Mortal Instruments RPG
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Mortal Instruments RPG

Ölümcül Oyuncaklar'a Hoşgeldiniz...Görmediklerinizi Keşfetmeye Hazır mısınız?
 
AnasayfaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Manuéla Ria Osané

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
Manuéla Ria Osané
Lütfen rütbe edinin, yoksa oyuna dahil olamazsınız!
Manuéla Ria Osané


Lakap : Adım var ne gerek var lakaba?
Nerden : Evden valla sen?
Mesaj Sayısı : 13
Yaş : 29
Kayıt Tarihi : 12/07/10

Karakter Detayı
Statü: Üye
Uyarı: 0/0

Manuéla Ria Osané Empty
MesajKonu: Manuéla Ria Osané   Manuéla Ria Osané Icon_minitimePtsi 12 Tem. 2010, 13:46

Bir Cadılar Günü Macerası
Bu mağaraya ilk kez gelmiyorduk ama yinede tehlikeliydi. Korkuyordum işte. Mağaranın dışı Cadılar Bayramı süsleriyle donatılmıştı. Bir kaç süslü kabak, kurukafalar ve bir kaç OggieBoggie resmi. Bir süre mağaranın girişinde oyalandıktan sonra Dan'in yoğun isteği üzerine girdik mağaraya. Dan tavşan gibi seke seke ilerliyordu mağaranın taşlı yollarında. "Dan! Eline bir taş falan al n'olur n'olmaz." dedim. Ama Dan'in umrunda değildi. "Yapma Jack. Bir tane taş mı kurtaracak beni?" dedi en alaycı sesiyle. Ben yine de bir sopa aldım elime. O önde ben arkada ilerledik bir süre. Geçen senelerden farklı olarak kurumuş ceset koymuşlardı bu sene mağaraya. Ürpetici göstermeye çalışmışlardı ama beş yaşındaki çocuk bile korkmazdı bunlardan. Duvara bir kaç örümcek ağı motifi kondurmuşlardı. Onları beğenmiştim. Solumdaki duvarda küçük harflerle bir şeyler yazıyordu. Yazıyı okumak için duvara yaklaştım. Yaklaşınca yazı netleşti. Kan rengi bir kalem ile yazmış olmalılar. Yine ürpertmeye çalışmış ama becerememişlerdi. "Sağ her zaman iyidir. Sol ise kötü" yazıyordu duvarda. Keskin bir kahkaha attım. Kahkaham mağarada yankı yaptı ve Dan'in yanıma gelmesini sağladı. "Neye gülüyorsun sen öyle?" diye sordu. Ona çatlamış duvardaki yazıyı gösterdim. Bir kahkaha da o attı. "Öyleyse n'apalım biliyor musun? Hani ileride yol ikiye ayrılıyor ya. Sola gidelim bu sefer. Bakalım bizi ne tür "kötülükler" bekliyormuş?" İkinci kahkahasını attı. Bu daha güçlüydü. Dan bunu söyledikten sonra bir anda yüzümdeki gülümseme dondu. Neden, bilmiyorum ama yazıdan korktum birden. Ama bunu Dan'a belli edemezdim, yoksa 2 yıl dalga geçerdi benimle. Bu yüzden geç de olsa eşlik ettim kahkahasına. "Ona, oraya vardığımızda karar vermeye ne dersin dostum?" dedim biraz yapmacık bir ses tonu takınarak.
Duvardaki motiflere ve süslemelere bakarak devam ettik. Tozlu yollarda bir süre yürüdükten sonra yol ayrımına gelmiştik. Dan direk sola saptı. "Hey! Nereye gidiyorsun? Yanlış yöndesin. Yazıyı hatırlamıyor musun? Sol kötüdür diyordu." Bir anda telaşlanmıştım. Sözcükler ağzımdan hızlıca dökülüvermişti. Dan bana şaşkın ve biraz da alaycı gözlerle bakıyordu."Şaka yaptığını varsayarak devam ediyorum ben yoluma." dedi Dan. Ona cevabım gecikmedi: Hayır, Dan! Şaka yapmıyorum! Tamam, başlarda güldüm; ama sonradan...Sonradan korktum Dan. Gözlerimi Dan'in gözlerine dikmiş, ağzından çıkacak kelimeleri bekliyordum. "Senin saçmalıklarını dinlemeyeceğim Jack! Gidiyorum ben." Kısa bir süre düşündüm. Dan oraya gitmekte kararlıydı. Ne yaparsam yapayım kararını değiştirmeyecekti. Öyleyse bende onunla birlikte gidecektim. Eğer sol taraf gerçekten kötüyse, belki ona yardım edebilirim diye düşündüm. "Hey! Tamam bekle. Bende seninle birlikte geleceğim." Bunun üstüne Dan yine o bilmiş yüz ifadesini takındı. Aldırmadım, arkasından devam ettim yola. Motiflerde ve süslemelerde değişiklik yoktu. Yada korkutucu bir şey. Bu beni bir nebze olsun rahatlatmıştı.
Bir süre sonra acıktığımı hissettim. "Dan! Benim karnım acıktı. Biraz mola verip kurabiyelerimizi yemeye ne dersin dostum?" diye seslendim. Siyah saçlarını sallayarak arkasını döndü ve beni başıyla onayladı. Bir tavşan gibi sekerek yanıma geldi. Ben çantamdan kurabiyeleri çıkarırken o da kendi çantasından meyve sularını ve pipetleri çıkardı. Kurabiyelerimzi yiyip, meyve sularımızı içtikten sonra, eşyalarımızı topladık ve yola devam etmek üzere ayaklandık. Yine Dan önden ilerledi, bende onu takip ettim.
Bayağı ilerlemiştik. İçimdeki korku biraz daha alevlendi. Ya garip sesler duyuyordum, yada bana öyle geliyordu. Ne olursa olsun endişelenmiştim işte. "Dan! Artık geri dönsek diyorum ha, ne dersin? Bu kadar macera yetmez mi?" Dan yine arkasını döndü. Bu sefer geri geri gidiyordu. Tıpkı beş yaşındaki çocuk gibi davranıyordu. İlerlerken ayakkabı bağcığımın çözülmüş olduğunu farkettim. Çantamı yere koydum ve eğilip ayyakabımın bağcığını bağlamaya başladım. Bağladıktan sonra çantamı da alıp yerden doğruldum. Kafamı kaldırdığımda Dan'in orada olmadığını gördüm.
Etrafı kolaçan ettikten sonra avazım çıktığı kadar bağırdım: Daaannn! Dan, ses ver! Eğer oyun oynuyorsan, inan bana hiç komik değil! Daannnn! En ufak bir ses dahi yoktu. Biraz daha ilerledim. Sağıma soluma bakarak ilerliyordum. Bir kaç adım daha attıktam sonra, yol sağa dönüyordu. Sağa doğru ilerledim. İşte! Dan'in çantası oradaydı. Kendisi de buralarda bir yerlerde olmalıydı. bir daha seslendim: Daann! Beni duyuyor musun? N'olur ses ver! Daaann! Sonuç aynıydı. Hiç bir ses, hiç bir kıpırtı yoktu. Öyle pişmandım ki bu yola girdiğimize. Keşke uymasaydım ona. Keşke hemen razı olmasaydım. Ben yanında geldim de ne oldu sanki? Çok mu farketti? Dan kayboldu işte. Çantasının bulunduğu yere doğru ilerledim ve yere çöküp , sırtımı duvara yasladım. Çantası da kucağımdaydı. Bir kaç kez daha seslendim. Ama yine kimse cevap vermedi...

Uyandığımda etrafta kan lekeleri vardı. Saatime baktım. Dan tam olarak 2.30 saattir kayıptı. Ama geri dönmeyecektim. Burada kalıp onu bekleyecektim. Eğer birisi ona zarar verdiyse eğer banada vermeliydi. İki çantayı da alıp yola devam ettim. Ben hızlı adımlarla ilerlerken bir anda bir el ayak bileğime tutundu. Delicesine sıkıyordu ayak bileğimi. Kafamı çevirip baktığımda, siyah pelerinli iğrenç bir yaratık gördüm. Ondan kurtulmaya çalıştım ama olmadı. Çareyi bağırmakta buldum. "Heeeyy! Yardım edin bana! Kimse var mııı?" Ama pek bir faydası olduğunu söyleyemem. Yaratığa karşı olan direnmelerimin hiç bir haydası olmadı. Diğer bileğimide kavradı ve beni aşağıya çekti. Çantayı kafasına geçirmemle pelerininin şapkasının düşmesi bir oldu. Yüzünü gördüğümde ağzımdan çıkan son cümle: "Dan, bu sen misin?" oldu.




Bu da ikincisi. Hangsini daha çok beğenirseniz...




"Beğendiğiniz bedenlere hayalinizdeki ruhları koyup 'aşk'' sanıyorsunuz!"
[W. Shakespeare]


Lena gözlerini yavaş yavaş yeni bir güne açıyordu. Perdenin tam olarak koruyamadığı camdan sızan günışığı bedeninden çok ruhunu rahatsız ediyordu. Derin bir iç çekişten sonra gözlerini ovaladı. Yanındaki çıplak erkek bedenini baştan aşağıya süzdü. Suçluluk duygusuyla boynunu büktü ve başucunda duran telefonuna uzanıp, ekranından saate baktı. Epey geç olmuştu. Yanındaki adamı dürttü diğer eliyle. "Joseph gelmeden buradan tüysen iyi olur" dedi. Adam tek gözünü açarak Lena'ya baktı. Ondan beklenmeyen bir çabuklukla doğruldu. Lena'ya yaklaştı. Dudaklarına bir buse kondurmak için eğildi; fakat Lena onu reddetti. Adam şaşkın bir şekilde Lena'ya baktı. "Daha dün geceye kadar benimdin. Çabuk unutuyorsun." dedi ve yerdeki pantolonun cebinden bir sigara alıp yaktı. Şimdi ikiside sessiz bir şekil öylece yatakta oturuyorlardı.
Dakikalar ilerledikçe, Lena huzursuzlanmaya başlamıştı. "Sigaran da bittiğine göre gitsen diyorum." Lena'nın sesi bu sefer ısrarcıydı. Adam homurdanarak yataktan kalktı ve elinde, son demi kalmış sigarayı camdan dışarıya fırlattı. "Bir dahakine sen gel. Böyle ürkekçe yaşayamam ben. Yada anlat her şeyi sevgiline. Hem böylece ikimizde rahat ederiz." Lena'nın yanına geldi ve bu sefer dudaklarından öptü. Lena reddetmedi bu defa. Dakikalardır karşısındaki koltuğa odaklanmış gözlerine adama çevirdi ve;
-Asla! Böyle bir şey olmasını istemiyorum. Elbet sonunda olacak. Sadece uygun zamanı kolluyorum.-
-2 senedir bu uygun zaman için katlandım zaten her şeye. Biraz daha katlanabilirim herhalde. Ama sadece 'biraz'.
Adam üstünü giyindi ve aynada kendini süzdükten sonra hiçbir şey söylemeden çıktı gitti. Lena yatak odasını derleyip toparladıktan sonra tekrar telefonunu aldı ve Joseph'in numarasını çevirdi.
-Merhaba hayatım.
-Merhaba Lena.
-Müsaitsen eve gelsene. Yani çalışmaların bittiyse. Oradan sonra da bi restorana gider bir şeyler yeriz.
-Tamam hayatım. Evde görüşürüz.

Telefonunu kapatıp, bir bornoz aldı ve duşa girmek üzere banyonun yolunu tuttu. Yıkanırken sadece dışı temizleniyordu. Halbuki asıl pis olan dışı değil içiydi. İçindeki suçluluk duygusundan ne yaparsa yapsın arınamayacığını biliyordu. Bazı lekeler kalıcıdır. Bu da onlardandı işte. Ona göre en büyük suçu işliyordu. Birini kandırıyordu. Aldatıyordu. Hemde hayatta en değer verdiği insanı. Kocasını bir hiç uğruna, geçici bir zevk uğruna aldatıyordu.

Banyodan çıktıktan sonra odasına geldi ve dışarı çıkacakları için güzel bir şeyler seçti giyinmek için. Kırmızı, altları fırfırlı elbisesini, altına da kırmızı topuklulularını giydi. Kısacık saçlarını her zamanki gibi bu sefer de kurutmamayı tercih etti. Sadece bir kaç tarak attı onlara. Aynanın karşısına geçti ve kıyafetine uyumlu olması için kıp-kırmızı rujunu özenerek sürdü. Tam o sırada kapıdan gelen anahtar sesiyle, ayağa kalktı ve eşini karşılamak için kapıya doğru ilerledi. Her zamanki gibi oldukça asil ve yakışıklıydı. "Hoşgeldin hayatım!" dedi ve adamı dudaklarından öptü. Fakat Joseph ruhsuz gibiydi. Bir nebze olsun tepki vermemişti bu harekete. "Gergin görünüyorsun bir şey mi var Joseph?" Bunun üzerine adam daha da sinirlendi. Gözleri bir ejderhanınkiler kadar kırmızıydı. Burnundan ateş püskürtmesi bile olağandı bu sinirle. "Ha-haya" Lena'nın sözünü şimşek hızıyla kesti. "Bana bunun bir oyun olduğunu söyle Lena. Bunu yapmış olamazsın değil mi? O kadar... o kadar adi değilsin di mi Lena?" Elinde bir zarf sallıyordu. Lena ne olduğunu hala anlamamıştı. Şaşkın gözlerle Joseph'e bakıyordu. "Neyden bahsediyorsun Joseph?" Sesine ister istemez bir suçluluk duygusu yerleşmişti. Adam elindeki zarfı Lena'ya fırlattı. Lena yere düşen zarfı aldı ve sert bir şekilde açtı. O da sinirlenmeye başlamıştı. Joseph onu bilmediği bir nedenden dolayı suçluyordu. Zarfı açtığında bi' müddet öylece bakakaldı. İçinde; sabahki adama ve kendisine ait hoş olmayan fotoğraflar vardı. Şaşkınlıkla Joseph'e baktı tekrar. "B..Ben üzgünüm Jo..Joseph." Ses tonu kırgın ve ağlamaklıydı. "Neden Lena, neden? Sana istediklerini veremeyeceğimi söylediğimde, bunun sorun olmayacağını söylemiştin bana. Madem önemliydi neden benim senelerimi boş yere harcadın Lena? Artık sana nasıl güvenebilirim ki? Hiç bir şey söyleme lütfen. Hemen bu evi terketmeni istiyorum senden. Sesi oldukça gururluydu. Hiç bir tereddüt yoktu. Lena son kez Joseph'in gözlerine baktı. Kapıya doğru ilerledi ve çıkmadan önce; "Şunu bil ki Joseph, ben hep seni sevdim." dedi ve uzaklaştı oradan.

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Elizabeth Rose Wayland
Konsül Temsilcisi | Gölge Avcısı
Konsül Temsilcisi | Gölge Avcısı
Elizabeth Rose Wayland


Lakap : Lizbeth
Mesaj Sayısı : 2356
Kayıt Tarihi : 11/07/10

Karakter Detayı
Statü: Site Kurucusu
Uyarı: 0/0

Manuéla Ria Osané Empty
MesajKonu: Geri: Manuéla Ria Osané   Manuéla Ria Osané Icon_minitimePtsi 12 Tem. 2010, 14:00

Betimleme :15
Akıcılık : 15
Renklendirme : 13
Yaratıcılık : 14
Uzunluk : 13
Yazım ve Noktalama:10
+___________________
80


Özellikle W. Shakespeare alıntı olmasına bayıldım çok güzel bir rp tebrikler
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://mortalinstruments.forum.st/
 
Manuéla Ria Osané
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Mortal Instruments RPG :: Mortal Instruments :: Arşiv-
Buraya geçin: