Mortal Instruments RPG
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Mortal Instruments RPG

Ölümcül Oyuncaklar'a Hoşgeldiniz...Görmediklerinizi Keşfetmeye Hazır mısınız?
 
AnasayfaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Umut

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
Cynthia Aristide
Lütfen rütbe edinin, yoksa oyuna dahil olamazsınız!
Cynthia Aristide


Mesaj Sayısı : 695
Yaş : 29
Kayıt Tarihi : 09/12/10

Karakter Detayı
Statü:
Uyarı:

Umut Empty
MesajKonu: Umut   Umut Icon_minitimePerş. 14 Tem. 2011, 23:42

Alexander Verne&Katherine Swynford

Güneşin gökyüzüyle buluştuğu saatler



Ay ışığı, gecenin karanlığa mahkûm bıraktığı yeryüzünü tüm haşmetiyle aydınlatıyor, utangaç bir sevgili edasıyla yüzünün yarısını bahşediyordu dünyaya. Gece hiç olmadığı kadar aydınlık ve ferahtı. Semada yer alan tek tük yıldız parçacıkları titrek yaz ateşi gibi soluk ve sıradandılar. Sanki bir gece gökte kalacaklarmış gibi, sanki ölümün sessiz hüznü üzerlerine serpilmiş, göçüp gitmeyi bekliyorlardı. Yeryüzünün de bundan pek farkı yoktu. Suya hasret kalan toprakta ne bir ot topluluğu ne de küçük bir fidan yer alıyordu. En küçük bir yaşam belirtisi bile dünyadan silinip gitmişti. Rüzgârın esintisinden başka bir kıpırtı yoktu. Soğuk meltem rüzgârı ince ağaç dallarına yaşamaları gerektiklerine hatırlatırcasına onları silkeliyor, hiddetini gösteriyordu çekinmenden. Genç kadın ise bu ıssız yerde açmıştı masmavi gözlerini. Hissedebildiği tek şey iliklerine işleyen soğuk ve sıcaklıktı. Arafta kalmıştı sanki. Azrail’in soğukluğu tenini okşuyor, ruhuna seslenerek zamanının çoktan geçtiğini söylüyordu. Yaşam’ın sıcaklığı yüreğinde küçük bir kıpırtıydı sadece. Her an titrek ışığıyla sönebilecek lakin yine de içini ısıtabilecek bir sıcaklık. Ölüme doğru baktığında bulanık bedenler etrafını sarıyor, ruhuna ulaşmaya çalışarak canını yakıyorlardı. Onca yüzün arasında tek seçebildiği yüz kalbini acıtmaya yetmişti bile. Tek bir bakış, tek bir mimik yaşamının zaten çoktan öldüğünü hatırlatmış, yitip giden hayatın sürdürülmeye değer olmadığını kanıtlamıştı. Yüzünün her çizgisini, gözlerindeki her bakışın anlamını, gülüşünü hafızasına kazıdığı büyücü tam karşısında duruyor, ölümün getirdiği soğuklukla ürpertiyordu Katherine’i. Buna rağmen özlemine yenik düşerek kuşkusuzca sarıldı erkeğine. Kokusunu doya doya içine çektiğinde yaşarken aldığı oksijenin yaşam kaynağı olmadığını anlamıştı şimdi. Sarı saçlarının arasına gizlenen ışıltı, tadını ezbere bildiği dudakları, teninde yumuşaklık tümüyle aynıydı. Başını biraz daha geriye çekip göz göze geldiklerinde tek bir fark vardı hatıralarından geriye kalan. Adamın deniz mavisi gözlerindeki mutluluktan eser yoktu. Tek görebildiği sonsuz intikam ve nefretti. Bu bakışlara ilk defa maruz kalıyor, kalbinde açılan boşluk giderek büyüyordu. Ölüyken nasıl acı çekebilirdi? Atmayan yüreği nasıl yanıp kavrulabilirdi? Damla damla süzülen gözyaşları boynundan toprağa doğru yol çiziyor, sıcaklığı yüreğini teselli edemiyordu. Ürkek adımlarla uzaklaşmaya başladı adamda. “Beni sen ölümün kollarına attın!” Duymak istediği sözler bunlar değildi. Leandros’u, genç kadın ölüme göndermemişti. Victoria’nın gönderdiği büyü adamı hedeflerken hiç düşünmeden kendini büyücünün önüne atmış, ruhu havada süzülürken yaşamda bulmuştu kendini. İlk büyücünün yaptığı kadim büyü sayesinde tekrar nefes alabilmiş, hayatta kalabilmişti. Lakin doğa yapması gerekeni yerine getirmiş, biri yaşarken diğerine ölüme kavuşturmuştu. Bahşedilen hayatı kadına yaşam gibi gelmemişti hiçbir zaman. Hayata tutunduğu büyücü ellerinden kayıp gittiğinde çoktan ölmüştü zaten. Alıp verdiği nefes bir hiç olmuş, ciğerlerine çektiği her havada ölümün kokusunu alır olmuştu. Şimdi tam erkeğiyle buluşmuşken yüzüne çarpılıp atılan sözler canını acıtıyordu. Sözleri zarar verebilseydi eğer cehennem ateşinde yanıp kül olmuş olurdu. Her ürkek adımda uzaklaşıyor, olduğu yerden soyutlaşıyordu. Karanlık kadını içine çekiyor, bırakmamak üzere tutunuyorlardı.

Bir hışımla gözlerini açmış, perdeden süzülmeyi başarabilen güneş ışığına maruz kalmıştı gözleri. Yastık terden ıpıslak olmuş saçlarıyla beslenmiş, rüyasının ardında kalan izleri taşıyordu. Onsuzluğa dayanamıyor, rüyalarında bile kavuşamıyordu artık. O artık genç kadına haram olmuş, asla yanına gidemeyeceği bir yerdeydi şimdi. Huzurlu muydu değil miydi bilemiyordu. Ölümünden de kendini sorumlu tutuyor, beynini bir kene gibi yiyip bitiren suçluluk duygusu aklını oynatmasına neden oluyordu. İkilemleri içinde gelgitlerde sürünüp giderek kendini yıpratıyordu. Yüreğinde derin boşluğu artık kimse dolduramazdı. Zira kalbini de kimseye açmayacaktı artık. Genç kadın eskisi gibi değildi. O günden sonra birçok şey vuku bulmuş, hayatı bir anda virajlı bir yola saparak yön değiştirmişti. Neşeli her zaman güler yüzlü Katherine göçüp gitmiş, yerine daha sert bir Katherine gelmişti… Yatağından doğrularak kendini soğuk suya emanet ediyor, başından başlayarak vücudunda gezinen her su damlasında rahatlıyordu. Duştan çıkıp aynaya baktığında kendisine bakan kadın son birkaç aydır gördüğü ve alışmaya çalıştığı bir kadındı. Aynadaki kadının gözlerinden en ufak duygu belirtisi yer almıyordu. Duygusuz ve sert bakışlarla duruyor, gözlerinin derinliklerinde birçok şeyi barındırıyordu. Çoktan üzerini giyinip okuldaki odasına cisimlendiğinde ahşap odanın tanıdık kokusu ciğerlerine hücum ederek havanın yerini doldurmuştu. Uzun süredir odasına adım atmamasına rağmen her şey eskisi gibiydi. Duvarların neredeyse hepsini kaplayan kitapları, geniş masanın üzerinde bıraktığı karışmış kâğıtlar, eski müdür ve müdirelerin uyuklayan suratsız tabloları bıraktığı gibiydi. Lakin bunca zamandır gelmemin tek getirisi hissettiği yabancılaşmaydı. Odaya aşinaydı fakat kendini sanki buraya ilk defa gelmiş gibi körpe ve tecrübesiz hissediyor, yabancılaşıyordu. Zarif Afrodit heykelinin yanında duran Zümrüdüanka Kuşu sesiyle odanın sesi olmuş, azda olsa kadının dudaklarının yukarıya kıvrılmasını sağlamıştı. Gülümsemiyordu daha doğrusu gülümseyemiyordu. Kahkaha atmak ve ya mutluluğu hissedebilmek Katherine için ulaşamayacağı bir mertebedeydiler tıpkı sevdiği adam gibi. Duvarı boydan boya kaplayan pencereden dışarıya baktığında gördüğü okulun geniş avlusu yaşam kaynağıydı. Yaşanılan onca şeye rağmen öğrencilerin neşeli sesleri duyulan tek şeydi. Ne kadar da uzak geliyordu artık genç cadıya. Yaşam denilen Tanrı’nın biçtiği kısacık ömürde tıkılıp kaldığı için çaresizce nefes alıyor, sonunun gelmesini sabırla bekliyordu. Tanrı’nın oynadığı değersiz oyuncaklarından biriydi ve böyle olmaya da mecburdu. Odasına birinin yaklaştığını hissetmeye başlamış, yalnız olamadığı için bir kez daha küfür etmişti içinden. Bir hışımla masasına geçerek gelen kişi kapıyı çalmadan girmesini söylemişti. Masasında karalayıp bıraktığı kâğıtlara şöyle bir göz atmıştı hemen. Gelen kişiye baktığında onu buraya kendisinin çağırdığını hatırlaması uzun sürmemişti. Bakışlarında gençliğin doymak bitmeyen alevinin varlığını hissettiği anda onu gözlemlemeye başlamış, içi kıpır kıpır karanlıkla kaynasa da çoğu kez iyiliğinde yer aldığını görmüştü. Aslında genç büyücü çıkarına göre hareket ediyordu. Onun için tam bir yer yoktu ama karanlık daha baskın çıkıyordu derinliklerden. Düşüncelerinden hemen sıyrılıp misafirine gülümsemiş, oturması için yer göstermişti. Gülümsemeye çalışsa da pek işe yaradığını sanmıyordu da. “Umarım bu saatte seni çağırdığım için bana gücenmemişsindir Alexander.” Karanlık tarafta yer alırken sadece tek bir kişide iyiliği görebilmişti bu zaman kadar. O da genç kadını onsuz bırakarak yanında ruhunu ve duygularını da alıp gitmişti. Şimdi ise Alex’te de aynı şeyi görüyor, bir bakımı onu Leandros’a benzetiyordu.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Borislaw Belmour
Londra Baş İblis Efendisi
Londra Baş İblis Efendisi



Mesaj Sayısı : 418
Yaş : 29
Kayıt Tarihi : 07/05/11

Karakter Detayı
Statü:
Uyarı:

Umut Empty
MesajKonu: Geri: Umut   Umut Icon_minitimeCuma 15 Tem. 2011, 04:52

Alex’in etrafındaki gri sisin içinde ayakta duran birkaç kişi vardı. İlginç bir sisti bu, sanki Alex’ten yayılıyordu etrafına, fazla yüksek değildi. Alçak sisin içindeki yüzleri seçebilmesi zor olmadı. Acel, Diana ve Lareina. Nerede olduğuna dair hiçbir fikri yoktu. Onlarla orada ne yaptığından da ama içinde yıllardır hissetmediği bir şey vardı. Koşup sarılmak istiyordu sanki üçüne de ama aklından geçirdiğinde bile midesine katlanılmaz bir bulantı geliyordu. Aslında mide bulantısını hissetmek sevindirmişti onu. Çok şeyin değişmediğinin göstergesiydi bu, hala kendini diğerlerinden üstün gördüğünün ve kimseye ihtiyaç duymadığının. Bunları düşünürken yaydığı sisin büyüdüğünü fark etmemişti. Şimdi o üç kişiyi sarıyordu sis aç kollar gibi. Komikti, çünkü bu sisti sonuçta, kavrayamazdı onları. Peki sis neden o üçünü sarıyordu, neden Alex’i değil. En önemlisi Alex neden sisin ondan yayıldığını hissediyordu? Endişeli miydi? Hayır, başkaları için endişelenemezdi, sadece kendisi olmalıydı onun için. Kalbinin olduğu söylenemezdi zaten. Değer verirse kusursuz olamazdı, değer verirse yaralanırdı. Yukarılardan gelen soğuk rüzgarı hissetti önce sarı saçlarında sonra bütün vücudunda. Bir anda rüzgarın sisi dağıtacağına dair o kadar büyük bir umut oluştu ki içinde, kendisi bile anlam veremedi. Sonra kurtuldu o düşünceden, her zaman yaptığı gibi. Umursamamalıydı ve canını yakamamalıydı hiçbir şey. Gelen rüzgar şimdi gitmişti, sisi yanında götürmeden ve sis inadına güçleniyordu. Alex yarinde durmuş bekliyordu. Sol tarafındaki bir yerden gelen bir şeyler ona, onları kurtarmasını söylüyordu. Çoktandır duymadığı şeylerdi bunlar ve çoktandır anlam veremediği. Sonra sis üçünün de vücudunu tamamıyla sardı. Alex grinin içinde yüzlerini aradı hepsinin. Yine yerinden kıpırdamamıştı. Sadece gözleri arıyordu onları. Sonra bir rüzgar daha hissetti saçlarında, bu defaki sisi alıp götürdü. Götürdüğü tek şey sis değildi.

