Mortal Instruments RPG
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Mortal Instruments RPG

Ölümcül Oyuncaklar'a Hoşgeldiniz...Görmediklerinizi Keşfetmeye Hazır mısınız?
 
AnasayfaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Sona McDiable

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
Mavis Logistilla Cavaliér
İblis Efendisi
İblis Efendisi
Mavis Logistilla Cavaliér


Lakap : Logis
Nerden : Fransa -ama NYda-
Mesaj Sayısı : 29
Yaş : 29
Kayıt Tarihi : 05/04/11

Karakter Detayı
Statü:
Uyarı:

Sona McDiable Empty
MesajKonu: Sona McDiable   Sona McDiable Icon_minitimeÇarş. 08 Şub. 2012, 15:41


Korku... Bir anda bütün vücudunu ele geçiren sadece bu duyguydu. Sert ve soğuk esen bir rüzgar gibi bütün vücuduna dokundu. Kaskatı kesilen bedeni hareket etmeyi unuttu. Gözlerini açamıyordu, duyduğu son ses ise kulaklarındaki yoğun uğultuydu. Bedeni yavaş yavaş gecelere teslim oluyordu, ruhu desen çoktan kaybolmuştu...

32 Saat Önce...


Yumuşak esintiler yüzünü ve saçlarını usul usul okşarken gözlerini yavaşça açtı Sona. Yeni bir gün daha doğmuştu. Bu yeni gün ona yeni gülümsemeler, yeni kahkahalar ve yeni eğlenceler getirecekti. En azından Sona öyle düşünüyordu, düşündükçe de içi içine sığmıyordu. Bir süre tam anlamıyla ayılmak için geniş yatağında boş boş yattı. Yatağında bir yerlerde titreyen telefonunu hissedince telefonuyla beraber kalkıp yollandı küçük banyosuna. O sırada kapağı kaldırıp gelen mesajı okudu. 'Bugün grupla kampa gidiyoruz unutma! En geç saat 8.30'da kulübenin kapısında ol!' Sona’nın mesajı görünce gözleri büyüdü bir anda. Saat 8.00'di ve tabi ki kamp meselesini unutmuştu. Bir taraftan hızla yüzüne soğuk suyu çarpıyor diğer taraftan en az üç tane hatırlatma yaptığı telefonunu çalmadığı için suçluyordu. Oysa telefonun hiçbir suçu yoktu, uykusundan hiçbir şekilde feragat etmeyen Sona hatırlatmaların hepsini kapatmıştı. Telefon dile gelip konuşsa kim bilir neler sayardı Sona'nın hakkında. Bunları düşününce gözü telefona kaydı. "Sakın ağzını açayım deme!" dedikten sonra kendi haline gülmeye başladı. Daha sonra kendine gelip odasına geri koşturdu. O sırada ayağının neye takıldığını anlayamayan Sona bir anda soğuk zeminle yanak yanağa buldu kendini. Yere yavaşça çarpan kafasını ovuşturarak tekrar kalktı ve hiçbir şey olmamış gibi davranarak gardolabın önüne gitti. Askıları tek tek boş alanlara doğru atıyor, giyecek bir şeyler arıyordu. En sonunda yeşil bol bir pantolon ve üzerine beyaz bir kapüşonluda karar kılan Sona dolabın dibindeki valizi alıp bu sefer eline ne geçirdiyse koymaya başladı. 20 dakikada kendi rekorunu kırıp evden çıktı hiç zaman kaybetmeden. Tek güvencesi gruplarının toplandığı kulübenin ona en yakın olmasıydı.
Tahmin edileceği gibi oraya en geç varandı. Kendini grubun başkanı sanan Adriana'nın suratındaki kızgın ifadeyi gördüğünde hortlak görmüşe döndü. Hoş, Adriana'nın hortlaktan pek bir farkı da yoktu ya, neyse. Gergindi ama bunu şirin gülümsemesiyle maskeleyebilirdi. Her zamanki yaşam enerjisiyle gruba iyice girdi. "Gün..." Neşeli başlayan bir selamlamayı Adriana'nın tok sesi anında böldü. "Sana geç kalma dedim! Saatin kaç olduğunun farkında mısın Meredith! Sor..." Meredith ismini duyunca sinirlenmişti, bunu da bir gülümsemenin ardına saklamaya çalıştı ama ona öyle seslenmesine de izin veremezdi. "Bana Meredith deme." Kafasını hafifçe yere eğerek söylediği bu sözler onun için yeterli olmalıydı. Adriana ne kadar kalın kafalının teki de olsa bu uyarıyı herhalde anlayabilirdi. Daha önceki deneyimlerinden bunu öğrenmiş olması gerekirdi en azından. Yere eğdiği kafasını kaldırıp Adriana'nın yüzüne baktı, bembeyaz olan suratının kanı iyice çekilmiş gibi görünüyordu. Bir şey demek için ağzını açtıysa da konuşamadan geri kapattı. O sırada diğerlerinin gülmek üzere olduğunu fark eden Sona'nın neşesi yerine geldi tekrar. Adriana'nın aksine ona çok iyi davranan kardeşi Alexander'ın yanına gidip neşeli neşeli konuşmaya dalmıştı ki yine Adriana'nın tok sesi onu kendine getirdi. Grubu kamp alanına götürecek olan araç gelmişti. Valizini eline alıp -nedense ananas kokan- otobüse bindi hoplaya zıplaya. Yolculuk boyunca Alexander ile oturmuş fakat fazla konuşmamıştı. O daha çok dışarıyı izlemeyi severdi çünkü arabadayken. Gözünün önünden akıp giden görüntüler çok daha ilgi çekici gelirdi ona. Şehrin o çok katlı binalarını, kirli sokaklarını, ne yazıldığı bile anlaşılmayan duvarlarını geçtikçe içinde bir ferahlama oluşuyordu. Uzaktan da olsa yeşillikler ve hemen ötesinde gökyüzüyle birleşmiş, sonsuzluğa uzanan okyanusu gördüğünde fazla heyecanlanıp küçük bir iniltiyle alkış yaptı. Suratına acayip bir şekilde bakan Alexander'a dönünce hemen ağzını tuttu elleriyle fakat daha sonra dayanamayarak kolunu çekiştirip manzarayı ona da gösterdi. Alex de zaten onun gibiydi, küçük bir kahkaha atıp yavaşça Sona’nın yanağına vurdu.
Bir kaç saat sonra otobüsün daha fazla ilerleyememesi üzerine bütün grup mavi, geniş koltuklardan kalkıp kapılara hücum etti. Sıcaktan bunaldıkları için ağaçların arasında yürümek bir anda onlara daha cazip görünmeye başlamıştı. Valizlerini sırtlanıp Adriana'nın peşine düştüler ördek yavruları gibi. Adriana daha önceden gelip kamp yerlerini ayarlamıştı, bu onlara yer arama konusunda zaman kazandırmıştı. Daha içlere doğru yürüdükçe uzun pantolon giydiğine şükrediyordu Sona, çünkü hava bir anda soğumuştu ayrıca diğerleri bacaklarını ve kollarını çizen dikenlerden yakınıyorlardı. O bu sırada daha çok etrafı inceleyebiliyordu. İçinde garip bir his oluştu nedense. Bu his bir anda bütün neşesini alıp götürdü. Daha beş dakika önce dikenlerin arasında bile hoplaya zıplaya ilerlerken her şey yük olmaya başlamıştı. Adımları kötü bir sondan geri dönmek istercesine geri geri gidiyordu. Vücuduna emir vermekte zorlanıyor, titreyen bacaklarına ilerlemesi için yalvarıyordu. Lilith'in ona seslenmesiyle kendine biraz gelebildi. İçindeki o his hala gitmese de en azından bacakları sözünü dinliyordu. Az önce ona sevimli gelen ağaçlar şimdi birer yaratık olmuştu gözünde, içlerindeki güzelliği korumaya çalıştığı için her yere yayıldığını düşündüğü yırtıcı dikenlerinse artık işkence yapmak için orada bulunduklarını düşünmeye başladı. Evet birden bire kafayı yemeye başlamıştı ve buna neyin sebep olduğunu bilmiyor gibiydi. Bu düşüncelerle ilerlerken durduğunu fark etmediği birine çarptı Sona. Anlaşılan kamp yerlerine gelmişlerdi. Kafasını iyice kaldırıp etrafa baktığında korkuyla bir anda yere yığıldı. Neden böyle bir şey hissetmeye başladığını şimdi anlıyordu. Adriana'ya döndü. Arkası dönük olmasına rağmen o iğrenç yüzünde kocaman ve kendisi kadar iğrenç bir gülümseme olduğunu tahmin edebiliyordu. Dişlerini sıkıp gözyaşlarını bastırdı. Ağlayıp bağırmayacak, ona bu zaferi tattırmayacaktı. Hızla çöktü yerden kalkıp Lilith’in yanına gitti yardıma. Aynı çadırda kalacaklardı.
Çadırlar kurulmuş, ateş için yer hazırlanmış, yiyecekler yavaş yavaş ortaya çıkarılmaya başlamıştı. Sona ruh gibi üzerine düşen görevi yapıyor daha sonra hiçbir şeye katılmayarak karanlık bir köşede oturuyordu. Karanlık görüntülerin zihnine süzülmesine izin veriyor, kimse görmeden akıtıyordu gözyaşlarını. Arada bazılarının kendisi hakkında sessizce konuştuğunu duysa da umursamıyordu, umursayacak hali yoktu. Sanki yaşamıyordu, hiçbir tepki veremiyordu. Ruhu mu eriyordu? Onu bile bilmiyordu, hissedemiyordu. İlk gece yemekten sonra hemen çadırına çekildi ve yattı. Bir hafta böyle geçecek, daha sonra Adriana'yı bulup birkaç küfür, yumruk ve tekmenin ardından eski haline dönecekti.

İşte ilk kan o gece dökülmüştü. Sona gözlerini tiz bir çığlıkla beraber açtı. Hızla çadırdan çıkmaya çalışırken ilk çığlığı başka çığlıklar, ağlamalar, inlemeler izledi. Çadırdan çıkar çıkmaz gördüğü görüntü karşısında dehşete düşen Sona hiç hareket edemedi. Sadece dizlerinin üstünde öylece kala kaldı. Alex' in yanına gelmesiyle kendine gelebildi ancak. Ağaçta sarktığını gördüğü şey gerçekten bir ceset miydi? Kafası vahşice koparılmış bir ceset! O gruptan bir kızın cesedi! Elini ağzına götürüp çığlıklarını bastırdı Sona. Gözyaşları elinin üzerinden kayıp giderken hala cesedi izliyordu. Aralarında en iri olan Joseph'in cesedi ağaçtan indirmeye çalışması üzerine Sona'nın gözüne bir şey çarptı. Hızla cesede yaklaştı. Kızın beyaz elbisesi üzerine kanla yazılmış yazıyı gördüğünde bu sefer çığlığını bastıramadı. 'Bunu yapmamalıydınız!' Kendini tamamen kaybetti. Bir taraftan çığlıklar atarak ağlıyor, bir taraftan onları o alanın içine sokan Adriana'ya küfürler, lanetler yağdırıyordu. Hepsi onun suçuydu! Annesi ve babasının gözünün önünde işkenceyle öldürüldüğü yere onları bile bile getirmişti! Birisinin onu kucakladığını hissetti. Bir taraftan Sona'nın rahat durmayan bedenini taşımaya çalışıp diğer taraftan onu avutmaya çalışan kişi muhakkak Alexander idi. Gözyaşları içinde tekrar uykuya dalana kadar yanında bekledi Alexander. Uyumaya korkuyor, rüyasında o olayları tekrar yaşayacağını düşünüyor olsa da uyuyabildi sonunda. Gözlerini bir süre sonra açtığında hava kararmaya başlamıştı. Yerinden kalkıp diğerlerinin yanına gittiğinde yoluna çıkan ilk kişi şişmiş gözleriyle Adriana olmuştu. Sona'yı gördüğünde deli gibi saçlarıyla oynamaya ve onu işaret etmeye başladı. Sona hızlı adımlarla Adriana'nın yanına doğru yürümeye başladı. Adriana'nın "O yaptı! Hepsini Sona yaptı!" diyen sesi kulaklarında yankılanınca beyninden vurulmuşa döndü. Hızını arttırıp Adriana'nın yanına gitti. Yakasından kaldırdı ve yanağına okkalı bir tokat yapıştırdı. Herkes bir anda suskunlaştı. Sona inanamayan gözlerle Adriana'ya baktığında gözlerindeki korkuyu okudu. Hıncını alamayıp bir tokat daha geçirdi yüzüne fakat bu sefer elini değil kelimelerini kullandı."Sen... Sen sebep oldun asıl hepsine sen! Bizi bu lanet yere bile bile getiren sendin! Beni buraya, ailemin gözlerimin önünde kanayarak ölmesini izlemek zorunda bırakıldığım yere sen getirdin! Gitmemişler demek ki! O lanet olasıcılar gitmemişler!" Hiç kimsenin ne olduğunu anlamadığını biliyordu Sona. Adriana'yı orada bırakıp diğerlerine döndü. "Buradan gitmek zorundayız! Hem de hemen yoksa geri dönecekler ve bu sefer kimseyi bırakmamaya özen göstererek hepimizi öldürecekler!" Bu sözler herkesin yüzüne bir tokat gibi çarpmıştı. Sabahki korku tekrar yerine gelmiş, bu sefer beraberine telaşta eklenmişti. Joseph'in "Lilith ve Ozzy'yi bulamıyorum!" diyen sesi duyulduğu anda herkesin aklına aynı şey gelmişti. Zorla iki gruba ayrılıp başlandı aramaya. Yarım saat sonra yükselen yeni bir çığlık üzerine herkes sesin geldiği yöne doğru koşmaya başladı. Görüntü aynı sabahki gibiydi. Kafası kesik iki beden,kanlar içinde,karşılıklı iki ağaçta... Ozzy'nin çıplak vücudundaki yazıyı gören herkesinse kanı donmuştu 'Çıkış yok!'

Korku içinde geri kamp alanına döndüler. Başlangıçta yedi kişiydiler fakat artık sadece dört kişi kalmışlardı. Adriana iyice delirmişti. Oturduğu bir kütüğün üstünde ileri geri sallanıyor, anlaşılmayan şeyler söylüyordu. Kelimelerin arasında Meredith ismini duyan Sona oturduğu yerden kalktı ve tekrar Adriana'nın yanına gitti. Kafasına doğru sert bir tekme atıp yere düşürdü. Joseph hızla Sona'nın yanına gidip onu durdurmaya çalışsa da olan olmuştu. Artık o bedenin içindeki Sona değil Adriana'nın ağzına alıp durduğu Meredith idi. Kan açlığına sahip, kimsenin gözünün yaşına bakmayan, kimseyi tanımayan, daha da önemlisi katil olan yönü. Kolunun içinden çektiği uzun bıçağı Joseph'in boğazına saplamasıyla Adriana korku dolu bir çığlık attı. Yere yığılan Joseph'in ardından iğrenç bir kahkaha atan Meredith yerde ağlayan Adriana'yı önemsemeyip kendisine yaklaşmaya çalışan Alexander'a yöneldi. Kolunun içinden küçük bıçakları çıkarıp bacaklarına doğru fırlattı. Yere yığılan çocuğu orada öylece bırakıp yeniden Adriana'ya döndü. Ensesinden tutup yerden kaldırdı ve bir ağacın gövdesine yasladı kızı. Hiçbir yere gidemeyeceğini biliyordu nasıl olsa. Alexander'ı sürünme seslerini duyunca yeniden ona döndü, kıyafetinden yakaladı ve Adriana'nın karşısına kadar sürükledi. Büyük bir soğukkanlılıkla kız çığlıklar atarken o Alexander'ın hayat damarlarının olduğu yerleri bir bir kesmeye başladı. Elleri sıcak kanla yapış yapış olurken o son derece normal konuşuyordu. "Biliyorsun değil mi baştan beri hepsinin suçu sen ve ailen. En başta bu olayları başlatan senin ailendi. Kıskandıkları için mutlu anne ve babasını öldürten senin anne ve babandı. Bakıyorum sen de onların izinden gitmeye çalışmışsın. Fakat düşünemediğin bir şey vardı. Ben! Ama sana bir teşekkür borçluyum" O sırada Alexander elinde can vermiş, bir kenara atılmıştı. Elindeki bıçağı da son sözlerle Adriana'nın tam kalbine doğru fırlatmadan son sözlerini söyledi Meredith “Aslında beni sen yarattın!”

Kulağına gelen saplanma sesiyle kendine gelmeye başladı Sona. Sanki gözlerindeki perde kalkmaya başlamış, derin bir uykudan uyanmıştı. Ayılmaya çalışır gibi ellerini gözlerine doğru yaklaştırdığında elindeki kanı görüp bir çığlık attı. O anda neler olduğunu anlayamadı. Çevresine bir göz atmasıyla her şeyi anlaması bir oldu. Alexander'ın o halini görmesiyle de tamamen kendinden geçti.Ne yaptığının farkında değildi. Farkında olmadan ayağa kalktı, bomboş bakışlarla Adriana’ya doğru yürüdü, saplanan bıçağı çıkardı ve hiçbir şey hissetmeyerek kendisine sapladı.

Spoiler:
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Joelle Austeja
New York Baş İblis Efendisi
New York Baş İblis Efendisi
Joelle Austeja


Mesaj Sayısı : 121
Yaş : 56
Kayıt Tarihi : 26/07/11

Karakter Detayı
Statü:
Uyarı:

Sona McDiable Empty
MesajKonu: Geri: Sona McDiable   Sona McDiable Icon_minitimeÇarş. 08 Şub. 2012, 16:20

    A N L A T I M [50 Puan]
    [ Kurgu ] : 23/25 puan
    [ Betimleme ] : 13/15 puan
    [ Akıcılık ] : 14/15 puan

    Y A Z I M [45 Puan]
    [ Noktalama Kuralları ] : 10/10 puan
    [ İmla Kuralları ] : 14/15 puan
    [ Paragraf Düzeni ] : 9/10 puan
    [ Renklendirme ] : 4/5 puan

    E K L E R [5 Puan]
    [ - ] : 5/5 puan

    T O P L A M [100 puan]
    [ RP Puanı ] : 92/100 puan
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Sona McDiable
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» M.Sona McDiable
» Sona McDiable

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Mortal Instruments RPG :: Mortal Instruments :: Arşiv-
Buraya geçin: