Mortal Instruments RPG
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Mortal Instruments RPG

Ölümcül Oyuncaklar'a Hoşgeldiniz...Görmediklerinizi Keşfetmeye Hazır mısınız?
 
AnasayfaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Yalens

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
Yalens Kavaleriya
Lütfen rütbe edinin, yoksa oyuna dahil olamazsınız!
Yalens Kavaleriya


Nerden : Moskova
Mesaj Sayısı : 13
Yaş : 29
Kayıt Tarihi : 24/04/11

Karakter Detayı
Statü:
Uyarı:

Yalens Empty
MesajKonu: Yalens   Yalens Icon_minitimeÇarş. 08 Şub. 2012, 23:42

08.02.2012
Alek, eline pantolonun sağ cebine atıp anahtarlarını aradı. Kısa bir yoklamadan sonra anahtarlığı buldu. Ucunda asılı duran dört anahtardan doğru olanı bulmak için, anahtarları avcuna açtı çabucak. Soldan ikinciyi tutup kapının kilidini açtı. Kapıyı iterken çıkan gürültülü gıcırtı, içeride henüz uyku sersemi olan Yalens’i iliklerine kadar ürpertti. Alek’i görünce kendisinden başka bir şey olmayan küçük kilerde, ayaklarını geriye sürüyerek ondan uzak durmaya çalıştı. Sırtının duvara değdiğini anlayınca hızlı soluğu, iniltileri ve gözyaşı birbirine karıştı. Gözlerini kapayıp Alek’in yapabileceği her şeye karşı hazırlanmaya çalıştı. Ancak Alek ona sadece bakmakla yetindi, ona zarar vermeyecekti. Yalens’e acımıyordu, yaptıklarından pişman değildi. Yalnızca Yalens’in sinirden üstünü parçaladığını görünce öfkelendi. Üstünde Alek’in annesinin jartiyeri ve mini, dar, deri eteği vardı yalnızca. Annesinin eşyalarına zarar gelmesi hoşuna gitmedi. Sonuçta ondan kalan tek şey, bunlardı: fahişelik dönemlerinden kalan birkaç parça giysi.

Alek çok yakında olanların biteceğinden emin bir şekilde öfkesini umursamadan, birinci kattan indirdiği Laurent’i kilere sürükledi. Laurent ölmek üzereydi ancak ölemiyordu. Alek’in ruh elementi onu engelliyordu. Ne kadar acı çekerse, canı için yalvarırsa kar diye düşünüyordu Alek. Ama Laurent’in konuşacak hali bile kalmamıştı. Bir ölüden farksızdı. Tek yaşam belirtisi deniz mavisi, güzel gözlerinin loş kilerde bile ışığını bulup parlamasıydı. Yalens korku dolu gözleriyle Laurent’e dikti gözlerini. Hissettiği tek şey korkuydu. Kendisi için değil, Laurent için korkuyordu. Endişe duymuyordu, üzüntü duymuyordu. Vücundaki ürpertiyle dona kaldı. Büyüyen gözleri, hızlı ve abartılı şekilde inip kalkan göğsü, bembeyaz kesmiş teniyle öylece kaldı, çığlık bile atamadı.

Alek kapıyı kilitledi ve yukarı çıkmak için merdivenlere doğru yürümeye başladı. Düşündüğü tek bir şey vardı: huzur. Hıristiyanlık inandıcına göre hesaba çekilecek, cezası neyse çekecekti. Bunu zaten çoktan göze almıştı ve sonucuna katlanacaktı. Ancak hissettiği zafer duygusu, huzuru bulacağına dair umudu azabı görünmez kılıyordu.
8 yıl önce
08.02.2004
Alek, evin dış kapısını açarak yavaşça içeriyi süzdü. Her zamanki gibi rutin sesler geliyordu kulağına. Ama ortalıkta görünen kimse yoktu. Bunun verdiği rahatlıkla seslere umursamadan içeri girdi. Kapıyı en az ses çıkaracak şekide, dikkatle kapattı. Kapının karşısındaki üç otan ortadakine girdi. Orası kendi odasıydı. Okul arkadaşlarının kendilerine ait birer yatağı, bilgisayarı, kapaklarına en çekici modellerin posterlerinin asıldığı giysi dolabı vardı. Alek’in odasındaysa, üç kişilik bir kanepe, büyükannesinden kalan eski bir vitrin ve yazları çalıştığı küçük işlerde biriktirdiği parayla aldığı ufak bir televizyon vardı. Fazla şeye sahip olamamaktan şikayet etmiyordu artık. Nasılsa her şey çok yakında değişecekti. Çantasını yanına koyduğu kanepenin üstüne attı kendini. Yorgunluktan kemikleri sızlıyordu. Birkaç kez sağa sola döndükten sonra rahat ettiği pozisyonu buldu. Bulmak kolay olsun diye her zamanki gibi yatağın altında duran uzaktan kumandaya uzantı ve televizyonu açtı. Amacı en sevdiği komedi şovunu izlemek falan değildi. Yalnızca içerideki annesinin ve müşterisinin iniltilerini duymamak için başka bir ses bulmaya çalışıyordu.

Alek’in ailesi böyleydi. Dhampir annesi moroi babasından ayrıldıktan sonra parasal olarak geçinememiş ve küçük, merdiven altı barlarda çalışmaya başlamıştı. O zamanlar hangi erkekle beraber olduğu görmek için yüzüne bakmaya bile tenezzül etmeyen bir kan fahişesi olacağı aklına gelmezdi, elbette. Ancak bir gece iki gece derken kan fahişeliği üzerine yapışan bir etiket olmuştu. O da etiketi memnuniyetle kabul etmişti. Sonuçta güzel bir kadındı ve aldığı para da güzelliğiyle orantılı olarak yüksekti. Şikayet ettiği ya da umursadığı hiçbir şey yoktu. Buna oğlu Alek de dahildi.

Açıkçası Alek de pek şikayetçi sayılmazdı. Annesinin bu durumuna alışmıştı ve umursamamayı öğrenmişti. Yine de her gün annesiyle yaşamaktan rahatsızlık duyuyordu. Bir gün okul arkadaşlarından birinin annesinin müşterisi olmasından korkuyordu. Elbette, bir kan fahişesinin çocuğu olduğunu bilmeyen arkadaşı kalmamıştı. Üstelik aralarında onun gibi insanlarından dünyasına hapsolup kalmış moroi ve dhampirler de vardı. Ama Alek’in yaşadığı yerde anlayışa yer yoktu.

Kapının kapatılışından uyandı Alek. Hava kararmıştı, odada televizyonun ışığından başka ışık yoktu. Bu yüzden yeni bir müşterinin gelip gelmediğini odanın buzlu camından göremiyordu. Uyku sersemi kalktı kanepeden. Kapıyı açtı. Koridordaki parlak, beyaz ışık özlerini kamaştırdı. Yan odanın kapısı kapalıydı. Annesi oradaydı. Nihayet neden geldiğinin farkına vardı. Lavaboda elini yüzünü yıkayıp, uykusunu açtı. Odadaki çantasından babasının büyülediği kazığı çıkardı. Kazık, odanın karanlık olmasına rağmen koridordaki ışıkla parlıyordu. Sivriliği bir an için korkutmuştu Alek’i. Odadan çıktı. Annesinin odasının önünde birkaç dakika öylece durdu. Tam olarak nasıl yapacağına karar veremiyordu. İçeriye hızlıca dalabilir, kazığı defalarca vücuduna saplayabilir, sonra da evi yakıp kaçabilirdi. Ya da sonunun geldiğini anlaması için yavaşça hareket eder ve kaçmasına fırsat vermeden yavaşça kalbine sokardı kazığı. Ama ikisini de yapabilecek durumda değildi. Fazlasıyla sakindi. Nefes alıp verdiğinin bile farkında değildi. Baş ağrısı ve yere değen çıplak ayaklarının mermer döşemeden üşüdüğünü hissediyordu sadece.

Kazığı pantolonunun arkasına kemerinden geçirerek sakladı. Düşünmeden kapıyı açtı. Annesinin üstünde jartiyer ve deri, dar, mini eteği vardı. Göğsü çıplak kalmıştı. Kapıda birden Alek’i görünce şaşırdı kadın. Yılların kazandırdığı utanmazlıkla göğsünü kapamadan Alek’e doğru yürüdü. Aralarındaki birkaç santimlik boy farkını kapamak için parmaklarının ucunda yükseldi. Elini Alek’in yanağına koydu ve gözlerine kapatarak, dudaklarından öptü onu. Alek, hiçbir tepki vermedi, annesine karşılık vermeye devam etti. Zevk almıyordu, iğrenmiyordu. Hissedebildiği tek şey uyuşukluktu. Annesi dudaklarını onunkilerden ayırınca, bir eliyle belinden, diğeriyle boynundan kavradı ve başını arkaya doğru hafifçe itti. Boynunu yavaşça yaladı ve sivri dişlerini geçirdi. Annesi zevkten inlemeye, elini Alek’in bacak arasında gezdirmeye başlamıştı. İşte, şimdi gerçekten iğreniyordu Alek. Ona dokunmaya, ondan beslenmeye, çirli kanını ağzında hissetmeye tahammül edemedi. Birden soğuk soğuk terlemeye başladı. İçindeki öfke ve iğrenme duygusu, onu uyuşukluktan çekip çıkardı. Ellerini annesinin üstünden çekti ve kazığı kemerinden kurtardığı gibi annesinin kalbine sapladı. Gözlerine bakmadan yere yatırdı onu. Giysilerini aldı. Az sonra her şey yanmış, küle dönmüş olacaktı. Annesi, evi, kirli hatıraları ve her birine başka başka kokular sinmiş eşyaları… Ama Alek bu zafere ait bir ize sahip olmak istiyordu. Annesinden kurtulduğunun kanıtı olabilecek bir iz…
8 yıl sonra
30.01.2012
“Laurent, Nasılsın? Yalens ile birlikte oturuyorduk. Düşündük de akşam yemeğini bende yiyebiliriz. Biraz sohbet eder, eskisi gibi üniversite anılarımızı anlatırız birbirimize. Senin için de uygunsa, tabii. Neyse, çıkmalıyım. Umarım gelirsin, görüşürüz. ”

Yazdığı elektronik postayı göndermek için butona tıkladı ve dizüstü bilgisayarını kapattı Alek. Bir an önce Laurent’in gelip plana ortak olmasını istiyordu. Uzun zamandır herhangi bir şey için bu kadar heyecanlanmamıştı. Kendine şaşıyordu. Bu bir yok oluş planıydı. Planın işlememe durumunda endişelenmeli, korkmalıydı. Ama bunu deniyor olmak bile yetiyordu ona. Neyse ki, şimdilik her şey yolunda gidiyordu.

Yalens için oda çoktan hazırdı. Dört kamerayla gözlenen büyük salondu bu. Odanın sürekli karanlık kalması için pencereler güneş görmeyecek şekilde tahtalarla kapatılmış, siyah perdeler takılmış ve avizeler kaldırılmıştı. Zemin boydan boya, kat kat çakıllarla döşenmiş, yürümeye elverişsiz olması için kırık camlarla karıştırılmıştı. Odada havalandırma sistemi yoktu, pencerelerin kapalı durumda olması da hava kirliliğini sağlıyordu. Oda bundan ibaretti. Yalens’in tuzalet ihtiyacı için bir kova ve içmesi için bir şişe su bile yoktu. Yalnızca bir tabak çiğ et vardı. Alıktan ölmemesi için er ya da geç bayıla bayıla yemek zorunda kalacağı bir tabak çiğ et!

Yalens’in babası bir kasaptı. Eve bir hayli uzakta olan, ucuz bir dükkanda kiracıydı. Vaktinde dükkanda olabilmek için oldukça erken kalkıyor, daha çok çalışabilmek için oldukça geç dönüyordu eve. O eve döndüğünde Yalens ve ikiz kardeşi Tasha her zaman uyuyor oluyordu. Ama babalarının yere vura vura yürüdüğü ayakkabıları ve o mide bulandırıcı et kokusu onları uyandırmaya yetiyordu. Tüm evi saran bu koku öyle kötüydü ki Yalens bazen tahammül edebilmek için ağlardı. Bir süre sonra et yiyemez oldu. Eti her gördüğünde midesi bulanıyor ve babası aklına geliyordu. Ve tabii, cezaevinde geçen günler.

Yalens, on yedisine bastığı gece tutuklanmıştı. Gözü dönmüş, kontrolünü kaybetmiş bu kızı ikizinin yatağında ikiziyle uyurken bulmuşlardı polisler. Komşuların çığlık sesleri üzerine ihbar ettikleri Yalens, evden çıkarken bir kez bile dönüp ardına bakmamıştı. Zaten ikizi de bunun için hiçbir çağrıda bulunmamıştı. Yalens, henüz on yedi yaşına yeni bastığı ve reşit olmadığı, babası da ölmemiş, yaralanmış olduğu için sadece iki buçuk sene cezaya çarptırılmıştı. Oldukça şanslıydı. Ancak geride bıraktığı babası ve ikizi için aynı şeyleri söyleyemezdi.

Babası, yaralandığı o geceden bir gün sonra ölmüştü. İyileşmesi beklenir bir şey değildi. İkizi ise reşit olmadığı ve evlat edinecek akrabaları olmadığı için yetiştirme yurduna verilmişti. Yalens’in ikizi biseksüel bir genç kızdı. Annelerinin yıllar önce ölmesi ve babalarının ilgisiz, tacizci tavırları onu hayatta sahip olduğu tek varlığa itmişti: Yalens’e. Ondan deli gibi hoşlanıyor, sürekli onunla olmak, onu dinlemek, ona anlatmak, ona dokunmak istiyordu. Yalens, kardeşini geri çeviremezdi. İkisi de yapayalnızdılar ve eğer geri çevirirse kardeşi, içine kapanık, kendine ömür boyu güvenemeyen biri haline gelebilirdi. Bu yüzden Yalens istemeye istemeye kendini feda etmişti.

Tutuklandığı gece babası, ikizine her zaman olduğu gibi tecavüz etmek istemişti. Yalens, kardeşinin nasıl çırpındığını babasının da fark edeceği şekilde izliyordu. Bir şekilde babasını durdurması gerektiğini biliyordu ama yapacak bir şey bulamamıştı. Son bir seçenek kalmıştı: babasından sonsuza dek kurtulmak. Mutfaktan en büyük bıçağı kaptığı gibi babasına koştu. Bütün gücüyle etine saplamıştı o bıçağı. Her darbede yıllardır katlanmak zorunda kaldığı her şeyin intikamını almıştı. Gittikçe zevk verir hale gelmişti Yalens için. İkizi babasının çığlıkları dinlemekten ve Yalens’in gözü dönmüşlüğünü izlemekten başka bir şey yapamıştı.

Alek, bunları biliyordu. Çünkü bir kısmını – etten nefret edişini – Yalens kendisi anlatmıştı. Bir kısmını da henüz elementinin adını bile bilmediği ruh gücü sayesinde rüyalarına girerek öğrenmişti. Bazen Yalens’e acırdı Alek. Hayatta her konuda kurban olduğu için acırdı. Asla silinemeyecek yaralara sahip olduğu için ve Laurent gibi bir Romeo bulup sonunda mutluluğa erişebilecekken kendisiyle karşılaştığı için ona acırdı. Ama asla onu plan dışında bırakmayı düşünmedi. Çünkü kendi yaraları gözünü kör etmişti.

Nedeni, kan fahişeliği yaparak para kazanan annesini öldürmesi, babasıyla tüm evi yakıp kaçması değildi. Bunlar Alek’in atlatabileceği, sonunda yaşanmamış sayabileceği türden şeylerdi. Onun yaralarının sebebi elementiydi. Henüz adını bile bilmezken onu nasıl bu kadar hasta edebilirdi ki? Alek bir şifacıydı ama kendine şifa sağlayamıyordu. Ölen hayvanlara, insanlara hatta babasına can verebiliyordu. Ama kendisi günden güne eriyordu. İşte, bu yüzden huzuru arıyordu. Bir şekilde, bir gün bu durumun onu öldüreceğini biliyordu. Son günleri sayılabilecek zamanlarında huzuru tatmak, başkalarının acılarından beslenmek istiyordu.

Aradan bir saat geçti. Laurent, Alek’in evindeydi. İçerisi normal gibi görünüyordu. Ama bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. Alek, Laurent’i de Yalens’e yaptığı gibi bayılttı. Sonra onu üst kata, kamera kayıtlarını sakladığı odaya taşıdı. Bir sandalyeye oturtup ellerini ve ayaklarını bağladı. Birkaç saat sonra uyandı Laurent. Sersemlemişti. Sandalyede kıpırdandı ama bağlı olduğu için hareket edemeyeceğini anlayınca bağırarak gözleriyle odayı yokladı. Bomboştu, kimse yoktu odada. Yanlıca önünde bir masa ve masa üzerinde bir monitör vardı. Bir odayı gözleyen bir kameranın yansımasıydı. Gözlerini kısarak ekrana baktı. Oda karanlık olduğu için gece çekimi yapmak için hazırlanmış kameralardandı ve her yer yeşildi. Çakıl taşları ve cam kırıkları dolu odada Yalens’i zor ayırt edebildi. Delice bağırıyor, küfürler, hakaretler savuruyordu Laurent Alek’e. Kendisiyle yüzleşmesi için kışkırtıyordu. Ama başarılı olamadı. Laurent, dokuz gün içinde odaya, Alek’e su ve yemek getirmek için girmişti sadece. Ne ellerini, ayaklarını çözmüş ne de tek kelime etmedi

Dokuzuncu günün sonunda Laurent’in kolları ve bacakları sabit kalmaktan işlemez hale geldi. Artık hiç konuşmuyor, umut etmiyor, Yalens’i seyretmiyordu. Sadece ağrıdan ağlıyordu. Yalens ise karanlığa, pisliğe, açlığa, susuzluğa iki gün dayanabildi. İkinci günün sonunda küfrederek, elleri ayakları kan revan içinde pis kokusunu aldığı, sıcaktan ve odadaki sinek ve kurtlardan çürümeye yüz tutmuş çiğ eti yedi. Bu sayede Alek, onu kameralarla döşenmiş başka bir odaya aldı. Oda temizdi ve pencereler perdesizdi. Yerlerde ne çakıl ne de cam kırıkları vardı. Tuvalet ihtiyacı için bir kova ve içmesi için bir şişe su vardı. Ancak Yalens güneşe bakamıyor, gözlerini sürekli kapalı tutuyor, bazen gözlerini alıştırmak için açıyordu. Ama o da Laurent gibi hiç konuşmuyordu. Sonuncu gün finaldi.

Alek, dokuzuncu gün Yalens’i kilere kapattı ve sekiz yıl önce annesini öldürdüğü gece üstünden aldığı giysileri giydirdi ona. Yalens sesini çıkarmıyor, uslu uslu Alek’e itaat ediyordu. Alek için işin yarısı tamamlanmıştı. Diğer iş Laurent’i kilere indirdikten sonra başlayacaktı.


Alek, yüzündeki gülümsemeyle evden çıktı. Kapıyı kapatmaya gerek görmeden soyunmaya başladı. Birer birer kemerini, hırkasını, ayakkabılarını, pantolonunu çıkardı. Çıplak vücudu havadaki soğuktan etkilenmiyordu. Tenha tepedeki evinin arka bahçesine doğru yürüdü. İçi hiç bu kadar rahat olmamıştı. Gönlü ferah, sırtı dikti. Aklında tek bir şey vardı: kilerdeki üniversite arkadaşları. Onları kilitlediği kilerden sağ çıkamayacaklardı. Laurent, Alek ölünce yani ruh elementi gücünü kaybedince çok geçmeden ölecekti. Yalens de ışığa ve daracık bir mekana dayanamayacak ve çıldıracaktı. Açlığını da Laurent’in leşiyle giderecekti. Bir parça ete bile bakamayan kız, şimdi ölmemek için sevgilisinin cesedini yiyecekti. İşte, bu acınası kızın durumu Alek’i hiç olmadığı kadar güçlü kılıyordu. Alek, hayatı boyunca şifa dağıtmıştı. Şimdi ise başkalarının acını kendisine şifa sayıyordu.

Alek, aklındaki düşüncelerle yürümeye devam etti. Arka bahçedeki mezara varınca, mezarın başındaki siyahlara bulanmış orta yaşlardaki bir adamın, Alek’in için tuttuğu siyah cüppeyi giydi. Adamın gözlerine hiç bakmadan boş mezarına uzandı. Toprak buz gibiydi. Sırtı, boynu, bacakları soğuktan kısa bir süre kasıldı. Ama bu soğukluk hoşuna gitmişti. Onu daha canlı ve daha bilinçli tutuyordu, tam istediği gibi. Adam üstüne; mezardan çıkarıp, küçük bir tepecik haline getirdiği toprağı, kürek kürek atmaya başladı Alek gözlerini kapayınca. Adamın içinde ürperti yoktu, suçluluk yoktu, endişe yoktu. O da en az Alek kadar huzurluydu. Yüzyıllardır süregelen elementsizliğe dayanamayan herkesin yaptığı gibi intihar eden oğluna yardım ediyordu ve acılarını bitiriyordu. Sonunda lanet, huzur buldu.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Aethra L. Pavone
Seelie Sarayı Peri Leydisi
Seelie Sarayı Peri Leydisi
Aethra L. Pavone


Mesaj Sayısı : 1318
Yaş : 28
Kayıt Tarihi : 25/01/11

Karakter Detayı
Statü: Yönetici
Uyarı:

Yalens Empty
MesajKonu: Geri: Yalens   Yalens Icon_minitimePerş. 09 Şub. 2012, 22:26

A N L A T I M [50 Puan]
[ Kurgu ] : 24/25 puan
[ Betimleme ] : 13/15 puan
[ Akıcılık ] : 14/15 puan

Y A Z I M [45 Puan]
[ Noktalama Kuralları ] : 9/10 puan
[ İmla Kuralları ] : 14/15 puan
[ Paragraf Düzeni ] : 10/10 puan
[ Renklendirme ] : 5/5 puan

E K L E R [5 Puan]
[ Sebep ] : 4/5 puan

T O P L A M [100 puan]
[ RP Puanı ] : 93/100 puan

Eklerden puan kırdım çünkü oldukça uzun bir rp olmasına rağmen tek bir konuşma cümlesi bile yoktu. Parça boyu gözlerim konuşma cümlesi aradı, sessiz film gibiydi. Yine de hoş bir rp idi. Keyifli Rol Oyunları.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Yalens
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Yalens için

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Mortal Instruments RPG :: Mortal Instruments :: Arşiv-
Buraya geçin: