Mortal Instruments RPG
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Mortal Instruments RPG

Ölümcül Oyuncaklar'a Hoşgeldiniz...Görmediklerinizi Keşfetmeye Hazır mısınız?
 
AnasayfaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Jovie

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
Jovie Hell
Lütfen rütbe edinin, yoksa oyuna dahil olamazsınız!



Mesaj Sayısı : 1
Kayıt Tarihi : 15/02/13

Jovie Empty
MesajKonu: Jovie   Jovie Icon_minitimeCuma 15 Şub. 2013, 19:40

18. Yüzyılın Sonları, Paris, Fransa

Güzel bir genç kız evin balkonundan dışarıyı seyretmekteydi. Hafifçe esen meltemle birlikte dalgalı siyah saçları ahenkle dans ediyordu. Rüzgârın getirdiği nahoş kokular burnunu rahatsız etmiş olacak ki hızla odasına girdi ve pencereyi kapattı. Yatağının üstünde başka bir kız oturuyor, uzun sarı saçlarını büyük bir dikkatle tarıyordu. “İnsanlar neden hayallerinden vazgeçerler Lyysa?” Kız umursamaz bir tavırla saçlarını taramaya devam etti ve tekdüze bir sesle ablasını yanıtladı. “İmkânsız olduğu içindir.” Ablası düşüncelerle birlikte henüz perdesini çekmediği camdan bakmaya devam etti. “İmkânsız ne demek?” Kız omuz silkti. Ya konu kendisini pek açmamıştı ya da bu sorulara zaten daha önce de aynı cevapları vermişti. “İmkânsız diye bir şey olduğuna inanmıyorum.” İnanmadı da. Hiçbir zaman insanları böylesine kısıtlayan, böylesine umutsuzluğa sürükleyen bir kelimenin varlığını tanımadı. Onun tek hayali bir melek gibi yükselip uçmaktı. Tek istediği bu hayali gerçekleştirmekti…
21. Yüzyıl, Londra, İngiltere

Siyah saçlı kız, yine onunla uyumlu simsiyah kanatlarını özgürce açarak yataktaki gence son bir kez baktı. Bütün bir duvarı kaplayan, kocaman pencereden gelen rüzgâr, yataktaki genci titretti. Kız ona doğru hafifçe birkaç adım attı ve kulağına fısıldadı. “Beni bir daha göremeyecek olman üzücü. Seni sevmiştim oysaki.” Genç kaşlarını birkaç kez kıpırdattı ancak gözlerini açabilecek kuvvete sahip değildi. Bir iblisin kollarına düşmenin hatasını yapmıştı. Şeytanın cazibesine kapılmış ve oradan oraya sürüklenerek en sonunda taşa çarpmıştı. Siyah saçlı kız, uzun tırnaklı elleriyle gencin yanağını son kez okşadı. “Uyu sevgilim, sonsuza kadar.” Gencin bileğinin şah damarından sıçrayan kan, iblisin beyaz elbisesini şehvetin kırmızısına boyadı. Kim bilir kaçıncı kez? Ardından iblis kanatlarını sonsuza dek uzayan geceye bir kez daha açtı ve büyük camdan uçup karanlığa karıştı.

İblis, karanlığın kendisini yutmasına izin veriyordu. Pes etmenin kaybetmekten çok daha kötü olduğunu unutmuş, hayatının çukuruna yuvarlanıp gidiyordu. Gözlerini kapatıp gittikçe şiddetini arttıran fırtınanın soğukluğunu bedeninde hissetmeye çalıştı. Bu soğukluk artık canını acıtsa da, o çığlık atmanın faydasız olduğunu öğrenmişti. Hayat değersizdi. Üç yüzyıl önce bir hayalin peşinden koşmak yerine, intihar edip kurtulmalıydı bu dünyadan. Artık çok geçti onun için. Ölemeyeceği bir noktadaydı. Pişman olmak, ağlamak, bu bataklıktan kurtulmaya çalışmak için çok geçti. O çoktan pes etmişti…
19. Yüzyılın Başları, Paris, Fransa

Siyah saçlı kız, artık o kadar da genç bir kız değildi. Neredeyse yirmi beşine gelmişti ve evlenmesi gerekiyordu. Güzelliği ile dikkat çeken, etrafa neşe saçan bir gonca gibiydi. Hayatının baharındaydı. Ailesi onu bir an önce zengin bir Lord ile evlendirmenin peşindeydi. Güzellik, genç kızların bu hayatta ayakta kalmasını sağlayan, Tanrı tarafından bahşedilmiş yegâne lütuf… Siyah saçlı kız, bunu kullanması gerektiğini öğrenmişti. Belki de içgüdüsel olarak en başından beri biliyordu. Ama o evlenmek istemiyordu. Onun istediği tek şey uçmaktı. Bir melek olmak ve yükselmek, Cennete doğru…

İşte onun bu hayalperestliğiydi annesinin canını sıkan. Onun güzelliğine kendini kaptıran Lordlar, bir süre sonra bu hayalperestliğe katlanamıyor ve onu yarı yolda bırakıyorlardı. Bu kızın pek de umurunda değildi. Evlenmekle hiçbir zaman ilgilenmeyecekti. Onun hayallerden bir bahçesi vardı. Gerçek dünyadan uzak, huzurlu ve mutluydu zaten. Olmayan şeyleri gördüğünü söylüyordu. Melekler gördüğünü, şeytanlar gördüğünü, konuşan tavşanlar gördüğünü bile söylüyordu. İşte ailesi bundan korkuyordu. Yoksa kızlarını asla akıl hastanesine kapattırmazlardı. Böyle güzel bir kız, hayatının baharında cehennemi tattı. Akıl hastanesi denen dört duvar bir odada, çığlık çığlığa ağlarken yalnız bırakıldı. “Ben deli değilim!”

Bazen şans, bu kokuşmuş hayatta insanların yüzüne bir kez olsun güler. Siyah saçlı kız bu şanslılardan biriydi elbet. Hayal dünyasından oluşan bahçesinin aslında gerçek olduğunu hiç kimse bilmiyordu. Genç kız ellerini yüzüne kapamış, gözleri ağlamaktan şişmiş, ölümün gölgesi yüzünü kaplamış bir haldeyken omzuna konan küçük bir kelebek sayesinde şans faktörünü tattı. Kelebek güzel kanatlı bir meleğe büründü ve ellerini tuttu. “Sen seçilmiş olansın. Ben ve türlerim gibi. Bir melek ol ve sonsuzluğa uç.” Genç kız heyecandan küt küt atan kalbiyle meleğin ellerini sıkıca kavradı. “Bu benim tek hayalim!” Melek onun saçlarını okşadı ve gülümsedi. “Sonsuza dek bakire kalacaksın.” Genç kız belki de bir milyon kere bakire kalacağına söz verdi ve bembeyaz kanatlarını özgürce açtı. Sonunda hayalleri gerçek olmuştu. Ta ki o kara güne kadar.

Bir genç kız, melek olsa bile, bir takım ihtiyaçlar duyar. Erkek, bir erkek arzuluyordu şimdi bu güzel kız. İnsanoğlu işte, elde edemediği bir hayale tutunur, onun için her şeyini verir ve sonunda ona sahip olduğunda sıkılır. Bu döngü genç kız melek olsa bile değişmeyecektir. O bir kez insan olmanın nasıl bir şey olduğunu öğrenmiştir ve bu genleri sonuna kadar taşıyacaktır. Artık tek fark ölümsüz olmasıdır. Genç kız melek olmanın mutluluğuna doymuş, rezervlerini iyice şişirmişti ve başka hayallerin peşine tutulmuştu. Tutulması gereken son hayalin peşine… Bir melek asla bir erkekle birlikte olamaz. O zaman bütün saflığı bozulur, zincirin bir halkası kopar. Genç kız bunu biliyordu fakat o bir şeyi arzuladı mı bunu mutlaka yapardı. Ki o melek olma hayalini bile gerçekleştirmişti. Kim onun böyle bir şey yapabileceğine inanmıştı peki? Genç kız görkemli ağaçlarla kaplı bir ormana yavaşça indi. Çıplak ayakları kuru otların üstünde dolaştıkça tuhaf sesler çıkıyordu. O ağladıkça gözyaşları yere inci taneleri gibi serpiliyordu. Derken onu gördü. Hayatını değiştirecek o muhteşem varlık, kocaman bir kayanın üstüne oturmuş, alacakaranlığın güzelliğini seyretmeye doyamıyordu.

Çok âşık olmuştu genç kız. Yapmaması gereken o korkunç hataya boğulmuştu. Haftalar sonra, o ilk tanıştıkları ormanda genç oğlanla çılgınca sevişirken aklında hiçbir şüphe, hiçbir korku yoktu. Anı yaşıyordu, yaşayacağı son mutlu anı… Onu o korkunç hastaneden kurtarıp, ellerini tutan görkemli melek, şimdi acımasız gözlerle onu seyrediyordu. “Artık bir bakire değilsin. Bize ihanet ettin, verdiğin sözü tutmadın!” Genç kız deli gibi ağlıyor, deli gibi özür diliyordu ama nafile. Olan olmuştu artık. Bunun geri dönüşü yoktu. Bir melek bile zamanı geri sarıp bu olanları telafi edemezdi. “Sen artık bir melek değilsin. Düşmüş bir meleksin! İblis!” Bu sözlerin eşliğinde cennetten hızla düştü, kanatlarının yanıp siyaha dönüşünü izledi ve zemini hissedene kadar düştü, düştü… Cehenneme geldiğinde durdu ve ayağa kalktı. Lanetlenmişti artık, etrafındaki cehennem ateşinin yakıcılığını kalbinin derinliklerinde hissetti. Gözyaşları artık yere minik kan damlacıkları şeklinde dökülüyordu. Yüzünün masum güzelliği gitmiş, yerine bir fahişenin tahrik eden yüzü gelmişti. Genç kız kendi yansımasını Cehennem ateşinde gördüğünde inanamadı. Tırnaklarını suratına batırdı, çığlıklar attı, çırpındı ancak o fahişe suratına hiçbir şey olmadı. Ardından kalbini gördü genç kız, eskisi gibi beyaz değildi. Artık kapkara olmuştu, adeta siyah bir güneş gibi. “Benim ne suçum var! Ben size ne yaptım! Bunu hak edecek ne yaptım! Sadece aşık oldum!”
21. Yüzyıl, Londra, İngiltere

Yeni avının peşinden gitme planları yaparken, karanlığın bir köşesine fırlatıp atmak istediği acı gerçekleri bir kez daha hatırlamıştı. Gözlerinin yeniden kan damlacıklarıyla dolduğunu hissetti. Ellerini gözlerine götürdüğünde o koyu kırmızı, lanetli kanı gördü. Hayatındaki ışık sönmüştü. Ayağına gelen son fırsatı da elinin tersiyle itmişti. Düşmüş melek, iblis, erkek avcısı… İnsanları günaha sürükleyen bir canavar! Hala uçabiliyordu ama artık hayallerindeki gibi cennete yükselemeyecekti. Ona acımasızca bakan, cennetten atan meleğin son sözleri kulaklarında çınlarken yeni hedefini belirlemişti bile. “Senin yüzünden oldu her şey, intikamımı alacağım!” İblisten yalnızca birkaç kilometre uzaklıkta olan masum genç, dudaklarındaki bir parça hüzün kırıntısıyla yine o kayaya oturmuş, bir süre önce tanıştığı muhteşem kadını düşlüyordu. Onu aniden terk edip giden kadını, masum gülücüğüyle yıllardır kışı yaşayan kalbine baharı getirmiş olan kadını…

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Aethra L. Pavone
Seelie Sarayı Peri Leydisi
Seelie Sarayı Peri Leydisi
Aethra L. Pavone


Mesaj Sayısı : 1318
Yaş : 28
Kayıt Tarihi : 25/01/11

Karakter Detayı
Statü: Yönetici
Uyarı:

Jovie Empty
MesajKonu: Geri: Jovie   Jovie Icon_minitimeCuma 15 Şub. 2013, 20:15

Puanınız: 72.

Renklendirmede daha mat renkler seçmenizi öneririm, ayrıca metnin kendisini değil sadece konuşmaları renklendirmenizi. Olaylar çok hızlı geçilmişti ve anlatım akıcı değildi. Betimlemeler orta düzeydeydi, yeterli sayılabilirdi.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Jovie
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Mortal Instruments RPG :: Mortal Instruments :: Arşiv-
Buraya geçin: