Saphire Altair Saiter Lütfen rütbe edinin, yoksa oyuna dahil olamazsınız!
Nerden : Britannia Mesaj Sayısı : 22 Kayıt Tarihi : 17/09/10
Karakter Detayı Statü: Uyarı:
| Konu: Saphire Cuma 17 Eyl. 2010, 21:43 | |
| Kısa bir gezinti için dışarı çıkmıştı. Akademideki devamlı artan kargaşadan 1- 2 dakikalığınada olsa uzaklaşabilmek için - kan dökmeden olan- en iyi yol; küçük bir gezintiydi. İnsanların varlığını unuttuğu, bu sayede muhteşem yeşilliğinin korunduğu ıssız bir parka gelmişti. Ormanın sınırlarında kurulmuş olan Greendreams Parkı, belki artık resmi kayıtlardan bile silinmiş, unutulmuş ve terk edilmişti. Zaten burayı eşsiz kılan ve tercih edilen yer yapan da bunlardı. Alt bir toplumun arasında kimliğini gizlemek zorunda kalmamak...
İşlerini ancak bitirebilmiş ve günbatımı sırasında parka gelebilmişti. Daha öncesinde hep güneş tepede, ortalığı kavururken buraya uğradığından günbatımı sırasındaki görsel şöleni fark edememişti. Karşısındaki manzara karşısında başta şaşırmış sonrasında yüzüne masum ve şirin bir gülümseme yapıştırarak rahatlamıştı. Tabi, arada kendine daha önce buraya bu saatte gelmediği için biraz da kızmıştı. Kızmaması da mümkün değildi zaten çünkü bir daha hiç ayrılmak istemeyeceği türden bir ortam olmuştu, güneşin zarafeti üstünden çekilirken. Kiraz ağaçları yapraklarını dökmeye başlamış, hafifçe esen rüzgarda onları zarif bir dansa kaldırmıştı. Güneşin bronz kılıçları heryere bir darbe vurmuş, kendinden birşeyler katarak tonlarını değiştirmişti. Güneşin rengine boyanan park içinde üst üste dizilmiş küçük bir kayalık ve bir de çağlayan barındırıyordu içinde.
Hava durumuna göre üstündekilerin biraz uygunsuz olduğunu düşündü. Kısa, modaya ayak uyduracak şekilde yırtılmış bir kot şort, üstüne ince, kolsuz ve kızıl bir boğazlı giymişti. Tabi siyah- beyaz hafif püsküllü fularını unutmadan. Ayaklarında ise en sevdiği kiraz kırmızısı babetleri vardı. Uçlarına kondurulmuş kotdan yapılmış sahte, minik çiçekciklerde şortuna uyuyordu elbette. Saçlarını ise iki yandan yüksekçe toplamıştı.
Suyun yumuşak şakırtısı, rüzgarın melodik uğultusu ve çağlayanda yüzen minik balıkların çırpıntısının yarattığı ezgi ise farklı bir duygu katıyordu ortama.
Kelimelere en yakın karşılığının belki de " Güven " olduğu bir duyguydu. Tam bir tanımı yoktu aslında ve bu hiç bir şekilde sıfatlandırılamazdı. Ama doğaya nasıl güvenebilirdi ki? Aslında bu duygu sadece tek birşeyden geliyordu. Ona doğada zarar verebilecek birşey olmadığını bilmek... Bu önemliydi çünkü son zamanlarda güvende olmak, onda pek rastlanan birşey değildi. Aynı zamanda nadir olarak kavuştuğu bir duyguyla kucaklaşmıştı. Bu seferki yoğundu, kendini baskın olarak hissettiriyordu. Ama bu bir duygu muydu? Onu da bilmezdi. Rahatlık ya da masumiyet olabilirdi ama nadir olarak ruhuna işlediği kesindi...
Yavaşça çağlayana doğru yürümeye başladı. Çok ses çıkarmasada duyabildiği adımlarının seslerini dinliyor bir yandan da hep burda olmanın çok güzel olabileceğini ama imkansız olduğunu düşünüyordu. Biraz hayal kırıklığına uğramıştı ama şimdi bunların sırası değildi. Buraya rahatlamak için gelmişti, hüzünlenmek için değil! Hemen o düşüncelerinden silkelendi ve çağlayanı çevreleyen kayalardan birinin üstüne oturdu. Daha çok gezecekti ama yaklaşık 200 yıllık hayatında pek sık gördüğü bir şey değildi bu. Biraz daha orda kalmak istedi. Gezisinin devamında belki de çok daha güzel şeyler görebilirdi. Tek elini suya daldırıp biraz su avuçladı ve elini dışarı çıkardı. Kum misali akan, hemen giden suyun kaderinin mutluluğunada yazıldığını bilemezdi ancak. O da sevecen ellerinden kayıp gidecekti.
Aniden arkasından birinin yaklaştığını fark etti. Arkasına dönüp bakamadan iki güçlü el onu suya itti. Şaşkınlık ve korkunun eşliğinde zorla tüm bedeni suya girdi. O eller şimdide sert bir şekilde boynunu kavramış, nefesini kesiyor ve sudan çıkmasını engelliyordu. Elleriyle adamın kollarını ttu ve kendinden uzaklaştırmaya çalıştı. Ama yapamıyordu işte. Ondan belirgin bir şekilde güçlüydü. Suda bir insana oranla daha fazla dayanabilecek olmasına rağmen onun da bir sınırı vardı, ve gittikçe yaklaşıyordu... Ne kadar çırpınırsa adamda boynunu o kadar sıkıyorbir yandan daha da aşağı daldırıyordu. Savunmak için yapabileceği fazla birşey yoktu. Aynı zamanda nefesi tükenmişti. Akciğerleri yırtılacak gibi kasılıyor onu hem suya hem de acıya boğuyordu. Adamı itmeye çalışırken artık titrediğini fark etti. Adam biraz değişik bir şekilde onu bir sağa bir sola sallıyor, sanki oyuncak bir gemiymişçesine oynuyordu. Hayır, bu kadar kolay lokma olmayacaktı. Ellerini başta geri çekti. Ve sonra aniden tırnaklarınıda biraz saplayarak adamın koluna aslıdı. Yavaş yavaş mayışırken son çare olarak adamın kolunu son klan gücüyle safire kaplamaya başladı. İlk başta bir fark olmasada sonradan safir tüm kola yayıldığından adam çaresizce ellerini boynundan çekti. Başta dışarı çıkacak güç bulamadı kendinde. Belki de bu sondu. Kim olduğunu bile bilmediği biri tarafından acımasızca öldürülmek... " Bu benim gerçekliğim değil. Bundan sağ çıkmalııyım. " diye düşünceleri yankılandı zihinde. Ve son bir çaba yukarı çıktı ve kayalara tutunarak kendini üstlerine çekti.
Kayalıkların üstünde yüzüstü uzanmış, öksürmeye başlamıştı. Ciğerlerine dolan nefesin eşliğinde genel olarak kendine gelmiş ve biraz da sarsılmıştı. Az önce az kalsın ölüyordu... Ve o şans eseri kurtulabilmişti. Ona bunu yapan her kimse kaçacağınıda pek zannetmiyordu. Korku ile başını yukarı kaldırmış ve karşısında gördüğü şahıs yüzünden bir kere daha şok geçirmişti. Bir safkan... Hem de bir Ilwadov... Kesin olan şey ise onu öldürmek istediğiydi... Kalp atışları inanılmaz derecede hızlanmış, gözbebekleri korku ile büyümüştü. Canını kurtarmak amacının ona veridiği güçle hemen ayağa kalkarak geriye fırlamış ve sık nefeslerinin altından cevabını bildiği halde bir soru sormuştu " Niyetiniz nedir? Beni öldürmek ise yaklaştığınızı söyleyebilirim. "
Çıkık elmacık kemikleri, sert yüz hatları - yüzündeki belirgin pençe izi ile birlikte - ama yinede fazla güçlü görünmeyen bedeni ve herzamanki safariden dönmüşe benzeyen hafif yırtık elbiseleriyle onu hemen tanımıştı. Ona biraz garip bakıyordu. Bir safkandan beklenmiyecek kadar boş ve aptalca bir gülümseme vardı yüzünde. Kaşlarını yalancı bir şaşkınlıkla kaldırmış yarı sevecen- yarı deli bir halde bakıyordu ona. Dayısı olan bir safkan onu niçin öldürmek istesindi ki? Peki, gerçekten öldürmek istiyor muydu ki? Normalde, bir safkan o saldırıyı kolayca bloke edebilir ve safirini parçalayabilirdi. Ve kesinlikle boğmaktan daha kurnazca bir plan düşünürdü. Ailesinden kavgalı oldukları vampirler ile iletişimi kesmişti. Ama yine de sesi fazla çıkıyordu belki de. Yine de nedenini fazla kavrayamamıştı. O anın heyhecağanıyla önündeki cevabı göremiyor da olabilirdi.
Yüzünden korkuyu sildi ve kurnaz bakışlarını yanında sinsi gülüşünü yerleştirdi yüzüne.
" Safir tatlım... Haddini çok aşıyorsun, değil mi ama? "
Bu garip cümle ile şaşırmış ve ağzından bir " Ha? " sesi çıkarabilmişti. Burda neler oluyordu?!
| |
|
Elizabeth Rose Wayland Konsül Temsilcisi | Gölge Avcısı
Lakap : Lizbeth Mesaj Sayısı : 2356 Kayıt Tarihi : 11/07/10
Karakter Detayı Statü: Site Kurucusu Uyarı: 0/0
| Konu: Geri: Saphire C.tesi 18 Eyl. 2010, 08:09 | |
| Tebrikler 87* Rütbe başvurunuzu yapabilirsiniz | |
|