Mortal Instruments RPG
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Mortal Instruments RPG

Ölümcül Oyuncaklar'a Hoşgeldiniz...Görmediklerinizi Keşfetmeye Hazır mısınız?
 
AnasayfaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 alph.

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
Alphonse Greyjoy
Lütfen rütbe edinin, yoksa oyuna dahil olamazsınız!



Mesaj Sayısı : 1
Kayıt Tarihi : 21/02/13

alph. Empty
MesajKonu: alph.   alph. Icon_minitimePerş. 21 Şub. 2013, 19:24

Nihayet eve taşınabilmişlerdi. Eşyaların taşınması epey uzun sürmüştü. Lidja ve Mischa'nın o kadar çok gereksiz eşyası vardı ki. Neden onlarla aynı eve taşındığına anlam veremiyordu. Lidja değişik bir kızdı. Bir Slytherin'e göre her ne kadar belli etmese de fazla saf ve masumdu. Mischa öyle değildi ama. O kızdan saf kötülük, nefret akıyordu. Lidja'yı öldürmemesinin sebebi onu ölen kız kardeşine benzetmesiydi aslında. Kardeşinin ölümü tam bir trajediydi. Fransa da süren iç çatışmalar yüzünden, tutuklanmış ve pek çok işkenceye maruz kalmıştı. Kızın zayıf vücudu bir süre sonra buna dayanamamış ve kendini öylece bırakmıştı. Üstelik o zamanlar cenazesinin yapılmasına bile izin vermemişlerdi. Scream bu yüzden içinde hızla büyüyen nefrete engel olamıyordu. Herkesin canına kast etmek, hiçbirinin yaşamasına izin vermek istemiyordu. Belki o zaman kardeşinin intikamını alabilirdi. O kadar küçük bir kız, çatışmalar sırasında en fazla ne bilebilirdi ki, ondan ne istemişlerdi? Bunların hepsinin cevabını bir şekilde öğrenecekti. Bu yüzden haksızlığa tahammülü yoktu. Eğer birine karşı haksızlık yaptıysanız, özellikle sonunda o kişinin canına kast edildiyse, ölmek zorundaydınız. Çoğunu Scream hallediyordu zaten. İstediği kişiyi öldürmesi on dakikasını almazdı. Ki zaten ona karşı çıkma cürretini gösterebilecek biri daha yoktu. Karanlık lordu sevmesinin tek sebebi, onunda haksızlığa tahammül edememesiydi. Aklına bir anda kendi ölümü, idam edilişi geldi. Tek hatırlayabildiği annesinin ağlamaktan harap olmuş gözleri, hiçbir şey yememekten ve hastalıktan zayıflamış bedeninin yere düşüşüydü. Babası da ondan pek farklı sayılmazdı fakat o daha güçlü görünüyordu, zaten hiçbir şart altında kendinden ödün vermezdi. Annesi yere düştüğünde, babası da eğilmişti. Daha sonra neler olduğunu görememişti Jacquéline. Çünkü boynundaki halat bir anda iyice sıkılmış, ve incecik bacaklarının altındaki uzun tabure bir anda itilmişti. Tek hissedebildiği nefes alamadığıydı. Nefes almak için uğraşıyordu, fakat başaramıyordu. Bir yandan da oksijensizlikten kaynaklanan tuhaf bir ağrı saplanmıştı başına. Fakat bir süre sonra bedeniyle ilgili hiçbir şey hissedemez olmuştu, çırpınmıyor artık. Tek hissedebildiği şey ruhunun bedeninden ayrılışıydı. Ölmek bahsettikleri kadar da korkutucu değildi aslında. Sanki suyun altındaymışsın, boğuluyormuşsun ama ayaklarını suyun dibindeki bir zincir tutuyormuş ve asla ama asla yukarı çıkamayacakmışsın gibi hissettiriyordu. Kafasını iki yana salladı ve bunları düşünmeye birkaç dakikalığına da olsa ara verdi. Şu an hiçbir şey umurunda değildi. Herkes ölebilir, ya da onun izni olduğu sürece yaşayabilirdi. Muggle'lardan, büyücülerden, cadılardan hepsinden tiksiniyordu. Onun gözünde hiçbirinin yaşamaya hakkı yoktu. İşte bu yüzden safkan ve melez ayrımını aptalca buluyordu. Hepsi aynıydı gözünde, hiçbiri birinden üstün değildi. Safkan olanlar bencil ve kendini beğenmiş oluyorlardı; melezler ise çoğunlukla ezilen, saf tipler oluyordu. Geçen sene Hogwarts'ta okuyan bir Slytherin öğrencisinin önce boğazını kesmiş, daha sonrada neredeyse akan bütün kanı emmişti. Çocuğun ölmediğinden emin olunca, kolunu yemeye başlamıştı. En sevdiği şey buydu aslında, büyücü eti. Buna rağmen Hogwarts'ta eğitim görüyordu ve bundan mahrum bırakılıyordu. İşkence çektirmeyi sevdiği doğruydu. Çığlıklar, yalvarışlar ve inlemeler kulağına öyle hoş geliyordu ki. İçinde biraz olsun iyilik yoktu, fakat aksini iddia edenlerde vardı. İyi biri olsaydı, binlerce büyücü ya da cadıyı öldürmüş olur muydu? Genelde bunu sadistlik olarak değerlendirirlerdi, ama öyle değil, sadece zevkti.

Hogwarts'ta koruması altına giren birkaç öğrencide vardı tabii. Hepsi bir şekilde işlerine yarıyordu. Her binadan ve özenle seçtiği öğrenciler olduğundan, Hogwarts'ın her bir bölümünde kulağı vardı. Ne zaman yeni bir şey olsa, haber ilk önce ona gelir daha sonra yayılmaya başlardı. Bazen ona kendi isteğiyle gelen öğrencilerden besleniyordu. Yasak olmasına rağmen, o sundukları güzel boyunlarına hayır diyemiyordu bir türlü. Uzun hayatı boyunca istikrarlı, kararlı olmayı herkesten fazla öğrenmişti. Buna rağmen karşı koyamadığı tek şey, kandı. Ayrıca tek bir zaafı vardı ve bunu en kısa zamanda gidermeyi planlıyordu. Piyano sesi. Onu ferahlatıyor ve içindeki öldürme arzusunu biraz olsun kırıyordu. Bundan hoşnut değildi tabii. Ne zaman piyano sesi duysa, oturup dinlemek onun en büyük zaafıydı. Düşüncelerinden kurtulmak istese de, açıkça onların esiri oluyordu. Ne zaman uğraşacak bir şeyi olmasa, beynine soru işaretleri doluyordu. Bu durumdan da rahatsızdı. Önünde duran yatağına baktı. Uzun zamandır uyku ihtiyacı duymadığından, yatakta uyumanın nasıl bir şey olduğunu unutmuştu. Mischa ve Lidja, bu artık yeni düzenimiz demişlerdi. Haklılardı da. Scream'in alışık olmadığı pek çok yeni şey eklenecekti hayatına. O hepsine hazırdı. Hogwarts açıldığında, bambaşka biri olacaktı. İçindeki kan ve öldürme arzusunu bastıracaktı. Hırsını, nefretini ona karşı gelen karanlık büyücülere karşı kullanacaktı. Yardımcısı olan karanlık büyücüler de vardı, onun gücünü hafife alanlarda. Hepsinin önce boyunlarındaki şah damarlarını kopartmak daha sonra da bütün vücutlarını kemikleri kalıncaya dek yemek istiyordu. Yinede yapmayacaktı. Bakanlığın gözü zaten Scream'in üzerindeydi. Onunla ilgili hiçbir şey bulamamaktan şikayetçiydiler. Aynı sebepten ötürü de onu Hogwarts'tan atamayacaklarını biliyorlardı. Tedirginlerdi aslında. Çoğunun tanıdığı bir çok öğrenci vardı Hogwarts'ta. Doğal olarak onları Scream'le aynı ortamda bulundurmaktan mutlu değillerdi. Yinede onların fikrini soran yoktu zaten. Ona kimse karışamazdı, emir veremezdi. Jacquéline olsaydı, belki. O ezilen, küçük düşürülen, kız kardeşi öldürülen ve herkesin içinde idam edilen Jacquéline olsaydı. Ama o değişmişti, hemde çok değişmişti. Ölümden bir yaratık olarak dönmüş, daha sonra aptal bir vampir tarafından dönüştürülmüştü. Dönüştüren vampir, büyük ihtimalle onun yaratık olduğunu tahmin edememiş olacaktı ki, bunu ölümüyle öğrenmiş oldu. Evet, yaratık kanı öldürücüydü. Kendisinden başka bir yaratığın yaşayıp, yaşamadığını da bilmiyordu üstelik. O sırada gözüne ilişen simsiyah kaplı bir defter dikkatini çekti. Hemen yataktan kalktı ve defteri eline aldı; içinde bir kağıt vardı. Üstelik kendi el yazısıydı bu.

“ Sevgili Clemente. Bunu sana yazıyorum çünkü seni ne kadar özlediğimi bilmen gerekiyor. Mektubum sana ulaşır mı, ulaşmaz mı bilmiyorum. Fakat ben sana yazmaktan hiçbir zaman vazgeçmeyeceğim. Tıpkı önceden yolladığım ve yine senin alıp, almadığını bilmediğim dört mektubum gibi. Yaklaşık iki aydır oradasın. Neden bu kadar uzun sürdü bilmiyorum. Anneme ne zaman zorsam, çok yakında gelecek diyor. Bunu öyle uzun zamandır söylüyor ki. Ama sen yoksun. Gelmedin. Ne zaman geleceğini öyle çok merak ediyorum ki inanamazsın. Geldiğin zaman sana sımsıkı sarılacağım ve bir daha kimsenin seni alıp götürmesine izin vermeyeceğim. Annem ya da babam ne derse desin, kimse bizi ayıramayacak. Senin hiçbir suçun olmadığını biliyorum, bütün gün seninle oyun oynuyorduk, bir şey yapsan mutlaka haberim olurdu. Bu arada kaybettiğin oyuncak ördeğini buldum. Annem çok eski diye atmak istedi, ama izin vermedim çünkü onu ne kadar sevdiğini biliyorum. Hem ona sordum, o da seni çok özlemiş. Oldukça da kızgınmış, çünkü onu aramaktan vazgeçmişsin. Tabii ki şaka yapıyorum Clemente, onu bulduğum için çok mutlu. Senin gelişini sabırsızlıkla bekliyoruz. Artık annemler o geniş, tahta kovayı havuz olarak kullanmamıza izin veriyor. Ördeğin orada yüzebilecek. Birlikte yüzdüreceğiz onu. Hem Bay Tomly, ördeğini yemeyeceğine söz verdi. O kediyi ilk defa bu kadar uslu görüyorum, geldiğinde eminim sende şaşıracaksın onun bu haline. Bir daha ördeğini kaybetme tamam mı? Onu kaybettiğinde ne kadar üzüldüğünü hatırlıyorum çünkü. Hem biliyor musun geçen hafta benim doğum günümdü. Tam yedi yaşına girdim Clemente, yedi! Herkes kocaman bir kız olduğumu söyledi. Gerçekten de ne kadar çok büyümüşüm değil mi? Her doğum günümde seninle dileklerimizi bir kağıda yazıp, bahçeye gömerdik ya. Unutmadın değil mi? Bu kez sadece ama sadece tek bir dileğim oldu benim, ikimiz adına da diledim bunu. Çabuk gelmen. Gerçekten tek dileğim bu. Doğum günümü unutmadığını biliyorum. Sana eğer bana mektup yazmamanı söylüyorlarsa onları dinleme, mutlaka bana cevap yaz. Seni çok özleyen bir kız kardeşin var çünkü. Babam sana yazmamı istemiyor, onların eline geçer diye. Ama ben onların eline geçmesini istiyorum, belki birbirimizi ne kadar özlediğimizi anlarlar ve seni bırakırlar. Seni üzmüyorlar orada di mi? Ağlamıyorsun da? Ağlayınca çok çirkin oluyorsun hem. Neyse bu kadar uzun yazacağımı tahmin etmezdim ama. Umarım bana cevap yazmana izin verirler. ”

Seni çok ama çok seven kardeşin; Jacquéline.



Gözlerinden akan yaşların bir kısmı boğazına akıyor, bir kısmı da bardaktan boşalırcasına yanaklarını suluyordu. Ellerini yumruk haline getirip sıktı. Tırnaklarının avuç içlerine girdiğini yere damlayan kandan anladı. Yinede ellerini gevşetmedi. Bunları ne kardeşi, ne de o hak etmemişti. İkisinin de öcünü almalıydı. Bir şekilde bunu yapmalıydı. Eğer yapmazsa ömür boyu kendinden nefret edecekti. Mektubu okuduğu için küfrederek defteri yatağın üzerine bıraktı. Doğrular bunlardı. Kız kardeşi onun doğum gününden tam bir hafta sonra ölmüştü. Onu kaybetmenin verdiği acıyı her gün defalarca kez kalbine bıçak saplıyorlarmışcasına hissediyordu. Aslında bu onu hiçbir zaman unutamayacağının göstergesiydi, tek tesellisi de buydu. Yinede onu bu şekilde kaybetmemeliydi. Bir başkası onun canını almamalıydı, hemde sebepsiz yere! Kimsenin hakkı yoktu buna, hiç kimsenin. Bu yüzden herkesi karşısına alabilir, herkesi öldürebilirdi gözünü bile kırpmadan. İçindeki nefretin git gide körüklendiğini, merhametin ise tamamen tükendiğini hissedebiliyordu. Bundan sonra merhamet yoktu, acıma yoktu. Kan ve ölüm vardı. Cezasını çekmesi gerekenleri, cezalandıracaktı. Sonları ölüm olmasa bile öyle derin bir acı yaratacaktı ki hepsinde, binlerce kez ard arda ölmeyi dileyeceklerdi. Ama Scream bunu yapmayacaktı. Canlarını daha da çok yakacak, daha da çok işkence çektirecekti onlara. Bir anda gülümsemeye başladı istemsizce. Çalışma masasının üzerinde duran makası aldı ve belinden daha da aşağı inen saçlarını biçimsizce kesti. Şimdi o eski imajından kurtulmuştu. Aynaya baktığında mosmor göz altlarını, simsiyah gözlerini ve bembeyaz tenini görünce tekrar gülümsemeye başladı. Artık tam da istediği gibiydi. Vampir ve yaratık karışımı bir varlığa, özüne dönmüştü artık. Neden uğraşıyordu ki zaten düzelmek için, aydınlık için? Dudaklarından sadece üç kelime döküldü; 'Hepsinin canı cehenneme.'
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Jaden Falcoln Landbrock
Roma Baş İblis Efendisi
Roma Baş İblis Efendisi
Jaden Falcoln Landbrock


Mesaj Sayısı : 34
Kayıt Tarihi : 17/02/13

Karakter Detayı
Statü: Moderatör
Uyarı:

alph. Empty
MesajKonu: Geri: alph.   alph. Icon_minitimeCuma 22 Şub. 2013, 15:43

Değerlendirme;

Kurgu: 12
Betimleme: 20
Akıcılık: 18
Uzunluk: 5
Noktalama & İmla: 15
Paragraf düzeni & Renklendirme: 20

Toplam:
90
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
alph.
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Mortal Instruments RPG :: Mortal Instruments :: Arşiv-
Buraya geçin: