Mortal Instruments RPG
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Mortal Instruments RPG

Ölümcül Oyuncaklar'a Hoşgeldiniz...Görmediklerinizi Keşfetmeye Hazır mısınız?
 
AnasayfaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Tesadüf

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
Desiree
Lütfen rütbe edinin, yoksa oyuna dahil olamazsınız!
Desiree


Lakap : Dess
Mesaj Sayısı : 5
Kayıt Tarihi : 11/05/11

Karakter Detayı
Statü:
Uyarı:

Tesadüf Empty
MesajKonu: Tesadüf   Tesadüf Icon_minitimeCuma 01 Tem. 2011, 20:17

Gözlerini hiç açamayacak gibi hissediyordu. Güneşin dik ışınlarını üzerinde hissedebiliyor ve hala düşünceleri yerindeydi. Neler oluyordu böyle? Göz kapakları ağır ağır açılırken ne göreceğinden şüpheliydi, ya da yanıp yanmayacağından. Belki de artık ölebilirdi… Çok şey yaşamış ve görmüştü. İyi ya da kötü. Seçme şansı olmamıştı hiçbir zaman. Vampir olmak isteyenler, beyni olmayan yaratıklara benziyorlardı. Kim isterdi ki kana ve geceye bağlı kalmak? Gecenin laneti… Gözlerini yavaşça açarak güneşin koyu kızıl ışıklarına alışmaya çalışıyordu. Güneş, ışıklarıyla doğayı ayaklandırıyor, haşin rüzgarı sakinleştiriyordu. Tenine değen güneş ışıklarıyla bütün gözenekleri doluyordu. Yavaşça nefes alarak etrafına bakındı. Son derece tanıdık olan bu yer, evleriydi. Hogwarts’a girmeden, büyü yapmayı öğrenmeden ve vampir olmadan öncesindeki yaşadığı yer. Ama artık yaşanılacak ne bir ev ne de ailesinden biri vardı. Etrafına bakındığında mutlu olduğu kadar yaşamını silen anıları da bunun yanına yerleşmişti. Ailesinin öldürüldüğü yerdeydi. Üzerindeki kan lekeleri kurumuş, beyaz elbisesi grileşmişti. Saçları omuzlarını örterken hızla yerden kalktı. Başı dönüyor, miğdesi bulanıyordu. Hızlıca arkasını dönerek koşmaya başladığında, arkasına bakacak gücü bulamıyordu. Göreceklerinden korkuyordu belki de… Yine de bakmalıydı, belki de onları tekrardan görebilirdi… Usulca arkasını döndüğünde gözlerini odasında açmıştı.

Bu da neyin nesiydi böyle? Alnına yapışmış dalgaları yavaşça çözülürken, rüyadan etkilenmeyen tek şey onlardı. Sadece saçma bir rüya, hiçbiri gerçek değil. Geçmişte yaşamıştı ve bir daha asla dönmeyecekti. Bacaklarını yatağından yavaşça sallandırırken vücudundaki tüm kasılmaları yok sayarak yorgun bedenini harekete geçirdi. Üzerindeki ipek geceliği çözerken yüzüne biraz soğuk su çarparak düşüncelerini dizginlemeye çalıştı. Sanki boşluktaydı… Belki de çaresizdi. Hayır, hayır. Çaresiz değildi. Kesinlikle değildi. Olamazdı. O Desiree’ydi. Her zaman güçlü ve acımasızdı. Şimdi kendine mi acıyordu? Asla… Yavaşça elbise dolabına doğru ilerledi ve eline aldığı siyah saten kumaşı üzerine geçirdi. Elbisesi, aslında elbise denecek kadar kumaşa sahip değildi. Sırtının büyük bir kısmını açıkta bırakıyor ve derin göğüs dekoltesinden oluşuyordu. Gecede bir güneş gibi gözüken saçlarını yavaşça dalgalandırarak omuzlarına dökülmesini hissetti. Yumuşak saçları vücuduyla bir ahenk içinde birleşiyordu. Güzelliği çoğu vampirin dilinde olsa da kendi türü için bile tehlike unsuruydu. Hızlıca geçen yıllarda en iyi öğrendiği şeylerden biri de kimseye güvenmemekti ama bunu yapamayacak kadar insani duygularıylaydı.

Rüzgarın ılık esintisi bedeninde canlanmayan yerleri harekete geçiriyor, unutulmuşları gözler önüne seriyordu. Ay kendini tamamlarken hiç olmadığı kadar eşsiz ve parlak gözükse de sadece güzellik değildi her şey. Arkasına bakabilmeyi, her şeyiyle tam görebilmeyi öğrenmeliydiniz. Ay’ın parlak, büyüleyici yüzü olduğu gibi karanlık yüzü de vardır. Yeter ki nereden bakacağınızı bilin. İnsanlar çılgınca eğleniyor, bulundukları tehlikeleri göze almayacak kadar aptallardı. Sadece eğlenceydi hayatları, ya sonrası? Bu gece alması gereken kanı eğlenmeyi seven bu yaratıklardan alma fikri oldukça cazip geliyordu. Biraz daha sessiz bir mekan aramak için karanlığa doğru ilerliyordu. Tıpkı avına yaklaşan bir aslan gibi bütün duyuları harekete geçmişti. Sokak lambalarının aydınlatmakta yetersiz kaldığı, terk edilmiş gibi duran parkın derinliklerine girdiğinde yaklaşan kalp atışlarının sesi bastırdığı açlığını tetikliyor, içindeki canavarı ortaya çıkarıyordu. ‘’Selam güzelim. Bu saatte burada gezinerek macera mı arıyorsun?’’ Kendini avcı zanneden av tehlikeyle dans ettiğini farkında değildi. Yavaşça erkeğe dönerek kurbanının yüzüne baktı. Yeşil gözleri etrafı bir fener gibi aydınlatırken, kirpikleri bakışlarını perdeliyordu. İnsanoğlu için yakışıklı denebilecek kadar hoş bir yüzü vardı. Yavaşça erkekle arasındaki boşluğu kapatarak ellerini sertçe biçimli boynunda birleştirdi. Kalp atışlarının hızlanmasıyla çekici kanın kokusu oldukça tahrik ediciydi. Dudakları yavaşça erkeğin pürüzsüz boynunda kayarken, kanın onu çağırdığını hissediyordu. Sertçe dişlerini boynuna gömerken, kanın bakırımsı tadı boğazından aşağı süzüldükçe bitmeyen bir haz tüm vücuduna yayılıyordu. Açlığın ve var olmanın gerçek anlamını sadece kan içerken algılayabilen her vampir gibi bu duyguyu seviyordu. Kalp atışları güçsüzleşen erkek kendinden geçmiş bir şekilde ne olduğunun farkına bile varamıyordu. Durmak istemiyor, her yudumda çok daha fazlasını talep ediyordu. Birden arkasında hissettiği bir vampirin gücüyle kurbanını bırakmadan hızlıca karanlığa döndü. Kan bağı ile tanıdığı vampirin gözlerine bakarak konuştu. ‘’Yemek yerken birisini rahatsız etmek ayıptır Michael. Senin yerinde başka biri olsaydı bu kadar şanslı olmazdı.’’
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Aethra
Lütfen rütbe edinin, yoksa oyuna dahil olamazsınız!



Mesaj Sayısı : 54
Kayıt Tarihi : 04/05/11

Karakter Detayı
Statü:
Uyarı:

Tesadüf Empty
MesajKonu: Geri: Tesadüf   Tesadüf Icon_minitimeC.tesi 23 Tem. 2011, 16:47

Yalnızlığın uzaktan gelen uğultusunun çalan senfonisini duymaktan çok hissediyordu Michael. Kendi yalnızlığında yürüyordu meçhule doğru. Hissettiklerinin anlamını çözemeye uğraşmıyor sadece hissediyordu. Yaşam için gerekli olan duygularından yoksun bir halde hislerini yok sayarak ilerliyordu karanlığın bağrına. Adımlarını attığı tozlu kaldırım taşlarından yayılan eski kokuyu alabiliyordu. Kendisinin de en az onlar kadar eski olduğunu bilmek her şeye farklı bir boyut kazandırıyordu. Etrafındaki sessizliğin uğultusunda kendisini buluyor hareketsiz, çıt çıkarmadan orada beklemek istiyordu. Neyi beklediğini bilmeden, sadece bekleyerek ve ümit ederek... Ne için ümit edeceğini de bilmiyordu. Bütün her şeyden sonra Veronica'nın gelmesini mi ümit edecekti? Onun düşüncesi bile içindeki öfkeyi tetikliyor, uyuyan bir ejderhayı uyandırıyordu. İçindeki öfkenin Aldus'a değil de O'na olmasına şaşırıyordu Michael. Bu kadar arzuladığı bir kadına öfke duymayı bedeni reddediyor, adeta isyan bayrağını kaldırıyordu. Ama elinde değildi. İçinde kaynayan öfkeye hakim olamıyor ama gene de onu içinde tutmayı başarabiliyordu. En azından zararı sadece kendisine veriyordu. Oysa içindeki canavarı serbest bırakırsa bir felaket olacağını biliyordu. İçindeki canavar her şeyi yakıp yıkmak kanlı bir yıkım gerçekleştirmek istiyordu. İntikam istiyordu. Neyin intikamını istediğini bilmiyordu Michael. Onu aldatmasının intikamını mı? Yoksa ona bu acıyı yaşatmasının intikamını mı? Ya da başka herhangi bir şeyin intikamını mı? Neden intikam istiyordu ya da kimden bilmiyordu. İçinde yanıp tutuşan öfkeyi zapt edemiyordu.

Aldus'un üzerinden onun kanının kokusunu aldığı anda bir şeylerin farklı olduğunu anlamıştı. Sıradan, basit bir tek gecelik ilişki değildi bu. Ona kanını vermesini Aldus'u farklı bir yere koyuyordu; Onun için özel birisi yapıyordu... İşte bu yüzden olaylar bu noktaya gelmişti. Başka bir erkeğin onun gözünde özel olmasını kaldıramıyordu Michael. Lanet olasıca basit ilişkilerini bile kaldıramazken bunu kaldırmasını nasıl bekliyordu? Kanını onu korumak için verdiği aklına bile gelmiyordu evet çünkü Aldus orada, üzerinde Veronica'nın kanının kokusu ve onun arzusuyla dolu, oturmuş beklerken bir koruyucuyu değil bir sevgiliyi bekliyordu. Üzerinden yayılan buram buram arzu kokusunu vampir olmasa bile alabilirdi belki. Hem sadece o da değildi onun Veronica'ya nasıl baktığını görmüştü; yaşaması ona bağlıymış gibi, Veronica olmazsa o da olmayacakmış gibi... Ve Veronica'nın ona nasıl şefkat ve sevgi dolu baktığını da görmüştü. Kendisine aşkla bakan gözlerin başkasına da öyle bakmasını kaldıramıyordu. Kendi yerinin özel olduğunu biliyordu belki ama gene de onların aralarındaki bağı kıskanmıştı Michael. Veronica'yla kendisi arasındaki bağın ne kadar özel olduğunu bilse de onların arasındaki bağda da kendi bağlarından bir parça görmüştü sanki. O ufacık parça bile kıskançlığını tetiklemesine yetmişti. Ve şimdi olduğu yere bakınca yaptığından pişman olup olmadığını sorgulama ihtiyacı hissetti. Aldus'u dövdüğü için kesinlikle pişman değildi ama ya Veronica ile olanlar... Kafasını sallayarak bu düşünceden uzaklaşmak istedi. Veronica onu aldatmıştı. Bugüne kadar yaşadıkları her şeye ihanetti bu yaptığı. Ve Michael'dan bu ihanetini kaldırmasını mı bekliyordu? Öfkesi tekrar içinde kaynamaya başlarken artık düşünmekten vazgeçmek istedi. Öfkesinin ağır ağır hüzne dönüştüğünü hissedebiliyordu. Hiçbir şey hissetmek istemezken neden duyguları yakasını bırakmıyordu? Bir canavar için çok fazla olan duygularından nefret ederek belirsizliğe doğru yürümeye devam etti.

Ayaklarının altında ezilen yaprakların çıkardığı hışırtı da huzur bulmayı umarak onları dinledi. Ama lanetli bir varlığın elinden alınmış ilk şeydir belki de huzur. Gene de sessizliğin koynunda, attığı her adım yalnızlığın karanlığına daha da yaklaşırken huzur dilemekten vazgeçmiyordu. İçindeki boşluk git gide büyüyor içindeki her şeyi bir kara delik gibi yutuyordu adeta. Başını kaldırdı ve etrafına bakındı. Nereye doğru gittiğini bilmeden öylece yürümüştü ve şimdi karşısında bütün ihtişamıyla Hogwarts duruyordu. Buraya nasıl geldiğini bilmiyordu. Kontrolü ayaklarına bırakmış ve sadece yürümüştü. Bir süre orada durarak karşısındaki büyücü okuluna baktı. İçinde nelere gebeydi kim bilir. Karanlığın veliahdı vardı belki içinde belki de aydınlığın saf gücünü yetiştiriyordu. Geleceğin büyücülerini yetiştiriyordu, kim bilir belki de ileride vampir olacakları yetiştiriyordu. Geleceğin pusunu aralama çabaları bir işe yaramıyor daha fena aklını karıştırıyordu. Okula bakmayı kesti ve adımlarını Hogsmeade'e çevirdi. En azından bildiği bir yerlere gitmek istiyordu. Artık bilinçli olarak attığı adımları daha hızlıydı. Çok geçmeden Hogsmeade'e varmıştı. Saatin ne kadar ilerlediğinin bir kez daha farkına vardı. Normalde hep kalabalık olan bu kasabanın sokakları şimdi ölüm sessizliğine gömülmüştü. Sessizlik ona hiç yardımcı olmuyor onu düşünmeye zorluyordu. 'Artık bir olay ya da herhangi bir şey olsun lütfen düşünmekten bıktım!' diye aklından geçirdiği sırada köşeyi döndü ve o manzarayla karşılaştı. Karşısında beslenen vampiri hem kan bağından hem de konseydeki yerinden tanıyordu. Desiree hem Veronica'nın yavrusu hem de Asya Şefi idi. Birçok bölge toplantısında, konsey görüşmelerinde karşılaşmışlardı ama herhangi bir samimiyetleri yoktu. Hatta birbirlerinden pek haz ettikleri bile söylenemezdi. Aralarındaki bağ dönüştürücülerinin aynı olmasından öteye geçmiyordu yani. Veronica'yı hatırlamak içinde bastırdığı her şeyi yeniden canlandırsa da şuanda kendine işkence etmenin sırası değildi. İçinde uyanan duyguları bastırdı ve kendisini fark etmiş olan kardeşine(!) döndü. "Yemek yerken birisini rahatsız etmek ayıptır Michael. Senin yerinde başka biri olsaydı bu kadar şanslı olmazdı." Karşısındaki dişi vampire alaycı gülümsemesiyle baktı. Bir kavga da neler yapabileceğini merak ediyordu ama onunla kavga edecek değildi. Ona doğru yaklaştı. "En azından yemek yeme adabın olduğunu sanırdım Desiree. Sokakta ayaküstü birisinden beslenecek kadar düşeceğin aklıma gelmezdi, şaşkınlığımdan izlememi mazur gör bu yüzden. Hayırdır? Asya'daki yemeklerin suyu mu çıktı, neden buradasın? Yemeğini eve söylemeyi sevdiğini düşünürdüm."
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Tesadüf
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Mortal Instruments RPG :: Mortal Instruments :: Arşiv-
Buraya geçin: