Mortal Instruments RPG
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Mortal Instruments RPG

Ölümcül Oyuncaklar'a Hoşgeldiniz...Görmediklerinizi Keşfetmeye Hazır mısınız?
 
AnasayfaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Prensesin kabusu

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
Adriana Sorcha Kuran
Lütfen rütbe edinin, yoksa oyuna dahil olamazsınız!
Adriana Sorcha Kuran


Mesaj Sayısı : 145
Kayıt Tarihi : 05/09/10

Karakter Detayı
Statü:
Uyarı:

Prensesin kabusu Empty
MesajKonu: Prensesin kabusu   Prensesin kabusu Icon_minitimePaz 05 Eyl. 2010, 00:20

Vücuduna
dolanmış çarşafını yere fırlatırken gözlerini aralamaya çalışıyordu.
Sabahın beşinde yattığına lanet okuyordu şimdi, aynaya baktığında buz
mavisi gözlerinin altında gözaltı torbalarının olacağından adı gibi
emindi. Aslında ARTIK imkânsızdı. Çünkü safkan güçleri ona erişilmez
güzelliğini tekrar bahşetmişti. Kendini zorlayarak yatağında
doğrulduğunda güneşin daha batmamış olduğunu görünce burnunu kırıştırdı.
Bu artık onun için monoton bir sahneydi, son günlerde tam bir uyuma
özürlüydü. Yatağının ucuna iliştirdiği sabahlığını üzerine geçirdi.
Sandığının yarısını çıkardıktan sonra tarağını buldu. Birbirine karışmış
kömür rengi saçlarını tarayıp düzgün bir pozisyona soktuktan sonra
tarağı tekrar sandığa yerleştirdi. Gözlerini kısarak pencereye yöneldi.
Kırmızı renkteki güneşliğini hafifçe kaldırıp dışarı baktı. Odası
muazzam bir yerdeydi. Hem Ay Yatakhanesi’ni hem de Güneş Yatakhanesi’ni
görüyordu. Gece sınıfının eşsiz öğrencilerinin hepsi derin bir
uykudaydı. Ama insanoğulları yeni yeni bir koşuşturmaya başlamıştı.
Gözlerini derin bir iç çekişle kapattı. Burada olmayı hak etmiyordu.
Belki de hiçbir şey hak etmiyordu. Yaşamamalıydı. Bundan üç yüz yıl önce
arkadaşlarıyla yani Redblood soylularıyla beraber ölmeliydi. Şimdi,
Sorcha diye geçinen ve bu bedeni yöneten kişi üç yüz yıl önceki
prensesten çok ama çok farklıydı. Öyle ki idealleri bile farklıyken
nasıl olurda Sorcha’yım diyebiliyordu? İdealler… Tek ideali ona yeniden
acılar bahşeden bu akademinin yıkılmasıydı. Yerle bir olmasıydı. Ve
olacaktı. Belki eski Sorcha’dan çok uzak bir kişiydi ancak eski
Sorcha’nın en büyük huyunu taşıyordu. Kararlılık… O da biliyordu ki;
arkadaşları öldüğü için kendisini kuleye kapatan Prenses vampir
tarihinin en kanlı sayfalarına arkadaşlarıyla beraber gömülmüştü. Geriye
duygusuz ve dediğim dedik bir safkan kalmıştı. Aynı bedeni taşıyan ama
çok farklı ilkeleri olan iki ayrı kişilikti, önceki haliyle. Güneş
hastalıklı bir çocuk gibi parlamaya devam ettiği ve batmaya da henüz hiç
niyeti olmadığı için yatağa girmeye karar verdi. Ama nasıl uyuyacağı
konusunda en ufak bir fikre sahip değildi. En azından kahrolası güneşten
uzak olacaktı. Perdeyi kapadı. Gözleri bir anda rahatlamıştı.


Yatağa
girmek konusunda her ne kadar istekli olsa da uyuyamayacağını bilmek
moralini bozuyordu. Ama yinede sabahlığını çıkarıp başının ucundaki
komilinin üzerine yerleştirdi. Yatağına girmeden önce ayakucuna
iteklediği kırmızı, beyaz ve siyah renklerinden oluşan; kalınlı inceli
çizgilerle süslenmiş yatak örtüsünü adam gibi katlayıp yerine koydu.
Ardından daha fazla oyalanamayacağını anlayarak yatağa uzandı. Bir süre
yatağın üzerindeki tüle öylesine baktı ve yavaş yavaş uykunun galip
geldiğini anladı, gözlerini kapadı.


Rüyasında
tuhaf ama tanıdık bir yerde ilerliyordu. Her adımını kendinden emin bir
şekilde atıyordu. Kulak tırmalayacak kadar tiz bir ses duydu. Ardından
büyük iri bir kuzgun görüldü kızıl gökyüzünde. Kızıl gökyüzü mü?
Sorcha’nın gözleri şaşkınlıkla açıldı. Eğer biraz daha açsa gözleri
deliklerinden fırlayabilirdi. Kızıl gökyüzü, iri kuzgunlar diye düşündü.
Burayı nereden hatırlıyordu? İçinden bir ürperti geçti. Ardından yine
sanki hep yapıyormuş gibi kuzgunu eldivenli eline yöneltti. Siyah dar
bir pantalon, siyah uzun bir çizme, siyah ve kırmızı renklerinden
karıştırılarak yapılmış bir gömlek; dizlerinin biraz altında biten
sırtında yuvarlak bir şekil almış siyah kuzgun ablemi olduğuna hiç süphe
olmayan bir pelerin giyiyordu. Kuzgun tereddüt etmeden kendisine
uzatılan ele kondu. Siyah tüyleri oldukça parlaktı. Bu onu bir şekilde
çok güzel yapmıştı. Siyah gözlerini Sorcha’nın gözlerine odakladı.
Canlılık kırıntısı yoktu. Ama mavi bir çekim vardı. Birden kendisini
onun hatıralarına akarken buldu. Bir yere tependen bakıyordu. İçeride
Dragon, Kyra ve Usagi vardı. Bir masanın etrafında balmumundan yapılmış
ve her biri on Level E’yi temsil eden heykelciklerle planı gözden
geçiriyorlardı. Renesmee görünürlerde yoktu. Sorcha içindenUmarım da olmaz!’
diye düşündü. Sonra son kelimesi aklında yankılandı. Olmaması… Tek o
sağ kalacaktı. Hepsi öyle ya da böyle ölecekti. Sorcha için. Kendisi
için. Buna dayanamazdı. Bunu tekrar yaşayamazdı. En son yaşadığında ruhu
parçalanmıştı. Dostları ölemezdi. Bir an önce uyanmalıydı. Bu lanet
rüyaları tekrar görmeye başlamaması gerekiyordu. ‘Hayır!’ diye haykırdı. Haykırışı içtendi. Sonra bir ses yankılandı. Ses, sanki uzun ve boş bir koridordan gelir gibiydi.


‘Evet, prenses! Sevdiğin herkes ölecek!’

İşte
beklenen kişi, sesi tanıyordu. Çırpınmayı bıraktı. Çünkü Deamon’du.
Onun gücü Kader’di. Çatlak bir safkandı. Ve aklını Sorcha ile bozmuştu.
Sorcha onu reddedince egosuna yedirememiş ve sürekli onla uğraşmaya
başlamıştı. Başkalarının kaderleriyle oynayabiliyordu. Ama neden savaş
zamanına götürmüştü? Mantıklı değildi. Çünkü o asla Sorcha’yı öldürmek
istemezdi. Sadece başına bela açardı. Oraya buraya kader kapıları
koyardı. Sorcha’da onları kapatmak için içine dalardı. Ama şimdi
farklıydı. Çünkü Sorcha bir kez ölümle burun buruna gelmişti o da; üç
yüz yıl önceki savaşta. Düşünmemeliydi. Evet düşünmeyecekti. Çünkü
Deamon onu öldürmezdi, değil mi? Deamon tek omzuna tutturulmuş beyaz bir
pelerin; buz mavisi, yakasında ve kollarında danteller olan bir gömlek;
beyaz dar bir pantolon ve dize kadar uzanan bir çizmeyle üç silahşorlar
zamanından kalma bir tavır sergileyerek Sorcha’ya yaklaştı. Her zamanki
hareketinden birisini yaparak ellerini saçları arasına geçirdi. Beyaz
ve inatçı saçlarını arasına…


‘Ah. Sorcha hadi ama şimdiye kadar boğazıma atlamıştın. Ya da ne bileyim beni tehdit etmeye başlamıştın, yanılıyor muyum?’

Sorcha
bir şey söylemedi. Düşünüyordu. Az önce düşünmemeliyim mi, diye
geçirmişti. Ahh, hayır! Düşünmeden hareket edemezdi. Güçleri halen
zayıftı. Ve bir kader safkanına karşı gelmek zekice değildi. Yüzyıllar
önce bunu anlamıştı. Soğukkanlılığını yitirmeden ‘Boş tehditler savurmayı sevmem lordum. Beni bilirsiniz; tehdit edersem o benim için onur sözüdür. Yapmadan bırakmam.’ Dedi.
Bir bakıma öyleydi. Çünkü iyi bir tehdit asılsız kalınca tam bir hayal
kırıklığı yaratırdı. Bu yüzden hasmına söylenen sözler onurdu. Kollarını
birbirine kenetledi. Bekliyordu. Deamon’un ne istediğini söylemesini
bekliyordu. Söyleyecek miydi? Biraz sinir ettikten sonra evet,
söyleyecekti. Derin bir iç çekti. Gözlerini kapadı. Bir şekilde sabırsız
olduğunu belirtiyordu. Deomon harika bir kahkaha attı. Üç yüz yıldır,
safkanlarla karşılaşmıştı ama kimse onun gibi gülemiyordu.


‘Kahkaha atmak için alıştırma falan mı yapıyorsun? Öyleyse fazla uğraşma çünkü bir kahkaha için sana tanıdığım kimse bakmaz…’

Yaptığı
iğneleme Deamon’un yüzündeki gülümsemeyi sökmüştü. Boş bir ifade
kalmıştı. Ölü kadar boş ve anlamsız bir ifade... Ayrıca sinirlenmişti.
Güzel… Sorcha eğer oyun oynayacaklarsa biraz eğlenmenin hakkı olduğunu
düşünüyordu. Deamon’un iğnelemeye cevabı gecikmedi. ‘Bakmasını
istediğim kişi şu an karşımda. Ve sinir bozucu bir şekilde beni üç yüz
yıldır reddediyor. Ama biliyor musun, artık bir şeyler değişecek çünkü
gücümün bazı sırlarını keşfettim. Ölen bir vampirin bile kaderini
değiştirebiliyorum. Değiştirmek biraz zor ve yorucu ama konu sen olunca
hiçbir şey kolay ve acısız olmuyor zaten.’
Kaderi
değiştirmek… Diğer dostlarının geri gelmesi… Sorcha’nın ilk ve yegâne
zayıf noktası buydu. Geçmişindeki onun hataları yüzünden olan ölümler…
Ona güvenen onca insanı kurtarma ihtimali var mıydı? Eğer yüzde bir de
olsa yapardı. Deamon Sorcha’yı zayıf noktasından vurmuştu. Akıl
hocasının söylediği sözler canlandı. Her yere yetişemezdin. Dragon sayende kurtuldu. Her yerde olamazsın. Unutma sende bir ölümlüsün.’ Sözleri
aklından kovmak istiyordu. Deamon’a inanmak istiyordu. Bir kez olsun
haklı olmasını yürekten diliyordu. Dişleri arasından
‘Eğer saçmalıyorsan ant içerim seni öldürürüm. Kendi ellerimle
öldürürüm. Kalbini söker ve sarayının kapısına kazıklarım. Bunu yaparım
Deamon. Sözüme güven…’
dedi. Sözlerinde çaresizlik vardı ama
yapardı. Etrafını gözden geçirdi. Neredeydi? Kuzgun kralı neredeydi?
Siyah bir yerdeydi. Bir şey görünmüyordu. Yaşama dair hiçbir şey yoktu.
Aslında Deamon ve Sorcha haricinde hiçbir şey yoktu. Onlarda beyaz bir
ışıkla parlıyorlardı. Deamon gösterişsiz iş yapmazdı. Düşüncelerini
bölen Deamon’un kazandığından emin olan kibirli sesi oldu ‘İnanmıyor musun? Pekala, istersen tarihle biraz oynayabilirim. Sırf senin için gelinim...’
Ağzını açtı tam bana öyle deme diyecekken Deamon’un hareketi sözü bıçak
gibi kesti. Kolu zarif ve abartılı bir yavaşlıkta açıldı. Yine mavi bir
ışık onu içeri çekti. Tepeden baktığı yer kraliçenin odasıydı. Tek
bakışta anlamıştı, annesinin odasını. Bir şömine vardı. Şöminenin
tepesinin bittiği yerde iki kuzgun başı vardı. Gizli geçitti. Ani bir
saldırıya karşı kraliçeyi kaçırabilmek için. Oda düzgün bir çokgen
biçimindeydi. Her kenarın başına birer meşale yerleştirilmişti.
Tavanında ise bulutsuz bir gece tasvir edilmişti. Ayrıca yatakta biricik
annesi yatıyordu. Zamanı çok iyi hatırlıyordu Nyx onu zehirlemişti.
Annesine o gün yemekten önce havadan sudan bir mesele yüzünden dargındı.
Başında da kraliyet şifacısı duruyordu. Terlerini siliyorken donmuştu.
Evet, donmuştu. Yüksek teknolojiyle çekilmiş bir fotoğraf gibiydi. Hayat
yoktu. Kalbine bir acı saplandı. Annesinin ölümünden bir gün önceydi.
Gidip onu ne kadar sevdiğini söylemesi gerekirken o hariç herkes o anda
odadaydı. Yaklaşmaya çalıştı, olmadı. Onu öpmeli, af dilemeliydi. Ama
kıpırdayamıyordu. Gözlerinden sel gibi yaşlar boşaldı. Çaresiz olmak
istemiyordu... Sonra Deamon sesli bir biçimde öksürdü. ‘Evet
prenses. Yeri ve zamanı hatırlıyorsun. Ama üzerinden geçelim. Kan
Kraliçesi Menthe’nin ölümünden bir gün önce Paris. Şimdi sözlerime
dikkat vermeni istiyorum. Annen bir tavuk ve taze bir otu birlikte
yediği için zehirlendi. Eğer panzehir bulunamasaydı, sukikastten bir gün
önce ölürdü. Şimdi zamanı biraz ileri saralım.
Bu sözleri
söyledikten sonra her şey bir filmi hızlandırmışçasına olup verdi.
Saatler saniyeler içinde yaşanmıştı. Sonra yine durdu. Deamon ‘Şimdi şifacı burada ne olduğunu anlayacak. Ama ben anlamamasını sağlıyorum.’ Dedi. Ve hayat akmaya başladı.


‘Belirtileri aşırı ateş, sürekli öksürme ve bir şey yiyememe... Söyler misiniz kraliçe dün yemekte ne yedi?’

Şifacı görevini yapıyordu. Zeki bir adamdı. İşinin hakkını veriyordu. Deamon
kızlardan birine müdahale etti. Yani gidip boynuna doğru anlaşılmayan
bir şeyler fısıldadı. Bunlar kraliçenin yardımcılarıydı. ‘Tavuk, efendim. Ama yediği yemekten tattılar onlara bir şey olmadı.’ Şifacı tam bir şey söyleyecekken dondu. Deamon güldü. Bu sefer sadece sinir bozmak amaçla yapmıştı. ‘Gördüğün üzere kız müdahalemle yalan söyledi. Ve bu annenin bir gün önce ölmesine neden olacak. Kurtulamayacak…’ dedi. Sonra o mavi ışık yine Sorcha’yı eski karanlık yere bıraktı. Sorcha öfkeyle ‘Seni alçak. Ölümüne ben sebep olacağım. Adi herif… Seni… Seni… Güçlerin bile kurtaramayacak pislik…’ dedi. Annesinin ölümü bütün şuurunu elinden almıştı. Düşünemiyordu. Deamon kahkaha attı. ‘Boş
tehditler gelinim. Ben Tanrıyım ve bunu sana ispatladım. Aslında bu
kolay bir şeydi. Zaten kraliçe müdahale etmesem de ölecekti. Ben sadece
zamanı değiştirdim. Ama dostların için durum farklı eğer ben müdahale
edersem çok uzun süre yaşayacaklar ve bunda seninde payın olacak. Ayrıca
acı bir ihtimal ölebilirsinde… Bilirsin beni, çıkarım olmadan günahıma
bile dokunmam. Bu işteki çıkarım; beni Redblood soylularına ilah ilan
etmen. Senin için zor olmasa gerek… Ayrıca sende Tanrıça olacaksın.
Benim gibi bir safkanın yatağına gireceksin. ’
Sorcha ‘Seninde yatağının da canı cehenneme!’
diyecekken sustu ve içinden söylemenin zekice olduğunu düşündü. Çünkü
kabul edecekti. Ama söz vermeyecekti. Geri döndüğünde ise tek işi onu
öldürmek olacaktı. Evet, bunu yaparken de gözlerinin içine bakıp ‘Sen tanrı değilsin. Ve sonun Medea gibi. Kendini Tanrı salan ahmak!’ diyecekti. Ama şimdi ‘Tamam, gönder beni oraya…’ dedi. Sesinde duygu yoktu. Ellerini yumruk yapmıştı. Deamon

‘Hay hay gelinim. Ancak hatırlatmam gereken bir şey var daha önce
birilerini başka boyuttan birileriyle öldürmedim. Hep tanrısal
yaklaştım. O döneme ait olmadığın için saldırıları alabilir ama onları
öldüremeye bilirsin. Hiçbir şeye garanti vermiyorum. Ve yine biraz
heyecan için çıkış kapını bir Level E’nin kalbine sakladım. Onu da
bulman gerekiyor. Sana yardımcı tek kelime
u-we-tsi a-ge-hu-tsa iyi eğlenceler gelinim.’ Ve
yine o mavi ışık kendisini sardı. Gidiyordu. Bir kez daha savaşmaya
gidiyordu. Pislik herif hiç yardımcı olmuyordu. Aksine oyunlar
kuruyordu. Sorcha ise hayatının bir kumara yatırmıştı. Ya her şeyi
kaybedecek ya da her şeyi kazanacaktı…
Mavi ışık bu sefer onu çadırının önüne
bırakmıştı. Tepeden bakma ya da kıpırdamama falan yoktu. Üzerindeki
elbise sihirli bir değnek dokunmuş gibi değişiyordu. Saçları tepesinden
at topuzu oluverdi. Ayrıca üzerinde de siyah çelikten yapılmış eski
zırhı belirdi. Bu zırhı gayet iyi hatırlıyordu. Alt ve üst olmak üzere
iki kısımdan oluşuyordu. İlk kısmı bir pelerinle bütünlenmiş cüce
kumaşından yapılmış fileden oluşan bir alt zırh, ikinci kısmı ise bunu
destekleyecek ve asıl görüntüsünü sağlayacak olan siyah çelik… Çeliğin
kendisine has bir görüntüsü vardı. Üstü ağır helozenlerle süslenmiş ve
18. yüzyılın soylu kadınlarının giydiği türde bir görünüşe sahip olan
–yani üzere oturan ve göğüs kısmında hafif açık veren- bir destekleyici
altında ise üçgen kesinleri olan dizüstü bir etek vardı. Diz altında bir
çizme de bu eşsiz vampir zırhını tamamlıyordu. Elinde kaba bir eldiven
vardı. Kuzgun içindi. Eldiveni çıkarınca ne ile karşılaşacağını
biliyordu. Ellinde dövmeler vardı. Hatırlıyordu. Babası yaptırmıştı.
Adını aldığı prensesle aynı kaderi paylamaması için bir mühür, bir
muskaydı. Koruyucu olduğuna inanılıyordu ama Sorcha’nın böyle bir inancı
yoktu. Öyle ki inanmadığın sürece hiçbir şeye yaramazdı.


Çadırın
perdesi açıldı. İçeriye Dragon girdi. Koyu mavi gözleri öylesine
soğuktu ki Sorcha ürperdi. Siyah saçları mavi bir bandana ile
tutturulmuştu. Ayak ve el bileklerinde Redblood safkanı olduğunu
gösteren kuzgun desenleri vardı. O da siyah bir çelik giymişti. Giydiği
çelik bir şekilde onu daha yapılı göstermişti. Kolunda bir miğfer
tutuyordu. Saygı amaçla prensesin önünde miğfer takılmazdı. Sorcha
özlemle ona yaklaştı. Yüzüne dokunacakken Dragon elini tuttu. Nazik bir
biçimde her parmak ucunu öptü ve izin almadan sarıldı. Bunu sık
yapmazdı. Ondan çekinirdi. Tekrar alışık olduğu kokuyu içine çekti.
Öylesine özlemişti ki... Ölümünden sonra sadece bir yıl geçmiş olması
kalbine acı yükledi. Bir elini kalbine bir elini de Dragon’un göğsüne
koydu. Sarılma bitmişti. Kalbindeki acı yeterince kötüydü. Böyle
olmaması gerekiyordu. Böyle savaşa giderse ölebilirdi. Toplanmalıydı.
Dragon’una yine özlem dolu bir bakış attı. Gözlerinden yaşlar süzüldü.
Dragon bir şey söylemek üzere ağzını açınca Sorcha elini ağzına dayadı.
Konuşmak istemiyordu. Sözlere gerek yoktu. Bir süre onun mavi gözlerinde
kendisini izledi. Hayranlığı o kadar yoğundu ki bu saf sevgi Sorcha’nın
boğazında bir şeylerin düğümlenmesine yol açtı.


Birden
perde tekrar açıldı. Sorcha, Dragon’dan hemen uzaklaştı. İçeri giren
Tiger’dı. Dragon’un ağabeyi… O tam bir savaşçıydı. Sorcha ve Dragon’u
öyle gördüğüne şaşırmış görünüyordu. Çünkü savaşın ortasında böyle
şeyler olmazdı. Sorcha gözlerindeki yaşı sildi. Tiger’a gülümsedi.
Prenses gibi değil savaşçı gibiydi. Tiger kadar olmasa da savaşçıydı
işte. Tiger gür kahverengi saçlarını üstten toplamış ve yine
Dragon’unkine benzer bir zırh giymişti. Ama onun el ve ayak
bileklerindeki kuzgunlar altın sarısıydı. Yani o bir kraliyet
soylusuydu. Kralın emrindeydi... Sorcha’ya artık ordunun başına geçmesi
gerektiğini söyledi. Hala gözü Dragon’un üzerindeydi. Acaba ne
düşünüyordu? Bakışlarında onaylamaz bir ifade vardı. Kardeşine neden
böyle tuhaf bakıyordu? Cevap: Git ona sor. Ama küçük bir hatırlatma
yanıt vermez. Tiger asosyal bir tanrı gibiydi. Konuşmaz, gülmez,
eğlenmezdi. Hiçbir özel yaşantısı yoktu. Tek sevgilisi vardı o da işi…

Çadırdan
ilk Dragon çıktı perdeyi açtı. Ardından Tiger çıktı ve selam verilmesi
için komut verdi. Sorcha çıktığında ise bütün askerler aynı ritimle
ayaklarını iki kez yere vurdular. Sorcha başıyla hafif selam verdi.
Konuşma yapmak için yükselmeden bütün vampirlerin gözlerine baktı. Tek
bir şey vardı. İnançları uğruna ölmek, düşüncesi… Sorcha ellerini yana
açtı tek ayağını yukarı kıvırıp başını geriye attı. Gücü onu sardı ve
hava yükseltti. Herkesin görebileceği bir mesafe olduğuna kanaat
getirdiği anda durdu. Kadim ve duygusuz bir sesle
‘Size
oturup uzun nutuklar çekmeyeceğim. Biliyorum ki buraya gelirken
sevdiklerinizi arkanızda bırakarak geldiniz. Daha önce bütün silah
arkadaşlarım hepinizi teker teker ziyaret edip katılıp katılmayacağınızı
sordu. Bu yüzden o meydanda elinizden geleni görmek istemiyorum. Eğer
ben size önderlik ediyorsam elinizden gelen benim için yeterli değil.
Şimdi, son kez karanlık uğruna ırkımız uğruna hainlere cehennemi
boylatın…’
dedi. Sözleri bittikten
sonra büyük bir gürültü oluştu. Kutluyorlardı. Azrail’i korkusuz
karşılıyorlardı. Cesaret bu dönemde doğmuştu. Sorcha askerlerine baktı.
Birçoğu geri dönemeyecekti. Bu sefer hata yapmayacaktı. Bu anlaşmayı
kabul ederken ne düşündüğünü bilmiyordu. Ama tek bildiği geçmişteki
vampirlerin birini bile kurtarabilirse ölümü göze almak pekte anlamsız
olmayacaktı. Yavaş yavaş yere indi. Kyra, Usagi, Tiger ve Renesmee
sorumlu oldukları grupların başına gitmek için izin istediler. Sorcha
gönülsüz bir şekilde kabul etti. Dragon onun yakın korumasıydı. Bu
yüzden onun grubu Sebastian ve Renesmee’nin kontrolündeydi.


Grupların
başına geçtiklerinde gruplar ters M olacak şekilde yer değiştirdi.
Sorcha diğer komutaların komutlarını dinledi. Ardından kendinden emin
bir sesle
‘En etkili çözüm
kalplerini çıkarmak ya da kafalarını koparmak. Ama unutmayın içlerinde
soylular ve yoldan çıkmış safkanlar olabilir. Bu yüzden bu savaş
hayatınızı yatırdığınız büyük bir hile oyunu…’

dedi. Sonra onların geldiğini haber veren bir boru sesi çıktı. Herkes
kalkanlarını önüne alarak bir ellerini arkaya uzattılar. Herkesten
güçlerini temsil eden renklerde auralar çıkmaya başladı. Sorcha da
kalkanının arkasına sığınıp elini arkaya uzattı.


Ortadaki
grup onun yönetimindeydi. İlk çarpışma onlarda olacaktı. Belli bir süre
kontrolsüz Level E’lerin gelişlerini izledi. Ardından tüm gücüyle
‘Şimdi!’
diye bağırdı. Bu komutla bütün orta grup ayağa kalktı. Artık herkes
yalnızdı. Bütün vücudunu gücüyle sarmaladı. Ardından önüne gelen ilk
Level E’nin kafasına kalkanını geçirdi. Level E şaşırmış bir şekilde
başını salladı. Sorcha bunu fırsat bilerek elini göğsünün içine soktu ve
kalbini bulup çıkardı. Dirseğine kadar kana bulanmıştı. Kanın kokusu
onu sardı. Yüzünü ekşitti. Bu iğrençti. Level E’yi yere bırakırken
gözleri Dragon’u aradı. Tahmini doğruydu. Soylularda vardı. İki soylu
Dragon’u sıkıştırmıştı. Vampirlerin aurasından elementlere hükmettikleri
gün gibi ortaydı. Dragon da karanlığa hükmediyordu. İki elini
kenetleyip kendi gücünden kalkan yaratmıştı. Sorcha parmağını beş kez
şırlattı. Etrafında yönlendirilmeye hazır beş karanlık küre oluştu. İki
parmağını Dragon’a yüklenen soylulardan birine doğrulttu. Etrafındaki
iki küre soyluya yöneldi. Soylu beklenmeyen bu saldırı karşısında
afalladı. Saldırının nereden geldiğini anlamak için etrafına bakınmaya
başladığı anda bir şey Sorcha’nın sırtına atladı. Bir Level E. Dişlerini
omzuna geçirmeye çalışıyor ancak zırh buna engel oluyordu. Ellerini
Level E’nin elleri üzerine yerleştirdi. Hafifçe eğilerek bütün gücünü
ellerine yönlendirdi ve bir çığlık eşliğinde Level E’yi tepesinden attı.
Gözle görülmeyecek bir hızla yere attığı vampirin tepesine bindi.
Ellerini boğazına yerleştirdi. Sıkmaya başladı. Level E’nin gözlerine
bakınca bunun az önce öldürdüğü Level E olduğunu gördü. Ama nasıl olur?
Az önce onu öldürmemiş miydi? Sonra Deamon’un sözlerinden bir kısım
aklıda yankılandı.
(…) Ancak hatırlatmam
gereken bir şey var daha önce birilerini başka boyuttan birileriyle
öldürmedim. Hep tanrısal yaklaştım. O döneme ait olmadığın için
saldırıları alabilir ama onları öldüremeye bilirsin. Hiçbir şeye garanti
vermiyorum…

Ölmüyorlardı. O zaman kaderle oynama sadece hikâyeydi. Tek oynanan kader
vardı o da kendi kaderiydi. Baştan kaybettiği bir oyuna başlamıştı. Bir
an önce buradan kurtulmalıydı. Sırtındaki kılıcı çekti ve yine
öldürdüğü Level E’nin boğazını kesti. Kan bu sefer suratına sıçradı.
Utandırıcı bir şekilde suratına sıçrayan kanı yaladı. Ama yalar yalamaz
öksürmeye başladı. Kan bulanıktı. Ayrıca eski bir kan gibiydi. Kabul
ettiği ana lanet okuyordu. Beyni bir plan bulması gerektiğini
söylüyordu. Ama plan üretmiyordu. Birisi hırıltılı bir sesle
‘Prenses!’
diye seslendi. Sorcha öldüğüne kanaat getirdiği Level E’nin üzerinden
kalkıp arkasını döndüğü anda yüzünün yarısı henüz soyulmuş eskisen çok
yakışıklı olduğunu anlaşılan bir soylu üzerine atladı. Sorcha
kollarından tutup onu yere vurdu. O da olduğu yerde döndü ve Sorcha’yı
yere kapattı. Sorcha vampirin zırhına parmaklarını geçirip onunla
birlikte havaya zıpladı. Havada onun bedenini bacakları arasına kıstırdı
ve ellerini boynuna kilitledi. Vampirin ağzından bir tıslama çıktı.
Sorcha onunla beraber son süratle yere indi. Büyük bir gümbürtü koptu.
Ayrıca vampirin kafatası basınca dayanamayıp kırıldı. Yerde çatlamıştı.
Sorcha elleri kan olunca bu sefer kanı yalamayı değil ne kadar mide
bulandırıcı olduğunu düşündü. Eğer kurtulabilirse uzun bir süre kan
içemeyecekti. Neredeyse bir metre ilerde olan Dragon’a seslendi.


‘Dragon. Yanıma gel!’

Dragon
sesi duyar duymaz alıştığı bir hareketmiş gibi Level E’nin kafasını
kopardı ve Sorcha’ya yetişti. Mavi gözlerinde bir çocuğun bile
anlayabileceği açık soru işaretleri vardı.Sorcha bir şey bir planı
varmış gibi
‘Benim öldürmeye yaklaştığım kişilere son darbeyi sen vur. Ne bileyim kafasını kopar kalbini çıkar bir şeyler yap!’ dedi. Tam Dragon ağzını açacaktı ki ‘Sakin itiraz etme ya da soru sorma! Sadece yap!’
dedi. Dragon tamam dercesine başını salladı. Sorcha kafasını dağıttığı
soylunun üzerinden kalkarken Dragon elini soylunun kalbine soktu. Zeki
çocuk.


Sorcha bütün Level E’leri
öldüremezdi. Ama çıkış bir şekilde ona gelecekti. Aslında çıkışı taşıyan
Level E gelecekti. Ama gelip gel benim kalbimi çıkar demeyecekti bunu
biliyordu. Bu yüzden sadece ölmemeye dikkat etmeliydi. Bir Level E’ye
doğru ilerledi. Level E ona boş bir gözle baktı. Sonra vücudu tuhaf bir
titreme geçirdi ve ellerini biçimi değişti. Bir bıçak kadar keskinleşti.
Level E elini Sorcha’ya geçirmek üzereye hamlede bulundu. Sorcha
savunma için bir hareket yapılmadı. Sadece saldırı alanının biraz dışına
çekildi. Sonra saçları havalandı ve buz mavisi renkte olan gözleri bir
anda kızıllaştı. Level E’yi siyah bir toz sarmaya başlamıştı. Sorcha
–sinirden- gülümseyip ellerini göğsüne geçirdi. Avucunun içinde atan
kalbi tuttu ve dışarı çıkardı. Yine ıskarta. Bu da değildi. Bu iş
samanlıkta iğne aramaktan farksızdı.Dragon vampirin kafasını kopardı.
Sorcha ona öpücük yolladı. Dragon gözlerini şaşkınlıkla açtı. Tabi
üzerine bir vampir yüklenince şaşkınlığı falan kalamadı. Sorcha da
üzerine gelen üç vampire döndü. Bir şekilde öldürmekten sıkılmamıştı.
Vampirlerden birisi keldi. Parmaklarını bir pençe gibi açmıştı ve
Sorcha’ya doğru salladı. Sorcha ilk ne olduğunu anlamadı. Ama savaş
alanında jetonun geç düşmesi hayata mal olurdu bu yüzden elini aurasıyla
donattı ve gelen iğneleri sinek kovar gibi engelledi. Adam güçleriyle
Sorcha’ya iğne batıramayacağını anlamış olacaktı ki Sorcha’nın üzerine
atladı. Sorcha sıkılmaya başlamıştı. Gelen giden üstüne atlıyordu. Belki
küçük bir yapısı vardı ama yine de bunu sürekli hatırlatmak zorunda
değildi, kimse. En azında o öyle düşünüyordu. Ne garipti. Her önüne
gelen onu beden gücüyle yenebileceğini düşünüyordu. Sorcha onlara
yanıldıklarını ispatlamak istercesine havada 360 derece döndü ve adamın
yüzüne bir tekme patlattı. Ama bu sadece bir tekme değildi. Aurasıyla
adamın yüzünü yakmıştı. Bu tuhaftı. Çünkü daha önce aurasını hiç
bedenine dolamamıştı. Güçlü bir saldırı tekniği elde etmişti. Hem
bedenini de kullanıyordu. Gözleri işi bitirmesi için Dragon’u aradı. Tiz
bir ses
‘Burada!’ diye haykırdı.
Sorcha
sesin geldiği yöne döndü. Bütün Level E’ler durmuştu. Nil nehrinin
Musa’nın sopasına verdiği tepkinin aynısını bütün Level E’ler o tiz sese
vermişti. Herkes kadının önünden çekiliyordu. Sarı ve ayaklarına kadar
uzanan düz saçları ve sanki bir kefen giymiş gibi bol duran ama bir
şekilde de bedenini ikinci bir deri gibi saran siyah bir elbise
giymişti. Ayakları çıplaktı. Sorcha’ya baktı.
‘Selam olsun Karanlıklar Prensesine. Adım Nichloas!’
Sorcha sesinde tuhaf bir aksan sezmişti. Ayrıca lakabı yoktu. Yaşlı bir
safkandı. Ve geçmişte böyle bir kadınla karşılaşmamıştı. Sorcha
nezaketten uzak bir sesle
‘Ne istiyorsun?’ dedi. Vampir kahkaha attı. İğrenç yapış yapış bir kahkahaydı. Ellerini bir çocuk gibi çırpıp ‘Oyun,
oyun, oyun… İlk olarak bu görüşmeyi sağladığı için sevgilim Deamon’a
sonsuz teşekkürler… Şimdi buradan çıkmak istiyorsan benimle düello
yaparsın. Aksi takdirde iki şey olur hem susuzluktan bu boyutta ölürsün
hem de insanların seni korkak biri olarak hatırlar. İkili bağ istiyorum
Sorcha! Sen ve Dragon , ben ve Elliot!’

