Mortal Instruments RPG
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Mortal Instruments RPG

Ölümcül Oyuncaklar'a Hoşgeldiniz...Görmediklerinizi Keşfetmeye Hazır mısınız?
 
AnasayfaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Diane J. #Puan Belirleme (+2.000 Kelime)

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
Diane Jewelheart
Lütfen rütbe edinin, yoksa oyuna dahil olamazsınız!



Mesaj Sayısı : 2
Kayıt Tarihi : 07/06/13

Diane J. #Puan Belirleme (+2.000 Kelime) Empty
MesajKonu: Diane J. #Puan Belirleme (+2.000 Kelime)   Diane J. #Puan Belirleme (+2.000 Kelime) Icon_minitimeCuma 07 Haz. 2013, 18:06

Hava yine kararmıştı. Ormanın ortasındaki siyah kulübenin yıkıntılarını sessizlik bürümüştü ve bu çift yönlü bir sessizlikti.
En belirgin ve dikkate alınır kısım, etrafta bir şeylerin eksikliğinden kaynaklanan boş, yankılı bir sükûnetti. Eğer rüzgâr esseydi ağaçların arasında ıslık çalar, kırık tuğlalardan geçerek kulakları uğuldatır ve sararıp özgürlüklerine kavuşan güz yapraklarının savrulması gibi sessizliği yoldan aşağı süpürür giderdi. Eğer bu ölü arazide canlılar, hatta tek bir canlı bile olsa, gecenin puslu ve karanlık saatlerinde hareketlerinin sesleriyle, ezilen yaprakların çığlıklarıyla o sessizliği bozardı. Eğer nefes alıyor olsaydı… Ama hayır, elbette nefes almıyordu. Aslında bu seslerin hiçbiri yoktu ve o yüzden sessizlik yerini koruyordu.
Dirsekleri tamamen kan içinde, üstündeki tişört yırtılmış halde yere çökmüştü. Ölüm sonrası sessizliğini andıran bir sükûnet ve huşu içinde gözleri toprağa dikilmişti. Bunu yaparken ise boş sessizliğin içine daha küçük ve melankolik bir tane ekliyordu. Bu durum bir tür alaşım, bir tezat ekliyordu. Lakin ikinci sessizliği fark etmek kolay değildi. Saatler boyunca kulak kesilirseniz, onu etrafınızı saran ormanın derinliklerinde, kayalarda ve enerjide hissetmeye başlayabilirdiniz. Bu sessizlik öyledir ki, uzun yıllar önce sönmüş ateşin sıcaklığını barındıran ve haykırışları yutan… bu sessizlik onundu. Onun kana susamış acılı ruhunun sessiz inzivası idi. Lakin bu da münasipti, zira bu sessizlik en büyüğüydü ve dünyanın her sessizliğini sarıp sarmalıyordu. Üzerinden nehirlerin çağladığını, akarsuların aşındırdığı bir kaya kadar ağırdı. Ölümü elinde tutan bir dişinin sabrı, sapı kesilen bir çiçeğin ölmeyi beklerken hıçkırarak ağlaması gibi… Büyük bir hiçlikti.
Behim bir cüppeye bürünmüş olan ceset yerde sere serpe uzanıyordu. Önü açılmıştı ve cüppenin beyaz tene değdiği yerden bir parmak ötede tam kalbine doğru büyük, kuru kan ile kaplı bir delik vardı. Yaranın mide bulandırıcı görüntüsü ve geçen her dakika ile artan, iflah olmaz çürük kokusu; soğuk ve nemli havaya adeta mazruplanmış olan sessizlik ile birlikte zehirli hale geliyordu. Üstelik yaşanan her şey toprağa kazınmıştı. Burada daha fazla kalması çok, ama çok büyük bir riskti. Titrek nefesi ciğerlerini boşaltıp dudaklarından beyaz bir is yayarak ağır bir şekilde gözlerini kırpıştırdı. Toprak, artık toprak kokmuyordu. Kanın ağır metal kokusu bakire toprağı kirletmiş, sararmaya yüz tutmuş olan sonbahar çimlerini asi bir kızıla boyamıştı. Kımıldamaya çalışmadı. O her zaman ve her yerde el üstünde tutulan, sevilen müstehap bir kişilik olmuştu. Oysa şuan kendini bir iblisten, bir bedfermadan farksız olarak görüyordu. Bir şeytandı. Can alan ve öldüren, bir iblisti sadece sorun çıkartan ve kirleten. Soluduğu bu tozlu havaya muhtaçtı. Ama almaya çalıştığı her nefes acı verir haldeydi. Her nefes ciğerlerine iğneler batırıyor, kıvranarak yere eğilmesine neden oluyordu. Saçları terden ve kandan tel tel yüzüne yapışmıştı. Yırtılmış tişörtün bir parçası göğsünün üstünde omzundan geçen bir kumaş parçası ile duruyordu. Yaralar ve çürüklerle dolu sırtı tamamen açıktaydı. Kolları kımıldayamayacak halde işlevini yitirmiş bir uzuv edasıyla bedeninin iki yanında sarkmış duruyordu. Pantolonun dizleri kaçarken yerde süründüğü için çamur içindeydi ve yırtılmıştı. Sinirleri alınmış gibiydi. Nefesi ihtiyaçtan çok yük haline gelmiş, kalkıp kaçması gerektiğini biliyor olsa da azadi ruhuna vurulan zincirler buna izin vermiyordu. Ve şuan sadece cesedin ayaklarının dibine yere çökmüş, karanlık ruhların süslediği geceyi dinliyordu. Burada kaç saat geçirmişti? Beş? Yahut altı? Tek anımsadığı kana bulanmış ellerine bakarak yere düştüğü idi. İşte o andan bu ana kadar kımıldamamıştı. Elbette bundan öncesi vardı ve sonrası olacaktı tabii lakin aklı bu olayları yeniden canlandırmak istemeyecek kadar yorgun, bir o kadar da hassas durumdaydı.
Bu duygu seli düşünmesiyle beraber had safhaya ulaşa dururken farkında olmadan kurumuş kanıyla kaplı dudaklarından sessiz bir inilti döküldü. Bu bir acının, cezanın, gururun, yarım kalan aşkın ve tüm ölümlerin, tüm günahların ve günahkârların sessiz çığlığıydı. Her biri ellerini topraktan çıkarmış, kanı hissetmek ve ölünün tadını almak istiyordu. Yumuşak aromalı, içinizi ısıtan sıcak bir bade edasıyla bir sarhoşlukta onun başını döndürmüştü. Oysaki sarhoş değildi… Çok isterdi fakat sarhoş olmaya yaklaşamayacak bir biçimde kendindeydi. Yaraları şimdi ağrımaya başlamış, soğuğu yeni yeni hissediyordu. Bakışlarını kan ile yıkanmış ellerinden ve topraktan uzaklaştırdı. Nefes alışları yavaşça rutine girmişti. Uyku halindeki formdan sıyrılmış, gözlerine ve geri kalan tüm duyularına algılama izni veriyordu. Cesede doğru gözlerini kaydırınca o karanlık saatlerin görüntüleri zihninde belirmeye başladı.
Acı. Sırtına inen deri kırbacın yakıcı acısı ve bu acıyı bile boğan haykırışları. Şuan ki yerinden birkaç metre ötede olan cadı öldüren ağacından yapıldığını söylediği halatlar saatler önce onun kollarına dolanmış haldeydi. Tişörtünü yırtarken siyah cüppeler içindeki avcı ona hep gülümseyerek bakmıştı. Yüzündeki ifade asla değişmiyor olsa da elindeki hançeri ve bıçakları oldukça etkili bir biçimde kullanıyordu. Vücudunun her noktasına kesikler atarken Diane’in yapabildiği tek şey acı dolu çığlıklarını birinin duymasını umut etmekten ibaretti. Elleri halatlar ile yıkıntının en yüksek duvarına bağlanmıştı. Ayakları yere değmeyecek şekilde duvara asılı duruyordu. Bedenindeki her yaradan süzülen kan ve adamın ardı ardına yaptığı uyuşturucu iğnelerin etkisi ile baygın durumdan asla kurtulamıyor, güçlerini kullanamıyordu. Nasıl olup da bu kadar ayık kalabildiğini kendisi bile anlamıyordu ve ya nasıl kendine geldiğini hatırlamıyordu. İşkencenin tam ortasında kendine geliyor, bıçakların ve kırbacın darbeleri bu zamanda daha çok hızlanıyor ve bilincini yine yitirmesine sebep oluyordu. Şimdi ise ruhu kara tepelerin arşına dokunmuş, mutlak bir hissizliğe ve güce sahip olmuştu. Dolunay’a bakarken her canlıyı hissettiğini fark etti. Öyle ki, ay bile ay bile kızıla boyanmıştı. Sanki onunla ayı kaderi paylaşıyordu. Ve bir görüntü daha zihninde oluşurken acıyla kasılarak öne doğru eğildi.
Nazik bir hareketle kızın başını kaldırıp kendine bakmaya zorladı avcı. Bembeyaz yüzü o sahte gülümseme ile çarpılmış gibiydi. Neyden zevk alıyor olabilirdi? 17 yaşında, bu zamana kadar asla kötü bir şey yapmamış masum bir cadıyı yavaşça öldürmekten mi? Dudakları uzun bir vaaza başlayacakmış gibi aralandı dudakları… Lakin konuşmadı ve ekşi nefesini kızın yüzüne doğru üfledi. Yüzünü serbest bırakınca yorgun olan bu baş umduğu gibi yere eğilmemiş aksine gayet net gözlerle onu izlemişti. Bu lanet olası cadının bedeni ne yaparsa yapsın laneti ile beraber bu dünyadan göçmüyordu. Gerçi hemen gitmemeliydi zaten onu hızlıca öldürmek tanrının ona sunduğu bir hediyeden başka bir şey olmazdı. Tüm cadılar annesinin ölümünden sorumluydu. Bu tip hayaller ile büyümüştü o küçük dünyasında. Annesinin ölümünden sonra Londra’da bir manastıra gitmiş, orada kendini eğitmişti. Geceleri yolculuklara çıkarak öldürdüğü yahut yaraladığı cadıların sayısı elliyi rahat bir şekilde geçmişti. Ve bu cadıyı öldürmek onu annesinin intikamını almaya bir adım daha yaklaştıracaktı. Oysa karşısındaki güçlerden bihaber bu hain insan, belki de bundan on dakika sonra kalbini kaybedecekti.

Kan kaybı, uyuşturucu ilaçlar ve saatlerce süren işkencenin sonrasında Diane kendini yarı ölü gibi hissediyordu. O narin bedeninin her yeri kesikler içindeydi. Annesini tekrar görmek istiyordu. Babasını... En yakın arkadaşı Christian’ı… Mai gökyüzüne tekrar ulaşıp ulaşamayacağını bilemiyordu. Belki birazdan ölecekti. Kalbine saplanan bir hançer ile son nefesini verecekti… Sadece çığlık atmaktan boğazının parçalandığını hissediyordu. Konuşamayacak kadar çok acısı vardı. Hatta bir darbe daha alsa çığlık bile atamayacaktı. Diline kendi kanının tadı yayılmıştı ve midesini kaldıran koku tüm varlığıyla ortada duruyordu. Kollarını saran halatlardan kurtulma umudu ile bir çaba göstererek kendini kımıldattı. Ancak bu çabadan en ufak bir sonuç alamadı. Etrafına korkuyla bakarken avcının birkaç metre ileride, yere diz çökmüş halde ileri geri sallandığını gördü. Sırtı ona dönüktü. Onun bir rahip olduğunu zaten anlamıştı ama asıl aklını kurcalayan şey ise sözde tanrının, sözde elçisinin nasıl olup da itidan yolundan bu günahkâra dönüştüğü idi. Bu uzaklıktan ve boşluktan yararlanmalıydı. Derisini tamamen kesen ve etine gömülen halat canını çok yakıyordu. Çığlık atmamak için dudağını ısırarak duvardan destek aldı ve kendini ileriye doğru itti. Tüm gücünü kullanması gerekmişti. Güçlerini bir gayret ile toparlayıp ipleri bir büyüyle parçaladı. Yere düşerken kayaya çarpması nedeniyle dudaklarından bir haykırış çıktı ve bu muhtemelen sonunda öleceği o kaçışı başlattı. Doğrulmak ve kaçabilmek için tüm gücünü kullanıyordu. Ellerini aydınlattı ve karanlığı yaran cadı ışıkları ile birlikte ormana doğru koşmaya başladı. ‘’Seni küçük, kaltak!’’ Adamın sesi kulaklarında çınlarken ağaçlara çarpıyor, ama hızını kesmiyordu. Nereye gittiği hakkında bir fikri yoktu ama yanlış yöne koştuğunu anlaması hiç zor olmadı. Uçurumun kenarına yaklaşırken yere diz çöktü ve ağzında biriken kanı tükürdü. Tek elini kayaya dayamış, bulunduğu açıklıkta avcıyı bekliyordu. Siyah çimenlerde sürünerek geldiği yöne doğru ilerlemeye başladı. Kulaklarında duyduğu kalp atışları, bedeninin her harekette isyan etmesi ve kanın tüm vücudunda çağlaması onu adrenaline maruz bırakmıştı. Şuan acıyı hissedemeyecek kadar heyecanlıydı. Adamın açıklığa çıktığını görünce kalkıp koşarak geldiği harabelere gitti. Ağaç dalına takılıp düşünce acıyla inledi ve dizini tutarak önce emekledi sonra ayağa kalktı. Artık etrafı sessiz değildi, adamın küfürleri ve kulak uğuldatan bağrışları ona yaklaştığını haber veriyordu. Harabelere birkaç metre kala ayağında bir yanma hissetti ve yere çakıldı. ‘’Aman tanrım!!’’ Bileğini tuttu. Kanıyordu, az ileride ise avcı tabancayı tutmuş gülümsüyordu. Ellerini kendini korumak umuduyla havaya kaldırdı ve ölmeyi bekledi. Bir. İki. Üç. Dört. Ama acı gelmedi. Gözlerini açtığında ise boğuk bir sesle geriledi. Bir kolu dirseğine kadar adamın göğüs kafesine girmişti. Bunu hissettiğini anımsıyordu, eli eti delerek göğüs kafesine girmişti. Cansız beden yere yığılırken tiksinti ile geriledi ve şu anki halini aldı.

Diane Jewelheart;
Kollarıma daha ne kadar acı verebilirdi bilmiyorum. Ellerimi kayaya bağladı ve sırt kısmından tutarak tişörtümü elleriyle parçaladı. Benim yapabildiğim tek şey ise çığlık atmak oluyordu. Boynuma iğne saplanınca dişlerimi sıktım. Başımı döndüren ve beni bu lanet olası uyku evresine sokan iğneden sanırım üçüncü kere yapıyordu. Ellerimi kullanamıyordu ve büyü yapamıyordum… Evet. Annemi asla göremeyeceğim. Tanrım, onlara gerçekleri söyleyemeden ölmemeliyim. Hıçkırdım. Christian… Annemler vampir olduğunu öğrenirlerse onu istemezlerdi. Tek başına kan bulması çok zor olacaktı. Eliot ben öldüğüme göre artık ona kanda vermezdi. Tanrım… Nasıl bu kadar aptal olabilirim. Sana gülümseyen her yaşlıya yardım etmek zorunda değilsin Diane. Kendi kendime kızarken sırtıma soğuk su dökünce çığlık attım. Konuşamazdım, konuşmayacaktım. Belki de ayrılmak istemememin başka bir nedeni daha vardı. Onu tekrar görmek istiyordum. Sjorn Ethelred. Onu tekrar görmek istiyordum. Ölebilirdim ama sevdiklerimle vedalaşmadan, onlarla konuşamadan asla. Bir kırbaç daha sırtıma inerken gözlerim doldu ve başımı kayaya yasladım. Ahmak rahip ise sadece gülüyordu. Gülüyor ve dalga geçer gibi vurmaya devam ediyordu. Derin bir nefes aldım. Su yüzünden ıslanmış siyah kayanın yarısına kadar yükselen, gri çimlere baktım. Bu dünyayı son görüşüm olabilirdi. Kanım kayanın yanlarından hızla akarak toprağı boyamış, çamur halini aldırmıştı. Aklıma gelen her güzel şeyi düşündüm. İlaçtan dolayı yorgunlukla düşen göz kapaklarımı açık tutmaya uğraştım. Ve hançerin darbesiyle gözleri kapattım.
…..
Gözlerim zorlukla açtım. İlk fark ettiğim şey yerimi değiştirdiği oldu. Artık kayaya bağlı değildim. Kollarım dan gerilmiş bir biçimde duvarda asılı kalmıştım. Adama bakınmak için başımı kaldırdığımda onu beni bağladığı kayanın yanında gördüm. Sırtını bana dönmüş ileri geri sallanıyordu. Aklıma gelen ilk şey buradan kurtulmam gerekliydi. Ve tek fırsatım bu olabilirdi. Ayaklarımı duvara yasladım ve ani bir kuvvet ile kendimi iterken ipleri koparttım. Büyümü kullanmak işe yaramıştı doğrusu, her ne kadar güçsüz olsam da. Karnımın yanına doğru kayaya çarpınca inledim ve bu benim hatam oldu. Adam bana doğru dönüş ve silahına uzanmıştı. Nefesimi tuttum ve ellerimde cadı ışıklarını yaktım. Uçsuz bucaksız ormana doğru koşmaya başladım. Ağaçların dallarını ellerimle itmeye çalışsam da yaralarıma çarpan dallara ve acıya rağmen hiç durmadım. Bir açıklık görene kadar nereye gittiğimi bilmeden hareket etmeye devam ettim. Ve uçurumun kenarını görünce… Ölecektim. Ölmek istemiyorum. Bir hata yapmadım. Bir suç işlemedim. Geri döne şansım ise yüzde sıfırdı. Kafamda olasılıkları tartarak yere çöktüm ve kayaların arkasından sürünerek ilerlemeye başladım. Birkaç saniye içerisinde öyle enerji yüklenmiştim ki, kanımdaki adrenalinin tavan yapmasıyla emekleyerek daha hızlı gitmeye başladım. Avcı açıklığa ulaştığında, ben ormana yeniden girmiştim. Kalkıp koşmaya başladığımda ise küfürlerini duydum. ‘’Kaltakmış…’’ Koşmayı kesmedim. Bana kaltak demesini daha sonra ödetebilirdim elbette. Tam yıkıntılara gelmiştim ki bileğimdeki acı ile yere düştüm. Çenemi yere vurduğumda dişlerim gıcırdadı. Bileğimden vurulmuştum. Başıma doğru yürürken silahı elinde çeviriyor ve gülümsüyordu. Ayağımı bıraktım ve ölümümü beklerken ellerimi havaya kaldırdım. Bekledim. Bir. İki. Üç. Dört. Ama acı gelmedi. Bir anda hissettiğim şey elimin bir şeyin içinden geçmesi oldu. Elimin hissizliği nedeniyle ne olduğunu anlayamamıştım ama gözlerimi açınca şaşkınlıktan dilim damağıma yapıştı. Hayır… Hayır. Elimi geri çekerken beden yere yığıldı ve korkuyla geriledim. Ben. Katil. Olamazdım. Bu olamazdı, olmamalıydı… Ellerime şaşkınca bakarak durdum.

Tanrısal Bakış Açısı;
Diane Jewelheart hayatında hiç yaşamadığı bir şeyi yaşamıştı. Zatının çektiği en büyük acı, en büyük kederdi. Birilerini araması gerektiğini biliyordu onu oradan çıkarmaları gerekiyordu. Ayağa kalkmak için tüm benliğini kullanması gerekti. Yalpalayarak ormanın taşla döşenmiş patikasına ulaştı. Diane’in başı dönüyor, her an oraya yığılıp kalacakmış gibi hissediyordu. Bir ışık görünce adımlarını hızlandırdı ve bekçi kulübesine yaklaştığını gördü. İçinde beliren umut ile birlikte kapıya yaklaştı. Ölmemişti, öldürmüştü. Şimdi bu pisliği yok etmesi gerekiyordu. Bu konuda ise tek güvencesi Eliot idi. Ona güveniyordu ve eğer onu anlatabilirse her şey bitecekti. Kapıyı açan bekçi şaşkın gözlerle ona baktı. ‘’Lütfen, hemen…’’ Konuşamadı, derin bir nefes alırken sözlerine güçlükle devam edebildi, ‘’Eliot Phersephone’a ulaşın. Kasaba meydanındaki büyük malikânenin sahib-‘’ Yere düştü ve kendini karanlığa teslim etti.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Maurice Harrington
Nefilim | Gölge Avcısı
Nefilim | Gölge Avcısı
Maurice Harrington


Nerden : İngiltere
Mesaj Sayısı : 24
Yaş : 29
Kayıt Tarihi : 12/02/13

Karakter Detayı
Statü: Admin
Uyarı:

Diane J. #Puan Belirleme (+2.000 Kelime) Empty
MesajKonu: Geri: Diane J. #Puan Belirleme (+2.000 Kelime)   Diane J. #Puan Belirleme (+2.000 Kelime) Icon_minitimePaz 16 Haz. 2013, 07:26

Kurgu 13
Betimleme 22
Akıcılık 18
Noktalama & İmla 14
Renk 10
Parag. Düzeni 5
Uzunluk 10

Toplam :92
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Diane J. #Puan Belirleme (+2.000 Kelime)
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Mortal Instruments RPG :: Mortal Instruments :: Arşiv-
Buraya geçin: