Dirseklerimi pencerenin önündeki taşa dayamış halde manzarayı izliyordum. Mis kokan ağaçlar ve sık duyulan kuş sesleri oturduğumuz evin bir parçasıydı. Sıkıntıyla iç çektim. Birkaç saat sonra hava kararacak ve dolunay bulutların arasından gözükecekti. Dolunaydan nefret ediyordum. Bunu bana yapan kurt adamdan da nefret ediyordum. Her ayın 3 günü dolunay zamanında inanılmaz acılar çekmem onun suçuydu. Kurt kız olduğumda henüz gençliğim baharındaydım,18'dim daha... Sihir bakanlığında yeni işe girmiştim. Casdre’de oturan bir arkadaşımı ziyarete gidiyordum. Pek tekin bir yer değildi ama ben egosunu tatmin etmeye çalışan çömezler gibi umursamıyordum. Kısa bir ziyaret yapıp geri eve dönecektim sonuçta. Hava soğuktu ve ben pelerinime sıkıca sarınmış verdiği adresi arıyordum. Etraftan gelen tekinsiz sesler ürkmeme sebep olmuşsa da beni vazgeçirememişti.Hayat boyunca pişmanlık duyacağım dakikaları bilmeden yaşıyordum. Adreste yazan evi bulamamış olmam moralimi bozmuştu. Çevreme bakınıp evi bulmamı kolaylaştıracak biri aramıştım.Rüzgarın sert esen tınısı ve gece kuşlarının rahatsız çığlıkları... Tam umudumu kesip geri dönecekken karşıdan gelen birini görmüş ve –
Affedersiniz! Bana yardım eder misiniz acaba? Diyerek kara talihimi imzalamıştım. Sonrasını pek hatırlamıyordum. Bana doğru koşan biri ve inanılmaz derecede büyük bir acı. Gözlerimi açtığımda St.mungo’da başımda annem,babam ve ikiz kardeşlerim Erik ve Erica ile karşılaşmıştım ve tabi söyleyecekleri dehşet verici habere karşı sahte gülümsemeleriyle. Kafamı sallayıp şimdiki zamana döndüm. Derin bir nefes alıp gözlerimi yumdum.Şifacı terapistimin önerdiği yöntemi hafızama olta atarak yüzeye çıkarttım.Sayılar son zamanlarda sıkıntımı hafifletmede büyük bir rol oynamıştı acımasızca.1…2…3…
-
Erin, tatlım daha çıkmadın mı? Diye seslenen annemin sesiyle tuttuğum nefesi bıraktım. Etrafıma göz gezdirdim. Erik ve Erica büyücü satrancı oynuyordu. Kız kardeşimin suratında oluşan sinsi ifadeye bakılırsa Erik’i büyük bir malubiyet bekliyordu. Hafifçe sırıtıp Vanessa’ ya bakındım. Mutfaktan çaldığı ıslığın sesi geliyordu. Kafamı uzatıp,
-
Çıkıyorum annecim diye seslendim zoraki bir gülümsemeyle. Vanessa en büyük kızının çektiği sıkıntıyı anlamışçasına bir gülümsemeyle karşılık verdi. Arkamı dönüp gözlerimi devirdim. Bundan nefret ediyordum. Kurt kız olduğum için bana acımalarından ya da bana iyi davranmalarından nefret ediyordum. Normal insanlara yaptıkları muamele beni daha çok mutlu ederdi. Tekrar sıkıntıyla iç çektim. Bu aralar her şeye karşı daha bir öfkeliydim. Dışarı çıktığımda hava henüz kararmamıştı. Bu da benim fazladan birkaç dakikaya sahip olduğumu gösteriyordu. Zihnimi gideceğim yere odakladım. Hogsmeade köyü düşüncelerimde berraklaşınca cisemlenmenin rahatsız edici hissini vücudumda hissettim. Şak!
