılcım çıktı onun elinden de, bu sırada gözleri bir anlığına kan kırmızısı olmuştu beyaz bölgeleriyle birlikte. Rüyamdaki gibi.Babam bir şeyler fısıldayarak kıvılcımları Vincent'e yolladı. Ama o da sağa kayarak sıyrıldı. Bu sefer o ağzını oynatmaya başladı, duyamıyordum ne dediğini. Ama babamın elini boğazına götürdüğünden anladım neler yaptığını. Yere düşecekken tuttum babamı, gözleri yerinden çıkacak gibi büyümüştü. Esmer teni kızarmıştı. Sırtından tuttum babamı vekendime doğru yasladım. Vincent fısıldamaya devam ediyordu. "Bırak onu!" diye bağırdım sinirli bir sesle. "Ona zarar verme," diye devam ettim. Gülüyordu büyülü sözleri söylerken. Daha da kızarıyordu babam. "Hayır," dedim, gözlerim dolmuştu "Bırak onu, geleceğim seninle," diyerek devam ettim. Babam kafasını salladı hayır anlamında. "Olmaz, ölmene izin veremem," dedim ona.Vincent sözleri kesti, babam elini boğazından çekti. Ayağa kalktı, kaşları çatılmıştı. Babamı bıraktığı için minnettar olabilirdim ona. Bu korkuyu yaşamıştım. Babam beyin ölümünün eşiğinden dönmüştü bir trafik canavarı yüzünden. Doğrusunu söylemek gerekirse kurtulması imkansız demişti doktorlar. Mucizeydi bu, demiştim o zamanlar. Evet, mucize. Büyü mucizesi. Babam elini kaldıracak oldu, "Oyunbozanlık yapma," dedi Vincent. Mutluluğu anlaşılıyordu sesinden. Büyükbabamın "gücünü hisset" demesi çınlıyordu beynimde. Belki de ilk büyümü yapma zamanı gelmişti. Kendimi toparladım. Babama baktım, gülümsedim. Anlamıştı galiba. Ellerimi yumruk yapıp bıraktıktan sonra (bu benim cesaret toplama hareketimdi) "Biraz mızıkçılık yapabiliriz ama," dedim.Gülümsedim ve sağ elimi Vincent'e yönelttim. Konsantre olmaya çalışıyordum. Elim ısınıyordu, kolum ısınıyordu, vücudumun sıcaklığı bir anda artmıştı. Gözlerime bir şeyler oluyordu. Gözlerimi kırptım, karşıdaki camdaki yansımama baktım. Benimkilerde kırmızıya boyanmıştı. Bir şeylerin olduğunu hissediyordum. Ellerimin uçlarına baktım, turuncu bir kıvılcım. Az sonra kırmızıya döndü. Daha da koyulaştı. Ve elimden Vincent'e doğru gitti. Onun uçtuğunu sanardı uzaktan biri görse. Fırladı ve camdan aşağı düştü. Masanın üstü ve yer cam kırıklarıyla doluydu şimdi. Babam elini kafama getirip saçımı karıştırdı. Dikkate almadım, cama doğru yöneldim ve aşağı baktım. Beş veya altıncı kattı burası. Vincent yatıyordu cam kırıklarının arasında. Alnından yanağına doğru kan akıyordu. Çizilmişti yüzü. Ama kimse dikkate almıyordu. Yerde ölmeye yakın biri yoktu sanki. Anlamamıştım bunu.Yağmur başladı. Hava bir anda karardı. Beyaz bulutların ve güneşin yerini kapkara bulutlar aldı. Yağmurlarla birlikte eriyip gitti Vincent. Ona dalıp gitmiştim. Bu sırada boğazıma bir kolun sarıldığını anladım. Sert bir şekilde sıkıyordu boğazımı. Kafamı