Elliot diyince yanından bir adam çıktı. O da sarı saçlıydı. Tahminen
bel boşluğuna ulaşıyordu. Saçına siyah bir toka takılmıştı. Üst kısmı
boştu. Altında ise bol siyah kumaş bir pantolon vardı.


Şimdi
parçalar yerine oturuyordu. Herhangi bir şekilde çatlak bir düşman daha
edinmişti. Ve bu düşman kesinlikle çok güçlü ve çok yaşlı bir vampirdi.
Sorcha formalitelerden sıkılmıştı. Merakla
‘Senin ne zaman canını yaktım?’ diye sordu. Kadın güldü. Sinir olmaya başlamıştı. O gülümseyişi sonsuza dek soldurmak isteyen bir dürtü oluşmuştu içinde. ‘Sen benim canımı yakacak kadar güçlü değilsin benim istediğim senin; şansın sayesinde kazandığın ünün.’
Sorcha ününü şansa bala kazanmamıştı. Hak etmişti. Ayrıca iyi bir üne
sahip olduğunu da düşünmüyordu. Bütün safkanlar arasında en çatlağı
olarak biliniyordu. Bu herkesin isteyeceği türden bir ün değildi. Ama
kadın çatlak olmak istiyor gibiydi. Aslında istemesine gerek yoktu.
Çünkü tam bir zırdeli gibi görünüyordu. Nichloas sanki sözlerini
duymuşçasına
‘Senin o cüretkâr
zihnini soğan soyar gibi soyacağım. Senden istediğim Karanlıklar
Prensesi unvanın… Bende Elliot’ta karanlığa hükmediyoruz. Tıpkı sen ve
küçük oyuncağın gibi…’

dedi. Öfkelenince bile renkli cümleler kuramıyordu ne yazık.
Karanlıklar Prensesi olmak sadece onu yenmekle elde edilecek bir şey
değildi. Nichloas
Yeter bu kadar. Watashi wa meiyo no tame ni anata ni chōsen suru.' dedi. Bütün uğultu kesildi. Bütün gözler Sorcha’nın üzerindeydi. Sorcha reddetmeyecekti. ‘Anata wa sore o kōkai suru. Hontōda ne!’
Dragon’u bıraktılar. Sorcha özür dilercesine ona baktı. O ise gıpta
edilecek bir şekilde korkusuzdu. Zaten bunun bir önemi yoktu. Çünkü
Sorcha ikisi için de korkuyordu. Elliot’un seviyesini öğrenmek için
aurasına odaklandı. Level E idi. Sorcha şaşırmışcasına Elliot’u
inceledi. U-we-tsi a-ge-hu-tsa? Elliot kız mıydı? Nichloas
‘Ah. Hadi ama prenses şaşırdın? Neden Deamon sana yalan söylemiş olamaz mı?’ dedi. Sorcha öğrendiği gerçekle sarsılmıştı. Sinirli bir tavırla ‘Canını almak için sabırsızlanıyorum. Kettō’ dedi. Sesi öfkeliydi. Artık ne olacaksa olsun istiyordu. Nichloas’ın sesi iyice inceldi ve çocuk sesi gibi bir tonda ‘Kettō’ dedi.

Ayaklarının
altındaki toprak alan oynamaya başladı. Her yer değişiyordu. Bütün
Level E’ler birer birer yok oldu. Sadece dördü kalmıştı. Sorcha etrafını
gözden geçirdi. Bir arena oluşmuştu. Arenanın beş köşesinde elementler
yerleştirilmişti. Bir pentegram oluşturulmuştu. Sorcha ellerini çırparak
etrafını kalkanla kapladı. Nichloas da başparmağını ve serçe parmağını
açık bırakıp diğer parmaklarını kapatarak eliyle havada çember çizdi. Bu
harekette ona kalkan sağladı. Nichloas konuşmaya başladı.

‘Yardımcılarımızı kalenin bayrağı gibi düşüneceğiz. Tabi ki daha önemli
ama kim önce yardımcıyı öldürürse oyun bozulur ve kader değişir.’

Sanki çok şey açıklamış gibi derin bir iç çekti ve ellerinin içinde bir
küre oluşturarak Sorcha’ya fırlattı Sorcha bu kolay hamle daha gelmeden
tek elinde bir küre oluşturmuştu. Bu yüzden gelen güç topunu açıkta
kalan eliyle yönlendirip avuç içindeki küreyle birleştirdi. Ardından
büyük bir güç sarf ederek onu Nichlaos’a gönderdi. Daha küre Nichlaos’a
ulaşmadan iki elini de şırlatarak on küre oluşturdu ve bunları da
Nichlaos’a gönderdi. Nichlaos bunları her birine karşılık vermeye
çalışırken üç küre savunmasını yıpratmıştı. Nichlaos buna karşılık hemen
Sorcha’yı küre yağmuruna tutmaya başladı. Bu hareketi Sorcha’nın
kazanabileceğini düşünmesine neden oldu. Çünkü o Sorcha’yı öldürmek
istiyordu. Sorcha ise yardımcısı Elliot’u… Deamon bir şekilde doğru
söylemişti. Kilit nokta bir Level E idi. Kapının kalbinde olduğunu umut
ediyordu. Sorcha üzerine yağmur gibi yağdırılan kürelere savunma
pozisyonu aldı. Yani bir kumaş tutup çeker gibi hem onun hem de
Dragon’un üzerine kalkan çekti. Küreler kalkanla her temasında dolunun
pencereye temas ettiğinde oluşan ses gibi ses çıkardı. Rahatsız edici
ama bir bakımdan da dışarıda olmadığı için minnet ettirici…


Nichlaos
hiçte dürüst bir rakip değildi. Sorcha’nın saldırısını beklemeden
elleriyle havayı tuttu ve iki kılıç oluşturdu. Bunlar kırmızı ve siyah
karışımı bir renkteydi. Sorcha da elleriyle havayı tutar gibi yapıp iki
kılıç çıkardı. Ama onun kılıçları mavi ve siyah renklerinden oluşmuştu.
Nichlaos yerden hafifçe havalandı ve tüm gücüyle kılıcı yere geçirdi.
Kılıcın ucundan çıkan kızıl ışık son sürat Sorcha’ya yaklaşırken Sorcha
da kılıcını yere geçirdi. Ortada buluştuklarında hiçbiri ileri ya da
geri gitmemişti. İki ışığın kesiştiği yer gittikçe yükselmeye başladı
Sorcha hızla Dragon’a yaklaşıp ona sarıldı ve gücünü dışarı verdi. Bu
bir şekilde bir plastiği esnetmek gibi bir şeydi. Gücü onlara kalkan
olacaktı ve tozla buz olmalarını engelleyecekti. Ardından beklediği
patlama gerçekleşti. Oldukça gürültülüydü öyle ki Nichlaos,
Sorcha’nınkine yakın bir güce sahipti. Çünkü böyle bir patlama rakipler
yenişemeyince olurdu. Ve onlarda öyle yapmışlardı. Yenişememişlerdi.

Sorcha
gözlerini açtığında her tarafı siyah bir dumanın kapladığını görmüştü.
Hemen kalkıp Nichlaos’a baktı yerinde yoktu ama Elliot oradaydı. Dragon
sekerek yanına geldi. Sanki o kavga etmişti de o yaralanmıştı. Sıradan
bir ses tonuyla
‘Gidiyorsun değil mi?’ dedi. Sorcha başını salladı. Dragon alelacele ‘Bekle! Ağabeyim ve dostlarımız ölümlerinden seni sorumlu tutmuyorlar…’
dedi. Daha söyleyeceği vardı ama susmuştu. Onu özleyecekti ayrıca
kaderini fazla zorlamamalıydı. Buraya geliş amacını düşündü. Yine sadece
Dragon’u kurtarabilmişti. Ne kader ama… İkinci seferde farklı şekilde
aynı sonuca ulaşmıştı. Tırnağını bileğine batırdı ve beyaz teninin
üzerine kanı aktı. Kanı işaret parmağıyla alıp Dragon’un yüzüne sürdü.
Ona verebileceği tek şey kanıydı. Çünkü kalbini kendisi bile
bulamıyordu. Ellerini bıçak gibi kullanıp Elliot’un bedenini açtı. Sol
elini kalbin olduğu yere soktu ve onu çıkarıp sıktı. Mavi ışık onu sardı
ve gözleri kapandı.




Dı, dıt! Dı, dıt! Dı, dıt! Dı, dıt!


‘Ne rahatsız edici bir ses!’
diye homurdandı ve yatağın içinde döndü. Gözlerini araladı. Çalar saati
kapattı. ‘Duş almalıyım.’ Diye düşündü. Yerinden kalktı. Sabahlığını
koyduğu yerde sökülmüş bir kalp ve bir not vardı.


“İlkti, prenses. Son olmayacak…”

Yazıyordu.
Ehh. Yenilen pehlivan güreşe doymazdı. Kalbi ve notu şömineye atıp
yaktı. Nichloas hiçte zevkli birisi değildi. Çünkü Sorcha düşmanına bile
sökülmüş bir kalp göndermezdi. Iyyk.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://roleplayergame.twilightlegend.net
Elizabeth Rose Wayland
Konsül Temsilcisi | Gölge Avcısı
Konsül Temsilcisi | Gölge Avcısı
Elizabeth Rose Wayland


Lakap : Lizbeth
Mesaj Sayısı : 2356
Kayıt Tarihi : 11/07/10

Karakter Detayı
Statü: Site Kurucusu
Uyarı: 0/0

Prensesin kabusu Empty
MesajKonu: Geri: Prensesin kabusu   Prensesin kabusu Icon_minitimePaz 05 Eyl. 2010, 08:30

Ufak tefek yazım sorunları dışında çok başarılı bir rp idi. tebrikler 87*

Gece Evine Hoşgeldiniz
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://mortalinstruments.forum.st/
 
Prensesin kabusu
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Mortal Instruments RPG :: Mortal Instruments :: Arşiv-
Buraya geçin: