Bryte Roger McKnowless Lütfen rütbe edinin, yoksa oyuna dahil olamazsınız!
Mesaj Sayısı : 1 Kayıt Tarihi : 20/09/12
| Konu: Bryte Roger McKnowless Perş. 20 Eyl. 2012, 07:02 | |
| Bryte sabah uyandı. Hava bulutluydu ve güneşin ışıkları daha odayı tamamen aydınlatmadığı için yataktan kalkmak istemiyordu. Bunun sebebi de böyle günlerde içinin sıkılması ve kötü olaylarla karşılaşmasıydı. Bu konuda da haklıydı. Çünkü Bryte’ın sevgilisi Iynks, son savaşta Bryte’ı çok üzen olaylar nedeniyle onunla bir türlü konuşma fırsatı bulamıyordu.
Bryte kalktı ve kasvetli şatonun tozlu havasını içine çekti. Dolabını açtı, beyaz elbisesini çıkardı ve yatağının üstüne koydu. Korsesinin iplerini bağlaması için yardımcısı Teremise’ye seslendi. Teremise daha on beş yaşlarında ve aynı Bryte gibi tüm ailesini kaybetmişti. Kısa boyu, iri siyah gözleri, pembe yanakları üzerinde ona çok yakışan çilleri bulunuyordu. Teremise, Bryte’ın sesindeki titremeyi hissetti, sinirlendiği de oldukça belliydi. Hemen koşarak merdivenleri bir solukta çıktı. Bryte onu bekliyordu. Teremise korsenin iplerini sıkıca bağladı. Yatağın üstünde duran omuzlarından dirseklerine kadar olan kısmı daracık, dirseklerinden bileklerine kadar olan kısmı bol bir şekilde uzanan elbiseyi Bryte’a giydirdi. Bryte ayakkabılarının giyiminde de Teremise’den yardım aldıktan sonra aynanın karşısına geçti. Siyah uzun saçlarını taradı, üstten bir tutamını alarak taç şeklinde ördü. Sonra uç kısmını yüzüne doğru bıraktı. Bu saç tipi mavi gözlerini daha da ön plana çıkarıyordu. En son olarak da çiçek kokulu parfümünü boynuna sürdükten sonra pencereye yöneldi.
Bulutlar aralanmış, hava biraz açılmıştı. Güneş hafif hafif McKnowless şatosunun bahçesine düşmeye başlamış, bahçedeki çiçeklerin rengi daha da belli oluyordu. Karşıdan bir erkek silueti belirmeye başladı. Bu Frederick olmalıydı. Birden bire merdivenlere yöneldi. Eteğinin uçlarından tutarak hızla çıkışa ulaştı. Devasa kapıyı açtığında Frederick çoktan bahçeye girmişti. Yeşilliklerin ortasında bir şerit gibi uzanan yolda Bryte’a doğru geliyordu. Evet, işte Frederick oradaydı. Uzun boyu, omuzlarından aşağı uzanan kırmızı pelerini ile de oldukça yakışıklı görünüyordu.
Yeşile çalan güzel gözleri buğuluydu. Sanırım oda Bryte’ı çok özlemişti. Onu görünce kalbi hızla çarpmaya başladı ve bedenini sımsıcak hisler sarıvermişti. Hemen incecik belinde duran gümüş ve incilerle dolu kemerini düzeltti ve kabarık eteğini şekil almasını istercesine salladı. Şuan upuzun siyah saçlarıyla Frederick için çok güzel göründüğünden emindi. Frederick, atıyla yaklaştı ve Bryte’a elini uzattı. Onu bir yere götürmek istercesine baktı. Bryte da hiç konuşmadan sevgilisinin yardımıyla atın arkasına bir hamle ile bindi.
Bryte, bu yakışıklı adamın omzuna başını yasladı. Onu, iki gündür görmediği için onu çok özlemişti. İlk olarak kokusunu doyasıya içine çekti. Yüzünde tebessüm oluştu ve Frederick’in yüzüne doğru baktı. Birden tebessümün yerini bir hüzün aldı. Çünkü onun gözleri hala buğuluydu. Demek ki onu özlediği için değil başka bir sebeptendi bu hüzün. Hızlanmaya başladı, beyaz atı amonus da anlarcasına daha da hızlandı. Artık McKnowless şatosu geride kalmış ve oldukça küçük gözüküyordu. Gölün kenarına geldiklerinde Frederick, yavaşça amonusu durdurdu. Bu göl onların aşk yuvaları gibiydi. Alabildiğine yeşilliğin içinde göl, gölün içinde bembeyaz kuğular bulunuyordu. Gölün kıyısında oturmak birbirlerinin gözlerine konuşmadan saatlerce bakmak da belki ilişkileri için bir vazgeçilmezdi. Frederick, atı amanusdan aşağıya indi ve Bryte’a dönerek "Seninle konuşmamız gerekiyor" dedi ve sustu. Bryte, her şeyi anlamıştı. Birden ağlamaya başladı. Zaman gelmişti ve Frederick Unherslarla savaşmak için gitmek zorundaydı.
Unherslarla yapılan son savaşta Geraldlar yenilmiş, oldukça da kayıp vermişlerdi. Sadece Geraldlar değil, bu savaşta Herminler, Fremsler de birlikte savaşmış fakat bu güç birliği bile Unherslara karşı kazanmalarını sağlayamamıştı. Zaten sonsuzluk kuyusu onların elinde oldukça, zafer fazlasıyla uzak gözüküyordu. Sonsuzluk kuyusu… Gücün kaynağı, herkesin sahip olmak istediği yer. İşte o Fremslerin zevke, sefaya düşmeleri fırsat bilinmeseydi sonsuzluk kuyusu Unhersların elinde olmayacaktı. Bundan sonra da Unhersların, Fremsler kadar dikkatsiz olmayacağı son savaşta açıkça gözükmüştü.
Bryte, tüm ailesini son savaşta kaybetmesinden sonra sevdiği adamın da savaşa gitmesini istemiyordu. Çünkü Frederick tek dayanağıydı. Onsuz olması mümkün değildi ve dudağından kelimeler dökülmeye başladı. “Bryte, seni çok seviyorum biliyorsun ama gitmek zorundayım. Buna mecburum belki seni bir daha asla göremeyebilirim. Fakat sende biliyorsun ki” dedi fakat Bryte sözünün bitmesini bile beklemeden “Hayır, böyle bir şey olamaz. Ben, seni görememe ihtimalini bile düşünmek istemiyorum. Bende seninle gelirim o zaman.” dedi ve sustu. Aslında bu dediğinin kendisi de olamayacağı biliyordu. Çünkü Gerald kurallarına göre kadınlar savaşa katılamazdı. Sadece sığınaklarda ya da evlerinde beklemek zorundaydı. Frederick’ in gözlerinden birkaç damla yaş süzüldü. Tekrar atına yöneldi. Bryte’ı de aldıktan sonra tekrar McKnowless şatosuna yöneldiler. Artık zaman durmuştu sanki. Gölün kenarından, şatoya nasıl geldiğini anlamamıştı bile. Bahçeye geldiklerinde Bryte attan yavaşça indi. Siyah, demirden yapılmış giriş kapısına yöneldi ve arkasına dahi bakmadı. Bu hareketi Frederick’i oldukça çok üzmüştü. Artık yapacak bir şeyi kalmamıştı.
Bryte, duydukları karşısında çok üzgündü. Bu nedenle de kendini bitkin hissediyordu. Ama yine de düşüncelerinde kararlıydı. Çok cesurca bir karar aldı. Hazırlanmak için odasına koştu. Frederick ise çoktan uzaklaşmış, Gerald ordusuna katılmak için yola koyulmuştu.
| |
|