Karşımda İngiltere’nin tek büyücü köyü Hosmeade duruyordu. Normal de tercihim her zaman Üç Süpürge olurdu. Orası sıradan bir cadı olduğumu hissettiğim yerlerden sadece bir kaçıydı. Kahkaha atabiliyor, gülebiliyor ya da sohbet edebiliyordum ama bugün rahatsız edilmeden içebileceğim bir yer olan Domuz Kafası’na doğru ilerledim. Tahta kapıdan içeri girdiğimde birkaç çift göz bana çevrildi. Ne görüyorlardı? Koyu kahve saçları beline kadar uzanmış, siyah dar elbisesi zayıf olan beline tam oturmuş ve elbisesine uygun peleriniyle, iri koyu kahve gözlere sahip güzel bir kız. Adeta bir tanrıça… Kimsenin gözleriyle buluşmadan ahşap bar taburelerinden birine yerleştim. Fernando Domuz Kafa’sının yeni sahibiydi. Kızıl saçları ve gür sakalları vardı. Tombul bir beden ve kömür karası gözler… Genelde müşterileriyle sohbet etmezdi. İstenileni verir ve işinin başına geri dönerdi. Daha fazla zamanımı azaltmadan,
-
Fernando bir ateş viskisi alabilir miyim? Dedim. Birkaç saniye sonra ateş viskisini önüme bıraktı. Bardağı dudaklarıma götürüp bir yudum aldım. Yakıcı ama oldukça tatminkar his boğazımı geçip mideme indi. Bir yudum daha… Sanki biri beni izliyormuş gibi bir hisse kapıldım. Sağ tarafıma bakındığımda kahverengi gözler mavi gözlerle karşılaştı. Kurt kız olduğumdan beri hislerim beni hiç yanıltmazdı. Mavi gözlü adam Merhaba! Tanışmak ister misin? Dermiş gibi bana bakıyordu. Kafamı içkime çevirerek ilgilenmediğimi belirttim. Zaten melez olmayan büyücülerle işim olmazdı. Bununla ilgili yeterince kuyruk acım vardı. İlk zamanlarda hoş, beş, güzel iş ciddiye bindiğinde, kurt adam tarafından ısırıldığımı öğrendiklerinde arkalarına bakmadan kaçarlardı. İçkimi kafama dikip bardağımı bitirdim. Tezgahın üstüne 1 galleon 17 kunt bırakıp oturduğum yerden kalktım ve kapıya yöneldim. Güneş henüz batmak üzereydi. Bedenimi ve zihnimi tekrar cisimlenmeye odakladım. Şak!
Trendewald bölgesi dolunay zamanı gittiğim tek yerdi. Onun dışında asla gitmezdim. Bakanlık tarafından tespit edilmiş kurt adam ve kurt kızların dolunay zamanında dönüşmesi için özel olarak ayrılmış bir yerdi. Evet, bakanlık biz melezlere özel olarak bu bölgeyi ayırmıştı. Dönüştükten sonra güvende olmamız için. Bizlere böyle söyleniyordu ama ben aslında dönüşümden sonra kimseyi ısırmamamız ya da yemememiz için olduğunu biliyordum. Bunun için müteşekkirdim. Bana bunu yapan kurt adam gibi olmak istemiyordum. Başkalarını da bu lanete ortak etmek istemiyordum. Çitlerle çevrilmiş arazinin girişinde 2 bakanlık görevlisi bekliyordu. Adları Jeffrey ve Colin. Onları tanıyordum. Sık sık görüşüyorduk. Jeffrey az konuşsa da iyi biriydi. Siyah saçları ve yeşil gözleri vardı. Bizimle birlikte güler sevmediği fikirler olduğunda açıkça beyan ederdi. Colin… Oda Jeffrey kadar iyi biriydi. Beyaz saçları ve kehribar rengi gözleri vardı. Yaptığı esprilerle bizleri hep güldürürdü. Kurt kızlığımla dalga geçer ve bana gördüğü en güzel kurt kız olduğumu söylerdi. Bende onun beyaz saçlarıyla dalga geçer ve iltifatlarına karşı teşekkür ederdim. Yüzüme samimi bir gülümseme yerleştirip ikisine de selam verdim. Burada ikinci yüzümü göstermek zorunda kalmıyordum. Onlar sıkıntılı ya da mutsuz halimi anlıyordu. Buda rol yapamayacağım anlamına geliyordu. Sırıtmayla karşılık verip aynı anda selam verdiler. Ardından gelen kahkahalar moralimi düzeltmeye yetti. Colin,
-
Naber Erin?diyerek hatırımı sordu. Omuz silkerek cevapladım.
-
Ehh idare eder, sizden? Dedim bir Colin’e birde Jeffrey’e bakarak. Onlarda benim yaptığım gibi omuz silkerek cevapladılar.
-
Her zaman ki gibi işimizi yapıyoruz işte. dedi Jeffrey. Gülerek,
-
Peki dedim.
İsmimi söylememe gerek var mı? diye sordum. Her gelen melez ismen takip ediliyordu. Gelmedikleri taktirde bakanlığın bu iş için görevlendirilen elemanları tarafından bulunuyor ve sorgulanıyorlardı. Amaçları ısırılan biri olup olmadığını öğrenmekti. Bu bölgeye gelen sadece 3 kız kurt vardı. Ben, Julie ve Kelly. Aralarında en temiz ve düzenli olanı bendim. Bir evde yaşıyor ve banyo yapıyordum. Julie’i temizlik konusunda ikna etsem de aynı başarıyı Kelly için gösterememiştim. Gerçi Julie’yi haftada 1 gelip bizde banyo yapması ve kirli giysileri yıkatıp temiz giysileri giymesi açısından ikna edebilmiştim. Neyse buda bir şeydi. Kelly ise dışarıda yaşıyor ve üstü başı kirden geçilmiyordu. Pek konuştuğu da söylenemezdi. Onunla sık sık konuşmayı denemiştim ama anlamadığım bir dilde beni geçiştirmişti. Julie onunla konuşabiliyordu. Bir keresinde bana kurt kız olmaktan nefret ettiğini hayatın onun için hiçbir anlam ifade etmediğini söylediğini söylemişti. Tamam, kurt olmaktan bende nefret ediyordum ama bu benim yaşamayı bırakmam anlamına gelmiyordu. Jeffrey gülerek,
-
Hayır Erin geçebilirsin dedi. Dudağımı ısırarak,
-
Görüşürüz çocuklar dedim. Arkamdan görüşürüz diye seslendiler. Sık ağaçları geçerek Noah’ın dönüştüğü yere doğru ilerledim. Noah… Kurt adam hikayesi benimkinden daha farklıydı. Benim aksime Noah babası tarafından ısırılmıştı. Kendi evinde, kendi yatağında. Bir gün babası dolunay zamanı evinde dönüşüm geçirmiş ve oğlu uykudayken onu vahşice yemeye çalışmıştı. Annesi kocasının biricik oğlunun bağazına eğilmiş eti parçalarken görünce asasına dayanmış ve öldüren lanetle kocasını vurmuştu. Ondan sonra asla düzelememişti. Annesi St.Mungo’ ya yatırılıp tedavi altına alınmıştı. Noah ise tedavi edilmiş ve tek vasisi olan teyzesinin yanına gönderilmişti. O zamanlar henüz 8 yaşındaymış. O kadar acı çekmesine rağmen hayata dört elle tutunmuş, her ay Trendewald bölgesinde dönüşüm geçirmiş. Bazen annesini ziyarete gittiğinde beni de götürüyordu. Siyah t-shirtlü bedenini gördüğümde yüzümde oluşan sırıtmaya engel olamadım. Siyah giymek aramızda yaptığımız bir şakalaşmaydı. Bir kural…
-
Merhaba. Dedim. Güneşin batışını izliyordu. Birazdan hava kararacak ve dolunay gözükecekti.
-
Merhaba. Dedi. Noah, siyah saçlı ve gri gözlüydü. Aynı annesininki gibi… Kaslı bedeni bakanlıktaki bütün kızları baştan çıkarıyordu ama o kimseye yüz vermiyordu. O sihir bakanlığında seherbazlık bürosunda çalışıyor bense esrar dairesinde çalışıyordum. Yanına geçerek,
-
Çok güzel değil mi? dedim. Güneş kızıla boyanmış, dağların arkasına saklanıyordu.
-
Evet, güzel ama senin kadar değil dedi. İltifatına karşılık yanaklarım gül pembesine dönüştü. Bana dönerek sırtını hafifçe kambur yapıp elini uzattı.
-
Benimle dans eder misiniz güzel bayan? Yüzünde oluşan gülümseme midemin düğümlenmesine sebep oldu. Kafamı sallayarak elini tuttum. Beni kendine çekip dans müziği mırıldanmaya başladı bir yandan da beni etrafında döndürüyor bir ileri bir geri gidiyordu bende ona uymaya çalışıyordum. Birkaç dakika kahkahalarla dans ettik. Sonra mırıldandığı müziği daha yavaş bir ritme aldı ve tempomuzu azalttı. Bende tekrardan ona uyarak yavaşladım. Başımı omzuna yaslayarak bu anın tadını çıkardım. Kuşların sesleri etrafta yankı yapıyor şuan bulundukları duruma katkı sağlıyordu. Noah… Onu seviyordum. Benim için ondan daha uygunu olabilir miydi? İkimizde melezdik. Aramızda büyük bir yaş farkı yoktu. Birbirimizi anlıyor ve rahatça sohbet edebiliyorduk. Gökyüzü kararmaya başladığında üzülerek ondan ayrıldım. Ellerini tutup gözlerine baktım.
-
Teşekkür ederim dedim gülümseyerek. Noah’ta gülümseyerek karşılık verdi. Yüzünü ellerimin içine alarak duduklarımı dudaklarına bastırdım.1-2 saniyelik de olsa oluşan zevk bütün bedenime yıyıldı. Ellerimi yüzünden çekerek ona son kez gülümsedim. Geri dönüp benim için ayrılmış olan bölüme doğru ilerledim. Ağaçların arasından baktığımda hala aynı şekilde duruyordu. Hava kararmıştı ve birazdan dolunay gözükecekti. Daha çok hızlanarak Erin Vanessa Miller yazan tabelanın bulunduğu yere geldim. Trendewald bölgesi her meleze özel olarak ayrı bölümlere ayrılmıştı. Toplam 20 kurt adam-kız vardı ve arazi yeterince büyüktü. Çitlerin üzerinden dışarı çıkmamamız için özel koruyucu büyüler yapılmıştı. Pelerinimin bağını çözerek omuzlarımdan kaymasına izin verdim. Dönüşüm sırasında giysilerimizin yırtılması en önemli sorunlarımızdan biriydi. Hepsi parça pinçik oluyor ve geri dönüş yolunda zorlanmamıza neden oluyordu. Bu yüzden kıyafetlerimizi çıkartıyor dönüşüm bittiğinde kendi bölgemize gelip aynı kıyafetlerimizle çıkıyorduk. Siyah, belime oturan elbisenin fermuarını indirdim. Vücudumdan kaymasına izin verdim. Rüzgar, çıplak bedenime vuruyor titrememe sebep oluyordu. Eğilip elbisemi ve pelerinimi aldım. Güzelce katlayıp tabelanın altında bulunan tahta kapaklı dolaba yerleştirdim, ayakkabılarım ve asamla birlikte. Birkaç metre ilerleyip beklemeye başladım.
Dolunay bulutların arasından gözüktü. Zihnimi çekeceğim acıya odaklamamaya çalıştım. Ailemi, arkadaşlarımı ve Noah’ı düşündüm ama acı düşüncelerimi duygusuzca ezip geçti. Sırtımdan ayaklarıma ve kollarıma doğru ilerliyordu. Kendimi sıkmayı bırakıp haykırdım. Acı dehşet vericiydi. Kafam uzamaya vücudum kamburlaşmaya başladı. Ellerim yerini pençeye bıraktı. Dişlerim sivrilmeye başladığında uzamış kulaklarımla duyabildiğim tek ses uzaktan gelen ulumalardı. Alabildiğim tek koku kan kokusuydu. Kafamı karanlık gökyüzüne kaldırarak diğer ulumalara eşlik ettim.
Bu rp'yi başka forumlarda da kullanmıştım.Yine aynı isimle.Birazcık kelimelerle oynadım o kadar.Umarım bir sorun olmaz.