Güneş parlıyor, etraftaki insanlar bir yerlere yetişmek için koşuşturuyorlardı. Arabalar sürekli kornaya basıp bir öndeki aracın ilerlemesi için kafalarını camdan çıkarıp bağırıyorlardı.
Deniz kenarında bir sahilde ilerliyordum. Üzerime bir yorgunluk çökmüştü. Neredeyse haftalardır üzerimde aynı giysi vardı ve kendimi fazlasıyla pis hissediyordum. Aylardır yollardaydım ve ayrıca çok da açtım. Önceki gece savaştığım harpya beni bir hayli yormuştu. Zaten daha bir silahım bile yoktu ki! Etraftan bulduğum şeylerle savaşıyordum. Her gün korkunç ve tiksindirici yaratıklarla savaşmak nasıl bir şey bilir misiniz siz? Emin olun, evinizde oturup boş boş sıkılmayı buna tercih edersiniz.
Aylardır yolda olmanın verdiği yorgunlukla, neredeyse hiç uyumamıştım. Eğer bir yer bulabilseydim, hemen oraya kıvrılabilirdim ve haftalarca uyanmazdım. Bu fikir her ne kadar güzel gözükse de, sihirli ama bir o kadar da iğrenç yaratıklar tarafından uykumda öldürülmek istemezdim.
Anlamışsınızdır herhalde, ben bir melezim. Annem tanrı, babam ise ölümlü. Annem
Yunan Bilgelik ve Savaş Tanrıçası Athena. Babam ise… Aslında babamdan bahsetmeyi sevmiyorum. Kendisi çok cimri, insanlara karşı soğuk, kibirli ve tatmin olmayacak derecede büyük bir egoya sahiptir. Ancak birkaç ay evvel babamı kaybettim. Las Vegas’ta kumar oynarken yüklü miktarda bir para kazanmış ve bu parayı kimselere vermek istemediği için arabasına atlayıp, bir yerlere kaçmak istemiş. Ancak paracıklarıyla fazla ilgilendiği ve arabayı da fazla hızlı sürdüğü için direksiyon hâkimiyetini kaybederek trafik kazasında ölmüş. Babam olduğu için onunla gurur duymuyor aksine, utanıyordum. Keşke annem benimle daha çok ilgilenseydi. Neredeyse beni hiç ziyaret etmiyor ve bu benim hiç de hoşuma giden bir şey değil. Aylardır sanki hiç ebeveynim yokmuş gibiyim. Her gece kafamı yukarı kaldırıp
“Keşke benimle biraz ilgilenebilsen anne.” diyorum. Biliyorum, asla beni ziyaret etmeye gelmeyecek.
Yorgundum ve açtım. Eğer yorgunluğumu giderebilseydim, açlığım için de mutlaka bir çözüm bulurdum. Sırt çantamı çıkarıp içini karıştırdım. İp, el feneri, iPod ve bir şişe su vardı. Suyu görünce ne kadar susadığımın farkına vardım. Şişedeki suyu bitirene kadar içtim. Suyumun bitmesi kötü olmuştu ama en azından ani susuzluğumu dindirebilmiştim. En kısa zamanda bir su kaynağı bulmalıydım.
Yürümeye devam ettikçe güneşin kavurucu sıcaklığı beni resmen pişirmişti. Fazlasıyla terlemiştim. Deniz kenarında yürüdüğüm için temiz hava beni uyanık tutuyordu. Eğer deniz kenarında olmasaydım, muhtemelen olduğum yere küt diye düşer, uyuyakalırdım. Etrafıma bakındım ve oturacak bir yer olup olmadığına baktım. Uyumak şart değildi. Şimdilik uyumasam problem olmazdı. Sadece dinlensem yeterdi. Neredeyse 15 adımlık uzaklıkta olan köşede bir bank gördüm. Kalan son enerjimle banka doğru hızlı adımlarla yürüdüm. Bir bank ne kadar rahat olabilir bilmiyorum ama neredeyse haftalardır uyumuyordum. Hemencecik sırt çantamı çıkartıp, bankın bir köşesine koydum ve yastık olarak kullandım. Tam uykuya dalacakken bir ses duydum:
“Samantha.”Bu ses… Sanki senelerce duymadığım ama yine de aşina olduğum bir sesti sanki. O kadar güzel bir sesti ki. Sanki konuşurken aynı anda ninni söylüyordu. Sesin nereden geldiğine bakmak için ayağa kalktım ve etrafıma bakındım. Arkama baktığım zaman uzun, bembeyaz elbiseli bir kadın görmüştüm. Kafasında papatyalardan yapılmış bir taç vardı kadının. Sağ bileğinde örgülü saç gibi görünen altın rengi bir bilezik vardı. Teni beyazdı. Suratında neredeyse hiç makyaj yoktu ama yine de çok güzel gözüküyordu. Karşımda duran kişi tanrıça Athena’ydı. Karşımda duran kişi annemdi.
“S-senin ne işin var burada?” dedim ona.
“Biliyorum, yıllardır yanında olamadım. Bana seslendiğini duydum. Yanında olmamı istediğini… İşte geldim benim güzel kızım.” dedi Athena. Hiçbir şey söyleyememiştim. Onca yılın ardından Athena karşımdaydı. Tek kelime edememiştim. Yaklaşık bir on saniye öyle bakıştık. Sonra karnımdan duyulmaması imkânsız olan bir gurultu geldi. Athena gülümsedi.
“Aç olmalısın. Hadi gel, yemek yemek için bir yere gidelim.” dedi. Karnım ikinci kez guruldadı. Bu, önceki guruldamadan daha şiddetliydi. Bu kadar aç olduğum için isteğini geri çevirmedim. Çantamı da alıp Athena ile beraber yürümeye koyuldum.
Yol boyunca hiç konuşmadık. Yürümeye devam ettikçe yorgunluğum azalıyordu sanki. Çok garipti. Sanırım annem yorgun olup olmadığımı anlamış ve bunun için güçlerini kullanmış olmalı. Ortalama genişlikte bir yerden geçtik. Minik bir tünel gibiydi. Tavan çok yüksek değildi. Duvarlarda grafitiler vardı. Yukarıdan sarkan tek ampul, küçük olmasına rağmen her yeri aydınlatıyordu. Tünelin tam ortasında bir anda minik bir rüzgâr esti. Bu, serinlik hissi vermişti.
Tünelin çıkışında güneş ışığı gözlerimi kamaştırmıştı. Gözlerimi kolumla örttüm. Sonra üstümdeki giysilerin değiştiğini fark ettim. Eski giysilerim biraz kirli görünüyorlardı. Ama o anda üzerimde olan giysiler tertemizdi. Saçlarım mis gibi şampuan kokuyordu. Ellerimi saçlarıma attığım zaman bir yumuşaklık hissetmiştim. Neler olduğunu anlamaya çalışıyordum. Athena’ya baktım. Bana gülümsedi ve göz kırptı. Anladığım kadarıyla bu işte annemin bir parmağı vardı.
Yaklaşık bir dakika daha yürüdükten sonra minik ama sevimli bir kafenin önüne geldik. Annemle beraber bir yere oturduk ve gelen garsona siparişlerimizi verdik. Garson gittikten sonra biraz bakıştık.
“Bunca yıl sonra… Gelmenin özel bir sebebi mi var?” dedim sertçe.
“Her gece yanında olmamı istediğini söylediğini duydum kızım. Biliyorum, seninle çok ilgilenemedim, her zaman yanında olamadım ama bunu telafi etmek istiyorum. Ayrıca… Ayrıca bugün senin doğum günün canım kızım.” Athena benimle dalga geçiyor olmalıydı. Kendi doğum günümü bana mı hatırlatıyordu? Durun bir dakika… Yoksa… Unutmuş olamam öyle değil mi?
“Bugün 4 Haziran… Yani senin doğum günün canım kızım. Ah, yoksa unuttun mu Samantha?” dedi ve minik bir kahkaha attı.
Hemen çantamdan iPod’umu çıkartıp, tarihe baktım. Haklıydı. Günlerden 4 Haziran’dı ve benim de doğum günümdü. Şaşkın bir surat ifadesiyle arkama yaslandım. Tam o sırada garson siparişlerimizi getirmişti. Masadakiler belki normal bir günde güzel bir yemek sayılmayabilirdi ama ben çok açtım. Masada iki çizburger menü vardı. Hiç düşünmeden tepsimdeki her şeyi yemeye başladım. Çizburgerden bir ısırık alıyor ve içeceğimden birkaç yudum aldıktan sonra patatesime dadanıyordum. Önümdekiler birkaç dakika içinde bitmişti. Athena önündekilere dokunmamıştı bile. Onun menüsünü de yemek istiyordum ama bu uygun olmazdı.
Annem ellerini masaya koydu ve avucunu açtı. Avucunda minik bir hediye kutusu vardı.
“Bu sana canım kızım.” dedi ve paketi uzattı. Soru sorar gibi bakış attım. Kutuyu bana daha da yaklaştırdı. Kabul edip hediyeyi aldım. Kulağıma yaklaştırıp salladım. İçinden ses gelmiyordu. Athena’ya baktım. Bana bakışlarıyla paketi açmamı söylüyordu. Paketi yavaşça açtım. Açtığım zaman hem hediyeye hem de anneme bakıyordum. Paketteki şeye inanamamıştım. Hediyem basit bir kağıt parçasından başka bir şey değildi...
- RP Out:
Hikayenin devamında o kağıt parçası, üzerinde kehanetler yazmaya başlıyor ve bu kehanetler yardımıyla da Samantha hayatına yön veriyor. Bunu neden mi söyledim? Bir bölümünü attım ve sonunun öylece bitmesi biraz tuhaf durdu gibime geldi.