Mortal Instruments RPG
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Mortal Instruments RPG

Ölümcül Oyuncaklar'a Hoşgeldiniz...Görmediklerinizi Keşfetmeye Hazır mısınız?
 
AnasayfaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Akatriel ~

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
Akatriel
Nefilim | Gölge Avcısı
Nefilim | Gölge Avcısı
Akatriel


Mesaj Sayısı : 17
Kayıt Tarihi : 11/02/13

Karakter Detayı
Statü:
Uyarı:

Akatriel ~ Empty
MesajKonu: Akatriel ~   Akatriel ~ Icon_minitimePtsi 11 Şub. 2013, 18:20



~


“Önce acır, sonra yine acır ve daha sonra yine...”

Yosun yeşili gözleri, narin parmaklarıyla sıkı sıkıya kavradığı kitabın sararmaya yüz tutmuş sayfalarını seyre dalmışken gül kurusu dudaklarından azat ettiği sözlerin gerçekliğiyle bedeninin ürpermesine mâni olamamıştı. Hakikat bundan ibaret değil miydi esasında? Bir kez acıdığında daima acırdı. Sonu gelmek bilmezdi acıların, tükenmezdi bir türlü. Acı denen sancı ebedî bir kaynağa sahip olan göz alıcı bir ırmaktı sanki. Sanki hiç bitmeyecekti. Sonsuza dek akacak, sonsuza dek incitecekti.

“Çok daha sonraları sen acıtırsın, o acır.

Gözleriyle takip ettiği sözcüklerin devamı ister istemez iki dudağının arasından döküldüğünde kitabı sıkıca kavramış olan parmaklarının gevşediğini hissetti kuzgun ve usulca yutkundu. Böylesine sadeydi dudaklarından dökülenler fakat hiçbir şeyin olamayacağı kadar da gerçekti. Belki de dünya üzerinde tanık olup olabileceği en büyük gerçeğin, en yalın haliyle yazıya dökülmüş, en etkileyici sözlerdi bu teker teker zihnine kazınan tümceler. Güldü. Sınırları içerisinde yaşadığı bu malikânede her gün daha fazla acı çektiği düşünüldüğünde kaçınılmaz gerçeğe ulaşmak pekte zor değildi. Onun da acıtacağı günler gelecekti muhakkak. Çektiği kadar acıtacak, kanadığı kadar kanatacaktı.

Defterin kalın mor kabını kirli sayfaların üzerine kapadı ve içine gömüldüğü yatağın kenarındaki komidinin üzerine bırakırken dudaklarının ufak bir tebessümle kıvrılmasına engel olamadı. Sessizlik, gürültüden tamamıyla arınmış bir yalnızlık ve bir parça huzur. Belki de mutluluk denen şey buydu. Buruk bir mutluluk. Yine de mutluluk. Kendisinden her açıdan iğrendiğini belli eden rahatsız bakışları üzerinde hissetmiyordu ve daha da iyisi kendini ait hissetmediği bu yerde, yan yana durmaktan pekte memnun olduğunu söyleyemeyeceği insanlarla aynı havayı solumak mecburiyetinde değildi. Bu oda, sahip olduğu tek şey, onun mabediydi. Tamamıyla ona aitti ve kendisine ait bir şeyin olduğunu bilmek bir parça da olsa iyi hissettiriyordu.

Yosun yeşili gözlerini, koskoca bir boşluğun etrafını çevreleyen ve sınırlarını çizen kum beji duvarlara diktiğinde zihninin bulanıklıkları arasında düşünmeye devam etti. Anabeth ve Anabell. İsimlerindeki uyumun aksine birbirleri arasındaki ahengi sık sık yakalayamayan ikizler. İstenmiyoruz diye düşündü Anabell. Ne kadar üzücü, ne kadar dokunaklı bir hikâye. Yumuşak yatağının içine biraz daha gömülürken ileri doğru uzattığı ayaklarına karnına çekti. Yeşil gözleri buğuyla kaplanırken ince ve uzun kollarıyla narin bedenini sarmaladı. Hissettiği en sıcak duygu sonsuza dek bu olacaktı; kollarıyla bedenini sardığında hissettiği o duygusuz hissiyat. Güldü. Ne zaman bu denli acınası hale gelmişti kendisi dahi emin değildi. Göz pınarlarından akmaya hazırlanan yaşları geri itmeye çabalarken o yalnızca acınası haline gülmekle yetinmişti. Başka ne yapabilirdi ki?

Hayır. Mutlu değilim.

Dakikalar sonra odanın kapısı sessiz bir gıcırtıyla aralandığında irkildi yemyeşil gözlerin sahibi kuzgun. İçine çekildiği yatakta dikleşirken hızla başını aralanan kapıdan yana çevirdi. Az sonra kapının aralığında bir kafa belirdiğinde yüzünde vuku bulan tebessümü gizleme gereği duymadı. Yosun yeşili gözlerini Anabeth'in üzgün çehresine dikti. Kız, içeriye girip sessizce kapıyı kapattığında zemine eğilen gözlerle o da bakışlarını başka bir yöne çevirdi. Aralık bıraktığı pencereden içeriye sızan rüzgârı teninde hissedebiliyordu. Dudaklarını sıkıca birbirine bastırdı ve sustu. Anabeth'in söze girmesini bekledi. Zira onun benliğinde ilk kelamı edecek güç mevcut değildi.

Saniyelerin adeta birbirini kovaladığı dakikalarda Anabell, bakışlarını Anabeth'ten yana çevirmedi. Güçsüzdü. Kardeşinin adımlarını duyumsadığında bir an sonra yatağın bir kısmının aşağıya çöktüğünü hissetti. Sustu. Sustular. Dakikalar boyunca hiç konuşmadan, öylece durdular. Bir araya geldiklerinde susuşup sessizliğin sesini dinledikleri yegane anlardan birindeydiler. Bu konuşma için henüz her ikisi de hazır değildi.

Değilim, Anabeth. Değiliz.

Fakat bir yandan da, bir yerden başlaması gerektiğinin bilincindeydi Anabell. Başlamalıydı. Konuşmalıydı. Zira şimdi bir şeyler söylemezse tüm zehrini içine akıtmaya devam edeceğini biliyordu.

“Pek iyi bir gün değil, ha?” diye sordu fısıldarcasına. Sesi yorgun ve bir hayli güçsüzdü.

“İkizlerin kaderi aynı olur dedikleri bu olsa gerek,” diyerek sürdürdü sözlerini ve son cümlesini de gül kurusu dudaklarından azat ettiğinde bakışlarını krem rengi çarşafın kırışmış yüzeyine eğdi. İkizlerin hazin kaderi...

“Bu evden nefret ediyorum Bell. Bu evdeki herkesten.”

İkizinin gözlerinde kendi yansımasını görüyordu Anabell. Esaretine boyun eğdiği bitap bir ifade yerleşmişti suratının her bir kıvrımına. Yosun yeşili gözlerinin feri kaçmış, tüm bedenini en ücra köşelerinde dahi hissedebildiği bir yorgunluk kaplamıştı. Bu evde kaç cephe vardı onlara karşı zırhlanmış? Kaç kalp onlara karşı nefret doluydu? Kaç gözyaşı vardı hayatlarında, kaç kez parçalanmışlardı? Bilmiyordu fakat sayamayacağı kadar çok olduğunun bilincindeydi. Peki ya, daha kaç kez incineceklerdi? Çok kez diyerek cevap verdi içindeki âciz kız. Çok kez... Peki ya o, daha kaç kalp kırıklığını kaldırabilirdi ki? Daha kaç gözyaşına yer verebilirdi değersiz dünyasında? Daha kaç savaşa katlanıp, her savaşın sonunda karşılaştıkları o ızdırap dolu enkaza tahammül edebilirlerdi ve daha kaç arbedenin ardından yaralarını hiçbir şey olmamış gibi sarmayı başarabilirlerdi ki? Bir çatışmayı daha kaldıramayacaklarını biliyordu Anabell, bilmediği şey sonrasında ne olacağıydı. Sahi, ne olacaktı? Hoş, ne olmasını bekliyordu ki?

Daha fazla acı, daha fazla elem...

Gül kurusu dudaklarını varını yoğunu ortaya koyarak bir şeyleri korumaya çalışırmış gibi kapalı tutmayı sürdürürken sustu ve yalnızca bekledi. Gözlerini, Beth'in gözlerinden kaçırmak, onları uzaklardaki bir noktaya sabitlemek istedi lakin beceremedi. Değer verdiği tek kişiden ne kadar esirgeyebilirdi ki buğulu bakışlarını? Nereye kadar saklayabilirdi güçsüzlüğünü? Hem de ikizinin, onun âciz yanını hissedebildiğini biliyorken... Komikti. Nedensizce gülünç geliyordu bu ona. Karşısındaki kişinin bildiğini bile bile bir şeyler saklamaya çalışmak... Evet, son derece komikti ve aptalca... Kaç kez birbirlerinden bile bile bir şeyler saklamaya çalışmışlardı oysa. Vakıa beceriksizliklerine boyun eğmek durumunda kalmışlardı her seferinde.

Az sonra kulağına dolan sesle birkaç saniyeliğine yumdu dakikalardır kaçırmaya çalıştığı gözlerini. Saniyeler sonra tekrardan araladığında ise aynı griye çalan maviliklere değdi yosun yeşilleri. İrkildi. Biliyorum, diye fısıldadı içinden.

Biliyorum Beth, hissediyorum. Ben de sevmiyorum onları, hiçbirini... Emsalsiz bir nefret onlara duyduğum. Eşi benzeri olmayan bir tiksinti... Çünkü seni incitiyorlar. Bir şey yapmalarına gerek yok, biliyorum. Bakışları bile üzüyor seni. Bu yüzden bu katıksız nefretimin sebebi. Bir şey yapmadan seni kırmayı başarabilmelerinden. Yine de onlarda imrendiğim bir şey var, Beth. Kalabalıklar, sonsuz sevgiye sahipler. Seviliyorlar. Kıskanıyorum. Çünkü biliyorum ki, biz hiçbir zaman bu denli sevilmeyeceğiz. Bir tek birbirimize duyduğumuz sevgi olacak içimizde ve hissettiğimiz de bundan ötesine gidemeyecek. Üzülüyorum. Çünkü biz hiç sevilmeyeceğiz. Hiç dünyanın merkezinde hissedemeyeceğiz kendimizi. Çünkü Tanrı merhametini üzerimizden çekeli çok oldu, Beth. Hani şu hiç yüreğimize dokunmayan...

Usulca bakışlarını ellerine eğdi. Baş parmağının titrediğini buğulu bakışlarının arkasından görebiliyordu. Kirpiklerini kırpıştırdı. Göz pınarlarından akmaya hazırlanan yaşları geri itmeye çalıştı çaresizce. Boğazında bir acı hissediyordu. Yanıyordu. Sanki gözlerinden akmasına müsaade etmediği yaşlar teker teker gırtlağına akıyordu. Sustu. Daha önce konuşmakta bu denli zorlandığı bir vaziyette bulunmamıştı hiç. Ayaklarını karnına daha da çekti. Bakışlarını Anabeth'in bakışlarına kaldırmaya cesaret edemedi.

“Endişe etme Beth, onların da bize bayıldığı söylenemez,” diye fısıldadı bir süre sonra güçlükle. Hemen ardından yutkundu usulca. Böylesine zor olamazdı değil mi dudaklarından birkaç fısıltıyı canının diğer yarısına bahşetmek? Olabilir miydi? Kesinlikle. Kısa bir müddet durduktan sonra gül kurusu dudaklarını araladı ve bir kez daha aynı güçsüz tonla kelimelerin dudaklarından dökülmesine icazet etti.

“Bu yol nereye çıkacak, Beth? Nereye varacağız? Ne olacak? Burada daha fazla barınamayacağımızı biliyorum. Burada mutlu olmadığımızı da... Fakat gerçekten Beth, ne olacak?”

“Bilmiyorum. Keşke bilebilsem Bell, keşke.”


~


Başka bir sitede yaptığım rpnin bana ait olan kısımlarıdır efenim. ^^
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Eámanë
Nefilim | Gölge Avcısı
Nefilim | Gölge Avcısı
Eámanë


Lakap : Cellat.
Nerden : İdris.
Mesaj Sayısı : 728
Yaş : 31
Kayıt Tarihi : 20/08/10

Karakter Detayı
Statü: Yönetici
Uyarı:

Akatriel ~ Empty
MesajKonu: Geri: Akatriel ~   Akatriel ~ Icon_minitimePtsi 11 Şub. 2013, 21:22

RP Puanı: 96.
Rütbenizi aldıktan sonra RPG'ye başlayabilirsiniz.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Akatriel ~
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Mortal Instruments RPG :: Mortal Instruments :: Arşiv-
Buraya geçin: