Kullanıcı Adı Soyadı: Roncelvalles Clematis.
Karakteristik Özellikleri: Sessiz, sakin, içine kapanık ve korkunç derecede zeki bir kızdır kendisi. Ailesinin kendisini reddetmesi üzerine aşırı derece duygusallaşmış ve aynı zamanda duygusuzlaşmıştır. Genelde ifadesiz bir yüzü vardır, neler hissettiğini anlamazsınız. Anca ona yakınsanız size bir şeyler belli eder. Bunu da anca sevdiği insana ya da en yakın dostuna yapar. Kısaca, hayatında kendisini ilk kez gören biri, duygularını asla dışardan anlayamaz. Ne yaşıyorsa, içinden, sessizce yaşar.
Kısaca Aile Geçmişi: Bir ailesi yok. Tek ailesi sevgilisi ve en yakın dostu. Hogwarts’a geleceği zaman ailesinin kendisini evlatlıktan reddettiğini öğrenmiştir. Ondan sonra annesini, babasını ve ablasını hiç görmemiştir.
Örnek Rol Oyunu:
Nisan, 1927
‘Dikkatli olmalısın. Burası… Tehlikeli, biliyorsun.’
‘Merak etme M, bana bir şey olmayacak. Hadi, dön sen.’
Ayağındaki babetleri ne kadar rahatsız ediyordu ayaklarını, ormanda yürümeye başlamışken. İçinde yanan gençlik ateşi ve merak duygusu itmişti onu buraya kadar. Duyduğu ölümler getirmişti aslında. Kanları tamamen çekilmiş cesetler getirmişti. Babasının küçük kasabalarındaki tek doktor olması ve annesi olmadığı için her yere onunla gittiğinden dolayı biliyordu bütün bunları. Ormana da bu yüzden gelmişti, çünkü ölen insanlar ormanda kayboluyorlardı önce. Genç kız, korkmuyordu kaybolmaktan. İçinden bir ses bir şey olmayacağını söylüyordu. Genelde de içinden geçenler doğru oluyordu. Ama arkadaşını feda etmek istemediği için sadece girişe kadar gelmesini, daha sonra da hiçbir şey bilmiyormuş gibi gitmesini tembih etmişti. Her zaman arkadaşını bir yere kadar sürükler, sonra da gitmesini isterdi. Sadece iyiliğini isterdi aslında, bir suçu yoktu. Ama her zaman kendisini merakta bıraktığı için arkadaşından bir güzel azar yerdi. Babası bunların hiçbirini bilmezdi.
Üzerindeki uzun, beyaz elbisesinin eteklerindeki küçük cebindeydi elleri. Yavaşça, her şeyi dinleyerek ilerliyordu genç kız. Henüz yeni on sekiz yaşına girmişti. Tam olarak on yedi yaşını doldurmuştu. Küçük, deniz mavisi gözleri her zaman neşeyle ve merakla bakardı kendi küçük dünyasına. Annesiz mutlu dünyasına… Nedenini bilmediği bir şekilde annesiz olmaktan mutluydu. Eksikliği hissettirmeyen kişiler vardı çünkü çevresinde. Kendisini hatırlatacak bir şeylerin olmadığından mutluydu. Ya da kendisi öyle sanıyordu. Bu düşünceleri zihninden kovarak dikkatini tekrar etrafına verdi. Rüzgârın etkisiyle hışırdayan her bir yaprağın sesini duyabiliyordu. Ayağının altında çıtırdayan küçük dal parçalarını, kuşların cıvıltısını, doğanın huzurunu dinliyordu. Ama asıl istediği şey bu değildi. Biraz heyecan istiyordu. İnsanlar burada neden kayboluyorlardı? Buranın ne özelliği olabilirdi ki? Tam olarak aradığı şeyi bilmiyordu. Söylentilerden yola çıkabilirdi belki de. Kurt adamlar ile ilgili bir söylenti vardı mesela. Kilise bu söylentilerin yalan olduğunu söylüyordu. B, dinine ve kilisesine inanan bir insandı. Ayrıca kurt adamlar insanların kanlarını kurutamazdı. Vampirler vardı bir de. Bu söylentiler de yalanlanmıştı ama son zamanlarda insanlar, ölümlerden dolayı, bu söylentileri tekrar gündeme getirmeye başlamışlardı. Aradığı cevap belki de buydu. Ormanın iyice içinde olduğunu anladığında, durdu ve etrafında döndü yavaşça. Etekleri hafifçe havalanmıştı. Sıkı sıkıya topladığı sarı saçlarının bağını çözerek açtı ve omuzlarından beline dökülmesine izin verdi. Tam o sırada esen rüzgâr havalandırmıştı saçlarını. Arkadaşıyla güllerden yaptığı kokuyu hissetti burnunda. Derin bir iç çekişten sonra merakla, biraz da korkuyla seslendi ormanın daha da derinliklerine.
‘Kimse var mı?’
Tam o sırada bir siluet gördü. Çok hızlı geçmişti, bir kadın mı yoksa bir erkek mi olduğunu anlayamamıştı. Birkaç saniye sonra tam arkasında yaprakların hışırtısını duydu. Kafasını arkaya çevirdiğinde hiçbir şey yoktu. Korkmaya başlamıştı. Söylentiler doğru muydu? Düşünceleri daha da korkmasına neden oluyordu. Tekrar önüne döndüğünde kendisinden iki adım önünde biri duruyordu. Bulunduğu yerden bir adım kadar geriledi ve bir çığlık attı kız. Paramparça olmuş elbiseleri, bembeyaz yüzü ve teni ve… Kıpkırmızı gözleriyle öfke saçan bir kadın duruyordu karşısında. B, otomatik olarak kaçmayı istedi, ama ayakları hareket edemiyordu. Korkutan adeta mıhlanmıştı bulunduğu yere. Kadının ağzının kenarındaki kan bir anda kızın zihninde her şeyin bir şimşek gibi çakmasına neden olmuştu. Şimşeğin gök gürültüsü ise kadının sesi olmuştu.
‘Kurbanlar senin ayağına da gelebiliyormuş. Max haklıymış.’
Başkaları da mı vardı? Kız iyice korkmaya başlamıştı. Bacakları kendisini ayakta tutamayacak kadar titriyordu resmen. Yavaşça bir adım geri atmayı denedi. Yaptığı en büyük hata olmuştu bu. Kadın, hiç beklemediği anda yanında bitmiş ve sarı saçlarının dibinden tutup kafasını geriye çekmişti. Buz gibi burnunu boynuna dayamıştı ve uzunca bir süre kokladı. Kızın gözlerinden yaşlar akmaya başlamıştı yavaşça.
‘Çok taze… Yazık olmamalı. Şanslı günündesin, güzel kız. Ölmeyeceksin.’
Ölmeyecek miydi? Şu anda korkudan ölebilirdi, kadın onu öldürmeden. Saçlarından çekilen elle bir anda şaşkınlıkla yere düştü. Üzerindeki elbise tamamen çim ve dallarla kaplanmıştı. Kadın kendi kolunu ısırdığında kız bir kez daha çığlık attı, dehşetle. Kadın kendisine iyice yaklaştı ve bir anda sivri dişlerini çıkartarak kızın bembeyaz denine geçirdi. Acıyla bağırdı genç kız, bir kez daha. Dişler boynundan çekildiğinde kadın açtığı izleri yaladı ve sonra kendi kolunda açtığı yarayı kızın ağzına dayadı. O kadar kuvvetliydi ki, kadının ince bileği neredeyse kızın boğazına kadar giriyordu. İçine akan bir şeyler vardı. İğrenç ve yoğun bir demir tadı oluşmuştu ağzında. Kadının kanı, boğazından içine akıyordu. Boğazının yandığını hissediyordu. Bütün iç organları sanki ateşe verilmiş gibi yanıyordu. Sonunda bilek boğazından çekildiğinde son hatırladığı şey kadının zafer dolu bakışlarıydı. Ve son sözleri:
‘Dünyama hoş geldin güzel kız. Vampirlerin dünyasına…’
Aralık, 2010. günümüz.
Soğuk kış gecesi hiçbir etki bırakmıyordu, seksen üç yıllık vampire. Teni, tıpkı vampir olduğu günkü gibi bembeyaz ve pürüzsüzdü. Üzerine giydiği straplez elbise tenini ortaya çıkarıyordu. Her zamanki gibi muhteşemdi. Ölümsüzlüğün verdiği ayrı bir güzellik vardı üzerinde. Tek kusuru, gözlerine batan lensleriydi. İnsanların dünyasına indiğinde bu rahatsız edici şeyleri takmak zorunda olmak oldukça sinirini bozuyordu. Bugünkü avını düşünerek boğazındaki yanma hissini biraz daha arttırmıştı, ister istemez. Paris’in en güzel sokaklarından birince, Fransız birini öldürecek olması… Kendisi için oldukça hoş, öldüreceği kişi için oldukça acı verici bir durumdu. Karşısındakinin durumu, zerre umurunda değildi. Champs – Elysées Caddesi’nde bulunan oldukça nezih bir barı gözüne kestirdi ve oraya doğru yürümeye başladı. Aslında kanına alkol karışmış insanların tadı hiç de güzel değildi, ama şimdilik idare etmeliydi. Kapıda bekleyen iri, siyah adama kışkırtıcı bir gülümseme attıktan sonra siyah deri kaplı kapıdan içeri girdi. İçerideki müzik hareketli değildi, ama kendisi gibi bir geri kafalı için oldukça sinir bozucuydu. İstifini bozmadan bara doğru yöneldi. Sarışın, hoş bir adam, etkileyici bir gülümsemeyle kendisine bakıyordu. Yüksek, siyah kadife kaplı, sandalyelerden birine oturduktan sonra yüzünde aynı gülümsemeyle konuşmaya başladı.
‘Bir kırmızı şarap.’
Kadın, genç barmenin verdiği şarap bardağını kavradıktan sonra bir yudum alarak etrafını kokladı. Değişik bir şeyler arama umuduydu sadece içindeki. Kanı alkolle kirlenmiş ölümlülerin içinde pek de farklı bir şey bulabileceğini sanmıyordu aslında. Lanthanoid Rutherfordium’un açılması için sabırsızlanıyordu aslında. Sisli ormana kadar çektiği genç büyücülerin kanları oldukça lezzetliydi. Büyücü kanı kendisi için vazgeçilmezdi aslında. Hazine kadar değerliydi hepsi. Max’ı öldürmesinden sonra daha da güçlenen bedeni ile artık daha da iyi algılayabiliyordu her şeyi. İnsanları kendisine çekmesi çok daha kolay oluyordu. Arada onlarla ‘oynamak’ ya da ‘oynaşmak’ da hoşuna gidiyordu aslında vampirin. Kendisini dönüştürenin kendisiyle, şu anda kendi yaptığı gibi, oynamadığı için şükrediyordu. Aslında şükretmeyi seksen üç yıl önce bırakmıştı. Lanetli bir yaratık olarak artık Tanrı’ya tapamazdı ya. İster istemez, insan olduğu zamanlarda olduğu gibi yapıyordu ama bunu. Refleks haline gelmişti sanki bu iş. Bir an önce vazgeçmesi gerektiğini biliyordu, ama bunu kontrol edemiyordu. Düşüncelerinden sıyrılması duyduğu bir sesle olmuştu.
‘Bir viski daha, lütfen.’
Etkileyici bir erkek sesiydi bu. Güçlü ve hoştu. Sarhoş olmak istermiş gibi bir halde söylemişti, ısrarla ve kendinden emin. Vampir, adama odaklandığında kokusunun farklılığını hissederek boğazının biraz daha yanmasına neden oldu, istemsizce. Adamın kokusu diğer her şeyden ayrılıyordu. Bir büyücü. Hem de çok taze. Zihninde yankılanan düşünceyle kırmızı dudakları yukarı doğru kıvrıldı bir anda. Bu geceki avını kestirmişti gözüne. Sahte mavi gözlerini kokuya doğru çevirdi yavaşça. Sarı saçları loş bar ışında bile parlayan, oldukça güçlü görünen bir büyücüydü. Ama yaşının oldukça genç olduğundan emindi kadın. Oturduğu yerden, elinde şarap bardağıyla, kalktı ve yavaşça adama doğru yürüdü. Adam, geldiğini fark etmiş olacaktı ki, elindeki bir şeyi telaşla ceketinin ön ceplerinden birine koydu. Bunu görmek vampir için hiç de zor değildi. Neyi koyduğuna dikkat etmemişti. Umurunda da değildi zaten. Yakın zaman sonra ölecekti. Ya da ölmezdi. Böyle hoş bir adama kıyamayabilirdi, belki. Başını adama doğru uzatarak sarı kaşlarını kaldırıp meraklı bir havayla oturup oturamayacağını sordu. Adam umursamadan elini yanındaki boş sandalyeye doğru hafifçe salladı. Bu kadar umursamaz olması kadının sinirini bozsa da adamın can alıcı kokusu sinirini bastırmasına yetiyordu. Ve boğazının daha da yanmasına neden oluyordu… Kadın sandalyeye yerleştikten sonra şarabını siyah mermere koydu ve ince parmaklarını şarap bardağının kenarlarında dolandırmaya başladı. Bir şeyler söylemek istiyordu, kendisine çekmek için. Ama kelimeleri bulamıyordu. Boğazından çıkacak bir hırıltıyı bastırmaya çalışıyordu bir yandan da. Susuzluk kendisinin daha vahşi olmasına neden oluyordu. Kendisini yüzde yüz kontrol edemiyordu daha. Adama doğru yaklaşarak bir kez daha kokusunu içine çekti. Mazoşist gibi hissediyordu kendisini. Daha da canını yakıyordu yaptığı. Adam rahatsız olmuş ve şaşkın bir şekilde kendisine bakmaya başlamıştı. Sonunda ilgisini çekebilmeyi başarabilmişti. Yüzüne etkileyici bir gülümseme yerleştirirken mesafelerini eski hale getirdi. Fısıldayarak konuştu.
‘Sen insan değilsin.’
Adam kafasını geriye doğru çekti ve irileşmiş mavi gözleriyle kadını şöyle bir süzdü. Vampir ise hala gülüyordu. Adamın şaşkın hali oldukça gülünçtü. Önce kendisini süzen gözler daha sonra kendi bedeninde gezindi. Nereden anladığını bulmaya çalışıyordu herhalde. Bunu sormasının daha mantıklı olduğunu düşünüyorken adam, kendisi için fısıltı, kadın için normal bir sesle konuşmaya başladı. Sesi oldukça soğuk, ciddi ve bir o kadar da meraklıydı.
‘Bundan nasıl emin olabiliyorsun?’
Tecrübeli ve genç bir büyücü. Oldukça tehlikeli bir avdı. Bu gece kesinlikle eğlence vardı. Güzel bir av olacaktı. Kadın gözlerini adamın deniz mavisi gözlerine dikti ve tekrar konuşmaya başladı. Adamın kendisini duyabilmesi için biraz eğilmesi gerekiyordu. Yüzünü tekrar adama yaklaştırarak sadece tek bir kelime söyledi. Adamın bir şeyler çakabileceğini umursamıyordu.
‘Kokun…’
Ne yapacağını şaşırmış bir hali vardı büyücünün. En azından çok kısa bir an öyleydi. Daha sonra yüzüne alaycı bir gülümseme yerleşmişti, hafifçe. Neyi düşündüğünü merak etmişti kadın. Kendisi mi kurban edecekti canını? Buna çok gülerdi herhalde. Yüzündeki sahte şaşkınlığı silmedi ve adamın dudaklarından dökülecek kelimeleri bekledi. Adamın bir planı varmış gibi görünüyordu. Cevabı çok gecikmemişti.
‘Acıktın mı güzelim? O zaman takip et beni.’
Sanki kendisiyle yatacakmış gibi, sürtükçe konuşmuştu adam. Yüzündeki gülümseme daha da belirginleşirken oturduğu sandalyeden kalktı ve kapıya yöneldi. Tam kapıya geldiğinde durdu ve kendisine doğru baktı. Kadın nedense kalkmamıştı. Tam olarak ne yapacağını düşünmeye çalışıyordu. Adam kapının önünde dururken işaret parmağıyla gelmesini işaret ediyordu. Kısa bir an bekledikten sonra ellerini cebine koyarak dışarı çıkmıştı. Kadın da şarabının son yudumundan sonra bardağı masaya sert bir şekilde koydu ve siyah sandalyeden ayağı kalktı. Kapıya doğru yürürken ne yapacağına karar veriyordu. Adamı öldürmeyecekti. En azından hemen öldürmeyecekti. Oldukça oyuncu birine benziyordu, bu yüzden o nasıl davranıyorsa kendisi de aynen o şekilde davranacaktı. Ana caddeye çıktığında, neredeyse hiç ışık olmamasına rağmen adamın üzerindeki her bir detayı oldukça net görebiliyordu. Ona yetişmek için çaba harcamasına gerek yoktu. Bu yüzden adımlarını ‘normal’ tutuyordu. Neler olacağını merak edercesine sadece adamı izliyordu. Kendisine bir sokak seçen yakışıklı yavaş ama seri adımlarla dar bir yere girdi. Bu sefer ona yetişmek için hızlanmıştı kadın. Birkaç adım sonra o da sokağın içindeydi. Barın arka tarafıydı muhtemelen burası. Yanında bir apartman vardı. Televizyonun sinir bozucu sesini duyabiliyordu oldukça net. Barın arkasındaki çöp bidonunda iki kedi vardı. Onlar dışında başka da canlı yoktu zaten. Adam hala yürümeye devam ediyordu. Hala boğazının yanmasını durduramamıştı. Daha fazla dayanamayacaktı ama artık. Koşarak adama yetişti ve bir anda O’nu sol omzundan tutup duvara yapıştırdı. Boğazından gelen bir hırlamaya engel olamamıştı. Gözlerindeki lensler kendisi koşarken muhtemelen çıkmıştı, çünkü artık rahatsız eden hiçbir şey yoktu kendisini. Adamın gözlerinden görebiliyordu kıpkırmızı gözlerini. Kendisine hakim olacaktı ama. Oyun oynayacaklardı ya daha. Derin bir iç çekti ne adamın gözlerinin içine bakmasını sağladı kısa bir süre. Yüzünü, iyice adamın yüzüne yaklaştırdı ve dudaklarına baktı bir süre adamın. Dudakları, artık adamın dudaklarına değecekken konuşmaya başladı.
‘Aklından tam olarak ne geçiyor, yakışıklı? Bence biraz oyun oynayalım.’
Adamın dudakları, sözleri üzerine yukarı doğru kıvrılmıştı, umursamaz bir şekilde. Avcı-av ilişkisinde kendisini avcı falan mı zannediyordu? Oldukça komik bir durumdu bu. Susuzluktan iyice kurumuş dudaklarını yavaşça adamın dolgun, hayat dolu, dudaklarına değdirdi ağır bir şekilde. Kısa bir öpüşmenin ardından daha fazla dayanamayacağını anlamıştı. Köpek dişlerinin iki katına çıkmasına izin verdi, saniyenin onda biri kadar bir süre ve sonra dişlerini adamın dudaklarına sertçe bastırdı. Ağzına daha ilk damlanın düşmesiyle boğazından büyük bir hırıltı duyuldu. Eşsiz, taze, muhteşem bir tat dolmuştu ağzına. Ama yetmiyordu bir türlü. Adamın kelimenin tam anlamıyla deldiği dudağını koparmak istercesine emiyordu, kanın tadının zevkine varabilmek için. Adamın kollarını sıkıca tutmuş, kaçmasını engelliyordu. Adamın bir büyücü olduğunu aklından tamamen çıkarmıştı. Öldürmeme düşüncesi de tamamen uçmuştu aklından, ağzındaki kanın etkisiyle. Adeta sarhoş olmuş gibiydi. Kanda çok az da olsa alkol vardı, ama bu umurunda değildi. Safkan olduğu anlaması çok da uzun sürmemişti. Boğazından çıkan hırıltılar git gide artıyordu. Ama bir anda adamın fısıltısını işitti.
‘Accio…’
Kadın bir anda durmuştu adamın kanını emmeyi. Kendi dudaklarında kalan kanı yalıyordu ilkel bir şekilde. Tahta bir çubuğun adamın eline geldiğini gördüğünde ise neler olduğunu anlaması çok da uzun sürmemişti.
‘Sersemlet!’
Kadın bir anda sokağın ortasına kadar sürüklenmişti. Normalde diğer duvara yapışması gerekiyordu büyünün etkisiyle, ama oldukça güçlü olduğu için direnmişti. Kırmızı gözlerini kısıp adama hırladı sinirli bir şekilde. Adamın ne kadar biti olduğunu biliyordu. Her an atlayacakmış gibi eğilmişti ve adeta öfke saçıyordu etrafa. Normal bir insan bu halini görse kanını emmesine gerek kalmadan korkudan ölürdü herhalde. Duruşunu ani bir şekilde düzeltirken adamın irkildiğini görmüştü. Yine eski halini almış gibi bir tavır vardı üzerinde. Gözlerini kıstı ve ellerini göğsünün altında birleştirerek adama doğru yürüdü tekrar. Asasını bir daha kaldırabilecekmiş gibi görünmüyordu. Yüzüne sahte bir acıma ekleyerek konuşmaya başladı.
‘Ne oldu, büyücü? Çok mu bitkinsin? Dur da sana yardım edeyim.’
Adamın omuzlarından tuttuğu gibi bir kez daha dayadı duvara. Daha sonra da asasını elinden çekerek çok hızlı bir hareketle aldı ve asayı elinin içinde bükerek, tek bir hamleyle kırdı. Yapabileceği çok da bir şey kalmamıştı artık büyücünün. Adamın gözlerinin içine bakmasını sağladıktan sonra tekrar konuşmaya başladı kadın. Sesi anlaşma yapar gibiydi.
‘Seni öldürmeyeceğim. Bunun için fazla hoşsun. Ama bana biraz daha izin vereceksin.’
Adamın teklifi karşısındaki ikilemini çok bariz bir şekilde hissedebiliyordu. Adeta yüzünden okunuyordu bu çelişki. İnsanken, hatırladığı kadarıyla kendisi de böyle ikilemlere çok giriyordu. En azından hatırladığı kadarıyla bunları çok yaşıyordu. Ama onu dönüştüren vampir karşısında seçme şansı yoktu. Karşısındaki adam oldukça şanslıydı bu yüzden. Adamın cevabını beklerken ağzından akan kanlara bakıyordu. Boğazı artık o kadar yanmıyordu, ama bu daha fazlasını içmeyecek olduğu anlamına gelmezdi. Aslında adam ne derse desin, kanı içmeye devam edecekti, ama bu sefer itaatkârlığı tutmuştu. En sonunda bir fısıltı duydu.
‘Peki bakalım. Bu sefer kazanan sen ol…’
Kadın yüzüne zafer dolu bir gülümsemeyle adamın mavi gözlerine baktı bir süre. Sonra güçlü bedenini adama bastırdı iyice. Adamın kısa bir an nefesinin kesildiğini duyabilmişti. Saniyenin onda biri kadar bir süre adamın kanayan dudaklarına baktı, daha sonra büyücük bir açlıkla adamın alt dudağını emmeye başladı. Yaraların kapanmaya başlamış olduğunu anladığında bir kez daha dişlerini adamın alt dudağına geçirdi ve daha çok akan kanı emmeye devam etti. Adamın boğazından acı dolu bir ses çıkmıştı bu sırada. Git gide daha fazla kan kaybediyordu ve kadın artık kendini durduramaz bir hale gelmeye başlamıştı. Her zaman sadık biri olmasına rağmen şu anda ağzına dolan muhteşem tadın etkisiyle kendinden geçmişti. İtaat etmesi gerekiyordu anlaşmaya. Adamın alt dudağından önce kendi dudağını, daha sonra da karşısındaki bedenden kendi bedenini çekmişti. Yeterince kan almıştı bu gece için. Adamın bedeni, kendi bedeninin çekilmesiyle yere yığılı vermişti. Gözlerinin zorlukla açık durduğunu görebiliyordu rahatça. Kadın, ağzında kalan kanı önce elinin tersiyle sildi, daha sonra da elinin üzerine bulaşan taze kanı yaladı. Daha sonra kırmızı gözlerini gökyüzüne dikti. Yağmur dinmeye başlamıştı. Saat muhtemelen üçe falan geliyordu. Gözlerini tekrar adama diktikten sonra O’na doğru eğildi. Adamı cidden perişan hale getirmişti.
‘Anlaşma, anlaşmadır. Merak etme, sabaha kadar kendine gelirsin. İyi geceler, yakışıklı…’