çevirdim, Vincent'ti. Yüzünde hiçbir iz kalmamıştı. Sanki az önce 6. kattan aşağıya düşen o değildi. "Bende biraz mızıkçılık yapayım," dedi, gülüyordu.Arka tarafa döndük, babam yatıyordu yerde. Bir eli yerde, bir elide göbeğindeydi. Sağ gözünde biraz morluk var gibiydi. Siyah saçları dağılmıştı. Kolundan sıyrılmaya çalıştım Vincent'in ama işe yaramadı. Bir an titredim, yine hava karardı ve alacakaranlık olan bir yere geldik. Sadece bir lamba aydınlatıyordu eski bir çınar ağacını. Vincent'in dişleri gözüküyordu sadece. Nereye gelmiştim acaba? Tanrıça kimdi? Ne tanrıçasıydı? Rüyamda gördüğüm bir çift göz geldi aklıma. Kafamı gökyüzüne çevirdim. Bulutlar karaydı zaten, havada karanlıktı.Ama rüyamdaki gibi bir çift göz vardı yine yukarıda. Griydiler. Belki de kara bulutların üstünde rahatça görülebilmek istiyorlardı. Yaklaşık 3 adam büyüklüğündeydiler. Gökyüzünü kaplardı biraz daha büyüse. Vincent'te kafasını kaldırdı yukarı. Beni itti yere doğru, dizlerimin üstüne düştüm. "Tanrıçam, düşmanımı sizin önünüzde yokedeceğim," diye konuşmaya başladı Vincent. Daha sonra ellerini kaldırıp o bilmediğim dilde konuşmaya devam etti. Sustu, kafam gökyüzüne dikilmişti. Gri gözler kırpılmadan bakıyorlardı bana. Başka bir yerden, büyük ihtimalle o gözlerin sahibinden gelen bir ses inletti etrafı. Bağırıyordu, kulakları sağır edecek tizlikteydi. Ellerimle kulaklarımı kapattım sıkıca, işe yaramadı. Vincent eğildi o gözlerin önünde. Tekrar dikildi ve benim yanıma doğru gelmeye başladı. Geriye doğru çekilmeye başladım. Neden korkuyordum ki? Biraz önce onu ben düşürmüştüm binadan. Bende bir büyücüydüm. Güçlerimi kullanmam gerekliydi, yoksa ölecektim burada. “Kaçma, kaçamazsın,” diye fısıldarken Vincent, sağ elimin bir hareketiyle onu yere düşürdüm. Topraktan destek alarak ayağa kalktım ve koşmaya başladım. Bir geriye, birde gökyüzüne bakıyordum. Gözler sanki takip ediyordu beni. Gözlerimi bulutlardan kaçırıp geriye baktığımda Vincent’in peşimden koşmaya başladığını fark ettim. Sağ kolumu bir ışık huzmesi sıyırdı. Geriye döndüm ve ne olduğunu bilmediğim büyüler yapmaya başladım. Kendiliğinden oluşuyorlardı. Ben bir şey yapmadan. Nasıl bir şeydi bu? Aklım ermiyordu. Düşüncelerimden kendimi sıyırdım ve koşmaya devam ettim. O an aklıma bir fikir geldi. Işınlanmak, dedim kendi kendime. Nasıl unuttum ki? Belki de kurtulabilirdim buradan. Koşarken bir patikaya girdim. Sağlı sollu ağaçlar kaplıyordu burayı. Eski, sanki susuzluktan çürümeye başlamış ağaçlar. İlk gördüğüm ağacın arkasına giriştim. Gözlerimi kapadım ve “Babamın yanına gitmek istiyorum,” diye fısıldadım. Hiçbir şey olmadı. Tekrar denedim olmadı. Ayak sesleri duymaya başladım. “Nereye gittin Clayton’cuk?” diye bağırıyordu. Kalbim hızla atmaya başladı. Tekrar denedim, yine olmadı. Lanet olsun, diye bağırasım geliyordu. Ama Vincent arkamdaydı ve beni bulmamalıydı. Son şansım dedim, bir kere daha denedim ışınlanmayı. Yine olmadı. Sinirlenmiştim, “LANET OLASI BÜYÜLER! BABAMIN YANINA GİTMEK İSTİYORUM!” diyerek bağırdım, gözlerim kapalıydı. Ama ayak seslerinin yanıma yaklaştığını hissedebiliyordum. “İşte buldum,” derken Vincent sevinçle, ışınlanmıştım. Gözlerimi açtığımda babamın ofisindeydim. Büyükbabamı gördüm gözlerimi açtığımda. Ofis aynen bıraktığım gibiydi. Büyükbabam babama bir şeyler fısıldayıp duruyordu. Puf sesini duyarak bana baktı. Gözlerinin altları kızarmıştı. “Clayton! Aman Tanrım!” dedi ve bana doğru gelerek sarıldı. “Her an gelebilir, gitmeliyiz,” dedim büyükbabamı iterek. “Babam nasıl?” diye devam ettim. Hala yerde aynı şekilde yatıyordu. “Büyüler birazdan etkisini gösterir,” diye cevapladı sorumu büyükbabam. “Gidelim,” dedim ve babama yöneldim. Onu omzuma alacaktım ki arkadan bir ses “Çok ayıp! Misafirimiz nerelerdeymiş bakalım?” dedi. Vincent. “Lanet olsun,” diyerek döndüm ona. Büyükbabam aynı evdeki gibi yatıyordu yine yerde. Aslında onun için daha fazla endişeleniyordum. Yaşlıydı, bunları kaldırabilecek güçte olduğunu sanmıyordum. Sırıtıyordu Vincent, yüzüne doğru bir şeyler savurdum elimden. Zaman kazanıp babamı buradan götürmem gerekiyordu. Acaba onu ışınlayabilir miydim? Sol elimde bir şeyler gönderirken, “Annemin yanına!” diye bağırdım sağ elimi babama doğrultarak. Olmadı. “Annemin yanına!” diye bağırdım daha güçlü sesle, yine olmadı. “Yapamıyorsun,” dedi Vincent. Yanıma doğru yürümeye başladı. Babamı ışınlamakla uğraşmayı bırakıp Vincent’e döndüm. İçimden gelmiyordu onları – büyükbabam ile babamı - burada bırakıp gitmek ama yapmak zorundaydım. Vincent benim peşimdeydi, onları bırakacağını düşünüyordum hırsından. Gözlerimi kapatmama gerek kalmadan, dışarı çıkmak istesemde, bir alt kata ışınlanmıştım. Etrafıma göz attığımda mavi temizlikçi kıyafetli biri yerleri temizlemeyi bırakıp bana bakmaya başlamıştı. Arkada bir kadın ellerindeki kağıtları savurup dona kalmıştı. Gözlerini kırpıştırdı ve “İmdat!” diye bağırdı. Sağdaki ve soldaki bütün kapılar açılmaya başladı: Yırtık pırtık kıyafetli bir teyze, takım elbiseli bir adam; heyecandan elindeki laptopu yere düşürüp kıran bir iş kadını ve az daha kahveleri yere düşürecek olan bir çaycı. Ardından arkamdaki bir puf sesi ile daha da irkildiler. Vincent gelmişti. Bu sefer insanlar bakmayı kesip, canlarını kurtarmak için hızla kaçmaya başlamışlardı. Bir dakika sonra bomboş kaldı koridor. Temizlikçi yerde bayılmış yatıyordu sadece. Vincent ona bakıp sırıttı. Bu sefer ben bir sesle irkildim, çaprazımdaki işlem bölümündeki bilgisayardan gelen bir sesle. Anlaşılan birileri işten kaytarıp sohbet ediyordu internette. Her neyse, dedim, bunları düşünecek vakit değildi. Daha sonra söylerdim babama, tabi Vincent belasından kurtulabilirsem. Elimi ona doğrulttuğumda ağzımdan sözler çıkmıştı bu sefer. Anlamadığım dildeki sözler. Tanrıçayla Vincent’in konuştukları dile benzer bir dil. İkimizin arasında buz mavisi, şeffaf bir şey oluşmuştu. Geriye çekildim biraz. Vincent kısa bir sözle kırdı o şeffaf şeyi. Cam gibi bir şeydi anlaşılan. Çünkü kırıkları yere dökülmüştü, açık kapılardan içeri girmişti. Ve biride elimde, işaret parmağımın bitiminde bir çizik oluşturmuştu. Başta fark etmedim bunu, sonradan acımaya başladı. Ama öyle büyük bir acı değildi. Kısa sürede geçecek cinstendi. Bu sefer o bana bir şey yolladı, beni yere düşürdü. Ayağa kalktım güçlükle, ben daha bir şey yapamadan tekrar bir huzme yolladı bana. Bu sefer kenara çekildim ve koridorun sonundaki cama kadar gitti, kırdı o camı. Bir kapının yanına gelmiştim bu sefer. Yine ağzımdan bir şeyler çıktı ve Vincent’i uçurdu koridorun sonuna kadar. Onun yolladığı büyü ise arkamdaki kapıyı çıkardı yerinden. Kenara çekilmiştim de kurtulmuştum. Bitsin artık bu, dedim kendi kendime. Güç toplamaya çalıştım, nasıl yaptığımı sorsalar cevap veremezdim herhalde. Ama yapıyordum işte. Daha uzun bir söz çıktı ağzımdan. Ve sadece hava olarak gitti bana doğru yaklaşan Vincent’e. Gözleri yerinden çıkacak gibi bakıyordu büyü ona etki etmeden önce. Onu koridorun sonlarındaki, yaşlı teyzenin çıktığı kapıya kadar sürükledi. Hareket etmiyordu. Yavaş yavaş yanına yürümeye başladım cesaretimi topladıktan sonra. Elimi boynuna değdirdim. Ölmüştü. Ama bu kadar basit olamazdı. Benim yaptığım bir büyüyle nasıl ölebilirdi ki? Yere, onun yanına çömelmişken bir şeyler oldu. Üst kata çıkan merdivenlerin yanında, benim yaklaşık 2-3 metre önümde küçük bir kasırga çıkmıştı sanki. Ama pisliklerle dolu değildi, o klasik kasırgalar gibi değildi. Açık maviydi, sürekli dönüyordu. Fantastik filmlerin içinde hissettim bir an kendimi, ama zaten öyleydim. O kasırga ben hariç birçok şeyi içine çekmeye başladı. Vincent’ide. Tanrıça konuştu bu sefer, sesinden anlamıştım. Ama anlayabiliyordum artık o bilinmeyen dili. Bana bilinmeyen gibi gelmiyordu. Normal dilimle konuşuyordu sanki. “Sen güçlü bir büyücüsün, önünde başarılarla dolu bir gelecek var. Vincent Tanrıça'ya inancı en yüksek büyücüydü. Eğer şimdi Vincent’i affedip onun dirilmesine izin verirsen içindeki, sana karşı olan bütün kötü hisleri alınacak. Büyük Tanrıça, hep yanında olacak. Şimdi söyle bakalım acemi büyücü, affediyor musun onu?”“Ne?” demek oldu tepkim. Nasıl yani? Ölüler dirilmezdi ki! Ne yapacaktım şimdi? Belki de bana bir oyun oynanıyordu. Belki de bu önceden planlanmıştı. Kasırganın üstünde yine o gözler belirdi, bu sefer lacivertimsi bir renkti. Yine belli olmak için, diye düşündüm. Bu sırada kasırganın arkasında birileri belirdi. Omzuna uzanan kahverengi dalgalı saçları ve insanın içine işleyen ela gözleriyle annem, terlediği kır saçlarının açık bıraktığı alnından belli olan büyükbabam ve mavi gözlerinin altındaki morlukla, hala eskisi gibi olan babam. Bir an onlara doğru koşmak istedim ama babam hayır anlamında kafasını salladı. “Kararını ver,” dedi sakin bir ses tonuyla, “sana verdiğimiz öğütleri unutma.” Birini öldürmüştüm, beni öldürmeye çalışan birini. Ve şimdi benden onu affetmem isteniyordu. Ama o beni öldürmek isterken ben onu öldürmüştüm. Şimdi en büyük suç bendeydi. Sanırım kararım belliydi.“Affediyorum,” dedim kısık sesimle. Vincent kasırganın yanına kadar sürüklenmişti, şimdi onu yok etti Tanrıça. “Kutsanmış Ada’nın genç koruyucuları hep yanında olacak. Büyük Tanrıça hep senin yanında olacak. Merhametinle asilliğini belli ettin. Önündeki gelecek çok parlak. Büyük Tanrıça seni kutsuyor!” dedi o ses, Tanrıça’nın sesi. Ve kasırga ortadan yok oldu. Camları kırılmış, darmadağın koridorda. Birkaç saniye sonra kendimi ailemle birlikte evimde buldum. Mutfaktaydım. Gözüme masanın ortasındaki büyük pasta çarptı. Tam tamına 3 katlıydı, çikolatalıydı. Üstüne benim küçükken çok sevdiğim büyücü Merlin’in oyuncağı vardı. Pelerinindeki yıldızlar parlıyor ve gözleri ışıl ışıl bakıyordu. Canlı gibiydi. Yanında beyaz porselen tabaklar ile çatal ve bıçaklar vardı. Masanın ucundada en sevdiğim dilimlenmiş muzlu keklerden duruyordu. Annem, babam ve büyükbabam gülümsüyorlardı bana. Annemle babam yanıma gelip sarıldılar bana. Daha sonrada büyükbabam geldi. “Çok iyi bir büyücü olacaksın,” diye fısıldadı kulağıma. Gülümseyerek geri çekildi ve pastanın üstünde mavi ve beyaz çizgili mumlar belirdi. Her katında 5’er tane vardı. Merlin oyuncağının önünde de 1 tane. Bir üfleyişte hepsi söndü. Ailem alkışladı. Camdan dışarı baktım bir an. Akşam olmuştu. Gökyüzünde parlayan ay gülümsüyordu sanki bana. Yıldızlarda onunla birlikte eşlik ediyorlardı. Bir gölge gördüm sanki. Kapıya doğru geliyordu. Hızlıca kapıya doğru koştum. Babam ve büyükbabamda benim biraz gerimde duruyorlardı şaşkın bir şekilde. Kapıyı açtım, geriye doğru çekildim. Vincent. Simsiyah gözleriyle bana bakıyordu gülümseyerek. Dişleri sarı ve çürük değildi. Yüzünde herhangi bir şeyde yoktu. Elinde de kırmızı bir hediye paketi vardı. “Doğum günün kutlu olsun!” dedi gülümseyerek. Hediye paketini bana doğru uzattı. Elime aldıktan sonra kulağıma bir şeyler fısıldandı: “O senin en yakın dostun ve yol göstericin olacak. Her zaman yanında gerçek bir arkadaş olacak. Ona yaşanan olaylardan bahsetme, hafızasında olaylara dair hiçbir şey yok.” Hayatımdan çıkmasını istiyordum aslında. Sabah beni öldürmeye çalışan biri, şimdi benim dostum mu olacaktı? “Hayır, git buradan!” diye bağırdım ona, hediye paketini eline verdim ve kapının dışına doğru ittim. Kapıyı kapatacakken biri geriye çekti beni, büyükbabam. “Herkesin ikinci bir şansı vardır,” diye fısıldadı ve Vincent’e “İçeri gel,” dedi. Vincent şaşırmıştı ama tekrar gülümseyerek içeri girdi. Annem pastayı çoktan kesmiş ve tabaklara koymuştu. Merlin oyuncağını da benim oturacağım yerdeki tabağın yanına bırakmıştı. Ben yerime oturduktan sonra Vincent’te yanıma oturdu. Hemen pastadan bir parça aldı. Bana bakarak gülümsemeye başladı. Ben ise somurtarak ona bakıyordum. Büyükbabam bir ehem sesi çıkardıktan sonra pastama döndüm. Çabucak dost olmamı bekleyemezlerdi. Pastamdan bir parça aldıktan sonra aklıma bir şey geldi. Kilitli oda. Ne vardı orada? “Kilitli odada ne var?” diye sordum merakla. Büyükbabam “Her şeyi biliyorsun, gizlemenin anlamı yok,” diye başladı sözlerine. “Odada bir büyücü arşivi var. Büyücü olduğunu bilmediğin için senden saklıyorduk. Büyücüler dünya üzerinde çok az kalmıştı ve bizde artık normal insanlar gibi yaşıyorduk. Ama işe yaramadı. Öğrendin. Bir ara gidip bakabilirsin o odaya,” diye bitirdi cümlesini. Bu kadar basit bir şeyi benden saklamışlardı. Heyecanım bir an gitmişti. Daha sonra ofisteki olaylar aklıma geldi. “Baba,” diye başladım sözüme, “işlem bölümünde kim çalışıyor?” Sohbet olayını söylemeden duramayacaktım. “Bayan Granger. Neden sordun?” dedi merakla babam. “Sanırım işten kaytarıp arkadaşlarıyla internette sohbet ediyor,” dedim gülerek. Diğerleri de gülmeye başlamıştı, Vincent’te. Pastamı bitirdikten sonra oturma odasına geçtim. Vincent’te arkamdan geldi. Pastamı yerken bana aynı okulda ve aynı sınıfta olduğumuzu söylemişti. O pasta benim boğazımda kalmıştı. Hiçbir şey söylemeden oturuyorduk öylece, televizyondaki ulusal haberlere bakıyordum. Normalde hiç sevmezdim, sadece bir şeylerle uğraşmak için izliyordum. Eğer oyun oynasaydı bu kadar iyi oynayacağını sanmıyordum Vincent’in. Gerçekten içindeki bütün kötü duygular alınmış olmalıydı. İçtenlikle gülümsüyordu bana çünkü. Sanırım onu kabullenecektim. Haberler bitene kadar hiç konuşmadık. Annemlerde içeri gelmemişlerdi. Anlaşılan bizi yalnız bırakmak istiyorlardı. Vincent “Ben gidiyorum,” diyerek ayağa kalktığımda sevinmiştim doğrusu. Kapıya kadar uğurladım onu. Evden çıktıktan ve arkasından el salladıktan sonra kapattım kapıyı hızlıca. Ama bu sinirlerim boşunaydı, sanırım gerçekten dost olacaktık…
En son Conerus Hell Greyn tarafından Paz 17 Ekim 2010, 13:47 tarihinde değiştirildi, toplamda 2 kere değiştirildi | |
| | | Hera Nicolaevna Galine Lütfen rütbe edinin, yoksa oyuna dahil olamazsınız!
Lakap : lakaba ihtiyacım yok ne yazıkki bir sürü var :( Nerden : Fransa-paris (Sonra Mesaj Sayısı : 268 Yaş : 29 Kayıt Tarihi : 12/07/10
Karakter Detayı Statü: Uyarı:
| Konu: Geri: 2. RPG Dersliği Perş. 14 Ekim 2010, 18:38 | |
| Kullanıcı adı:Hera Nicolaevna Galine Bitirdiğiniz 2 rp:https://mortalinstruments.forum.st/tuneller-f81/ https://mortalinstruments.forum.st/koruluk-f43/olemme-taas-yhdessa-t320.htm Eski puanınız: 78 Yeni rpg: Hemen yanımızdabulunan eski ve bir o kadarda döküntü kilisenin çanlarıyla uyandım aslında budurumdan şikayetçiydim ama annem bununla yetinmemi ve bizim çok paralı ailelerolmadığımız için gereksiz şeyler için para harcıyamayacağımızı söyler ve birkaç kere bunları yüzüme vuraraksöylenirdi.Henüz uykumu alamasamda annemin sesiyle kalkmak zorunda kaldım.Ardındankapı açıldı ve babama bağırmakta olan annem çabuk olmam için beni zorlayarakdürtmeye başladı. ‘’Anne sessiz olurmusun lütfen bugünden nefret ettiğimi biliyorsun!! ‘’ diye bağırdım ancak aldığım cevapakıl sağlığımı bozucak derecede kötü idi ve benim nefret sebebimdi. Annene bağırma bu gün o Mektebe gidilecek!Neyden mi bahsediyorum tabi ki yeni gideceğim o mektep.Amabununla yetinmeliydim çünkü yeterince paramız yoktu ama bu mektebi istemiyordumki. Küçük çatı katımızdan ziyade aşağı indim merdivenlergıcırdamaya başlamıştı bile.Annemin elime tutuşturduğu içi domates ve kaşardolu tostu kaparak tekrar yukarıya üstümü giyinmeye çıktım.Üstüme çok yeniolmayan ama en şık elbisem olan mavi ayaklarıma kadar bir elbise ve kafama onabenzeyen mavi bir şapka taktım böylece şirin bir pozisyon almıştım.Tostumun sonlokmasınıda çiğnedikten sonra babamın sürdüğü küçük faytona atladım.Okulunönüne geldiğimizde beni burada orta yaşlı bir muallime karşılamıştı.Gelirgelmez soru yağmuruna tutmasına karşın onu dinlemekten ziyade ben okuluinceliyor ve sorunlarını buluyordum.Aslında bu okulda kilise kadardöküntüydü.Ancak… Heyy talebe! Beni dinleyinizöncelikle adınızı sormak isterim? Neyce konuştuğu bile anlanılmaz bu kadın beni uyarırken bilegözlerim okula çevriliydi. Adım Elenore. Elenore Oscuro birsorunmu var efendim..? Hayır bizde seni bekliyordukElenore.diyerek çeke çeke yine eski püskü bir sınıfa götürdü burada benibaşka bir muallim karşıladı bir şeyler fısıldadı ama diğer talebelerinlakırdıları yüzünden anlamak imkansızdı. Efendim sizi anlamıyorum dedim açık sözlü bir şekilde adamönce eğildi suratıma bakarak tek kaşını havaya kaldırdı sonra gözleriyle beniiyice süzdü.Ve cevap verdi. Hadi kendine bir sırabul ayrıca adın ne senin? Dedi ve yanağımı okşadı bu beni karşılayanmuallime ye benzemiyordu daha kibar ve sakin bir adamdı hiç düşünmeden Elenore adım Elenore dedim sakince ve en arkadakiboş sıraya oturdum.Birden sınıftaki lakırdılar yerini boş bir sessizliğekaptırıverdi.Öndekilerin yüzü bana döndü ve bana dünyada olmayan bir eser gibibakmaya başladılar.Ama aldırmadan yırtılmak üzere olan küçük kitaplarımı açarakokumaya başladım.Az sonra içeri genç ve bakımlı bir muallime girdi ancak nekonuştuğunu duyamadan çıkıp gitti.O sırada Muallimimiz bana yaklaştı ve hadi sende git diyerek beni kaldırıp kapıyabıraktı.Bu hanım beni Mektep yöneticisine götürüyordu yolda ki anlamsızsorularıma ise cevap vermedi.Kapıyı çaldı ve gelen sese karşılık içerigirdi.Biraz sonra benide yanına aldı.Oturttu yüzümü yöneticiye döndürdüm Muallim bey bir sorun mu oldu bir şey mi yaptım? Amamuallim bana gülerek cevap verdi. Hayır bilgilerinialmak istedim sadece.Babam bunu halletmişti bir sorunoldu sanırım başka hangi bilgiye gerek var ki? Dedim küçük bir çocukgibi. Hayır canım ailenin bütçesini sormak istedikçünkü katkıda bulunabilecek bir durum içerisinde değilseniz bağış yapma gereğiduymiycaksınız.dedi küstahça ama gerekiyorsa sölemeliydim beyefendi annem ev hanımıdır babam ise faytondan parakazanır biz bu durum içerisinde bağış uygulayamayız! Dedim ve muallimeselam vererek çıktım arkadaki muallim hanım bu durumu pek göz önüne getirmesedeayıp olmuş gibiydi.Koşa koşa merdivenlerden indim buranın merdivenide bizimevimizden farksız değildi taş olmasına karşın gıcırdar gibi bir hali vardı.Sınıfımagirdim tahtaya karşı duran muallim şimdi bana bakıyordu onad selam verdiktensonra yerime oturdum ve kitaplarımın arasına sıkıştırdığım o kalemi çekipkitabımın üstüne gözlerimi yumdum. O sırada bir ses duydum Elenore sana söylemeyi unuttum ancak adım Deangelo bu muallimimiz den geliyordu ve bana hitapediyordu başımı kaldırıp ona baktım ve Merhaba Bay Deangelo diyerek gülümsedim onundacevabıda bir tebessüm olmuştu.O sırada yeni fark ettiğim şey akıllara durgunlukgetirir yan taraf rutubetliydi.Annem olsa bunun büyütülmiycek bir şey olduğunu söylerdi ama hava kirli paslanmış gibiydi... (biraz kısa ama ) | |
| | | Aurélien Rhodanthe Lütfen rütbe edinin, yoksa oyuna dahil olamazsınız!
Lakap : bells Mesaj Sayısı : 1158 Yaş : 31 Kayıt Tarihi : 11/07/10
Karakter Detayı Statü: Uyarı: 0/0
| Konu: Geri: 2. RPG Dersliği Cuma 15 Ekim 2010, 10:10 | |
| Hera Nicolaevna Galine >> Konusu güzeldi ama bi puanlama rp'si için kısaydı. Daha uzun olsaydı daha fazla verebilirdim.. Rp puanınız:84 olmuştur. | |
| | | Yusleidis D'oliveira Lütfen rütbe edinin, yoksa oyuna dahil olamazsınız!
Mesaj Sayısı : 475 Yaş : 29 Kayıt Tarihi : 12/07/10
Karakter Detayı Statü: Üye Uyarı: 0/0
| Konu: Geri: 2. RPG Dersliği Cuma 15 Ekim 2010, 16:09 | |
| Conerus Hell Greyn -> Rp niz puanlandı ama formu tam doldurduğunuzda açıklanacaktır.! | |
| | | Conerus Hell Greyn Lütfen rütbe edinin, yoksa oyuna dahil olamazsınız!
Lakap : Hell. Mesaj Sayısı : 165 Yaş : 28 Kayıt Tarihi : 28/09/10
Karakter Detayı Statü: Uyarı:
| Konu: Geri: 2. RPG Dersliği Cuma 15 Ekim 2010, 16:31 | |
| Zaten baktım forma. Ama çoğu kişi doldurmamış olunca, üsttekiler, bende eklemedim. Şuanda tam bitirdiğim rp yok çünkü. | |
| | | | 2. RPG Dersliği | |
|
Similar topics | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |
|