Daria Xanikova Mühür Uzmanlığı Eğitmeni
Mesaj Sayısı : 27 Kayıt Tarihi : 20/02/13
Karakter Detayı Statü: Moderatör Uyarı:
| Konu: Anika Çarş. 20 Şub. 2013, 13:18 | |
| Altın Hanım’ın Vakt i:
“Onu huzura getirmelerini söyle!” Bu, karşı gelinemeyecek denli keskin bir emir. Bu, şimdiki yaşamlarının daha önce yaptıklarının karşılığı olduğunu bilerek ve fakat bunu göz ardı ederek haksızlığa uğradığı iddiasında bulunan ve tutsak halkını onun olmayanı alarak kurtarabileceğini düşünen asabi bir kralın, acıdığından belki, nicedir halkına gösterdiği şefkatin sonu. “Burada olmamalıyız, burada olmamalılar!” Uzun zamandır Eru’ya karşı duyduğu derin nefret ve intikam isteği, halkının daha iyisine çok daha iyisine ve hatta Altın Hanım’a* layık olduğu fikri yiyip bitiriyor onu. Halkını bu mahzenden çıkarmalı. Asırlar geçti yenilginin üzerinden ve dağlara oyulmuş mahzenlerin tutsak halkı, orklar, yeni bir muharebe için yeterince hazır. Yakında, çok yakında hak ettiklerini alacaklar. Iluvatar’ın mavi göğünü. Bunu istiyor çünkü gök kubbe; üzerindeki gri taş yığınından daha yüksek ve muhteşem. O en yüce olana talip ve vakti gelene kadar halkını diğer tüm halklardan koruma çabasında. Ne var ki bu çaba mahzenin sağ kolundaki dar ve fakir sokaklardan birinde oturan, taşralı bir babanın kararıyla toza dönüşüyor. Şimdi ölsünler istiyor. Meğer ona ihanet edebilme potansiyeline sahipler o halde… Taht salonunun kapıları açılıyor. İki Uruk-Hai – evet hala soylarını sürdürüyorlar – yaşlı orku içeriye sürüklüyorlar. Koyu sarı gözleri dehşetle titreyen adamı tahta doğru adeta savuruyorlar. Kral, beklenenin aksine sakin. Dönüp soruyor. “ Sağ mahzen kolundan, Ghâr-Bârd’dan Akhbâr Dhaen?” “Emrinize amadeyim majeste.” Bu teslimiyete kralın cevabı oldukça alakasız: “Bir kızın var.” “Evet, yüce Aghiâr, ismi Artaram.” “Ve sen onu bir insanla evlendiriyorsun!” Yaşlı ork şaşkınlık ve dehşetle sarsılıyor. Sakalı titriyor ve daha dikkatli bakılsaydı görülürdü ki, sol gözündeki gri hale bir çöl aleviyle tutuşmuş. Bunu beklemiyor çünkü. Kızının bir insanla evlenmesinin ne gibi bir sakıncası olabilir? Buna verecek bir cevabı yok, bunun için hazırlıksız. Anlıyor ki, düşünce barınaklarına sahip değil. Öyleyse kaçmalı. Ya da belki Arta’yı kaçırmalı. Tutsak kralın elinin ulaşamayacağı bir yere… “Bu kararı o mu verdi?” Bir kaçış yolu ararken yüzüne çarpan bu soru, Akhbâr’ı daha da korkutuyor ve sanki gözlerine baksa planını anlayacakmış gibi gözlerini kralın görüş alanından usulca çekerek zemine dikiyor. “Evet, majeste. Benim küçük Arta’mın bahtı batıya aktı. Şanslı bir kız o.” “İnsan bir kolcuyla evleneceği için mi? Kızı buraya getirin!”
Ölümün Rengi: Girift Bir Günbatımı Alac ası
Kapılar bir kez daha açıldı ve babasının çıkıp sorun olmadığını ve iyi olduğunu söylemesini bekleyen soluk benizli, basık burunlu, hastalıklı yeşil bir yüze sahip bir köylü kızı içeri girdi. Ellerini birleştirip alnını ellerinin üzerine koydu ve yere kapandı. “Artaram Akhbâr Dhaen,” dedi kral. “Bana yeni ismini söyle.” Ork geleneğinde bir genç kız babasının ismiyle anılırdı ve bir kadın, kocasının ismini taşırdı. Kocası ölürse, kocasının büyüklerinden birinin ismini alır yahut tercih ederse kızlık evine dönerek babasının ismini tekrar sahiplenirdi. Artaram kararsız ve çekingen bir tavırla: “Yeni ismim Artaram Earin Echartere efendim.” “Batı ilinden bir insan! Bahtı batıya aktı ha; hala Eru’nun size verdiğine razı mı oluyorsunuz? Ama o sizi terk etti. Sizi, cüceler gibi mağara oyuklarına hapsetti. Sizi Sarı Yüz’den ve Ak Hanım’dan, Gümüş Güzel’den** mahrum etti ve siz hala onun sizi ilettiği yoldan söz ediyorsunuz! Bir gün bize ait olabileceği hayaliyle, her gün doğumunu, sahip olduğumuz tek açıklıktan; tepedeki ufacık pencereden seyrederken halkıma güvendim ben! Bir gün, zamanı geldiğinde ve ben tüm halklar için var edilmiş ışıktan payımıza düşeni geri istediğimde arkamda dururlar diye düşünüyordum çünkü! Gerekirse tüm halklara karşı dururlar, maruz kaldıkları zulmün verdiği kutsanacak – evet kutsanacak ve kurtuluşumuzu kutsayacak – hırsla benim için, bizim için savaşacağınızı düşündüm! Fakat siz, sizi hapseden Iluvatar’ın uslu tutsakları olmaya boyun eğiyorsunuz. Taşralı kız, söyle, düğünün ve kutsama törenin ne zaman yapılacaktı?” Artaram tükenmiş bir ifadeyle krala baktı. Acısı ve artık kurtuluşlun olmadığına dair inancı deforme olmuş, halkının cürümüyle değişmiş ve çirkinleşmiş yüzüne ancak mükemmeliyetçi bir sanatçının görebileceği, ancak bir Vala’ya ait olabilecek denli saf bir ifade veriyordu. “İki gün sonra, efendim…” Diyebildi. “İki gün sonra,” Diye tekrar etti kral. “Şanslı bir kız ha? Neden şanslı olan eşi olmuyor? Siz, kendinizi aşağılamaya alışmışsınız. Asırlar evvel, Yüzük Savaşı’nda halkımı mağlup eden, atalarımı öldüren ve hapseden kolculardan biriyle evleniyor! Ah, yüce karanlık! Bir ork geliniyle evleneceği için o gurur duymalı. Artaram, iki gün sonra sevgilin seni görmek isteyecek?” Kız cevap vermedi. Tuhaf bir şekilde, maruz kalacağına emin olduğu her türlü işkenceyi kabullenmiş görünüyordu. “Onu ve babasını götürün!” diye buyurdu kral. Işığı görmeye hakları yoktu onların. “Yakın onları yarın şafak sökerken ve kızın küllerini tavan penceresinden batıya savurun! Kolcu sevgilisi onu görmek istiyorsa, ki isteyecektir şüphesiz, onu öldürün. Görünür kılmak için öldür!” Yaşlı ork aman dileyip ağlayarak yalvardı. Dakikalarca. Ve sürüklenirken lanet okudu. Yığınla. Kollarından taş zemine sabitlenirken tekrar ağladı ve günün sonunda o kadar ağlamış ve sövmüştü ki, bitkin düşüp bayıldı. Artaram ise, babasının aksine sessiz bir teslimiyet içerisindeydi. Bir ork kızı, ataları güzelliğin timsali elflerden olan bir kız bilirdi ki, mutlu olabilmesi için, onu, kalbini ve çehresini katranlaştıran lanet kaldırılmalıydı. Işığın yaratıkları değildi onlar ve öyle olmaları için özlerine dönmeleri gerekti. Orklar için bir kurtuluş var mıydı? Arta bilmiyordu ve artık umursamıyordu da. Külleri doğruca batı rüzgârına kavuştu ve atalarının ihanetinin lekesinden ayrılarak ışıkla kutsandı. O, masumdu.
Safir Güneş Pırlanta Ay Köylü kız ve babasının ölümünden üç gün sonra kral, asilleri topladığı salonda tutuşmuş gibi kızıl görünen dağ zakkumu liköründen bir yudum aldı ve üç gün önce halkından aldığı darbeden söz etti. Meğer halk yapmıyordu, asiller yapmalıydı bunu! Nefretlerini kusmalılardı ve geri almalılardı Valar’ın ışığından paylarına düşeni. Elindeki gümüş topuzu sıkıca kavrayarak doğruldu ve salonun doğusunda bulunan sarı safire şekil verilerek yapılmış güneş figürünü parçaladı. Salon karardı. Çünkü bu karanlık mahzende ışık, tepe penceresine yerleştirilmiş aynalar ve değerli taşların ışıltısıyla sağlanırdı. Aynadan yansıyan ışık huzmeleri mücevherlere yansır ve rengin bir tablo oluştururdu siyahın hüküm sürdüğü bu dev oyukta. Sonra batıya döndü ve beyaz elmastan yapılan ay figürünü parçaladı. Salona karanlık hâkimdi şimdi ve asiller dehşet içindelerdi. “Efendi Melkor’un adına yemin ederim, ebedi karanlığın gözleri ve saçlarında yıldız ışığı dolaşan elflere ve cesaretleriyle övünen insanlara, onlara tabi olan buçukluk ve cücelere hükmetmesi için, elimden geleni yapacağım! Altın Hanım’ın ölüm çanlarını çalın! Ak Hanım’ı göğün karanlığına hapsedeceğim ve Sarı Yüz ölecek! Tüm ırklar bizden aldıklarını geri verecekler, Yüzük Savaşı’nın kurbanı tüm atalarıma yemin ederim, güneşi tekrar görebilmek için onu öldüreceğim! Tıpkı, sevgilisi için Artaram’a yaptığım gibi!” Asiller kadehlerini kaldırarak haykırdılar: “Güneşi görebilmek için güneşi öldür!” Ve yakut kızılı ölüm yeminleri edildi.
Yarımay’ın Anlattıkları
“Sonrasını biliyorsun,” dedi Elrothiél yarım ay gülüşüyle. Bir savaşın, bir cehennemin içindeydik şüphesiz fakat gülümsemeden edemedim. Hüzünlü gülüşü bulaşıcıydı. “Ve sen,” dedim parmağımla onu işaret ederek. “Elrothiél Yarımay, ortalıkta dolaşıp felaket tellallığı yaptın. Fakat sen bir yarı-elftin ve insanlar ve elfler için yarımdın.” “Beni dinlemediler,” diye karşılık verdi ve sonra derin bir iç çekişle başını eğdi. “Hayır, dinlemediler gezgin Yarımay ve şimdi ölüyorlar. Kara Büyücü ve hizmetkârları seni tasdik etti, ne yazık arifler değil”. Ayağa kalkıp savaşın çığlıklar ve alevle parladığı ve sürdüğü tepeye baktı. Kapkaranlık gökyüzüne çevirdi sonra başını ve hüzünle: “Ah, Elbereth, bize yıldızlarını vermeyecek bundan daha güzelini uzat kubbemize.” Diye mırıldandı ve benden, savaştan her şeyden bedbaht bir ifadeyle uzaklaştı. ____________________________ *Sarı yüz, Altın Hanım; elfler ve buçukluklarca (hobbitler) Güneş’e verilen isimlerdir. **Beyaz Yüz, Ak Hanım, Gümüş Güzel ise; aynı halkların Ay için kullandıkları isimlerdir.
Not: Metnin bir yerinde geçen “rengin” kelimesi, renkli, rengârenk manasındadır. Eş sesli oluşundan ötürü yanlış anlaşılsın istemedim.
Not 2: Metin panelinin rengi ve puntoları küçük aktarmasından ötürü metin üzerinde başlıklar dışında imaj değişikliği yapamadım. Zira, ileri derecede görme problemim var. Üstelik uzun süredir RP yazmıyorum, öncekileri kullanıyorum. Fakat daha önce burada da, A. Nare Morrigan adlı karakterimle yazdığım bireysel ve site geneli metinler var. Şayet admin kadrosu değişmemişse biliniyordur ve umarım çok kullandığım bu rol oyunu problem olmaz... | |
|
Amy Clare Nefilim | Gölge Avcısı
Lakap : Cellat. Nerden : Manhattan Mesaj Sayısı : 254 Yaş : 29 Kayıt Tarihi : 23/08/10
Karakter Detayı Statü: Moderatör Uyarı:
| Konu: Geri: Anika Çarş. 20 Şub. 2013, 15:52 | |
| Kurgu: 15/15 Betimleme: 25/22 Akıcılık: 20/19 Uzunluk: 5/3 Noktalama & İmla: 15/14 Paragraf düzeni & Renklendirme: 20/15 Toplam 88 Öncelikle şunu belirtmeliyim ki kurgunu çok beğendim ve anlatım çok akıcıydı. 4 ayrı başlıkta anlatman farklı ve güzel olmuş. Keşke biraz daha uzun olsaydı ve konuşmalar kadar fiziksel betimlemeler de biraz fazla olsaydı. O zaman tadından yenmeyecekti Tebrikler** | |
|