Yeşil gözlerini açtığında yatağındaydı. Kendi kendini yaralayışıydı aslında rüyası. Anlam vermek güçtü. Lareine va Diana zaten gitmişti peki Acel, rüzgar niye onu da sisle götürmüştü. Tamam, birkaç gündür ortalıkta yoktu ama o hep gözden kaybolurdu. Diana’nın veya Lareina’nın gidişi gibi dönüşü olmayan bir şey değildi onunki en azından Alex öyle düşünüyordu, daha kötüsünü aklına getiremezdi zaten. Getirse bile umursayamazdı. Değişmeye başladığının farkındaydı ve bu hoşuna gitmiyordu. Kafasını başucundaki saate doğru çevirirken yastığının altındaki hışırtıyı duydu. Yastığını kaldırdığında karşılaştığı şey bir mektuptu. Acel’ın düzensiz ama kendi içinde bir uyumu olan el yazısıyla yazılmıştı. Yazı kesinlikle Acel’ındı ama yazılı olanlar, onlar da mı ona aitti. Yazdığı saçma ikiz dramasına inanacağını mı sanmıştı Alex’in. Tamam, Alex ailesinden şüpheliydi ama bu kadarı büyük tesadüf olmaz mıydı? mektubun sonuna geldiğindeyse hiçbir inancı kalmamıştı yazılanlara çünkü kalmamalıydı. Kaldırabileceğinden fazlaydı bu kadarı. Mektubun ancak o öldüğünde eline ulaşacak şekilde büyülendiği yazıyordu son satırlarla ve o tanıdık imzayla bitiyordu. Gerçekten rüyası boş olmayabilir miydi? Hatta ve hatta bir görü olabilir miydi rüyası. Nasıl hissettiğini bilmiyordu Alex. Boşluktaydı. Yatağından kalktı. Aniden kalkışı başını döndürmüştü. Boy aynasına doğru yürüdü. Karşısındaki iki yeşil göze baktı. İçlerinde neredeyse üzüntüyü görüyordu. Kendine gülümsüyor olmalıydı. Gözleri herkesi iğnelemeye hazır bakmalıydı. Aynadaki o değildi o olamazdı. Kimsenin onu değiştirmesine izin veremezdi, zaten öyle bir imkan yoktu. O kusursuz olandı. Sonsuza kadar kıskanılacak ve çekilemeyecek olan. Gözlerini kapattı, küçük bir damla gözyaşının akışını engelleyemedi. Sonra hemen elinin tersiyle sildi onu ve gözlerini açtı. Öfkenin üzüntüyü yakışını izledi kendi gözlerinin içinden. Evet, Alex değişmişti ama artık bu değişim onu üzmüyordu. Hiç olmadığı kadar güçlenmişti çünkü ve ilgin şekilde başkaları onu bu hale getirmişti. Ondan nefret edenler ve ona değer verenler. Müdire’nin onu çağırdığını hatırladı. Başka zaman yokmuş gibi sabahın köründeydi randevu, sorun değildi gerçi Alex’in hep uyanık olduğu bir saatti bu. Vücudunu yakan sıcak duştan sonra gri v yaka kazağını giydi. Gri, ondan birçok şey götüren ama ne getirdiğinin farkında olmayan renk. Siyah bir pantolonla tamamladı kıyafetini.

Canına kast eden mükemmel planı yapan kişinin kurbanıyla buluşması olacaktı bu. Muhtemelen Alex’in üzerine bir çok suçlama yağacaktı falan filan. Neyse ki bunları çoktan düşünmüştü Alex. Hiçbir suçlama sorun olmayacaktı. Odaya gittiğinde bir yandan fazlasıyla tanıyıp bir yandan hiç tanımadığı biriyle karşılaştı. Tek değişen Alex değildi. Katherine bakışlarındaki sertliği göstermemeye çalışsa da Alex çok üzün süredir insanları okuduğu için en ufak bir kas hareketi bile onu ele veriyordu. Zoraki bir gülümsemeyle Alex’e oturacak yer gösterdi. Alex otururken yeni Katherine’i tam anlamıyla çözmeye çalışıyordu. Karşısındaki şimdi kimdi? Alex hakkında ne düşünüyordu ve neden gülümemeye çalışıyordu sonuçta üçte iki olasılıkla ölmesini sağlayacak planı Alex yapmıştı. “Umarım bu saatte seni çağırdığım için bana gücenmemişsindir Alexander.” Sözleri gereksiz şekilde kibardı. Alex anlam veremediğini göstermemek için odanın dekorasyonuna bakıyor ve tiksinmiş ifadesini kullanıyordu hiç zorlanmadan. “Ah, hayır. Bu saatte hep uyanık olurum zaten.” Alex de gülümsemişti müdireye ama gülümsemesi müdireninkinin başarısızlığını yüzüne vuran cinstendi. “Tabi bu neden burada olduğumu merak etmediğim anlamına gelmiyor.” İstese görmeye çalışabilirdi Alex randevudan önce, ama gerek duymadı çünkü tahminlerinin onu yanıltacağını sanmıyordu. Katherine’in fazlasıyla sinirini bozan ve Alex’in hiçbir şekilde zarar göremeyeceği bir konuşma olacaktı. Alex, Katherine’in gözlerinin içine baktı. Anlatmaya çalıştığını gözlerinin yeterince net ifade ettiğini düşünüyordu. Kibar davranmaya çalışmayı bırak, benden nefret ettiğini biliyorum.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Cynthia Aristide
Lütfen rütbe edinin, yoksa oyuna dahil olamazsınız!
Cynthia Aristide


Mesaj Sayısı : 695
Yaş : 29
Kayıt Tarihi : 09/12/10

Karakter Detayı
Statü:
Uyarı:

Umut Empty
MesajKonu: Geri: Umut   Umut Icon_minitimePtsi 18 Tem. 2011, 12:10

Hayatı bir anda anlamsızlaşmış, an be an boşluğun içine düşüyordu zorlanmadan. Boşluk, sadece düştüğü yerde değildi. Kalbinde ve ruhunda var olan hiç kimsenin dolduramayacağına inandığı kocaman bir delik açılmış, üstelik her geçen saniyede acı vererek artmaya devam ediyordu. Yüzüne asla yansıtmak istemediği sert ifade acısının bir nebzesiydi beklide. O burada değilken gülümseyemiyor, istese de olmuyordu bir türlü. Gözlerinin içine işleyen buz ilk adımlarını yalpalayarak zihnine doğru atıyor, aklını kurcalamaya devam ediyordu. İnsanlardaki aydınlığı su yüzüne çıkarmak ne işine yarayacaktı Katherine’in? Şimdiye kadar kaç kişiye yardım edebilmişti ki genç adama yardım edebilsin. Yeterince yıpranmıştı ruhu olup bitenlerden. Dinlenip nefes almaya her ihtiyacı olduğunda başka bir şey karşısına çıkıyor, yeniden savaşmaya başlıyordu. Karanlıkla olan savaşında kişisel sorunlarını bir kenara fırlatıyor, beklemediği bir anda onlarla yüzleşmek zorunda bırakılmak deli ediyordu artık. Kadına ait olan hiçbir şey kalmamıştı. Hepsi teker teker elinden gitmişti sanki. Geri almak için çaba sarf edecek miydi kendisi bile bilemiyordu. Alex’e baktığında tiksinmiş bir ifadeyle odayı baştanbaşa süzdüğünü fark etmekte gecikmemişti. Genç adamın Katherine’den pek haz etmediğini ve hata nefret bile ettiğini sezebiliyordu. Mimiklerinde ve gözlerinde saklı her ifadeden belli ediyordu. Onu yeteri kadar gözlemlemiş, ihtiyacına göre hareket ettiğini sezinlemişti. Arada kalmayı seçen lakin karanlığın biraz daha ağır bastığı, yerine göre oynayan biriydi. Daha fazla içindeki karanlık bastırmadan ona yardım etmek istiyordu. Başta bunda zorlanacağından adı gibi emindi. Ne de olsa genç kadını sevmiyordu. Ah, hayır. Bu saatte hep uyanık olurum zaten.” Katherine’in soğuk gülümsemesini yüzüne vurarak aynı şekilde karşılık vermişti. Anlaşılan Alex’in gözünden en ufak bir hareket dahi kaçmamış, en ince ayrıntısına kadar her şeyi inceliyordu. Yanında daha dikkatli davranmalı, kişisel sorunlarının getirdiği soğuklukla hareket etmemeliydi. Acı içindeyken, bütün duyguları sökülüp atılmışken neşeli olmak zor geliyordu. Fakat ne olursa olsun bunu yapmak zaruri hale gelmişti. “Tabi bu neden burada olduğumu merak etmediğim anlamına gelmiyor.” Derin bir nefes aldı önce. Ciğerlerine çektiği temiz ve çarpıcı hava ile söylemesi gerekenleri bir kez daha ölçüp biçiyordu. Sinirli veya öfkeli olamazdı. Şimdiye kadar hiçbir öğrencisini buraya azarlamak, aşağılamak için çağırmamıştı. Birini aşağılamak kendini küçültmekten başka bir şey değildi. Karşısındakinin nefretini kazanıyor, geri dönüşü olmayan bir yola sapılıyordu sadece. Alex ise hiç çekinmeden kadının gözlerinin içine bakıyor, nefretini kusuyordu. Katherine, kendisinden bu kadar nefret etmesi için ne yaptığını düşünmeye başladı. Lakin yine de aklına pek bir şey gelmiyordu. Saldırı anında Alex’i sadece bir anlığına görmüştü. Kimle savaştığını, neler yaptığını o karmaşa anında ilgilenmemişti.

Masasındaki kahve fincanından bir yudum aldığında soğumuş ve şekerli tat midesini bulandırmaya yetmiş, hemen beyaz zarif asasını çıkararak kahvesini yenilemişti. Elindeki fincan bir anda kokusuyla genç kadının etrafını sarmış, sıcaklığıyla avuçlarının karıncalanmasına sebep olmuştu. Tazelenmiş kahveden aldığı yudum sıcak sıcak boğazından aşağıya iniyor, rahatlıyordu sanki. Tekrar genç adamla göz kontağı kurduğunda bu sefer kadın gözlerine işleyen buzları kırabilmiş, öğrencisinden nefret etmediğini göstermeye çalışıyordu. “Seni uzun süredir gözlemliyordum. İçinde karanlık biraz daha baskın gelse de ihtiyacına göre hareket ettiğini inkâr edemeyiz.” Fincanını şimdi daha sıkı tutuyor, adımlarını genç adama doğru atarak karşısındaki boş koltuğa oturmuştu. Bir anda ona bir şeyler ikram etmediğini fark etti ve hemen asasının yardımıyla kurabiyeler yerleştirmiş, sıcak bir kahve ikram etmişti. Gözlerine bakarak bir kez daha gülümsemişti. Ne kadar başarılı olmuştu bilemiyordu. Ama bu kez gülümsemek zorunda olduğu için değil, içinden geldiği için gülümsemişti.”Kimi zamanlarda da değişiyor, göründüğünden daha iyi birine bürünüyorsun. Kimsin sen Alex?” Alexander’ın kendi içinde çatıştığı için mi böyle olduğunu yoksa yine çıkarlarına göre hareket ettiği için mi değiştiğini öğrenmek istiyordu. Çıkarlarına göre hareket ettiği aşikârdı lakin öyle zamanlar geliyordu ki –bunlar oldukça nadir zamanlardı- birinde içindeki iyilik ortaya çıkıveriyor, değişime uğruyordu. Belki onu değiştirebilirdi. Leandros’a yapamadığını Alex’e yapabilir, iyiliği ortaya çıkarabilirdi. Öğrencinin yüzünde gördüğü sert ifadeden sıkılmaya başlamıştı artık. “Nefretine anlam veremiyorum Alex. Benden bu kadar çok nefret etmeni gerektirecek ne yaptım sana?” Genç adamın sessizce içinde gezen nefreti, odadaki soğukluğun rahatsızlık veren hissini daha fazla saklayamamıştı. Er ya da geç öğrenecekti kininin nedenini.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Borislaw Belmour
Londra Baş İblis Efendisi
Londra Baş İblis Efendisi



Mesaj Sayısı : 418
Yaş : 29
Kayıt Tarihi : 07/05/11

Karakter Detayı
Statü:
Uyarı:

Umut Empty
MesajKonu: Geri: Umut   Umut Icon_minitimePtsi 18 Tem. 2011, 18:21

Neredeyse tamamı ahşap eşyalarla kaplı odanın kokusu fazla rahatsız ediyordu Alex’i. Duvarlardaki uyuklayan tablolar odayı daha da kasvetlendiriyordu. Bir pencere açılsa fena olmazdı aslında çünkü genzinde başlayan kuruma Alex’i sinirlendirmeye başlamıştı. En azından koltuk rahattı. Hoş şükrettiğinden değildi, sadece odayı katlanılabilir kıldığı için mutluydu. Ahşap odada bir ayna aradı gözleri. Sonra düşünseli geldi aklına etrafı aynalarla kaplıydı ne de olsa. Kafasını oraya doğru çevirdiğinde suratındaki sert ve tiksinmiş ifadeyi gördü. Tiksinmişi kesinlikle bekliyordu ama sertlik biraz şaşırtmıştı onu. Anlam veremese de iyiydi belki de. Sonuçta Katherine de nazik bir surat bekliyor olmamalıydı ondan. Baloya dair her şeyi unutmuş gibiydi. Acel hafızasından almış mıydı Alex’in yaptıklarını? Yoksa bu bambaşka bir intikam planı mıydı? Kafasını aynadan Katherine’e çevirince elindeki beyaz asayı gördü. Beyaz bir asa, Katherine’e gerçekten uyan bir asaydı muhtemelen. Peki Katherine asası kadar temiz miydi? O da mı saf beyazdı asası gibi. Yoksa griyle kirletilmiş miydi? Siyahı göremiyordu kadında Alex ama gri, belki olabilirdi. Asadan karakter analizi yapmayı sevmişti her zaman Alex o yüzden gözünü asadan alamıyordu. Sert ifadesinin kaybolmasına izin vermedi bu sırada. Sonra az önce ihtimal verdiği intikam planını düşündü. Belki de asasını sırf bunun için çıkarmıştı. Tamam, canına kast edemezdi –en azından direkt olarak- ama sonuç olarak o hala bir “iksir” profesörüydü. Aslında anlaşabileceği bir iksir profesörünün olmasını çok istemişti Alex. Serada kendi ürettiği iksirleri gösterebileceği biri, ama o kişi kesinlikle Katherine değildi. “Seni uzun süredir gözlemliyordum. İçinde karanlık biraz daha baskın gelse de ihtiyacına göre hareket ettiğini inkâr edemeyiz.” İhtiyaç? İhtiyaçlar zayıf insanlar içindir, Alex gibiler için değil. Belki çıkarlarını kastetmişti profesör ama pek çıkarlarına uygun hareket ettiği de sayılmazdı. Dünya’dan nefret etmesi hangi sebep sınıfına girerdi ki. Herkesin kusursuz olduğu bir yerde belki iyi biri olabilirdi ama hatalı ve zayıf yaratılmış yaratıklar varken iyi olmak niyeydi ki? ”Kimi zamanlarda da değişiyor, göründüğünden daha iyi birine bürünüyorsun. Kimsin sen Alex?” İşte bu duyduklarına anlam verememişti. Daha iyi birine bürünmek, fazla yabancı geliyordu kulağına ve bu lafların kendisine doğrultulduğuna inanamıyordu. Alex kim miydi? Fazlasıyla izlediğine göre yeterince biliyor olmalıydı değil mi? Neden soruyordu peki. Eğer hafızası alınmadıysa Alex’in ölüm planını kuran kişi olduğunu bile gözden kaçıracak kadar dikkatsizdi. “Nefretine anlam veremiyorum Alex. Benden bu kadar çok nefret etmeni gerektirecek ne yaptım sana?” Alex’in Katherine’e olan nefreti. Öyle bir şey var mıydı? Sadece Alex’in dünyaya olan nefretinden nasibini alıyordu Katherine de. Kişisel bir şey yoktu ortada. Muhtemelen suratındaki sert ifade rahatsız etmişti onu. Ne demeliydi şimdi ona. Eski Alex’i göstermeliydi belki de az önce gözüne çarpan düşünseliyle. Hemen geri gönderdi bu düşünceyi. Zayıf Alex’i göstereceği son kişilerdendi o. Şimdi bilen kimse yokken de paylaşmayacaktı sırrını. Eski Alex hiç var olmamış gibi. Daha ne isteyebilirdi ki zaten.

Kendisinden bir cevap beklendiğinin farkındaydı. Nerden başlamalıydı? Nefretinin doğrultusundan belki de. Belki o zaman Katherine gerçek anlamda onu anlamaya başlayabilirdi. “Hiçbir şey, nefretim de sana değil zaten. Belki sen etrafına baktığında mutlu oluyorsun, bir öğrencinin bir iksiri başarıyla yapıp sevinçten çıldırması seni gülümsetiyor belki.” Öyle olduğunu biliyordu, çünkü sadece Katherine, Alex’i izlemiyordu. Alex etrafındaki herkese olduğu gibi ona da dikkat ediyordu. “Bende uyandırdığı hisler ise gülümsemenin yakınından bile geçmiyor. Sadece ne kadar acınası olduğunu düşünüyorum ve tiksiniyorum. Dünyadaki çoğu şeyden olduğu gibi.” Belki Alex’e bencil diyebilirlerdi. Hatta belki kendilerini haklı görürlerdi bunu söylerken ama koşullar farklı olsaydı böyle biri olmazdı. Herkes onun gibi olsaydı, en azından onun gibi olmanın ne demek olduğunu bilip ona saygı duysalardı böyle olmazdı. Katherine’in gözlerine bakıyordu konuşurken. En ufak bir mimiği kaçırmak istemiyordu. Önüne sunulan kurabiye ve kahveye dokunmamıştı. Hala şüpheliydi çünkü. Şimdi kim olduğundan bahsetmeliydi muhtemelen. Katherine’in izleyip de çözümleyemediği Alex. Cebinden asasını çıkardı. Gümüşi grilikteki siyah rünlerle süslenmiş asasını. Asa ortamla kalınlıktaydı ve fazlasıyla esnekti. Rünlerin olduğu yerler kabartmalıydı. “Ne gördüğünü söyle, ne de olsa asa büyücüsünü seçer. Bu asa beni niye seçmiş. İşte sana beni tanıma fırsatı.” Siz, öznesini kullanarak konuşmuyordu karşısındaki profesörle. Saygısızlıktan değildi. Sadece gereksiz buluyordu bu tür şeyleri. Ortada gerçek bir fark olsaydı belki düşünebilirdi “siz” demeyi. Katherine’in ne göreceğini Alex de merak ediyordu. Çok başarılı olacağını tahmin etmiyordu yine de.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Cynthia Aristide
Lütfen rütbe edinin, yoksa oyuna dahil olamazsınız!
Cynthia Aristide


Mesaj Sayısı : 695
Yaş : 29
Kayıt Tarihi : 09/12/10

Karakter Detayı
Statü:
Uyarı:

Umut Empty
MesajKonu: Geri: Umut   Umut Icon_minitimePtsi 18 Tem. 2011, 22:15

Sorusunun hemen cevaplanmayacağını biliyordu Katherine. Aralarında yeterince hiçbir konuşma geçmemiş ancak soğukluğun havada kol gezdiği iki yabancı için oldukça ani ve beklenmedik bir soru sayılırdı. Aslında cevabı içini kemirse bile yanıt alacağını pek sanmıyordu. Ağzından bir anda çıkan sözcükler sessiz birer fısıltıya dönüşerek kaybolabilir, hiç var olmamış gibi unutulabilirdi de. Merak dolu masmavi gözleriyle öğrencinin her hareketini, her mimiğini inceliyor, vereceği tepkileri merak etmeden duramıyordu. Bir ara Alex’in gözleri biraz ilerdeki etrafı aynalarla kaplanmış düşünseline kaydığında, ne düşündüğünü anlamakta gecikmedi. Kelimeler dudaklarından dökülmeye cesaret edemiyorsa pek ala her şeyi, zihnini düşünselinin uzun yolculuğuna akıtabilirdi. Böylesi genç kadın için de daha iyi olurdu hem. Yüzüne acımasızca çarpılacak nefretle harmanlanmış her lafa hazır hissetmiyordu kendini. Onları görmek, anı içinde yaşamak Alex’i anlamanın en iyi yoluyken sözler yaralı kalbini acıtabilirdi. Bakışlarını aniden uzaklaştırmıştı düşünselinden. Sessizlik geçen her dakikada ızdırap dolu anlar yaşatıyor, lakin yine de genç adamı büyük bir sabırla bekliyordu. Kendini hazır hissetiği ana kadar bütün gün bekleyebilir, bundan da asla şikâyetçi olmazdı. İnancı azaldığı şu günlerde yeteri kadar Tanrı’ya sabretmişken yaşayanları yetecek epey bir sabır birikmişti içinde. Sıcak kahvesinden bir kez daha yudum aldığında homurdanan Mrs. Dippet’ın tablosunun rahatsız edici sesi saatin kaç olduğunun belirleyen bir ses gibiydi. Her gün aynı saatte homurdanmaya başlıyor, tekrar eski haline dönebiliyordu. Derinden gelen çatallı sesi otomatik bir guguklu saat gibi yıllardır işlevini sürdürüyor, bir saniye bile aksamıyordu. “Hiçbir şey, nefretim de sana değil zaten. Belki sen etrafına baktığında mutlu oluyorsun, bir öğrencinin bir iksiri başarıyla yapıp sevinçten çıldırması seni gülümsetiyor belki.” Genç adamın sesiyle bakışlarını ona doğru çevirmişti. Eski günleri hatırlamak göğsüne bir hançer saplanmışçasına acı veriyordu artık. Herkesin görmeye alışık olduğu neşeli, yüzünden gülümsemesini bir an olsun düşürmeyen Katherine artık ölmüştü. Hiç düşünmeden ve hatta zevk alarak öldürmüştü onu. Şimdi nadiren ortaya çıkıyor, zaten geldiği gibi de gidiyordu. Yeni Katherine’in getirilerini, yapabileceklerini henüz kendisi bile bilmiyordu. Lakin artık büründüğü kişinin kendisi için en iyisi olacağını bilmekten öte hissediyordu akan kanında. “Bende uyandırdığı hisler ise gülümsemenin yakınından bile geçmiyor. Sadece ne kadar acınası olduğunu düşünüyorum ve tiksiniyorum. Dünyadaki çoğu şeyden olduğu gibi.” Alex’in sözlerinde kendi gençliğinin kalıntılarını görmüştü birden. Yaşadığı onca şeyden sonra dünyaya alışamamıştı. Annesi, babasının arzularını dindiren bir metresdi. Hâlbuki ne kadar masumdu annesi hayallerinde. Hiç kimsenin ulaşamayacağı bir yerdeyken çekip gitmişti hayatından. Ölümle buluşmuş kızını acımasız dünyada yapayalnız bırakmıştı. O günlerinden kalanları daha fazla zihninde canlandırarak yıpranmak istememiş, döndüğü yere odaklanmayı tercih etmişti. Mazi, mazide kalmalıydı artık. Mutluluğu tatmamış birine acımaktan çok üzülüyordu. Önünde uzanan onca yıl varken acıyı bu kadar erken görmek niyeydi? Alex, genç kadının gözlerinin içine bakarken Katherine de bir an olsun gözlerini kaçırmıyor, her hareketini incelemeye devam ediyordu. Bir ara genç adam cebinden gümüşi bir asa çıkarmış, elinde tutuyordu. Tek kaşını kaldırarak ne yapmaya çalıştığını çözmeye çalışıyordu. “Ne gördüğünü söyle, ne de olsa asa büyücüsünü seçer. Bu asa beni niye seçmiş. İşte sana beni tanıma fırsatı.” Özenle aldı asasını Alex’in elinden. Dikkatle baktığında üzerine yazılmış olan rünleri yeni yeni görebilmişti. Nadiren birçok asada bulunurdu bu eşsiz yazılar. Yavaşça siyahla üzerine işlenmiş rünlere dokunuyordu. Her oyuk, her belirsiz harf ayrı bir şeyi anlatırcasına büyülemişti Katherine. Rünlerle süslenmiş asalar çok nadir geçiyordu eline. Oldukça esnek bir asaydı aynı zamanda. Rengi tıpkı ay gibi bembeyaz değildi. Ama aynı zamanda gece kadar siyahta değildi. Arada sıkışıp kalmak Alex’in kaderine yazılmıştı anlaşılan.

Öğrencisine baktığında dikkatle kendisini incelediğini fark etti. Dudaklarından dökülecek sözleri, yüzündeki her ifadeyi zihnine kazıyordu sanki. “Asanın rengi ne güneş gibi parlıyor ne de gece kadar siyah. Gümüşi renkteki bu asa arada sıkışıp kalmış tıpkı senin gibi. Ne tam karanlıkta yer alıyorsun ne de aydınlığın ışığıyla ısınıyorsun. Hangi taraf çıkarına uygunsa hemen oraya yönelebiliyorsun. Asanın rengi anlaşılan bu yönünü simgeliyor.” Asanın sivri ucuna yöneldi gözleri. İşaret parmağını yavaşça ucuna getirdiğinde elinin kesilmiş, küçük kırmızı sıvı hızla parmağından eline doğru uzun bir yol çizmiş, oradan ahşap yerle buluşmuştu. Bunu pek umursamayarak incelemeye devam etti asayı. Genç kadının kendi asasının ucu da bu denli sivriydi. En ufak bir dokunuşta bile kan akıtabilirdi tıpkı keskin bir bıçak gibi. Asayı iki elinin arasına alarak kıvırmaya çalışmış, asa hemen boyun eğerek esnemeye başlamıştı. “Gerçekten değer verdiğin kişilere karşı oldukça özverili olabiliyorsun. Onlar için hiç düşünmeden her şeyini feda edebilirsin.” Bunu söylerken asanın esnekliğiyle oynamaya devam ediyordu. Ne kadar doğru olup olmadığını bilmiyordu. Lakin asanın esnekliğinden hissettiği tek şey buydu. Kanayan elini dokundurmadan asanın sivri ucunu göstermişti bu kez. “Fakat nefretin ve öfken oldukça tehlikeli. Sadece nefreti hissetmekle kalmıyor, aynı zamanda ölesiye öfke beslediğin kişiden intikamını almakta gecikmiyorsun. İstediğini elde edene kadar pes etmiyor, acıtana kadar devam ediyorsun Alex.” Dikkatini rün yazılara vermişti bu kez. Henüz daha rün alfabesini tam olarak çözemese de çat pat okuyabiliyordu genç cadı. Bir kez daha parmaklarını siyah harfler üzerinde gezdirmiş, yavaş yavaş okumaya başlamıştı yazının bir kısmını. Başta okuyabildiği tek bir şey vardı. Gerisini pek okuyamıyordu. Güneş doğduğu anda gece bastıracak…” Şöyle bir duraksadı birden. Böyle olmak, arada kalmak, tam bir taraf seçememek Alex’in kaderinde olduğuna yürekten inanmıştı şimdi. Asa, kendisine uygun kişiyi seçerek kaderini de belirlemişti genç adamın. “Üzerinde yazanların sadece bir kısmını okuyabiliyorum. Onda da şöyle yazıyor ‘Güneş doğduğu anda gece bastıracak…’ Bu kısımda yazının bitiş kısmına denk geliyor. Ne karanlıkta ne de aydınlıkta yer almayarak arada kalmak senin kaderinde yer alıyor… Seni ne kadar doğru tespit ettim bilemiyorum.” Gülümseyerek kendi asasını aldı masasından. Beyaz ve uzun bir asaydı. Ortasından yer alan belli aralıkla duran kabartmalarda farklı figürler yer alıyor, figürlerin içi ise siyah renkle örtüşüyordu. Yarı esnek, ucu ise oldukça sivriydi. Alexander’ın dediği doğruydu. Asalar kişileri seçerdi. Aynı zamanda önünde akıp gidecek kaderlerini çizerlerdi. “Senin de beni tanımlamanı istiyorum. Peki, bu asa beni niye seçmiş Verne?” Şimdi dikkatle dinleme sırası Katherine’de idi. Öğrencisini tanımlarken ne derece doğru sözler söylediğini bilmiyordu. Lakin doğruluğunu duymadan direk kendi asasını yöneltmesi merakını körüklemekten çok alevlendirmişti. Hisleriyle ve düşünceleriyle harekete ederek ne kadar doğru tanımlamıştı öğrencisini?
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Borislaw Belmour
Londra Baş İblis Efendisi
Londra Baş İblis Efendisi



Mesaj Sayısı : 418
Yaş : 29
Kayıt Tarihi : 07/05/11

Karakter Detayı
Statü:
Uyarı:

Umut Empty
MesajKonu: Geri: Umut   Umut Icon_minitimeSalı 19 Tem. 2011, 20:20

Elinin boşalmasıyla savunmasızlık hissi de aynı anda gelmişti. Asasını bugüne kadar kimseye verdiğini hatırlamıyordu Alex. Şimdi neden verdiği hakkındaysa hiçbir fikri yoktu. Savunmasızlık dışında yine de güvende hissediyordu. Katherine en azından burada ona doğrudan bir şey yapamazdı. Peki asasına? İşte bunu düşünmedi. Asasına nazik davranıyormuş gibi görünen narin eller pekala o asayı kırabilecek güçteydi. Esnekliği sorun olabilirdi Katherine için ama yine de yapabilirdi. Asası, en önemli şeydi belki de hayatındaki. Artık bir organı gibiydi çünkü. O yokken sanki her şey yanlış işliyordu ve tersine gidiyordu her şey. Gümüş rengi asalara büyü dünyasında çok rastlanmazdı, hem gümüş rengi olup hem üzerinde rün bulunanlara ise rastlamak neredeyse imkansızdı. Asasını aldığı gün geldi gözünün önüne bir anda. Ollivander’ın toz kokulu dükkanı aklına gelince midesindeki küçük bulantıyı hissetti. Eline verilen her asayı sallıyor, dükkanı ne hale getirdiğini hiçbir şekilde umursamıyordu. Aksine eğleniyordu dükkan darmadağınık olurken. Sinsi ve şeytani şekilde tatmin olmuş gülümseyişini saklamıyordu Ollivander’dan. Yaşlı adam rafların arasında kaybolduğunda Alex’de birkaç raftan kafasına göre asa seçip bir yerlere doğru sallıyordu. Geri dönen Ollivender’ın bakışları tam anlamıyla acınasıydı. Sanki bir yandan Alex’ten kurtulmak için asanın onu seçmesini istiyordu. Bir yandan da asayı her şeyden sakınır gibi bakıyordu. Değerli bir asa olduğu belliydi ve bu değerli asanın daha şimdiden nefret ettiği bir büyücünün eline geçmesini istemiyordu belli ki yaşlı adam. Dikdörtgen kutunun kapağı aralanırken Alex sıkılmanın doruklarındaydı, asanın yine ona uymayacağını düşündü. Kutudan çıkan asa neredeyse büyülemişti Alex’i. Asayı fazlasıyla beğenmişti ve çaresizce onun olmasını istiyordu ama bunu kendine bile itiraf etmeye cesareti yoktu. Yaşlı adam çekingen bir tavırla asayı uzatırken Alex aksine girişken bir tavırla eline almıştı bile asayı. En dolu raflardan birini hedef aldı. Bir yangın fena olmazdı. Asayı salladı ve çıkan gümüş tozların hedef aldığı rafta dokunduğu her yeri yakışını izledi. Normal bir yanış değildi bu daha çok bir yazı gibiydi ama hayatında hiç anlam vermediği türdendi. Ollivander fazla afallamış bakarken Alex dükkandan ayrılıyordu bile. O rafta yazanın asasındaki rünik yazı olduğu hakkında en ufak bir fikri bile yoktu tabii.

“Asanın rengi ne güneş gibi parlıyor ne de gece kadar siyah. Gümüşi renkteki bu asa arada sıkışıp kalmış tıpkı senin gibi. Ne tam karanlıkta yer alıyorsun ne de aydınlığın ışığıyla ısınıyorsun. Hangi taraf çıkarına uygunsa hemen oraya yönelebiliyorsun. Asanın rengi anlaşılan bu yönünü simgeliyor.” Kadını dikkatle dinliyordu Alex, ne çıkaracağını merak ediyordu veya ne çıkaramayacağını. Aslında çıkarlarıyla alakası yoktu Alex’in yer aldığı yerin sadece intikam alıyordu hayattan ve tüm dünyadan. Bu bir çıkar sayılır mıydı? Bunu karanlık tarafta daha rahat yaptığı için oradaydı. Bir de bir şekilde yakın buluyordu oradaki insanları. Çok yakın değil ama diğerlerine göre küçük bir nebze daha yakın. Profesör işaret parmağını sivri uca yaklaştırırken uyarmayı düşündü Alex ama sadece düşünmekle kaldı. Sadist yanı ağır basmıştı yine. Hem ölümcül bir yara alacak hali yoktu. Sonra Alex’in bütün surat ifadesi allak bullak oldu. Muhtemelen Katherine’e göstermeden toplamayı başarabilmişti. Asası o gibi bir kıvrılışı kaldırabilecek kadar esnekti ama beklemediği anda gelen bu hareket Alex’i neredeyse çıldırtmıştı. “Gerçekten değer verdiğin kişilere karşı oldukça özverili olabiliyorsun. Onlar için hiç düşünmeden her şeyini feda edebilirsin.” Eski Alex, büyük ihtimalle ama yeni Alex. Yine de bilemiyordu çünkü öyle biri olmamıştı. Olacakken de elinden alınmıştı. Bunlar olduktan sonra öyle biri karşısına çıksa bile Katherine’in söylediğinin ne kadar geçerli olabileceğinde şüpheliydi ama direk yüze vurulacak bir yanlış değildi çünkü yanlış olduğundan bile emin değildi Alex. Sadece öyle olduğuna inanmak istiyordu. Profesör hala asanın esnekliğiyle oynuyordu. Alex mimiklerini kontrol altında tutmaya çalışıyordu ama ne kadar başarılı olabildiği hakkında hiçbir fikri yoktu. Sivri ucu Alec’e çevirince Alex derin bir nefes almıştı. Daha fazla asayı bükmeye yeltenmezdi muhtemelen. “Fakat nefretin ve öfken oldukça tehlikeli. Sadece nefreti hissetmekle kalmıyor, aynı zamanda ölesiye öfke beslediğin kişiden intikamını almakta gecikmiyorsun. İstediğini elde edene kadar pes etmiyor, acıtana kadar devam ediyorsun Alex.” Sonunda tam anlamıyla oturan bir yargı gelmişti genç bayandan. İşte o konuda şüphe yoktu. Acınası şekilde öfkesini içine atsaydı. Yaratık diye sınıflandırdıklarından farkı kalmazdı. Profesörün dikkatinin rünlere kaydığını fark etti. Okuyabilecek miydi? Alex için bile bir gizemdi orada yazanlar. “Üzerinde yazanların sadece bir kısmını okuyabiliyorum. Onda da şöyle yazıyor ‘Güneş doğduğu anda gece bastıracak…’ Bu kısımda yazının bitiş kısmına denk geliyor. Ne karanlıkta ne de aydınlıkta yer almayarak arada kalmak senin kaderinde yer alıyor… Seni ne kadar doğru tespit ettim bilemiyorum.” Yazılanları zaten biliyormuş gibi davrandı ama duydukları onda küçük bir sarsıntıya neden olmamış değildi. O cümlenin kendisine fazlasıyla oturduğunu biliyordu Alex ama her zamanki gibi inkar etmekte hiç zorlanmamıştı. Bir de sürekli arada kalmak demişti profesör. Madem aradaydı neden hiçbir şey onu sıkıştırmıyordu veya sıkıştıramıyordu. Kendini başka birinden dinlemek ilginçti, çünkü kendini kendine bu kadar anlatabilceğinden emin değildi Alex. Doğru da olsa yanlış da olsa. Masasına yönelen Katherine’in kendi asasını eline almasıyla Alex başına geleceği anlamıştı, sıra ondaydı. “Senin de beni tanımlamanı istiyorum. Peki, bu asa beni niye seçmiş Verne?” Asayı dikkatle alırken kendi asasını da geri almıştı.

Bembeyaz asayı önce hissetmeye çalıştı Alex. Bunu birine söylemezdi çünkü çakma bir medyum olduğunu düşünürdü kime söylese ama eline geçen asalara hep bunu yapardı çünkü bir şeyler hissederdi bir şekilde. Sanki asa Alex’in elinden rahatsızdı ama bir yandan da şefkatliydi. Garipti çünkü ilk kez böyle bir şey hissetmişti Alex. Kenarlarına dikkatle dokunurken üzerindeki kabartmaları fark etti. Alex’in asasındaki gibi rün değildi bunlar. Daha çok sembollere benziyorlardı anlam vermek güçtü. Kendi asasınınki kadar sivri olan ucu gördüğündeyse dokunmak gibi bir hatada bulunmadı pekala kanının akacağını biliyordu ve boş yere kanının akması kesinlikle hoşuna gitmezdi. Esnekliğini test edeceği zaman Katherine’i bakışlarıyla haberdar etti. Asayı zorlamadan hafifçe kıvrım verdi. Kendi asasından çok daha sertti ama yine de gözle görülür bir esneklik vardı. Asa ucundan, tutuş yerine doğru gidildikçe esneklik kazanıyordu sanki. Artık kendinden bir şeyler söylenmesinin beklendiğini fark edince konuşmaya başladı Alex. “Bu sivri ucu kesinlikle tanıyordum ama benim asamdakinden çok daha farklı olduğunu siz de biliyorsunuz.” Bu defa siz demişti. Nedense kendini öyle daha rahat hissetmişti. “Öfkenizin dışarıdan kimseyi yaralamasını istemiyorsunuz ve sanırım bu sadece öfkeniz için geçerli değil. Ama günün sonunda yaralanan siz oluyorsunuz Profesör. Kontrolünüz kimseyi yaralamıyor, kendiniz dışında.” Söylediklerinin ne kadar doğru olduğunu tespit etmek için genç kadının yüzündeki tepkiyi inceliyordu söylediği her kelimeyle oluşan. “Beyaz asanızın içinizdeki baskın iyiliği simgelediği kuşkusuz, anlam vermeye çalıştığım ise sembollerin siyahla işlenmiş olması.” Kendisine hiçbir anlam ifade etmeyen sembollerin üzerinde bir kez daha elini gezdirdi Alex. Bu defa profesöre arkasını dönmüştü. Çünkü gözlerini kapatıp ne çağrıştırdıklarını hissetmeye çalışıyordu. Birincisi bir terazi gibiydi. Bir yönü fazlasıyla ağır basan ve yukarıda hafifte kalan kısmı sanki gölgedeymiş gibi bir şeyler görmüştü. Herkeste olduğu gibi Katherine’de de karanlık bir taraf vardı ama derin bir uykudaydı ve uyanması kimseye hiçbir şey kazandırmazdı. İkinci sembolde ise bir güneş gördü. Güneş olduğundan emin değildi. Aydınlatıyordu ama ısıtmıyordu sanki sadece hiçbir şeyin gölgede kalmaması için vardı. Şüpheye yer bırakmamak ve kesinlik için. Son olarak içe doğru diken şeklinde çöküntüleri olan bir bitki gördü. Dokunuşta pürüzsüz, içten hissi ise acılı olmalıydı. Bir sembol daha vardı asada ama hiçbir çağrıştırmadı onda başındaki ağrıyı hissedince çabalamadı. Ne yaptığını bilmiyordu, sonuçta bir görücü değildi. Sadece saçmalıyordu belki de. “Herkesin adil yaşadığı ve hiçbir şüphenin olmadığı bir dünya sizin için harika olurdu değil mi Profesör? Asanızdaki her şey bana başkalarını yaralamamak için kendinizi yaraladığınızı çağrıştırıyor. Herkes için çabalarken bir şekilde bir yerden çelme takılan. Sanki siz bunun yeni yeni farkına varıyorsunuz. Değiştiğinizi inkar edemezsiniz, sizi sandığınızdan iyi tanıyorum. Bu arada sembollerin siyahla işlenmiş olmasına gelince, sanırım bunları söyledikten sonra açıklamam aptallık olur. Siz ne düşünüyorsunuz? Ne kadarı doğru söylediklerimin?” Profesörün yapmadığını o yapmıştı gerçekten merak ediyordu sürekli yaptığı bu şeyde ne kadar başarılı olduğunu. Bir yandan da rahatsız olmaya başlamıştı. Çünkü insnaları tanımaya çalışmak onun doğasında yoktu. Asasını profesöre teslim etti ve koltuğa oturdu bu defa önündeki kurabiyelerin birinden bir ısırık aldı eğer asa onu yanıltmadıysa veya o kendini, kurabiyelerden hiçbir zarar gelmeyecekti veya midesini bulandırmayacak kadar iyi kokan kahveden.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Cynthia Aristide
Lütfen rütbe edinin, yoksa oyuna dahil olamazsınız!
Cynthia Aristide


Mesaj Sayısı : 695
Yaş : 29
Kayıt Tarihi : 09/12/10

Karakter Detayı
Statü:
Uyarı:

Umut Empty
MesajKonu: Geri: Umut   Umut Icon_minitimeCuma 22 Tem. 2011, 00:00

Şimdiye kadar hep aydınlık için çalışmış, insanları düşünerek hareket etmişti. Yaptığı iyilikleri bir şeyler kazanmak ve yahut elde etmek için yapmamıştı hiçbir zaman. Sadece ruhunun sesini dinleyip sözünü bedenine geçiriyor, bunlarla mutluluğun ne demek olduğunu tadıyordu. Lakin hayatında buna rağmen en ufak bir ışık bile yoktu. İnsanlara yansıttığı yüzü güneş kadar parlaktı. Yaşamı ise en ufak bir ışığın dahi giremeyeceği kadar dip ve kuytu bir köşede karanlıkla besleniyordu. Oradan çıkmak için kendini yıpratsa da tek yaptığı şey üstteki toprakları kendi üstüne yıkarak boğulmaktı. Üvey kardeşini Azkaban’a tıktırarak ruhunun emilmesine göz yummuş, kanlı bıçaklı olmuşlardı. Şimdi ki Katherine olsa böyle bir şeyi yapmayabilirdi. Conerus’un babasını öldürmesi, intikamının Katherine’e yönelmesine neden olmuştu sadece. Halbuki hayatına bir anda giren yabancı bir adamı ne kadar önemsiyordu ki canına kast edeni sonu gelmeyecek bir yere yollamıştı? Geçmişe takılıp kalarak yaşamak geleceğine gözü kapalı ürkek adımlar atmasına neden oluyordu. Bu yüzden en ince bir ipte bile yere düşerek her tarafını kanatıyor, kalkmak için göremediği kişiden yardım almak zorunda kalıyordu. Ne kadar aciz ve yardıma muhtaçtı aslında. Yürümeyi yeni yeni öğrenen küçük bir çocuk gibi biri ellinden tutmazsa karanlığa saplanıyordu. Küçücük bir ışık süzmesi görse bile sahte olup olmadığını düşünmeden ona ulaşmaya çalışıyor, ruhunu ezen ise yine kendisi oluyordu. Diğerlerinin ona verdiği zararlar acıtıyordu ama yine en büyük zararı kendisi veriyordu hep. Kuruntularıyla, akla gelmez şüpheleriyle yüreğine işlediği zehirin vücuduna yayılmasını bekliyor, çıldırıyordu. Bu aciz haliyle karşısındaki genç adama aydınlığın yolunu göstermeye çabalayacak, ona yardım edecekti. Kendi sorunlarına bile çözüm bulamayıp yardım edemeyen genç kadın başkasının dermanı olmaya çalışıyordu. Aklını kaçırdığı düşüncesi zihninin dört bir köşesinden haykırıyordu. Odasında bulunan gelmiş geçmiş kıdemli müdürlerin böyle sorunlar yaşayıp yaşamadığını merak etmeye başlamıştı. Gözleri kırış kırış olmuş yüzüne yakışan küçümseyici bir yüz ifadesiyle uyuklayan yaşlı tabloya takıldı. Mrs. Derwett’in ne kadar asık suratlı ve kibirli olduğu düşünülürse Slytherin binasına mensup olmayan muggle doğumlulara işkence çektirmekten kişisel sorunlarıyla uğraşacak zamanı kalmadığını tahmin edebiliyordu. Aslında hepsinin yüzüne bakınca oturmuş sinirli ifadenin yaşlılığın verdiği huzursuzluk olduğunu tahmin edebiliyordu. Ve öyle olmakta isteyeceği son şeydi.

Bakışlarını tablolardan çevirip asasını inceleyen öğrenciye yöneltti. Beyaz asanın ortasına işlenmiş siyah sembollere büyük bir dikkatle bakıyor, tıpkı bir kadını okşarmış gibi nazikçe dokunuyordu. Kıvrımını ölçmek için kadını bakışlarıyla haberdar ettiğinde, asa kendini göstererek ortasından hafifçe kıvrılmış, avcının ellerine mahkûm duruyordu öylece. “Bu sivri ucu kesinlikle tanıyordum ama benim asamdakinden çok daha farklı olduğunu siz de biliyorsunuz.” Sözleri karşısında tek kaşını kaldırmış, elinde tuttuğu Alex’in asasının ucuna bakmıştı. Gümüşi asanın ucu oldukça keskin ve sert görünümlüydü. Asanın bilinmeyen bir yerinden başlayan küçük çizgiler ise sivri ucuna doğru yol alıyordu. Genç kadının asasındaki küçük çizgiler neredeyse beyazdılar ve sivri uçtan başlayarak sona doğru gidiyorlardı. Farklı oldukları aşikârdı. “Öfkenizin dışarıdan kimseyi yaralamasını istemiyorsunuz ve sanırım bu sadece öfkeniz için geçerli değil. Ama günün sonunda yaralanan siz oluyorsunuz Profesör. Kontrolünüz kimseyi yaralamıyor, kendiniz dışında.” Dudaklarında dökülen her sözün doğruluğu kadını oldukça etkilemiş, merakla devamını dinlemek istiyordu. En çok zarar verenin kendisi olduğunu biliyordu. Lakin bunu bir başkasının ağzından duymak gerçekliği daha mümkün ve etkileyici kılmıştı. Asa Katherine’i seçerken eline temas ettiği o kısacık anda bile daha önce kimsenin keşfedemediği özünü görmüş, biçilmiş bir kaptan gibi kendini cadının ellerine teslim etmişti. “Beyaz asanızın içinizdeki baskın iyiliği simgelediği kuşkusuz, anlam vermeye çalıştığım ise sembollerin siyahla işlenmiş olması.” Yıllardı bunu bulmaya çalışsa da cevaba her yaklaştığında asa kendisini bir adım daha uzaklaştırmış, elinden kopup gittiğinde öğrenmemesi gerektiğini anlamıştı. Ne kadar çok öğrenirse asasına söz geçiremiyor, kendini yapayalnız hissediyordu. Artık vazgeçmişti arayışından. Cevabı sadece asa hazır olduğunda öğrenebilecekti. Genç adam şimdi Katherine’e arkasını dönmüş, zarif asayı hissedercesine bir şeyler yapıyordu. Alex’in zihnini kurcalayarak neler düşündüğünü, neler hissettiğini öğrenmek için yanıp tutuşuyordu. Asanın öğrencisine sessizce fısıldadıklarının neler olabileceğini merak etmeye başlamıştı. Hangi saklı kapılarını birer birer açıyor, hangilerini acımasızca yüzüne kapatıyordu? Belki de henüz Katherine’e bile göstermediği gizemlerini gösterecekti yabancıya. “Herkesin adil yaşadığı ve hiçbir şüphenin olmadığı bir dünya sizin için harika olurdu değil mi Profesör? Asanızdaki her şey bana başkalarını yaralamamak için kendinizi yaraladığınızı çağrıştırıyor. Herkes için çabalarken bir şekilde bir yerden çelme takılan. Sanki siz bunun yeni yeni farkına varıyorsunuz. Değiştiğinizi inkar edemezsiniz, sizi sandığınızdan iyi tanıyorum. Bu arada sembollerin siyahla işlenmiş olmasına gelince, sanırım bunları söyledikten sonra açıklamam aptallık olur. Siz ne düşünüyorsunuz? Ne kadarı doğru söylediklerimin?” Bambaşka bir günle başladığı değişiminin bu kadar göze çarpacağını tahmin etmezdi. Ya da Alex gerçekten söylediği kadar iyi tanıyordu Katherine’i. Genç adam sanki karanlıkta kalan yanı gibiydi kadının. Onun yaşlarındayken yaşadıklarından dolayı o da dünyanın işe yaramaz bir yer olduğunu düşünüyordu. Gerçi halen daha az da olsa bu düşünce aklının bir köşesinde kırıntı olarak yaşamını sürdürmeye devam etmiyor değildi. Düşüncelerini bir araya getirip bir şeyler söylemekte güçlük çekiyordu. Leandros’tan sonra onu böyle derinlemesine tanıtıp anlatabilen biri olmamıştı. Asasıyla aslında bir bütün olduğunu, bu denli her şeyiyle kadını anlattığını yeni fark etmişti. Derin bir nefes aldı önce. Temiz havayla karışık ahşabın kokusu itaat ederek ciğerlerini temizlemiş, rahatlatmaya yetmişti. Asasını hemen alıvermiş beyaz tahtanın tek bir dokunuşuyla huzura kavuşuyor gibiydi. Bu kadar uzun kalmamıştı asasıyla. Sağ elinde genç adamın asasını halen daha tuttuğunu fark etmiş, sahibine geri vermişti. Alexander’ın yüzündeki aydınlanmadan onun da kendine geldiğini algılayabiliyordu. Büyü yetisi bahşedilmiş canlılara iyi gelen tek şeyin bu olduğunu bilmiyordu. Asa, kadının tamamlayıcısı gibiydi. İçinde cadının ruhunu taşıyıp besliyor, değer verdiklerinin incittiği kadar bile incitmiyordu.

Sımsıkı tuttuğu asadan aldığı güçle konuşabilecek kadar rahatlamıştı şimdi. Ona tek iyi gelen şeyin ruhunu taşıdığına inandığı asasıydı. “Ne diyeceğimi bilemiyorum Alex. Duyduklarım beni o kadar çok şaşırttı ki… Asa okumakta iyi olduğunu söyleyebilirim. Ve asamın da beni bu kadar çok yansıttığını da bilmiyordum.” Şaşkınlığını halen daha üzerinden atamıyordu. Birinin onu bu kadar iyi tarif edebilmesinden rahatsız olmuştu aslında. Bunu yapabilen biri en nihayetinden kadının zayıf yanlarını öğrenip kullanabilirdi de. Tanıdığı Alex ise bunu yapabilirdi hiç acımadan. Katherine oldukça iyi bir cadıydı ki bunun en büyük göstergesi yaşına rağmen müdire olmasıydı. Lakin zayıf yanları öğrenildiğinde çıplak kalmış soğuktan donarak ölen bir çocuktan farkı kalmazdı. Sağlıklı bedeninin içinde kabuğuna çekilmiş yaralı ruhu gün yüzüne çıkar, yaraları kapanmadan kanamaya başlardı. Bu sefer ruhunun çektiği acıyı bedeni de çekmeye başlayacak, zayıflıklarının ateşinde diri diri yakılmaya mahkûm olacaktı. “Ben seni ne kadar iyi tanıttım? Asanın her noktasının vurguladığı gibi içinden çıkmayı bekleyen ışığı hissedemiyor musun?” Sesi büyük odanın uzaklarına doğru süzülerek yankılanmış, duvarlara çarparak kulaklarına yeniden nüfuz etmeye başlamıştı. Alex’in gözlerinin içine bakarak bir cevap bekliyor, orada aydınlığı ve gerçek Alex’i görmeyi bekliyordu.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Borislaw Belmour
Londra Baş İblis Efendisi
Londra Baş İblis Efendisi



Mesaj Sayısı : 418
Yaş : 29
Kayıt Tarihi : 07/05/11

Karakter Detayı
Statü:
Uyarı:

Umut Empty
MesajKonu: Geri: Umut   Umut Icon_minitimeCuma 22 Tem. 2011, 15:49

Ahşap odanın eski kokusu gittikçe genzini rahatsız etmeye başlamıştı Alex’in. Uyuklayan tabloların kimileri uyanmış hoşnutsuzca homurdanıyorlardı. Hiçbirinin suratına bakmak istemedi Alex ahşap kokusundan yeterince rahatsızken çirkin bir surat görmek midesine pek iyi gelmeyebilirdi. Acınası bulduğu her şey midesini bulandırabilirdi Alex’in, tabii izin verdiği sürece. “Ne diyeceğimi bilemiyorum Alex. Duyduklarım beni o kadar çok şaşırttı ki… Asa okumakta iyi olduğunu söyleyebilirim. Ve asamın da beni bu kadar çok yansıttığını da bilmiyordum.” Duydukları Alex’i fazla şaşırtmamıştı. Çoğu şeyi hissetmese –hissetmek istemese- de hissettiği şeylerde asla yanılmazdı çünkü. Suratına mütevazı bir ifade takınmadı, gereksiz ve yapmacık dururdu sadece. Pekala Katherine de biliyordu Alex’in kibrini. Bunun yerine ifadesiz suratıyla kendi asasına bakıyordu. Tekrar eline aldığında kusursuzluğu da hissetmişti. Asasıyla birlikteyken kusursuzdu Alex. Asa elinden alınınca eksik ve hatalıydı, hatta kendi değimiyle yaratıktı. Asasıyla birlikteyken farklıydı diğerlerinden ve kusursuzdu. Asası yokken onlardan biriydi. Asa için de aynısı geçerliydi. Başka birinin elinde Alex’in elinde çalıştığı gibi kusursuz çalışamazdı çünkü. Birbirlerini anlıyorlardı. Sanki bir dostluk vardı aralarında ama o dostluğu kabullenmek deliliği kabullenmek gibi olurdu. “Ben seni ne kadar iyi tanıttım? Asanın her noktasının vurguladığı gibi içinden çıkmayı bekleyen ışığı hissedemiyor musun?” Kadının camdan giren gün ışığıyla parlayan pürüzsüz beyaz tenine baktı. Alex’in teninden pek farklı değildi. İster istemez kendi eski yarasını aradı kadının sol yanağının üstünde ama pürüzsüzlükten başka bir şey göremedi. Kendi yanağı da öyleydi şimdi. Yaranın izinin geçmesiyle, yaranın getirdiği psikolojik acıları da silmişti zihninden. Aslında silemediğini biliyordu çünkü silmek mümkün değildi, sadece bastırmıştı. Dev bir kayayla kapatmıştı üstünü, bir daha bulamalıydı o anılar ışığı. Çünkü onlar ışığa çıktığında Alex zayıf düşerdi. Profesör Alex’i gerçekten tanımak istiyormuş gibi konuşuyordu. Ama neden? Neyi görmeyi bekliyordu ki Alex’te. Eski Alex’i görse ne derdi acaba? Acır mıydı ona? Anlar mıydı neden kusursuz olmanın neden bu kadar önemli olduğunu? Anlam verebilir miydi davranışlarına?

Üç-dört dakika boyunca hiçbir şey söylemeden oturdu Alex. Bakışlarını Katherine’den kaçırıyordu, bunu olabildiğince doğal göstermeye çalışıyordu ama işin doğal hiçbir yanı kalmamıştı artık. Düşünseli takıldı yine gözüne. Etrafındaki aynalarda düşünceli suratını gördü, düşünmenin ona pek yakışmadığı kesindi. Ne yapacağını bilemediği için düşünüyordu ve sık düşmezdi bu duruma. Katherine’e eski Alex’i gösterebilirdi ama eski Alex’in tek başına hiçbir anlamı olmazdı bugüne kadar olan her şeyi görmeliydi Profesör anlayabilmek için Alex’i. Aslında bütün hayatının parçaları kendisinde bile yeni oturmuştu. Sabaha kadar eksik biliyordu hayatını ve eksik yaşamıştı. Öğrenir öğrenmez bir başkasına açması ne kadar mantıklıydı. “Gerçekten bunu merak ediyor musunuz Profesör?” Sözlü hiçbir cevap umrunda değildi Alex’in kadın da sözlü bir cevaba yeltenmedi zaten. Bakışlarındaki merak ve heves her şeyi açıklıyordu. Sonra küçük numarası geldi Alex’in aklına bunu doğrudan yapamazdı, doğrudan görmesini de istemezdi. Bütün anılarını bir tilkinin hikayesiymiş gibi kodlamaya başladı kafasında. Eğer başarabilirse düşünselinde bu hikayeyi görecekti genç kadın. Biraz zaman alacaktı ama kadının merakla dolu gözleri bekleyeceğini gösterir gibiydi.

Gümüş renkli tüylü bir tilkinin siyah tüylü ikizi ile doğumuyla başlıyordu hikaye. Siyah tüylü anne önce iki çocuğunu da yanına alıp gidiyordu. Sonra gümüş tüylü tilkiyi bambaşka bir yere bırakıyordu anne. İki kahverengi tilkinin yanına. Bütün çocukluğu o iki yabancı tilkinin yanında geçiyor beş yaşında. Kendisi gibi küçük tilkilerin olduğu bir topluluğa katılıyor. Her gün gidip geldiği o toplulukta yaşıtlarıyla şakalaşıp oynuyor ve herkesin sevdiği biri haline geliyor. Düşen birinin ilk yardım istediği ve sır paylaşacak birinin ilk aklına gelen kişi oluyor gümüş tüylü. Topluluktan anne ve baba diye bildiği yabancıların yanına dönerken bir kurtadamın saldırısına uğruyor bir gün.Nerden geldiğini bilmediği siyah tüylü dişi bir tilki onu kurtarıyor kurt adamın elinden ve gölgelerin arasına karışıyor. Bu sırada gümüş tilki yüzünün sol tarafından yaralanıyor. Ömrü boyunca o izi taşıyacağını söylüyor etrafındakiler ona. İzi gören arkadaşları birer birer yanından uzaklaşıyor gümüş tüylünün. Yalnız kalan tilki evinden çıkmak istemez hale geliyor. Yaşadığı mağaranın derinliklerindeki bir yarığı fark ediyor sonra. Küçük vücuduyla aşağı indiğinde annesinin ve babasının ondan sakladığı gerçek olduğu düşünülmeyen şeylerle karşılaşıyor. Evden çıkmak bilmeyen tilkinin bütün işi o karşılaştığı şeyleri çözmeye çalışmak oluyor. En sonunda ilginç bir sıvı çıkarıyor kendisi için. Kokusu bile acı olan sıvıdan başta korkuyor küçük tilki. Ne işe yarayacağını bilmediği yeşil sıvıyı içmeye karar veriyor akılsızca bir cesaretle. Sadece acılıktan midesi bulanıyor tilkinin. Bir işe yaramadığına içten içe seviniyor. Tilki ertesi sabah suda aksini gördüğünde bir farklılıkla karşılaşıyor. Alışmış olduğu yara izi sanki hiç yokmuş gibiydi yüzünde. İnanmayarak mağaraya kaçıyor tekrar. Aradan iki yıl geçtikten sonra bir baykuş gümüş renkli tilkiye bir haber getiriyor. Olağan üstü şeylerin gerçek olduğuna içtiği sıvıdan sonra inanan tilki baykuşun söylediklerine inanmakta tereddüt etmiyor ve yepyeni bir topluluğun içine dahil oluyor. Yara izi olmadan ve kusursuz bir şekilde tek bir sorun vardır orada onun için. Eskiden bulunduğu topluluktan biri. Siyah tüylerinin arasında gümüş tüyler olan bir tilki. Fazla yakın olduğu ama sonra uzaklaştığı. Okul boyunca birbirlerinden uzak duruyor bu iki tilki ama yine de birbirlerini izliyorlar herhangi bir tehlikede koruyabilmek için. Bu sırada gümüş tilkinin simsiyah tüylü bir arkadaşı daha oluyor. Toplulukta ortalığı karıştırıyorlar onunla birlikte. Gümüş tüylü, eski arkadaşının da onlara katılmasını istiyor. Aynı zamanda hiç hissetmediği şeyler hissediyor ona karşı. Kimilerinin aşk dediği şeyi ama cesaretini toplayamıyor konuşmak için. Tam topladığındaysa ortadan yok oluyor eski dostu. Kaybının onda aştığı yara yeterince büyükken ertesi sabah siyah tüylü arkadaşının da öldüğünü öğreniyor, aynı zamanda onun arkadaşı değil de ikizi olduğunu. Detayına girmeden buydu bütünüyle Alex’in hikayesi.

Kodlamadan emin olduğunda düşünseline yaklaştı. Asasıyla sol yanağında çok küçük bir delik açtı ve kanın damlamasına izin verdi. Cebinden bir peçete çıkarıp yanağına tuttu zaten kanaması otuz saniye kadar sürecekti muhtemelen. Katherine’e döndü o da düşünseline yaklaşmıştı. “Sanırım gördüklerini anlayabilirsiniz ama çok kolay olmayacak. Zaten benden kolay bilgi almayı beklemiyordunuz değil mi profesör?” Kadın düşünselinin gösterdiklerine dalarken Alex’te koltuğuna oturdu kahvesi soğumuştu ama kurabiyeler göze hoş görünüyordu. Kahvaltı etmediği düşünülürse bir iki tane yiyebilirdi. Kadının her şeyi izlemesini sabırla bekledi. Profesör Alex’e doğru dönünce Alex hemen söze girdi. “Ne yazık ki güneş çoktan doğdu Profesör. Yanında ne getirdiğini benden iyi biliyorsunuz.” İnsanları tekrar önemsediğinde doğmuştu güneş, tekrar yaralandığında iyi karanlık çökmüştü. Alex bir gün ne kadar süre bilmiyordu ama tekrar güneşin doğmasını yakın zamanda beklemiyordu. Katherine’in de beklentileri yıkılmış olmalıydı. Çünkü Alex’in kaderinin bu olduğunu kabullenmişti. Alex kadının yüzünü inceledi sürekli yaptığı gibi, tepkisini ölçmeye çalışıyordu. Anlamama olasılığı yoktu muhtemelen.



Spoiler:
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Cynthia Aristide
Lütfen rütbe edinin, yoksa oyuna dahil olamazsınız!
Cynthia Aristide


Mesaj Sayısı : 695
Yaş : 29
Kayıt Tarihi : 09/12/10

Karakter Detayı
Statü:
Uyarı:

Umut Empty
MesajKonu: Geri: Umut   Umut Icon_minitimeSalı 26 Tem. 2011, 21:20

Görünenle gerçekliği birbirinden ayırt etmek istiyordu. Gerçek, istenildiğinde insanın kalbinin küçük bir köşesinde sessiz sedasız yaşayabilirdi. Toprak kişinin cansız vücuduyla beslenene kadar bile hayatını sürdürebilir ve işte o an birilerinin onu bulmasını bekleyene kadar parazit gibi yaşam bulduğu yere tünerdi hemen. Şimdi bu görkemli odada bile uzun süren kimsesiz hayatının son olmasını ümit ederek havada dans eden toz bulutlarının içinde çırpınıyordu. Gerçeği yitip gitmeden önce bulmak istiyor, yalanların içinde ölmeyi hayal bile edemiyordu. Geçmişi şimdiye kadar yalanların üzerine kurulu olmuştu. Arada bir gerçek esintisini gösterir, tekrar yok olurdu. Hiçbir zaman kalıcı olmayan gerçeğe tutunmak istiyordu ölümlü yaşamında. Son kez tatmak, Azrail’le buluşmadan önce ne olduğunu hatırlayabilmekti belki de son dileği. Öğrencinin de yüreğinde bir şeyler sakladığını sezebiliyor, en azından onun güzellikleri yaşamasını diliyordu. Değiştiğini düşünüyordu ama aslında yanılmıştı. Yine başkalarını düşünüyor, onların iyiliği için çırpınıp duruyordu. Oysaki kendine and içmişti kendinden başkalarını düşünmeyeceğine, bencil bir varlık olacağına. Bir günde olacak bir şeyin olmayacağını biliyordu. Lakin en ufak bir parçasının bile değişime uğramadığını hissetmek kendinden nefret etmesine yol açıyordu Katherine’in. Diğer insanlarda, cadılarda veya büyücülerde artık değer vereceği küçücük bir kıpırtıyı bile göremezken genç adama neden yardım etmeye çalıştığına anlam veremiyordu. Belki onda bir nebze de olsa kendini görebildiği için olabilirdi. Sanırım cevabını ne olursa olsun öğrenemeyecek gibi gözüküyordu. “Gerçekten bunu merak ediyor musunuz Profesör?” Farklı bir ses tonundan duyduğu soruyu çelişen düşüncelerine duyurdu kendi sesiyle. Gerçekten bunu merak ediyor muyum?... Zihnini bir terazi gibi düşünürse merak ettiği taraf daha ağır basıyordu diğerine göre. Genç kadının geçmişi pekiyi olmasa da aydınlık için çalışmıştı. Gençliğinde bir ara karanlık ilgisini çekse de ona karşı durmayı, ayak diretmeyi bilmişti. Yaşadıkları karanlıkken ruhunun da karanlık olması delirmesine yol açabilirdi.

Genç Alex koltuktan kalkıp düşünseline doğru yaklaştığında takip etmişti Katherine. Göz kamaştırıcı, gümüşi ışıklarıyla parıldayan düşünselinin tam yanındaydılar şimdi. Asasının yardımıyla yanağında küçük bir delip düşüncelerinin akıp gitmesini izlemişti önce. O küçük delikten dışarıya çıkan hatıra yüreğini parçalayacak kadar etkili olabilirdi. Hiçbir şey göründüğü gibi değildi çünkü. “Sanırım gördüklerini anlayabilirsiniz ama çok kolay olmayacak. Zaten benden kolay bilgi almayı beklemiyordunuz değil mi profesör?” Sözleri karşısında hafifçe gülümsemeden edemedi. Bu gülüş alaycı veya küçümseyici bir gülümsemeden çok acı bir gülümsemeyi andırıyordu. Hatıranın içine yavaş yavaş dalıyor, gümüşi renkler her defasında içine çekiyordu kadını. Sert çimlerin üzerine nazikçe adımlarını bastığında anının içindeydi çoktan. Hava oldukça açık, hiçbir bulut gökyüzünün maviliğini bozmamak niyetindeydi anlaşılan. Önündeki küçük mağaraya yaklaştı önce. Siyah bir tilki acılar içinde doğuruyor, çığlıkları uğuldamaya benzer seslerle karışarak yalnızlığını bir kez daha hatırlatıyordu. Yeryüzüne intikal etmiş iki yavru tilki çekmişlerdi oksijeni ciğerlerine. İkizdiler ama görünüşte birbirlerinden oldukça farklıydılar. Biri tıpkı annesi gibi gece kadar siyah, diğeri ise griydi. Gümüşi yavru tilkinin tüylerini görür görmez Alex olduğunu anlamıştı. İç dünyasını zar zor açan birinin anısını şifrelendirmesine şaşırmıştı. Üç tilki bir müddet beraber yürüdükten sonra anne tilki huzursuz olduğunu belli eden birkaç anlamsız sesten sonra gümüşi tilkiyi bambaşka bir yere bırakıyordu. Olup bitenden bihaber gri yavru tilki ise meraklı gözlerle etrafını inceliyordu. Kendisinden oldukça farklı kahverengi tilkilerin yanında bulmuştu birden. Mekân birden değişmişti. Gri tilki bu sefer oldukça büyümüş, diğerleriyle şakalaşıp oynuyordu. Farklılığına rağmen yine de onu kabul etmiş gibiydiler. Annesinin yapamadığını başkaları yapıyordu. Birinin tutacak sıcacık bir ele ihtiyacı olduğunda elini uzatan ilk kişi gümüşi tilki oluyor, bundan şikâyet etmiyor aksine mutluluk duyuyordu. Eskiden iyi biri olduğunu zaten gözlerinde görebilmişti. Ama onu asıl meraklandıran sonradan neden karanlığa gittiydi. Renkler bir anda birbirine karışıyor ve başka bir yeri oluşturuyordu. Bu sefer zifiri karanlık hakimdi her yere. Yeryüzündeki tek ışık kaynağı parlayan dolunaydan başka bir şey değildi. Uzaktan duyulan ulumalar gittikçe yaklaşıyor, keskinleşiyordu. İri yarı yaşlı bir kurt adam karşısındaki savunmasız kurbanına son kez baktıktan sonra atılmaya yeltenmişti üzerine. Nerden geldiğini anlamadığı bir saldırıyla yerdeydi ayın oğlu. Bir zamanlar çocuğunu bırakıp giden siyah tilki yıllardır oğlunun her kademesine şahit olmuş, şimdi ise hayatı uğruna oğlunu kurtarıyordu. Darbe sırasında gümüş tilki yanağından derin bir iz alıyor, kanlar oluk oluk yüzünden akarken acı dolu haykırışları sessiz geceye karışıyordu. Nesneler bulanıklaşarak bambaşka bir sahneyi oluşturuyordu şimdi. Gri tilkinin yarasını görenler adım adım uzaklaşıyor, yalnız başına bırakıyorlardı. Kimsesiz kalanlara yardım elini uzattıkları şimdi ona bakmıyorlardı bile sanki olanlar hiç yaşanmamış gibi. Sanki kendileri hiç o duruma düşmemişler gibi. En iyi onların anlaması gerekirken gerçek yüzlerini vurmuşlardı zayıf anında. Saklanmak için bulduğu mağaranın derinliklerinde yarattığı dünyasından kalanlarlaydı. Siyahlık bu kez derinliklere götürüyor kadını. Mekân aynıydı lakin zamanın geçmiş olduğunu gri tilkinin görüntüsünden anlayabiliyordu. Küçük vücudu şimdi irileşmiş, vücut hatları ortaya çıkmıştı. Beklenmedik bir anda yeşil bir sıvı bulmuştu tilki. Kokladığı anda irkilmiş, acı veren kokuyla baş başa kalmıştı bir müddet. Korkusuna rağmen bilmediği sıvının damarlarında dolaşmasına izin vermiş, mide bulantısının esiri olmuştu. Kararan gece hemen gündüzü bulmuş, sudaki aksine bakan gri tilkinin yanındaydı Katherine. Sol yanağında aradığı derin iz olmamış gibi gitmiş, yüzü pürüzsüzlüğe eskisi gibiydi. Değişik sesler çıkartarak mağarasına doğru ilerliyordu hemen. Kısa süren anının etkisinden çıkamadan değişiyordu yine bulunduğu yer. Bu sefer tilki daha da büyümüş, sivri dişleri, keskin kulaklarıyla güçlü olduğunu haykırıyordu. Uzaklardan gelen rahatsız edici fakat tanıdık ses bir haberin müjdesi gibiydi. Minik baykuşun söyledikleriyle asla bilmediği kapılar aralanıyordu. Yeni bir hayat sıradan olmaktan çok uzak bir okulla başlıyordu gümüşi tilki için. Siyah tüylerinin arasından nadiren bulunan gümüşi tüylü bir tilkiyle arada bir karşılaşıyor, henüz tanımasa bile her tehlikeden korumak için tetikte duruyordu. Sahne ve zaman bir kez daha kararıyor, farklı renklerin getirisiyle bir kez daha değişiyordu bu kez. Gri tilki simsiyah bir başka tilkiyle karşılaşıyordu şimdi. Başta ona arkadaşlık beslediğini düşünse de duyguları farklı yönlere doğru sapıyor gibiydi. Ona bakışları arkadaştan öteydi. Daha çok aşk kokuyordu. Neler olduğunu anlayamadan sevdiği dişi tilki hayata veda ediyor, yaşamı sönüyordu gri tilkinin. Her şey anlamsızlaşmıştı şimdi. Zaten yeterince çaresizken diğer arkadaşının da gittiğini öğrenmişti bir daha gelmemek üzere. İkizi olduğunu sonradan öğrendiği ve sevdiği yoktular.


Can alıcı renkler kararmaya başlıyor, yukarıya doğru sürüklüyorlardı genç kadını. Gözlerini kapatıp çıkmaya odaklanmış, ayaklarına değen ahşabı hisseder hissetmez gözlerini açmıştı. Alex koltuğuna oturmuş, kurabiyelerle uğraşırken müdireye bakmıştı bir anda. Katherine bir şey diyemiyordu henüz. Zihni tutukluk yapmış dudaklarına söz geçiremiyordu sanki. “Ne yazık ki güneş çoktan doğdu Profesör. Yanında ne getirdiğini benden iyi biliyorsunuz.” Asasını sıkı tutan ellerini gevşeterek oturmuştu daha önce oturduğu yere. Soğuk kahvesinden bir yudum daha almıştı iğrenerek. Yaşadıklarının genç kadını sürükleyip siyahın en dip köşesine fırlatmasına izin vermemişti. Olanlara rağmen hep güçlü durmuş, sapasağlam ayakta kalmıştı. Bunu Katherine yapabildiyse başkaları da yapabilirdi. “Yaşadıklarının esiri olma Alex. Eskiden iyi biriydin. Yardım elini ilk sen uzattın. Onlar sana aynısını yapmasalar bile bu umurunda olmamalı. Karakterinle gurur duymalısın. Şimdi bile eski Alex’in derinlerde bir yerlerde var olduğuna eminim.” Gencecik yaşamında hayat acımadan vurmuştu minik bedenine gerçekleri. Şimdi büyümeye devam etse bile izlerini halen daha taşıdığını görebiliyordu. Gittikçe büyüyen ve her defasında açılıp kanayan yaralar bitmek bilmiyor gibiydi. Genç kadının geçmişinde paramparça olmuş ailesini toplamak Katherine’e kalmıştı. Fahişe annesinin bitmek bilmeyen arzularıyla tek başına kalmış, öldüğü bildiği babası birden vuku bulmuştu. Zor zamanlar geride kalmış, akıp giden hayat yepyeni bir barikat kuruyordu boş anında. “Hissedersen eğer ona ulaşabilirsin Alexander. “ Katherine öyle yapmıştı. Karanlığa saplandığı anlarda iyiliği bulmuştu içinde. Uçurumdan düşecekmiş gibi hemen tutunmuştu ona.


En son Katherine Swynford tarafından Salı 09 Ağus. 2011, 16:17 tarihinde değiştirildi, toplamda 2 kere değiştirildi
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Borislaw Belmour
Londra Baş İblis Efendisi
Londra Baş İblis Efendisi



Mesaj Sayısı : 418
Yaş : 29
Kayıt Tarihi : 07/05/11

Karakter Detayı
Statü:
Uyarı:

Umut Empty
MesajKonu: Geri: Umut   Umut Icon_minitimePerş. 04 Ağus. 2011, 20:12

Yaptığının doğruluğunu yeterince düşünmemiş olmanın şüphesi içten içe kemiriyordu Alex’i. Kendisi hakkında öğrenilen fazladan her şey zayıf Alex’e ulaşmak için atılan koca adımlar gibiydi. Katherine’e gösterdiğiyse zayıf Alex’in ta kendisiydi. Utandığı, yok saydığı ve büyük bir güçle bastırdığı parçası. En büyük korkusuydu tekrar dışarı çıkması zayıf olanın, tekrar kontrolü devralması. Sözleri tavrını bildirmek için yeterince netti belki ama zihnindeki çelişki ona rahat vermiyordu. Katherine’in birkaç cümlesiyle etkilenecek kadar karışmamıştı kafası elbet ama çelişki hiçbir zaman hoşuna gitmemişti ve gitmeyecekti de. Her şey net ve kusursuz olmalıydı hayatında, kendisi gibi. Kusursuz olmayanların var olmaya hakları yoktu çünkü. Acınası olarak sıfatlandırırdı hepsini Alex ama birine bile acımazdı. Yarasının izleri silinmişti belki, hem fiziksel hem de psikolojik olarak ama ona kattıkları yok sayılamazdı. O yara sayesinde güvenin ve inancın dünyadaki en zayıf şeyler olduğunu anlamıştı. Kopartmak veya kopartılmak için oluşturulmuş saçma bağlardı sadece. Kurulan her aptal bağ bir şeyler götürürdü gerçek potansiyelinizden. İyi hissettiren ama siz farkına bile varmadan sizi tutsak eden bağlar. Çoktan koparmıştı Alex onları, yeni bir tanenin onu sarmasınaysa izin vermeyecekti. Çünkü o zaman “kusurlu” olurdu. Yaşamasının da bir anlamı kalmazdı. Düşüncelerinden sıyrılıp yanlışlıkla ahşapla dolu odanın boğaz kurutan havasından derin bir nefes çekti içine. Midesine anında saplanan küçük bulantıyı yok saydı. Muhtemelen en zayıf yeri midesiydi ama yadırgamıyordu. Katlanılamayan şeylerin mide bulandırması kusursuz biri için bile normaldi. Birer birer gözlerini açan tablolar Alex’e pek iyi gözle bakmıyorlardı. Alex de muhteşem bir misafirperverlik beklemiyordu yıllanmış tablolardan. Dikkatini tekrar profesöre vermeye çalıştı. Genç kadının ona acımamış olmasını umuyordu çünkü Alex bu dünyada acınacak en son kişiydi.

“Yaşadıklarının esiri olma Alex. Eskiden iyi biriydin. Yardım elini ilk sen uzattın. Onlar sana aynısını yapmasalar bile bu umurunda olmamalı. Karakterinle gurur duymalısın. Şimdi bile eski Alex’in derinlerde bir yerlerde var olduğuna eminim.” Yaşadıklarının esiri olmadığı kesindi Alex’in. Onları çoktan geride bırakmıştı sadece onu güçlendiren küçük parçalardı yaşadıkları ve şimdi umurunda değillerdi. Eski Alex ise şimdi acınası diye adlandırdığı herkesti. Yüzüne bakınca midesinin bulandığı kişiler. Alex’le göz teması bile kuramayacak kadar katlanılmaz yaratıklar. Evet, belki eski Alex içeride bir yerlerdeydi fakat dışarı çıkmasının olasılığı yoktu. Yeni Alex’in altında ezilmeye mahkumdu o, kurtulmak için çabalayamayacak kadar da acizdi ayrıca. Umurunda da değildi Alex’in birileri çıkıp hatırlatmadığı sürece o yoktu. “Hissedersen eğer ona ulaşabilirsin Alexander. “ Hissetmek isteyen kimdi ki? Hangi aptal hatalarına kucak açar ve onlarla bir ömür sürmek isterdi? Zayıf olanın dışarı çıkmasına kim izin verirdi ki? Özellikle kusursuzken bunu yapmak yaşamanızın anlamsız olduğunun kanıtı olmaz mıydı? Omurgasını rahatsız etmeye başlayan koltuktan kalkan Alex odanın içinde küçük adımlarla dolaşmaya başladı. Dışardan düşünceli bir görüntü sergiliyor olma olasılığı muhtemeldi. Aslında belki de ihtiyacı olan buydu, intikamını daha iyi alabilmek için dünyadan. Karşısında inandırmakta hiç zorlanmayacağı biri vardı. Sadece olmayan çelikiyi göstermeliydi ona. Bir anda yüz seksen derece dönmesi inandırıcı olmazdı tabii ama zamanla başarabilirdi. Kötüyüm diye geçinen herkesten daha şeytani bir plan çakmıştı Alex’in kafasında. Etrafındaki herkesin yaralanacağı kendininse en ufak bir zarar görmeyeceği plan. Oyunculuğu üzerinde biraz çalışması gerekecekti belki ama değecekti. “Neden ona ulaşmak isteyeyim ki? Tekrar yaralanmak için mi? Tekrar yalnız kalmak ve saygı görmemek için mi? Kendimi düşünmek zorundayım profesör. Anlayabileceğinizi biliyorum çünkü siz de değiştiniz. Aldığınız yaraları biliyorsunuz. Belki siz kendinizi yaralamadan aydınlık tarafta olabilirsiniz, çünkü zaten oraya aitsiniz ve orada size saygı duyan insanlar var. Ama benim eski Alex’e ulaşmam yıllarca kazanmaya uğraştığım bütün saygının yok olması demek.” İşte şimdi Katherine Alex’e acıyabilirdi, Alex’in istediği de buydu. Profesördeki umudu sezebiliyordu Alex. Mutlaka yanına çekmeyi deneyecekti profesör Alex’i. Doğru yola dönüş adımlarını onunla birlikte atmak isteyecekti fakat yalnız yürüdüğünden haberi olmayacaktı. Oyun başlamıştı ve Alex’in sadece kendini ayakta bırakacak kusursuz bir stratejisi vardı. Muhtemelen bunun için dünyaya gelmişti genç adam. Gözlerinin bu kadar geç açılmış olmasıysa üzücüydü.

Spoiler:
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Cynthia Aristide
Lütfen rütbe edinin, yoksa oyuna dahil olamazsınız!
Cynthia Aristide


Mesaj Sayısı : 695
Yaş : 29
Kayıt Tarihi : 09/12/10

Karakter Detayı
Statü:
Uyarı:

Umut Empty
MesajKonu: Geri: Umut   Umut Icon_minitimePtsi 08 Ağus. 2011, 22:50

Dünya’nın cehennem gibi geçen her dakikasında, her saniyesinde değiştiği düşünülmesi ne kadar da vahimdi. Yeryüzü gökyüzünün maviliğine kucak açıyordu önce. Ufukta güneşin turuncumsu ışıkları insanların yaşadıklarından bihaber doğuyordu yine hiç şaşmadan. Bulutlar teker teker dans ederken rüzgârın bir kadın kadar narin kıvrımlarına bırakıyorlardı kendilerini. Güneş yavaşça uykuya dalıyor, minik parıltılar ortaya çıkıyordu aniden. Her biri ayrı bir hikâyeyi anlatmak istermişçesine küçük bir çocuğun heyecanı gibi yerinde duramıyorlardı sanki. Dünya değişmiyordu. Aşkıyla ateşi tattığı güneşinin etrafında pervane gibi dönüyordu kovuşamayacağını bile bile. Tek bir şeye bağlıydı. Ve ondan da asla vazgeçmeyecekti sönene kadar. Yeryüzüne saplanıp kalmış canlıların seçim şansı gibi bir hakları yoktu bu durumda. Mavi Gezegen neyi uygun görür, arzuları nelerin kapılarını aralarsa oraya sürükleneceklerdi. Kusursuzca işlenen saçma bir planın kurbanıydı insanlar. Tanrı kafasına göre dağıttığı kaderleri savuruyor, en önden büyük bir zevkle izliyordu her şeyi karışmadan. Katherine’in beyninde ikametgâh eden bu nihai düşünce kendini kullanılmış bir oyuncak gibi hissetmesine neden oluyor, yaratıcıya olan öfkesi artıyordu her defasında. Elinde olanları almıştı bir anda. Belki kıskançlıktan, belki sıkıntıdan… Sevdiklerinden güç alırken zayıflamıştı. Güçlü görünen bedeninin altında kanadı kırık bir ruh taşıyordu. Ölümü tatmış zayıf ruhu her an kayıp gidebilirdi bedeninden hiçbir iz bırakmadan. “Neden ona ulaşmak isteyeyim ki? Tekrar yaralanmak için mi? Tekrar yalnız kalmak ve saygı görmemek için mi? Kendimi düşünmek zorundayım profesör. Anlayabileceğinizi biliyorum çünkü siz de değiştiniz. Aldığınız yaraları biliyorsunuz. Belki siz kendinizi yaralamadan aydınlık tarafta olabilirsiniz, çünkü zaten oraya aitsiniz ve orada size saygı duyan insanlar var. Ama benim eski Alex’e ulaşmam yıllarca kazanmaya uğraştığım bütün saygının yok olması demek.” Öğrencinin dudaklarından dökülen her sözcükte hak vermeye başlamıştı genç adama. Katherine, Alex’in kalbinden yarım kalmış iyiliği çıkarmaya uğraşıyordu. Lakin kendisi O’nun ölümünden beridir eskisi gibi değildi. Yaralarını, acılarıyla iyileştirmiş, hayatta kalmak için ağlamıştı kendine. Kısır döngü gibi kederleri baştan sarıp sarmalıyordu. Olanların farkında olduğundan beri her şeye rağmen iyi olmaya çalışan Katherine’i bir kenara fırlatmış, yenisine açmıştı kucağını. Duyguları körelmişti artık. Gülmek, eğlenmek ona Tanrı kadar uzak, cennet kadar yakındı. Aslında genç adama anlatmak istediklerini bu kelimeler karşılayamıyor, yetersiz kalıyordu. Karanlığa bürünüp kalbini kötülüğe açmak kusursuz olmaya bedeldi değildi hiçbir zaman. Dünya bile yeteri kadar kusurluyken içindekilerin dört dörtlük olmasını düşünmek saçmalıktan başka bir şey değildi genç kadın için. Zayıflıklarını görmezden gelerek değil, onları kabullenip yenmeye çalışarak sımsıkı tutunabilirdi toprağa. Köklerini salardı daha sonra asla bırakmamak üzere.

Oturduğu rahat koltuktan kalkıp Fawkes’ın yanına gitti. Mükemmel bir işçilikle yapılmış mermer Afrodit heykelinin zarif elinde tuttuğu büyük bir tabağın içinde duruyordu. Tanrıça’dan aldığı aşk ve şevkle bakıyordu gözleri Anka kuşunun. Henüz küllerinden yeni doğmuş kuşun siyah tüylerinin bazıları uçlarından yeni yeni renk almaya başlamış, yeni bir renk cümbüşünün başlangıcını oluşturmaktaydılar. Fawkes, genç kadının kendine yaklaştığını anladığı anda henüz daha oluşmamış kanatlarını çırpamaya çalışıyor, lakin tek yaptığı şey zıplamak oluyordu. Yanına yaklaştığında minik kafasını narince okşamaya başlamış, sessiz odanın sesi olmuştu kuşun çığlıkları. Zümrüdü Anka Kuşu kusursuz olmaya adım atıyordu. Kara tüyleri daha yeni renklenmeye başlıyor, kanatlarının zarifliği daha yeni buluşuyordu havayla. Yeteri kadar büyüdüğünde, dört dörtlük olduğundan yanarak gök kuşağını andıran her renk, her tüy karanlığa gömülecek, küllerinden içinden yeniden doğacaktı. Yaşamın döngüsü gösteriyordu kendini başka bir canlının hayatında. Masmavi gözlerini Fawkes’tan ayırıp öğrencisine yöneltti önce. Düşünselinde gördüğü Alex’ten eser yoktu. O hiç gelmemek üzere veda etmişti. Ama iyiliği görebiliyordu bir yerlerde. Eski Alex gitse bile veda ederken beyaz bırakmıştı siyahın içine. “Bir gün herkesten daha değerli olduğumu düşündüğümde akıl hocam bana kırışıklarla dolu göz kapaklarının altında barındırdı gözleriyle acıyan bir ifadeyle bakıp şöyle demişti. ‘Kusurların en büyüğü, insanların tüm kusurlarından habersiz olması Katherine. Kimse kimseden farklı değil aslında…’ Delici bakışları ve küçümseyen ifadeyle bana bir zavallı olduğumu haykırıyordu böyle düşündüğüm için. ” Oldukça eski bir yıllardan geliyordu hatıra zihnine. Ama sanki daha yeni yaşamış gibi taze geliyordu kokusu. Yaşlı adamın bakışları ve sesi yanı başındaydı sanki. Tam karşısındaki tablo bakınca aşina gözlerle karşılaşmıştı. Bu defaki bakışlar iğneleyici olmaktan çok gurur duyuyor gibiydiler. Düşüncelerini, gücünü ve elde ettiklerini ona borçluydu ve bu borç hayatı boyunca ne yaparsa yapsın ödeyemeyeceği kadar biniyordu her gün sırtına. Genç yaşta Hogwarts Müdiresi olabilecek gücü ve bilgiyi verdiği için müteşekkirdi. “Geride bıraktığın kişiye bürünmesen bile sen de kabul etmelisin ki içinde iyilik mevcut. Yeter ki sen bunu görebilesin…” Gözlerini öğrencisine kilitlemişti bu sefer. İçten bir gülümsemeyle karşılık veriyor, bir şeyler anlatmaya çalışıyordu. Genç adama acıyıp küçümsemiyordu. Böyle devam edip kusursuz olduğunu düşünerek yaşamak, zayıflıklarını görmemek için gözlerine perde çekmek fark etmeden en derin uçuruma sürükleyecekti. Ve uçurumdan aşağıya ölüme düşerken iş işten çoktan geçmiş olacak, yardım eli uzatanlara tutunamayacak kadar batmış olacaktı hep.

Spoiler:
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Umut
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Mortal Instruments RPG :: Mortal Instruments :: Arşiv-
Buraya geçin: