Chris G. Black Lütfen rütbe edinin, yoksa oyuna dahil olamazsınız!
Mesaj Sayısı : 1 Kayıt Tarihi : 16/10/10
Karakter Detayı Statü: Uyarı:
| Konu: Chris G. Black C.tesi 16 Ekim 2010, 13:23 | |
| Öncelikle belirtiyimki Rpler diğer sitede yaptığım Rplerdir. - Spoiler:
İçeri bol ışık girmesini sağlayan penceremin tamyanındaki yaylı yatağımda güneşe karşı gözlerimi açtım. Pırıl pırıldı...Ellerimi Başımın altına koyup güneşi izlemeye başladım. Dışarıdaki kuşlarınsesi bana huzur veriyor ve hayatı daha iyi görmemi sağlıyordu.Çocuk gülme ve bağırma sesleriylepenceremden aşağı çocuklara baktım. Onlarda benim küçükken yaptığım gibi kurtadam taklidi yapıp oyunoynuyorlardı. Bende küçükken kurtadamların dolunayda dönüştüklerini ve kurtadamolan kişilerin kontrollerini kaybettiklerini sanardım. Bu benonları iyi insanlar gibi görmek istediğimdendi bana göre kurtadamlarkötü olmamalıydı. Babamın bir kurtadam olduğunu öğrenmem birazzaman almıştı. Bu kurtadamlarabakışımı kötü etkilemişti. Yanlış anlaşılmasın babam çok iyi bir insandı ama bu saldırıların kasıtlı olarakyapıldığını gösteriyordu ve babamdan kurtadamların kurta istediği zaman dönüşebildiklerini öğrendiğimde şaşırmıştım. Bu bir zarardeğil iyi kullanıldığı takdirde yarardı... Hayata hep iyi bakardım ama ailem karanlık hizmetkarları tarafından öldürüldüğünde dahaküçük olsamda onlardan nefret etmeye ve onlara karşı kin beslemeye başlamıştım. Personnalisé okulana başladığımda Akheron binasınaseçilmiş ve iyilik yolundaarkadaşlarım tarafından hep desteklenmiştim. Soydan soya geçen kurtadam özelliği bende de vardı bunun yanındaysahücre yenileme olan özel güzm yara almıyordum babam gibi... Yaşlışeytan bana hep bu gücün onu bir kademe yükseğe taşıdığını söylerdi.Daha okulu bitirdiğim gün Işık savaşçılarının yanında yer alarakHephaistosun karanlık öğrencilerine karşı olan savaşa girmiştim. Büyükbir galiple savaştan ayrılırken doğal olarak hiç yara almamıştım amazaten kurda dönüştüğüm de kaçan Hephaistoslu öğrenciler savaşta bize çokyarar sağlamıştı. Işığın Savaşçılarına katılarak onlarla her zamaniyiliğin yanında yer aldım. Şimdide hala onlardanım ve her gündevriye gezip Karanlık Taraftan birilerini arıyorum zaten daha çok gencimve aptallığa kadar yükselen bircesaretim var... Bunları düşünmekten vaz geçip yatağımda iyice doğruldum. Central Parkta bir koşuyakararlıydım. Güne oradan spor yaparak başlamak beni rahatlatıyordu.Ayrıca Central Park başlı başına bir devriye yeriydi. Orada güne başlamakbile Işık için yararlıydı. Her gün her gece Rolando Martinez i aradım.Babamı öldüren adam. Karanlık Tarafın lideriydi bulunması zor birhedef... Üzerime bir şort ve t-shirt aldım. Oturduğum binadanayrıldım ve Central Parka doğru yoldayürümeye başladım. Aklıma Jake takılmıştı acaba dersleri nasıl gidiyordu. Jake on yedi yaşındaydı ama hemöğrencim hem arkadaşımdı. Çocuk her hayvana dönüşebiliyordu onadönüşümlerini kolaylaştırması için yardım etmiştim yakın bir dost gibiydik.Şimdi Central Parkın girişindeydim. Hemen diğer insanlar gibi koşuyoluna girdim.Her gün düzenli spor yapan kişilerin çoğu tanıyorduartık beni bana selam verenlere bende karşılık veriyordum. Birden bir güç sezdim civarda. Tam olarak kestiremedim ama gücün sahibihızla ilerliyordu.Olduğum yerde durdum. Havayı derin bir şekildeiçime çektim.Burun deliklerimden giren koku değişikti ama kötüydü.Bu kadar insanın arasında farklılığı bariz belli oluyordu ve bu kişiCentral Park çıkışına koşuyordu. Çıkışadoğru bütün gücümle koşmaya başladım Çarptığım insanlardan -Dikkat etsene. Hey sana diyorumsarışın! şeklinde bağrışmalargeliyordu. Hiç birine aldırmadım çıkışa varmıştım. Gördüğüm tek şey uzun beyazsaçlar... Aklımdan geçen ilk cümle "bu imkansız RolandoMartinez" olmuştu. Var gücümlekoşmaya devam ettim. Parktan çıktıktan sonra bir sokağa girdim artık ara sokaklarda koşuyorduk. Anında birşeye çarpıp geri düştüm.Bu çarpma normal bir insanın her yerinikırabilir hatta öldürebilirdi bile. -Seni sürt.k! diyerek hızlıca gözümü açtımama Rolando Martinez yoktu. Bunun yerine başka bir telekinezi gücünesahip Karanlık Taraf muriti vardı. Ayağı kalktım ve tam karşımdaki gülümseyen adama koşacakken üzerime doğrugelen çöp kutuları dikkatimi dağıtmıştı. Bana ilk çarpan çöp kutusununiçi cam kırığı dolu olmalı ki bütün kolum boydan doya kesilmişti amakan yoktu. Karşımdaki kişide hissettiğim şaşırma ve korku karışımıduygu beni mutlu etmişti. Ardındangelen çöp kutusunu tuttum ve adama doğru fırlattım. Adam çöp kutusunu başından savarken kurta dönüştüm. Budönüşüm diğerlerinden kolaydı git gide alışıyordum eskisi gibi başağrısı vücutta acı yoktu aksine vücudunda kıl çıkıp bunlarınuzamasını hissetmek insana zevk veriyordu. Adamda tekrar hissettiğimkorku duygusu beni hızlandırdı.Birhamlede adamın üstüne atlayarak yere yatırdım ve daha dam bağırırken ağzımla boynunu kopardım. Ağzımdan aşağıakan kanlar sinirimi bozarken yaptığımvahşilikten utanç duyuyordum.Dev bir kurt olmak insana manevi yönden zarar verebiliyordu. İnsan halime geri döndüm üstüm başımkan içerisindeydi dahada kötü olan yerde kafası vücudundan ayrı yatan bir adamın olmasıydı.Gerçekten utançvericiydi. Bu yaptığım nedendi hırsmı Rolando Martinez e karşı olan intikam duygusu mu? Hiç bir zaman belkide bilemeyecektim. T-Shirtümü çıkarıpkan olan yerlerimi t-shirtün temiz yerlerine silerek t-shirtü orayaatıp orda bıraktım. Sokakların birinden dışarı çıkmaya çalışıyordumanlaşılan çok derinlere inmiştik. Ama bir yerlerden yolunu buldum vedışarı çıktım. Hava kararmaya başlamıştı.Bu günkü hırsım beni kötüetkilemişti onu farklı bir şekilde öldürebilirdim. -Bu gün bu kadar yeter! diyerek evime yürümeye başladım. Yaptığım şeyi düşündükçegözlerim kapanıyor ve üzülüyordum. -Hayatı hep iyi bir yer yapmak istemiştim veşimdi bunu yapıyorum diyerek kendimi teselliediyordum. Apartmana vardığımdaysa yoldan geçen araba sesleri artmıştı. Olabildiğince sakin daireme çıktım veyatağıma uzandım. Şimdi sabah güneşe baktığım yerde aya bakıyordumaklımdan geçen tek şey" nereden nereye..." olmuştu.Gözlerimi dolunaya karşıkapattım tekrar pırıl pırıl bir sabaha uyanmak için... ----------------- “Kahretsin” Ellerim titriyor ve başımıkaldıramıyorum. Mugglelar beni ölüm yiyenlerden daha çok korkutuyorlar.Böyle bir durumda Londra’nın ara caddelerine girmemeliydim. Ara caddelerin birinde iki binanın arasında,karanlıkta durmuş ve duygusuzca karşımdaki iki muggleı seyrediyordum.Elinde L şeklinde garip bir asaya benzeyen nesne tutan erkek mugglegarip asasını kadına doğrultmuşağlıyordu. “Neden Bell, neden yaptın? ” diyesoruyordu erkek muggle. Kadın ise dizlerinin üstüne çöküp ağlamaya devamediyordu. Erkek olan yüzünü yana çevirmişti, kadına bakamıyor gibiydi.Erkekten “Üzgünüm” gibi bir ses duydumve bunu büyük bir patlama takip etmişti. Garip asadan çıkan şey kadının tam kafasına isabet etmişti. Havayafışkıran kanları çok net görebiliyordum. İstemeden de olsa gözlerimküçük yaşlar akıtıyordu. Sesim çıkmıyor, bedenim hareket etmeye itirazediyordu. Erkek olan arkasını dönmüş koşmaya başlamıştı. Sonundakendime gelip ortaya çıktım. Bunu kesinlikle daha önce yapmam gerekirdi…Kadına yaklaştım ve diz çöktüm. Kesinlikle ölmüştü. Mugglelar dahasaldırgandı. Erkeğin yaptığı şeybir öldürme şekli olarak kedavra lanetinden bile kötü görünüyordu. Dişlerimi sıktım, elime asamı alarakbaşparmağımla yavaşça yüzümdeki yaş tanelerini sildim. Neredeysegörünemeyecek kadar uzağa koşmuş adama baktım. “Hey sen!” diye bağırdım. Adam birkere arkasına başmış ve koşuşunu şiddetlendirerek ortadan kaybolmuştu. Biraz olsunsakinleşebilmiştim. Ama kararlı adımlarla adamın arkasından yürümeye devam ediyordum. O kız… O kız bana ölen sevgilimİsabella’yı hatırlatmıştı, muhtemelen isimleri bile aynıydı. Yosun yeşili gözlerimden gözyaşları tekrar süzülmeye başladı. Bu adambunu nasıl yapabilmişti. Yolda sadece bir iki muggle vardı. Görenkenara çekiliyor, elime bulaşmış olankanı görüp korkmaya başlıyordu. Bunu hissedebiliyordum. Bana bakan mugglelara aldırmayarakyürümeye devam ettim. Adamı muhtemelen bir daha göremeyecektim ama onunkoştuğu tarafa yürümekten kendimi alamıyordum. Belki de artık bakanlığadönmeliydim. “Burada ne yapıyorsun John?” Arkamdan gelen kadın sesiyle irkildim. Hogwarts’ın ilk günündetanıştığım en yakın arkadaşım Blaze sormuştu bunu. Arkama dönerek ona iyice bir baktım. Ateş kırmızısı saçları,sırtına kadar uzun ve dalgalıydı.Gerçekten güzel görünüyordu. Sinirlendiğimi mutlaka anlamıştı. Her zaman anlardı… “Hiçbir şey Blaze. Sadece bakanlığayürüyorum” deyip gülümsedim. “Sen burada neyapıyorsun? ” diyebildim zorluklada olsa. Kızıl saçlarıyla müthiş birgörünüm sağlayan mavi gözleri beni süzüyordu. Yalan söylediğimi anladığını biliyordum ama Blaze iyi birarkadaştı ve bunu yüzüme vurmazdı. “Bende bakanlığayürüyorum. ” dedi oda gülümseyerek. Biraz önceki tatsız olaydanbahsetmeye pek niyetim yoktu. Blaze’in gözlerine bakmadan bakanlığın telefon kulübe girişinin olduğu tarafayöneldim. Oda sessizdi fazlakonuşmuyordu. Tamda Esrar Dairesi’nden birine yakışacak bir hareketti. Merkeze doğru ilerledikçe muggle sayısıarttırıyordu. Elimi kimseye fark ettirmeden silmeyi başarmıştım. Amainsanlar gene de bize bakmaya devam ediyordu. “İlginç değil mi? ” dedi Blaze. Neolduğunu anlamayıp, yüzümde soru işaretleriyle ona baktım. “Yanimugglelar.” dedi. Yaklaşık yarım saat önce gördüğüm şeyden sonramugglelar ilgincinde ötesindeydi. Tekrar kafamı önüme çevirdim“Evet, öyleler.” dedim. Nerdeyse girişe varmıştık.Aniden üstümde bir şey aramaya başladım. Ne aradığımı ben bile bilmiyordumama sanki göğsümde bir şeyler hareket ediyordu. Cebimdeki evrakları çıkardım ve Blaze’e tutmasını ister gibibir işaret yaptım. Blaze anında elimdekileri alarak gülmeye başlamıştı.Dışarıdan komik göründüğüm belliydi. Sonunda elimi cebimin dahaderinine daldırdım ve bir heyecanla yakaladım.Sonra ise gördüğüm şey karşısında hayal kırıklığı yaşayarak. “Sadece meyan kökü şekeriymiş.” dedim ve bende gülmeye başladım. Kulübenin içine girdik vekulübe aşağıya inerken muggleların yukarıda kalmasını seyrettik. Kulübe aşağı inerken Blaze’e baktım ve gülerekevrakları geri vermesini söyler gibibir işaret yaptım. Blaze afallamış görünüyordu. “Ne oldu?” dedim. Blaze dudağınıısırarak“Şey… Ben onları yukarıda kulübenin kenarına koymuştum.” dedi. Üzgün görünüyordu. “Önemli değil ben hemen gerialırım.” dedim ve gülümsedim. Kulübenin Blaze’i bıraktıktansonra tekrar yukarı çıkışını izledim. Birkaç saniye sonra tekrarmuggleların arasındaydım. Çıktığım kulübenin yanında evrakları hemen bulmuş ve cebime geri koymuştum. Kulübeyeadımımı tam atacakken bir hıçkırma sesi duydum. Arkamdan geliyordu. Birmuggle tam karşımdaki kulübenin yanında bir muggle yere oturmuşağlıyordu. Yavaşça ona doğru bir adım attım. Beni fark etmemiş gibiydi. Birkaçadım daha attım. “Sen!” İkimizde aynı anda bu kelimeyibirbirimize bağırarak kullanmıştık. Aramızda tek fark o korkudan arkasındakiduvara iyice yaslanmış, ben ise onun üstüne doğru çullanmıştım. Bu o genç kadını öldüren pislik herifti.Ağlıyordu… Adamın üstüne çıkarak çokhızlı bir yumruğu yüzün ortasına geçirdim. Nedenini öğrenmek istiyordum, neden öldürdüğünü. “Neden… Neden yaptın bunu?!” diyebağırdım adama. Erkek genç bir muggledı. “Onu seviyordum!”diye haykırıp konuşmaya başlamıştı adam. Onu seviyor muydu? Ozaman neden… Şaşırmıştım. Onu yakasından tutan ve onu boğazlamaya hazır duran eller biraz olsun gevşemişti. Onuseviyordu ve öldürdü. Mugglelar çıldırmış. Erkek de muhtemelenşaşkınlığımı anlamış konuşmaya devam ediyordu. “Hem de çok seviyordum!” İyice kafamkarışmıştı. “Ama o beni aldattı ve her şeyimi aldı!” diye haykırıp ağlıyordu adam. “Bütün her şeyimi aldı. Paramı,ailemi, her şeyimi…” Boğazlamak istediğim adamaacımaya başlamıştım. Ellerimi anında bıraktım. Adam ağlayarak bana bakıyordu ama ben yüzümü çevirmiş ve ayağakalkmıştım. Sırtımı onunki gibi duvara dayadım. Gözerim kısılmış vekarşıya sabitlenmişti. Üzücü… Çok kötü bir durumdu. İsabella benimher şeyimi alsa acaba ben ne yapardım? Muhtemelen çok sinirlenir ve onuöldürmeyi denerdim. Ama bunları düşünmek istemiyordum. Onu düşünmekdurumu daha da kötü halegetiriyordu. Benim yukarı geri çıktığım kulübeden biri daha çıkıyordu. Blaze. “Johnny ne oldu? Sen geri gelmeyince korktum.” sesi endişeli geliyordu. Bakışlarımı yere çevirerek “Yokbir şey evrakları aldım haydi gidelim artık. ” dedim. Blaze ise dahaçok yerde yıkılmış olan adama bakıyordu. Ona aldırmayarak Kulübeyegirdim ve içeride yere doğru çöktüm. Kulübe yavaşça yere iniyordu. Blaze de yanımda çökmüş bir şekildebana bakıp bir şeyler söylüyordu ama ben ne dediğini bile anlamıyordum.Aklımda sadece kadının kafasından dağılan kanlar ve onu vuran adamınhali geliyordu. Demek adam, kadını öldürmeden önce bu yüzdenağlıyordu… Kulübe bir sarsıntıyla indi. Hiçbir şey söylemeden kalktımve yürümeye başladım. Her gün baktığım o güzel heykeli umursamıyordum bile. Sadece yolumda yürüdü ve başım eğik bir şekilde asansörebindim. Blaze üzülmüş gibi duruyordu. İnsanlar konuşuyorlardı ama umurumdadeğildi. Seher bürosunun katına kadar indim ve konuşmayarakasansörden dışarı çıktım. Haber ulaştırmak için uçuşan kağıt uçaklar sinirimibozmaya başlamıştı. Büroya girdim herkesin bana merhaba demeleriniumursamadan masama oturdum ve hemen İsabella ile birlikte olduğumuz birfotoğraf aldım. Çok mutlu görünüyor ve dans ediyorduk. Gözlerimdenyaşlar akıyordu… “Seni çok özledim İsabell.” --------------- Heyecan… Heyecanım hertarafımı sarmıştı, gözyaşlarım yüzümde sürtünerek burnumun ucundan damlarken… Yalnızlıktan olsa gerek kiağlıyordum.Benden yedi sene önceHogwarts’a başlayan ablam bana perona kadar eşlik etmişti sonrasında ise kendi başıma, yalnız devamettim.Oturduğum vagon bölmesinde iki çocuk daha vardı.Bir şey demiyorlardı fakat “Ağlıyor mu bu yoksa?” tarzındafısıldadıklarını duyabiliyordum.Ne yazık… Hogwarts’a az kalmıştı. Üzerinde şu an sadece Hogwarts amblemi olancüppemi giymiştim bile ve asam çoktan hazırdı. Heyecanıma engel olamadığımiçin gereksizde olsa kafamı vagonuncamına sert bir şekilde geçirdim, sanki bu heyecanımı ve yalnızlık acımı geçirebilecekmiş gibi… Halagözümden yaşlar süzülüyordu. Yosun yeşili gözlerim ağlamak istiyorgibiydi ama yapacak bir şey yoktu yalnızdım. Biraz sonra trenden inecekve sadece ailesinin anlattıklarından bildiği heybetli Hogwarts’ıgörecektim. Biraz daha ailemidüşündükten sonra fark ettim. Tren gittikçe yavaşlıyordu… Tren aniden duruncaolduğum yerde sallandım. Hareket etmek istemiyordum, trenden inmek istemiyordum. Vagondaki öğrenciler akın akıntrenden dışarı hücum ediyorlardı. Benimle aynı bölmede oturan kızkapıyı açmadan önce bana“Haydi kalk da gidelim. ” dedi, bense konuşamıyordum bile… Kızın masmavi gözlerinin içinebakıyordum, kız besbelli cevap bekliyordu. Sonunda ağzımı açmayıbaşarabildim “Imm…Şey…Tamam…” ve sadece bunumusöyledim. Tam bir umutsuz vakayım… Bir kez bölmede etrafıma baktıktan sonra ayağı kaklım ve kızla birliktebölmeden dışarı çıktım. Daha vagonun içinde trenin kapısına doğru yürürkenkıza “Şey…Çok kabayım kendimi tanıştırmadım.Benim adımRichard.” dedim kızda bana bakıp gülümseyerek “MerhabaRichard. Bende Blaze, tanıştığıma memnun oldum.” dedi. Çok kısa birzaman sonra Blaze “Bölmede neden ağlıyordun?” diyesordu. Kafamı yere eğdim… Hemen kendime gelerek “Önemli bir şeydeğil, heyecandan olsa gerek.” dedim. Artık eskisi gibi yalnızhissetmiyordum… Bunun mutluluğuyla Blaze ile birlikte trenden dışarı adımımıattım. “Aman Tanrım!” Bunu ciddi anlamdasesli bir şekilde söylemiştim.Başak öğrencilerden de buna benzer seslergelmişti.Gerçekten çok büyüktü ve çok güzel bir saray gibiydi… Buranın kokusu bile farklıydı.Çokgüzeldi…Elinde lamba tutan biri ileriden “Birinci sınıflardörderli sıra olun ve beni izleyin.Birinci sınıflar…” diye bağırıyordu.Şaşırmıştım. Önüme bakmadan sadece etrafıma bakarak ağzım açık bir şekilde yürüyordum. Garip… Bağıran adam biziönünde ürkünç ata benzer şeylerin çektiği küçük at arabalarınabindirmişti. Bunların testral olduğunu ablamdan öğrenmiştim. Sadece ölümügörenler görebilirdi testralleri. Babamın gözlerimin önündeöldürülmesi aklıma geldi… Elimi yumruk yaptım ve başımı öne eğdim, gözümdendüşen yaş tanesini görebiliyordum… Karşımda oturan Blaze “Sen iyi misin?” diye sordu. Kendimi hemen toplayarak “Evet, ben gayet iyiyim.” deyip çaktırmadan elimlegözlerimi sildim. At arabası durmuştu tekrar o adam “Hadioyalanmayın hızlı olun!” diye bağırıyordu. Yere bastığım an tekrarrahatlamıştım. İlginç bahçe kapısı tarzında bir şeyden içeri giriyorduk. Rahatlama hissinin yerini tekrardanşaşkınlık almıştı. Bu yer o kadar büyüktü ki.. Ağaçlar sanki canlıgibi dinç duruyordu. Yürürken hafifçe eğildim ve yerden biraz çimen vetaş aldım. Soğuktu… Biraz ileride çok kocaman, okulun içine açılan vealtın sarısı gibi gözüken okul kapısı vardı. Oraya doğru ilerlerkenetrafıma bakınmaya devam ediyordum. Vardığımızda hemen en kenarageçip elimi uzattım o kapılara ciddi anlamda değmek istiyordum.Parmaklarımın ucuyla kapıya deymeyi başarmıştım.İçimde anlamsız bir sevinç oluşuyordu fakat birden olduğum yerdedondum kaldım. Burası çok büyük ve değişikti. Duvarın her yerinde hareket eden tablolar vardı. Arkamdakiöğrenci bana çarpmadan yürümeye devam ettim. Adam bizi merdivenlerin başına kadar yürüttükten sonra “Buradan merdivenleri çıkın, merdivenlerin sonunda profesörsizi bekliyor olacak. ”dedi ve uzaklaştı. Bütünöğrencilerle birlikte bende merdivenleri çıkmaya başladım. Sonu yokmuş gibi gözüken merdivenlerde ilerlerkenhala etrafıma bakıyordum. Merdivenlerin sonunda yetişkin birerkek elinde parşomenle bizi bekliyor gibi gözüküyordu. Merdivenin sonunagelince bütün öğrenciler durdu ve bekledi. Büyücü “Hogwarts’a hoş geldiniz. Şimdi beni dikkatle dinleyin. Bensizin tılsım dersi profesörünüzüm.Birinci sınıflar birazdan ortak salona geçecek ve kafalarınayerleştirilen şeçmen şapka ile binaları belirlenecek.” dedi. Demek birprofesördü… Bu ana kadar fark etmemiştim ki karşımızda bir çift büyük kapı daha vardı, muhtemelen ortak salonaaçılıyorlardı. Profesör bu kapıları hafif aralayarak geçti ve ortadankayboldu. Öğrenciler anında konuşmaya başlamışlardı, birbirlerine “Seçmen şapka da ne!” gibi sorular soruyorlardı.Bende şeçmen şapkanın tam olarak ne olduğunu bilmiyordum. Birazsonra tılsım profesörü tekrar kapıyı aralayarak gelmişti ve “Sıra sizde beni takip edin.” diyerek kapıları iterek ardına kadar açtı. Gözlerim bir an ışıltıyüzünden göremedi. Tekrar gördüğümde ise bir büyük şaşkınlık daha yaşadım. Salon kocamandı fakat, fakat…Salonun tavanında gökyüzü ve mumlar asılıydı. Büyü gerçekten güzel bir olay…Profesör bizim önümüzden ilerleyerek normal gözüken bir sandalyeninyanına gelip durdu ve sandalyenin üstündeki büyük büyücü şapkasını elinealdı, sonra bize bakarak “Şimdi çağıracağım kişiler gelecekve bu sandalyeye oturacak, bende bu şapkayı başına geçireceğim.Seçmen şapka o kişinin binasını belirleyecek.” dedi. Bu dane demekti şimdi. “Blaze Paritburn! ” trende tanıştığımkız sakin bir şekilde ilerledi ve sandalyeye oturdu. Birkaç kısa saniye sonraşapka “GRYFFİNDOR! ” diye bağırmıştı. Ben “Merlininsakalı bu da ne?” diye düşünürkenyanımızdaki masadan aşırı derecede alkış sesleri yükseliyordu. Blaze, Gryffindor masasında yerini almıştı.Bir kaç kişi daha okundu ve okunanlar Hufflepuff, Ravenclaw, Slytherin,Gryffindor binalarından birine yerleştirildi. “Richard John Lloyd!” Adım söylendiğianda kalbim delice çarpmaya başlamıştı. Gene hareket edemiyordum. “Richard John Lloyd!” adım tekrarsöylendiğinde zoraki de olsa adımlar atarak sandalyeye ilerledim ve oturdum. Profesör şapkayı kafama yerleştirdişapka hareket ediyordu! Çok kısık bir sesle “Merlininsakalı…” demiştim. Şapkanın hırıltılı bir şekilde güldüğünühissedebiliyordum. Konuşmaya başladı… “John,John,John… Bakıyorum sende asil Lloyd ailesindensin Saman alevi gibisin bir anda parlıyor ama çabuk sönüyorsun. Tersin kötü; ama kindar değilsin uzun süre nefret bileedemiyorsun. Garip… Nereye koysak seni? Hufflepuff belki… İnsanları seviyorsun ve güler yüzlüsün… Sıcakkanlı ve hoşgörülüsün; Fakat tahammülsüzsün, sabırsız olabiliyorsun. Her problemi mantığınla çözüyorsun Hazır cevapsın Hmmm büyük bir deha pırıltısı var sende… Büyük baban gibi… Ravenclaw mı dersin? Ama sivri bir akıl var sende Slytherin gibi Yeri geldiğinde küstah ve alaycı Üstelik tam bir safkan, köklü bir safkan… Ama ayrımcılıktan uzak ve eşitlikçi Yüreğinde fazlasıyla sevgi dolu… Aynı zamanda deli cesaretine sahip… Ne yapacağız seni John? Sende mi bilmiyorsun? Mantıkla şekillenmiş bir kişilik… Sevdiklerin söz konusuysa gözün kara mantığın işlemiyor… Rahatça düşünmeden ateşe atarsın kendini. Küstahsın ama mütevazı tarafın daha ağır basıyor. Eminim Gryffindor seni keyifle yetiştirir ve seninleövünürdü. Gryffindor olmak ister misin? Baban gibi? İşime burnunu sokacak kadar küstah değilsin demek! Öyleyse… GRYFFINDOR!” Hem çok şaşırmış hem demutlu olmuştum. Gryffindor masası delice alkışlıyordu profesör şapkayı kafamdan aldı ve masayagitmemi işaret etti. Sandalyeden kalkarak Blaze’in yanına oturdum. Blaze “Tebrik ederim.” diyor vegülümsüyordu. Cevap verememiştim… Okul müdürü konuşuyor fakat ben onu dinleyemiyordum.Biraz sonra masaların hepsindeyemekler oluşuverdi. Buranın harikalığı karşısında şaşkınlığımıgizleyemedim…
| |
|
Carmella Decartius Moskova Baş İblis Efendisi
Mesaj Sayısı : 1257 Yaş : 28 Kayıt Tarihi : 12/07/10
Karakter Detayı Statü: Moderatör Uyarı:
| Konu: Geri: Chris G. Black C.tesi 16 Ekim 2010, 14:22 | |
| 89*
Öncelikle aramıza hoşgeldiniz. HP Rp'leri her zaman hoşuma gitmiş ve ilgimi çekmiştir. Rp'nizde "...", üç noktayı, bazen yanlış yerlerde kullanmışsınız öncelikle. Bunun dışında bazı kelimeler birleşik yazılmıştı. Bunlar dışında betimlemeler yeterliydi, daha iyi olabilirdi de. Uzunluk gerçekten iyiydi. İyi Rp'ler! | |
|