Mortal Instruments RPG
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Mortal Instruments RPG

Ölümcül Oyuncaklar'a Hoşgeldiniz...Görmediklerinizi Keşfetmeye Hazır mısınız?
 
AnasayfaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 jaden

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
Jaden van den Vondel
Lütfen rütbe edinin, yoksa oyuna dahil olamazsınız!
Jaden van den Vondel


Mesaj Sayısı : 1
Kayıt Tarihi : 18/02/13

jaden Empty
MesajKonu: jaden   jaden Icon_minitimePtsi 18 Şub. 2013, 21:02

    "Lütfen." Gözyaşlarını tutamadı çocuk, yanaklarından süzülmelerine izin verdi. Güneş, yerini ay ve yıldızlara bırakırken gökyüzünde oluşan turuncu rengi her zaman sevmişti. Turuncu, onun en sevdiği renkti. Onun ve karşısında, ayakta duran gencin. Şimdi ise, o turuncunun keyfini çıkaramıyordu. Gülümseyemiyordu. Ama ağlayabiliyordu. Pişmanlık duyabiliyordu. Sevdiği adam onun yanında olmadığında hiçbir şey yapamayacağını düşünürdü. Fakat bazı şeyleri yapabildiğini fark etmişti; o saydığı şeylerin yanında, bir de, hata yapabiliyordu. Büyük, üzücü hatalar. Düşüncesiz hareketler sonucu yapılmış hatalar. Orada, kaldırımda oturuyor; bir zamanlar sevgilisi olan adamın onu affetmesini bekliyordu. "Bu kadar acımasız olmamalısın."

    Londra'da, eski bir sokaktaydılar. Onların tanıştığı sokak. O anları çok net hatırlıyordu genç. Yine bu saatlerde görmüştü onu. Elindeki fotoğraf makinesiyle, bu bol sallanan tabelalı, bol eski evli sokağın fotoğraflarını çekiyordu. Yorulduğunda, biraz dinlenmek için, yine o eski evlerin önünde duran kaldırımlardan birine oturmuştu. Çektiği fotoğraflara göz atıyor, bu konuda gerçekten yetenekli olduğunu düşünmeden edemiyordu o hıçkırık sesini duyduğu sırada. Bu sesin gerçek olmadığını ya da bir kedinin çıkardığını düşünebilirdi ama öyle yapmamıştı. Yerinden kalkmış, hıçkırık sesinin geldiği yere doğru yönelmişti. Bir evin merdiveninden geliyordu. Eski bir evdi; kırmızı panjurlara sahipti. Eskiden beyaz olduğunu fark edecek tek kişi o olsa gerekti. Zira evin dış cephesinin neredeyse tamamı sprey boyalarla boyanmıştı. Birkaç hafta sonra o da buraya gelip, bir işaret bırakacaktı. Sonra çocuğu gördü; dizlerini çekip kollarını dolamıştı etrafına. Kafasını kendisine çevirdiğinde, çocukta fark ettiği ilk şey gri gözleri olmuştu. Saçı ve kaşları simsiyahtı; elmacık kemiklerini fark etti. Siyah, keten pantolonunun üzerine giydiği mavi kareli gömleğin kollarını sıyırmış, sıska kollarını ortaya çıkarmıştı. Onun da kendisinden pek farklı olduğu söylenemezdi sıskalık konusunda.

    Yanına oturdu, onunla konuştu. Neler olduğunu anlatmasını istedi, bu aralarında kalacaktı. Ailesi onun eşcinsel olduğunu öğrenmişti; homofobik bir aile olsa gerekti. Biraz geri kafalı, belki. Çocuk, onlara kendisinde hiçbir değişiklik olmadığını, yine aynı o olduğunu anlatmaya çalışmıştı. Ama babası, onu başka bir şehre yollamaya kararlıydı. Onun din eğitimi görünce, bir kilise yurdunda kalınca düzelebileceğini düşünüyordu. Ama çocuk, böyle bir şeyin hiçbir zaman yaşanmayacağını bildiğinden kaçmıştı evden. Ne yapacağını bilmeden kaçmıştı; yanında ufak bir çanta dolusu kıyafet ve bir süredir biriktirdiği parası vardı.

      Sustuğunda, senin de ailem gibi düşündüğünü, bir homofobik olduğunu sanmıştım. Ama sonra, yeşil gözlerine diktim kendiminkileri. Yaşlar parlıyordu. Düşündüm, belki de sen de öyleydin. Sen de benim gibiydin. Kolunu bana sardığını hissettiğimde, başını omzuna yaslayıp yaslamamak konusunda kararsız kalmıştım. Ama zaten o an her şey çok garipti, bu yüzden, içimden geldiği gibi davrandım. Gözyaşlarımın dökülmesine engel olamadığım için tekrar özür dilerim, sevgilim.


    Onunla tanışana kadar, içindeki bazı duyguların bastırıldığını fark etmemişti. Çocuk, onun omzunda gözyaşlarını dökerken bir şeyler olmuştu. Tıpkı filmlerde olduğu gibi. Onu almış, kendi evine götürmüştü. Ev arkadaşlarının bir sorun çıkaracağını düşünmüyordu. Çıkarmamışlardı da zaten. Onunla aynı odada kalıyorlardı. Gece, uyumadan önce saatlerce sohbet ediyorlardı. Bu yüzden de genelde sabahları oldukça koşuşturmalı oluyordu. Her şeyin güzel gittiğini düşünüyordu. Bir süre sonra, o da eşcinsel olduğunu açıklamıştı. Artık sevgililerdi, yine aynı odada kalıyorlardı. Tek fark, bu sefer aynı yataktaydılar.

      "Babam aradı," dediğinde neler olacağını biliyordum. Onu çağırıyorlardı, affedeceklerdi. Hah, sanki ortada affedilmesi gereken bir şey varmış gibi. Ama vereceği cevap belliydi, tabii ki gidecekti. Zaten beni ağlatan şey bu olmamıştı. "İsviçre'ye taşınıyoruz." O günden sonra her gün, ne kadar merhametsiz olduğunu vurdum Tanrı'nın yüzüne. Ondan nefret ettim. Her gün ağladım; artık bir ağlama rutinim vardı. Ondan haber alamayınca da bu rutinlerim sıklaştı. Okula gitmemeye başladım. Onunla görüşmediğim günleri sayıyordum. Onunla karşılaştığımda bunu onun yüzüne vuracaktım.


    "591 gün," diye fısıldadı. Ona uzanan eli ittirirken, ses tonunu yükseltti. "591 gün! Bana söz vermiştin!" İçinde bir zamanlar içinde yanan aşk ateşi, artık simsiyah bir nefretten oluşan kafesin içinde yanmaya çalışıyordu. Sinirinden ne yapacağını bilemiyordu. Arkasını dönmüş, gökyüzündeki turunculuğa bakmıştı. Sevgili olduklarından beri, turuncu onun da en sevdiği renkti. Renk onu biraz rahatlatmış olsa da, çocuğa geri döndüğünde her şey eski haline dönmüştü. Göz kapaklarını kırpıştırmak, yaşların akmasını engellemeye yetmiyordu artık. Kaldırıma çömeldi, çocuğun yanına oturdu. Tanışma gününden görüntüler gözünün önüne gelip giderken, onu ne kadar özlediğini fark etmişti. Her gün fark ediyordu. Her gün çok daha fazla özlüyordu; o güne kadar bu böyle devam etmişti. Sonunda onu karşısında bulduğunda da, içinde parlayıveren duyguları söndüren nefretinden nefret etmişti. "Her gün seni bekledim, belki bir şekilde bana ulaşırsın diye. Her gün ağlıyordum. Artık okula gitmiyorum, tüm derslerimden kaldım. Zamanımın çoğu, ağlamakla geçiyordu. Seni özlüyordum, aptal." Dişlerini sıkarak cümlesinin devamının ağzından çıkmasını engelledi. Gözlerini kapattı, başını ellerinin arasına aldı. Çünkü onun gri gözlerine baktıkça yumuşuyordu. Ona bağırmayı istemiyordu. Ama yaptığı bunca şeyden sonra ona sakince, eski sevgisiyle yaklaşamazdı. Hatalıydı; çok hatalıydı ve onu üzmüştü. Buna hakkı yoktu.

    "Orada neler yaşadığım hakkında hiçbir fikrin yok." Yanında oturan gencin sinirli tavrına rağmen, onun sesi oldukça sakin çıkmıştı. "Oraya babamın işi yüzünden gidiyoruz sandım, ama aslında tedavi içinmiş. Hastaymış, seninle geçirdiğim o haftalar sırasında babam tedavi görüyormuş ama işe yaramamış. İsviçre'dekinin de pek işe yaradığı söylenemez. Öldü. Oraya gittikten dört gün sonra. Ve bir iki ay sonrasında da annem. Onu da kaybettim." Yine hüngür hüngür ağlamaya başladığında genç susturdu onu. Parmaklarını çocuğun dudaklarına dayadı. "Hayır," diye fısıldadı. "Bu sefer ağlamak yok." Dudakları, çocuğunkilere yaklaşırken "Özür dilerim," dedi. Hasret kaldığı dudaklarla tekrar buluşurken, nefretinin hapsettiği o aşk tekrar ortaya çıkarken çocuk, "Seni seviyorum," diye fısıldadı. Geri çekildiğinde, yağmur yağmaya başlamıştı. Birlikte ıslanırlarken, orada, öylece birbirlerine bakıyorlardı. En sonunda ikisi de güldü. "İşte bu da, aynı filmlerdeki gibi oldu."
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Elizabeth Rose Wayland
Konsül Temsilcisi | Gölge Avcısı
Konsül Temsilcisi | Gölge Avcısı
Elizabeth Rose Wayland


Lakap : Lizbeth
Mesaj Sayısı : 2356
Kayıt Tarihi : 11/07/10

Karakter Detayı
Statü: Site Kurucusu
Uyarı: 0/0

jaden Empty
MesajKonu: Geri: jaden   jaden Icon_minitimePtsi 18 Şub. 2013, 21:41

Kurgu: 13
Betimleme: 22
Akıcılık: 18
Uzunluk: 4
Noktalama & İmla: 15
Paragraf düzeni & Renklendirme: 16

Toplam rol puanı : 88


Çok güzel başladı. Konusu beni etkiledi ancak biraz daha uzun olabilirdi.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://mortalinstruments.forum.st/
 
jaden
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Mortal Instruments RPG :: Mortal Instruments :: Arşiv-
Buraya geçin: