Mortal Instruments RPG Ölümcül Oyuncaklar'a Hoşgeldiniz...Görmediklerinizi Keşfetmeye Hazır mısınız? |
| | Kaçak Alımları | |
|
+2Conerus Hell Greyn Elizabeth Rose Wayland 6 posters | Yazar | Mesaj |
---|
Elizabeth Rose Wayland Konsül Temsilcisi | Gölge Avcısı
Lakap : Lizbeth Mesaj Sayısı : 2356 Kayıt Tarihi : 11/07/10
Karakter Detayı Statü: Site Kurucusu Uyarı: 0/0
| Konu: Kaçak Alımları Perş. 24 Şub. 2011, 21:45 | |
| Kaçaklar, işledikleri herhangi bir suç yada suçlar yüzünden, sorumlu kişilerden kaçanlara verilen addır. +3 Yıldız seviyesi - Kod:
-
Karakterinizin Adı ve Soyadı: Karakterinizin Yaşı: Ne Suçu İşlediniz? : Örnek RP:
| |
| | | Conerus Hell Greyn Lütfen rütbe edinin, yoksa oyuna dahil olamazsınız!
Lakap : Hell. Mesaj Sayısı : 165 Yaş : 28 Kayıt Tarihi : 28/09/10
Karakter Detayı Statü: Uyarı:
| Konu: Geri: Kaçak Alımları Ptsi 28 Şub. 2011, 12:09 | |
| Karakterinizin Adı ve Soyadı: Conerus Hell Greyn. Karakterinizin Yaşı: 27 civarı. Ne Suçu İşlediniz?: Babasını öldürdü. Örnek RP: - Spoiler:
Kukuletalı adam yoktan var oldu denizin ortasına. Gecenin karanlığıyla birleşiyordu kukuletasının siyahlığı. Uzaktan gelen biri, onun orada olduğunu fark edemezdi. Denizin üstünde, havada duruyordu. Kıyıda falan değildi, daha ilerilerdeydi. Ege Denizi’nin tam ortalarında. Gökyüzünde sadece gri bulutlar vardı, yıldızları kapatıyorlardı. Ay da yoktu, sanki bu adamdan korkup kaçmıştı hepsi. Adam kendisinden korkmasını istiyordu herkesin. Öyle oluyordu da. Ama bunları düşünecek vakti yoktu şimdi, istediği şeyi almaya gelmişti buraya. Alacaktı. İki elini gökyüzüne kaldırdı; normalde beyaz tenli elleri, karanlıkta belli olmuyordu. Adam, denizi bile dalgalandıran sesiyle bağırdı:
“Kapılar açılsın! Element taşının bekçileri!”
Sanki adamın gelmesi bekleniyordu, son kelimeleri söyler söylemez bir ışık patladı adamın olduğu yerde. Bundan adam zarar görmedi, bu turkuaz rengi ışık Ege Denizi’ni tamamen aydınlatıyordu. Hatta İzmir kıyılarına kadar ulaşıyordu. Bu ışık bir süre daha etkisini gösterdi, sanki mavi bir güneş doğmuştu ve her yeri aydınlatıyordu. Adam yavaş yavaş istediğine ulaşma mutluluğu içindeydi. Ama sevinmek için biraz erkendi sanki. Daha sonra dört tane belirsiz şekil fırladı denizin içinden, turuncu rengindeydi. Bu turkuaz ışık onlara etki etmiyordu, belirsiz bir şekil olarak havada duruyorlardı. Aralarında belirli bir mesafe vardı, iki tanesi önde, iki tanesi arkadaydı. Adamın etrafına kare çizilmişti ve bu şekiller karenin köşelerinden fırlamıştı sanki. Bir süre sonra şekillenmeye başladılar. Adam etrafında dönüyor ve onların dönüşümlerini inceliyordu. Yavaş yavaş parıldamaya başladılar, şekiller dik bir elips şeklini aldı. Üstleri başlarını oluşturdu, cinlerin kulaklarına benzeyen kulaklar çıktı kafalarının yanlarından. Daha sonra vücutları şekil aldı ve adamın etrafında dönmeye başladılar. Boyları en fazla otuz santimdi. Buzda kayarcasına süzülüyorlardı sanki. Ten renkleri açıktı, beyaza yakın bir renkti. Gözleri küçüktü, açık maviydi hepsininki. Üstlerinde, turuncu bir kıyafet vardı. Pantolonları ve ayakkabıları tamamen turuncuydu. Kahverengi kemerleri vardı. Üstlerinde turuncu bir gömlek vardı. Bu gömleğin yakaları biraz daha genişti ve sağ tarafında bir cep vardı. Yavaş yavaş bir melodi belirdi ve bir yandan dönüp bir yandan şarkı söylemeye başladılar. Herhalde bir önlemdi bu, şarkı şöyleydi:
“Açıldı özel taşların kapıları, Aman sakın ha, çalmaya kalkma! Sonuçlarını tahmin edemezsin sonra, Çekersin en büyük acıları. Bu taşlar önemlidir, güçlüdür, Elementlerin gücüdür. Eğer onlar olmazsa, Kaybolur, ateş, su; toprak, hava! Burası gizli bir yer, Bizler de bekçi cüceleriz. İçimizden biri baş cücedir, İstediğin şeyleri söyle ona. Sakın ona karşı durma, Kovalar seni buradan. Bul bilmecelerin cevabını, Gir içeri kapılardan!”
Şarkıyı bitirdikten sonra adamın etrafında bir tur daha döndüler ve önünde sıraya dizildiler. Sağdan ikincisi öne doğru çıktı, arkasından onun boyunda bir asa çıkardı. Asanın ucunda turuncu bir taş vardı, asanın sapı kahverengiydi. Taş asaya saplanmıştı, tabanı genişti ve yukarı çıkıldıkça inceliyordu. Cüce sağ eliyle asayı birkaç kez döndürdükten sonra hızlıca vurdu boşluğa. Havada durmalarına rağmen tok bir ses çıkardı. Cüce birkaç adım daha yürüdü ve adam ile göz göze geldi. Adamın suratı karanlıkta pek belli olmuyordu. “Ne istiyorsun?” Ses tonu tizdi ve sertti. Dimdik duruyor ve gözlerini kırpmadan adama bakıyordu. Adam zaman kaybetmeden cevap verdi:
“Kapıları aç.”
Kelimelerin üstüne basa basa söylemişti, dikkatlice ve özenerek. Cüce kaşlarını çattı. Bu kadar kolay olmayacaktı. Adam aslında biliyordu bunu. Demek zorunda olduklarını hazırlamıştı, her şeyi planlamıştı. Bu gece bunlar mutlaka işe yaramalıydı. Cüceler güçlü yaratıklardı, ama adam onlara karşı koyabilecek güçteydi. Eğer bir sorun olursa büyüye başvuracaktı. Buna gerek kalmayacağını düşünüyordu aslında. Cüce tereddüt etmeden, tonunu değiştirmeden konuşmaya başladı:
“Bilmeceleri bil ve kapılardan gir. Bilmeceleri bilmez veya bizlere karşı gelirsen alacağın cezalar en kötü şeyler olacak. Bilmeceler bilinmeden kapı açılmaz, açılamaz. Element taşları güçlü efsunlarla korunmakta. Aksi bir harekete başvurma. Bilmeceleri istiyor musun?”
Hareketleri değişmedi cücenin. Adam ise bunların olacağını biliyordu. Bilmecelerle fazla zaman kaybedecekti. Daha kolay yollarla başvurmalıydı. Düşündüğünü yapacaktı, planını değiştirmek zorunda kalsa da yapacaktı bunu. “Bilmecelerden daha kısa yollarda vardır, baş cüce,” demesiyle “Katlet!” diye bağırması bir oldu. Baş cüce birkaç adım geriledi ama yıkılmadı. Arkadaki cüceler ise adamın dört tarafına yerleştiler. Asalarını çıkarmışlardı, onların asalarının baş cüceninkinden tek farkı biraz daha kısa ve taşlarının biraz daha küçük olmasıydı. Dört cüce de aynı anda asalarını adama yönelttiler ve lanetleri yolladılar. Ama adam bunu birkaç el hareketiyle bir kalkan yaparak geri gönderdi. Cüceler geri savrulan lanetlerden zar zor kaçtılar. Baş cüce “Bunu yapmayacaktın!” diye bağırdı ve asasıyla daha büyük bir ışık huzmesi yolladı. Adam sağ tarafa doğru kaydı ve laneti savurdu. Sol elini adama doğru yöneltti ve elini çevirerek bir lanet yolladı baş cüceye. Baş cüce bundan da sıyrıldı. Elini havaya kaldırdı ve bağırdı:
“Element taşları tehlike altında!”
Ve kulakları sağır edecek bir ses, gözleri kör edecek derecede sarı bir ışık. Sanki sabah olmuştu. Her yer şimdi aydınlanmıştı, ama güneş yoktu. Havada hala bulutlar vardı. Bu insanları tedirgin edecekti belki de, ama taşlar daha önemliydi. Onların olmaması insanları kat ve kat daha tedirgin edecekti. Adam işin fazla uzadığını düşünüyordu, iki elini baş cüce gibi havaya kaldırdı. Ellerinde kırmızı, hareket eden sarmal çizgilerle dolu saydam yuvarlak bir ışık oluştu. Adam kendini zorlayarak biraz daha büyüttü o ışık huzmelerini ve ellerini önüne çevirerek etrafında hızlıca döndü. Işık huzmeleri dönmesiyle birlikte cüceleri yere devirdi. Adamın ilk işi baş cücenin yanına gidip elindeki asayı almak oldu. Asayı tam karşısına yöneltti ve bağırdı. “AÇIL!”
Gittikçe büyüyen turuncu ışık, neredeyse adamın boyutunda bir geçit açtı. Geçit aynı adamın elinde biriktirdiği o ışık huzmelerine benziyordu. Adam gülümsedi ve hızlı adımlarla geçidin yanına geldi. Biraz tereddüt etse de elini geçidin içine soktu, geçit onu kendine doğru çekti. Artık Ege Denizi’nde, havada durmuyordu.
Karanlık ortam yavaş yavaş aydınlanıyordu. Küçük bir odaydı burası. Aydınlandıkça, dört duvarın her birinde bir elementin resmi olduğu fark ediliyordu. Birinde daire içinde ateş, birinde daire içinde hava; birinde daire içinde su, birinde ise daire içinde toprak vardı. Renklerine göre boyanmışlardı. Hava, temsili olarak maviydi; ateş turuncu ve sarı renklerdeydi. Toprak kahverengi, su mavimsi bir renkteydi. Daha sonra oda tamamen aydınlandı. Adam şaşırmıştı. Burası sadece bir odaydı, duvarlarında resimler olan. Herhangi bir taş, ya da taşın burada olduğuna ilişkin bir ipucu yoktu. Sadece dört duvar ve resimler. Adam hırsla duvarlara dokunmaya devam etti. Belki duvarda bir taşa basınca bir geçit açılacaktı. Ama o da olmadı. Neredeyse beşer defa denedi ama olmadı. “Lanet olsun!” diye bağırdı adam. Elindeki asayı ateş elementinin olduğu duvara fırlattı. Ateş elementi resmi yanmaya başladı. Resim canlanıyordu. Adam bunun diğer resimlerde de aynı olacağını düşündü ve asayı resimlere teker teker çevirip büyüler yolladı. Adam bir şey demeden asa gücünü gösteriyordu. En son hava elementi de canlandıktan sonra adamın birkaç adım ilerisinde, yer yarılmaya başladı. Bir sütun çıktı, üstünde cam kap vardı. Dikdörtgen şeklindeydi, içinde ise bir taş vardı. Fanusun boyundaydı ama genişliği için aynı şey söylenemezdi. En fazla 6-7 santim genişliği vardı. Taşın üst sağ tarafı maviydi, onun altı turuncuydu; sol üstü beyazımsı bir renkti, şeffaf gibiydi, onun altı ise kahverengiydi. Bunlar parlıyorlardı. Adam heyecanlandı; aradığı buydu. Yavaş adımlarla fanusa yaklaştı, cam kabı kolaylıkta kaldırdı. Taş artık savunmasızdı. Onu eline aldı, dokundu ve tekrar dokundu. Olmuştu, almıştı. Artık güç onun elindeydi, elementler onun emrindeydi. Adam yavaş yavaş buhar halini aldı, buharlar parçalanarak farklı yönlere uçtular, yok oldular.
Adam gitmişti.
| |
| | | Elizabeth Rose Wayland Konsül Temsilcisi | Gölge Avcısı
Lakap : Lizbeth Mesaj Sayısı : 2356 Kayıt Tarihi : 11/07/10
Karakter Detayı Statü: Site Kurucusu Uyarı: 0/0
| Konu: Geri: Kaçak Alımları Ptsi 28 Şub. 2011, 13:31 | |
| Tebrikler Çok çok başarılı bir rp.. Yıldız seviyeniz: 5 olarak verilmiştir. Önceden verilen yıldınızla 6 Olmuştur. | |
| | | Xavier Dylan Black Lütfen rütbe edinin, yoksa oyuna dahil olamazsınız!
Nerden : İzmir Mesaj Sayısı : 13 Yaş : 26 Kayıt Tarihi : 10/09/10
Karakter Detayı Statü: Uyarı:
| Konu: Geri: Kaçak Alımları Perş. 12 Mayıs 2011, 05:53 | |
| Karakterinizin Adı ve Soyadı: Xavier Dylan Black Karakterinizin Yaşı: 27 Ne Suçu İşlediniz? : 60 Kişi öldürmüşüm diyebiliriz. Örnek RP: (Kaçak veya katil rp'si değil olurmu?) - Spoiler:
Büyüleyici siyah bir kuş pencerenin önünden huşuyla geçiyordu. Onun havada süzülüşünü izlemek insanın üzerine inanılmaz bir mutluluk salıyordu. Uçmak, özgür olmak. Xavier bu duyguyu hissetmeyeli epey olmuştu. İçindeki isyankâr ruh çığlıklarla hemen Quidditch sahasına gitmesini istiyordu. Bu mutluluğu teninde tekrar hissetmek bedenini kapladığını görmek istiyordu. Mutsuzlukla dışarıdaki havaya baktı. Sabahın tüm güzellikleri ve Ekim' in tüm kasvetini toplamış Xavier’ı isyana davet ediyordu. Bugün Ekim'in son günüydü ve belkide bir kaç ay içinde görebilecekleri son güneşli gündü. Gözlerinde elle tutulabilir bir mutsuzluk vardı. Kendini hapsedilmiş gibi hissediyordu. Özgürlüğü kısıtlanmıştı. Tek görüş günleri ise Çarşamba'larıydı. Onun da gelmesine daha 4 gün vardı. Henüz Quidditch maçları da başlamamıştı. Ruhu sıkılıyordu. Kalbide ona eşlik eder gibi az atmaya başlamıştı. Damarlarında kanının akmasını sağlamanın tek çaresi vardı. Vücuduna hava desteği vermek. Pencerenin yanındaki koltuğu ayaklarıyla iterek doğruldu. Vücudunda somut bir istek dolaşıyordu. Yaşamasının tek çaresinin ne olduğunu bilen ölüme mahkûm bir tutuklu gibiydi. Yatakhaneye ilerleyerek yatağının yanında komodinin kenarına koyduğu süpürgesini aldı. Süpürgesinin pürüzsüz sapını elinde dolaştırırken ateşin vücudunda kalbine doğru ilerlediğini hissedebiliyordu. Gözlerinde kimsenin anlam veremeyeceği bir ışık parıldıyordu. Bunu sadece bir Quidditch Oyuncusu anlayabilirdi. Süpürgesinin ucuna altın harflerle işlenmiş yazıya baktı;"Ateşoku". Yüzündeki gurur ve kibir karışımı duyguyla yatakhanenin soluk kahverengi kapısını açarak ortak salona ilerledi. Ateşokunu aldığı günü hatırlıyordu. Öyle mutluydu ki. Daha önce hiç şeker yememiş bir çocuk gibi ilk kez süpürgeye bindiğini hissetmişti. Daha önce hiç bu kadar muhteşem bir hediyesi olmamıştı. Şimdilerde pek rövanşta bir süpürge olmasa da o günlerde alabilmek için dükkânın önünde kuyruk olurdu. Ateşoku gibi bir kaç süpürge daha çıkmıştı. Ama Ateşokları popülerliklerini hep korumuştu. Hala en çok kullanılan süpürgeler arasındaydı. Xavier onu ellerinde kırılacak bir eşya gibi taşıyarak portre deliğinden tırmandı. Giriş Salonundaki araziye açılan büyük ve ihtişamlı kapıya doğru ilerledi. Heyecanlı bir kalabalık onu içine çekmeye hazır gibiydi. Ama o onlara aldırmadan arazinin muhteşem havasıyla ciğerlerini doldurdu. Herkes bu akşam ki balo için heyecanlıydı. Durmadan kostümleri ve saçları hakkında konuşuyorlardı. Xavier onları duymamaya çalışıyordu. Çünkü kendisi de onlar gibi baloya hazırlanmalıydı ve bu süreç onun havada kalacağı zamanı daraltıyordu. Diğerleri gibi heyecanlı değildi. Ama etrafa yayılan söylentilere göre şimdiye kadar ki en muazzam balo olacaktı. Bu Cadılar Bayramı Büyük Salon' da kutlanmak yerine Balo Salonunda kutlanılacaktı. Xavier bunu duyduğunda söylentilerin gerçek olabileceği kanısına varmıştı. Balo Salonu, içinde her türlü gösteriyi sağlayabilecek kadar büyüktü ve çeşitli sihirlerle donatılmıştı. Xavier en son Balo salonuna girdiğinde ne için orada bulunduğunu hatırladı; Savaşta ölen kahramanlar için yas töreni. Balo ağlıyor gibi görünüyordu. Slytherin'lerin bile üzüldüğü görülebiliyordu. Ki bu odanın sihrinin bir parçası gibi görünüyordu. Oda kendini içindeki kutlama ve anma gibi törenler için hazırlıyordu.
Gecenin nemiyle ıslanmış çimleri ezerek Bekçi kulübesinin arkasındaki patikadan Quidditch sahasına ilerliyordu. Yasak Orman çekiciliğini ve gizemlerini kullanarak insanları içine çekmeye çalışıyordu. Öğrenciler arazinin ıslaklığına aldırmayarak çimlere yayılmıştı. Xavier' de onlar gibi bu ortamın etkisindeydi. Öğleden sonraki dersler iptal edilmişti. Ki bu da bu Cadılar Bayramı' nın Hogwarts' ın tarihine geçeceğinin bir kanıtıydı. Ayaklarının altında ezilen çimlerin seslerinin dışında sessizlikle Quidditch Sahasına ilerledi. Artık adımlarını çamurlaşmaya başlamış toprakta atıyordu. Vücudunu kaplayan bir sıcaklık ellerine doğru ilerledi ve Ateşokunu istemsizce kaldırmasını sağladı. Xavier Ateşokuna atladığında tüm hapsedilmişliğinin üzerinden gittiğini hissetti. Neşeyle çığlık attı. Hava onu sevinçle kucaklamıştı. Gökyüzüne doğru hızla uçtu. Ateş oku hızlandıkça o sesini daha da yükseltiyordu. Gülümseyerek Tutucu çemberlerinin içinden geçti. Kahkahalarıyla sarsılan Quidditch sahası onu bırakmaya niyetli değildi. O da onu. Elinde olmadan gülümseyip çığlıklar atarak Ateş okunun havayı yararken çıkardığı sesleri kuvvetlendiriyordu. O kendini kaybetmişken saatinin tik taklarını duyamıyordu. Zaman gittikçe ilerliyordu. Bir saat sonra Cadılar Bayramı Balosunun başlayacağının farkında bile değildi. Nefes almak ve vücudunu dinlendirmek için havada birkaç saniyeliğine durakladı. Beyninde biraz önce ona buraya gelmesini söyleyen şimdi ise kızgınlığa bürünmüş bir ses saate bakmasını söylüyordu. İstemsizce sol elini kaldırıp kıyafetinin kapattığı saati gün ışığına çıkardı. Gözleri dehşetle açıldıktan bir saniye sonra yere dalışa geçti. Toprağı ezerken gittikçe hızlanıyordu. Artık koşmaya başlamıştı ki arazinin bittiği noktaya, Hogwarts kapısına vardı. Arazinin havasını son bir kez ciğerlerine çekerek Hogwarts’ın heyecan kokan havasına daldı. İnsanlar telaş içinde koridorlarda koşturuyordu. Birçoğu kıyafetlerini giymişti bile. Xavier onların yanından geçerken büyük bir tezat oluşturuyordu. Diğerleri kostümlerini üzerine geçirmişken o terli eşofmanlarıylaydı. Koridor boyunca koşup ortak salonuna vardı. Ev cinlerinin telaşlı sesleri duyulabiliyordu. Portre deliğini hızla açarak içeriye daldı. Arkadaşlarından bazıları ona şaşkınlıkla seslenirken o elini aceleyle sallayarak yatakhaneye koştu. Dün gece hazırladığı kıyafeti gardıropta asılı duruyordu. Ama önce sıcak bir duşa girmeliydi. Buna zamanı yoktu. Bildiği tüm sihirleri zihninde gözden geçiriyordu. En sonunda sık kullanılan bir sihir aklına geldi. Asasını vücudunun etrafında gezindirerek; "Aklapakla" diye mırıldandı. Vücudundaki kirler vantuzla emilirmiş gibi asasının içine ilerlerken o temizlendiğini hissediyordu. Şimdi temizlenmiş olan vücuduna en sevdiği parfümünü sıkarak kıyafetini giyindi. Saçları kendisinden geçmiş gibi görünüyordu.
Adımlarını kendinden emin bir şekilde ortak salona çevirdi. O içeriye girdiğinde birçok bakışı üzerinde hissedebiliyordu. Utangaç bir gülümseme suratını kaplarken çekingen bir şekilde portre deliğinden tırmandı. Bu kıyafetle çok zor oluyordu. Aslında kesimi kolay hareket edebilmeyi sağlıyordu. Ama Xavier böyle bir kıyafeti ilk kez giyiyordu. Kendini şimdiye kadar hiç olmadığı gibi hissediyordu; Yakışıklı ve çekici. Koridorlardan geçerken bakışlar üzerine çevriliyordu. Suratının kırmızıya dönüştüğünü hissedebiliyordu. İçinden Keşke bu olmasa diye diliyordu. Ama bu gecenin böyle geçeceği belliydi. Ona yüzyıllarmış gibi gelen birkaç dakika sonra Balo Salonunun kapısı gözüktü. Salonun ışıklandırması koridora yansımıştı. Daha salona girmeden içini bir heyecan bürüdü. Salon bitene kadar görevlilerden başka kimse görememişti. Birçok kişi içeri akın ediyordu. Xavier kapıdan içeriyi adımladığında nutkunun tutulduğunu fark etti. Hogwartsta daha kaç tane sürpriz yaşayacaktı. Hayatı boyunca hiç böyle bir görkem görmemişti. Zorlukla yutkunarak etrafına bakınıyordu. Keşke 10 tane gözüm olsaydı diye düşündü. Çünkü etrafı bir an önce gözlemleyebilmeyi istiyordu. Oda siyah ve kırmızının aşkıyla döşenmişti. Salonun ışıklandırması on metre yukarıda süzülen oyulmuş devasa balkabaklarının içinden gelen ışıkla yapılıyordu. Masalar oyulmuş devasa balkabakları şeklinde dizayn edilmişti. İnsanlar içine girip oturabiliyorlardı. Siyah perdeler pencerelerin etrafından dolanıyor ve odayı bir çadıra dönüştürüyordu. Dans pisti salonun büyük bir kısmını kaplıyordu ve dans pistinin üzerinde muazzam bir ışıklandırma vardı. Burayı Muggle'ların deyimiyle; bir Diskoya dönüştürmüşlerdi. Xavier şaşkınlık içinde masalardan birine geçti.
| |
| | | Aurélien Rhodanthe Lütfen rütbe edinin, yoksa oyuna dahil olamazsınız!
Lakap : bells Mesaj Sayısı : 1158 Yaş : 31 Kayıt Tarihi : 11/07/10
Karakter Detayı Statü: Uyarı: 0/0
| Konu: Geri: Kaçak Alımları Perş. 12 Mayıs 2011, 08:50 | |
| Yıldız seviyeniz : **** Rütbeniz veriliyor. | |
| | | Reine Gregeroit Lütfen rütbe edinin, yoksa oyuna dahil olamazsınız!
Mesaj Sayısı : 32 Kayıt Tarihi : 16/05/11
Karakter Detayı Statü: Uyarı:
| Konu: Geri: Kaçak Alımları Ptsi 16 Mayıs 2011, 16:10 | |
| Karakterinizin Adı ve Soyadı: Reine Gregeroit Karakterinizin Yaşı: 28 Ne Suçu İşlediniz? : Bakanlıktan karanlık karargaha bilgi sızdırmak. Örnek RP: - Spoiler:
Bir hikâye anlatacağım size. Açın gözlerinizi kocaman. Sanmayın hurafedir, uydurmadır! Kahramanları hala yarasını, bir savaş esirinin memleket kokusu gibi yüreğinde taşır…
Henüz sisli düşmanlıkların olmadığı, insan yüreklerinin bebek ruhları kadar temiz, iyiliklerin umman kadar olduğu zamanın birinde üzerinde hiç güneş batmayan bir ülke varmış. Ülkenin en uç köşesinde bir oğlan yaşarmış. Sanmayın övüp insan dışı özelliklerinin anlatacağım. Sanmayın ki cennet rüzgârları kadar serin diyeceğim nefesine. Hiç sanmayın diyeceğimi gözleri Zühre’yi kıskandırırdı diye. . Ve hatta demeyeceğim kokusunun bahar kadar ferah, teninin güneş gibi parlak, boyunun servi gibi uzun olduğunu. Çünkü sadece biriydi o da kimilerine göre, içindeki kanla dolu boşluğu bilmeyenlere göre… Yıldızların güneşi kıskandıracak güzellikte aydınlattığı dünyaya geldi oğlan. Sıcak bir malikânenin taş duvarlarında patlıyordu o gece annesinin ağrılı çığlıkları. Bir müddet sonra babanın korkulu kalp atışları minik oğlunun hıçkırıklarıyla karıştı. Tüm vücudu terden sırılsıklam olan baba, bir an olsun derin nefes alabilmek için pencereden uzattı uzun, çenesi çukurlu, tıraşlı yüzünü. Tam o sırada bir yıldız kaydı başının üstünden, arkasında buz mavisi basamaklı bir iz bırakarak. Çok değil biraz yol aldıktan sonra diğer yıldızların parlattığı cilalı geçitten geçerek, kan izlerini peşinden sürükleyen başka bir yıldızla çarpıştı. Her insan yeni parlayacak bir yıldızdı. Ve iki insanın kesişen yolları büyük bir patlamayla, tam oraya, yeryüzüne koca bir delik açtı. Diğerinin kan izlerine devirdi gözlerini baba, komşu ülkeye giden bir yol çizdi çevirdiği açı. Elbette ki diğer o da bir yaşamı simgeliyordu. Fakat bu yeni yeşermiş hayat değil, doğan bir sarmaşığa toprak olmuş hayata aitti. Bir annenin bebeğinin kokusunu alamadan kendini feda etmiş olması, içinde tuttuğu ve daha yıllar boyu alacağı milyonlarca nefesin hikâyesini anlatıyordu sürüklediği izleri. Adına yakışır güzellikte bir kız dünyaya geldi komşu ülkede. Annesinin kanları içinde bembeyaz pamuktan bebeğini gören babası “Rosalinda” dedi ona. Teodor’un içini savaş yerine çevirip, her hücresini, beynini, kalbini, benliğini kan revan içinde bırakacak olan yasak aşkı Rosalinda… Kimse bilmiyordu çarpışan yüreklerin kıvılcımları elbet bir yerlerde bir şeyler yakacağını ve kim bilebilirdi ki ruhlara kazınmış yazgıları hiçbir kuvvetin silemeyeceğini. Gel zaman git zaman, o eski günlerin temizliği kalmadı insanlarda. Rosalinda annesinin toprağında bir sarmaşık gibi dimdik büyüdü. Teninin saflığının hiçbir zaman değişmemesiyle birlikte uzun siyah saçları çöktü peykan bakışlarının üzerine. Masmavi gözlerini yaşlı zaman demetleri hiç puslandıramadı. İçindeki okyanusları Teodor’la karşılaşacağı gün için biriktirdi. Uzun ince bedenini her gün sınırına sürüklemekten bıkmadı usanmadı. Teodor ise ülkesi ile komşu ülke arasında olan karışıklıkları bastırmada kullanılan bir asker, daha doğrusu bir piyon oldu. Her gece ayakta durmaktan nasır tutmuş ayaklarını ülke sınırına itiyor, Rosalinda’nın kokusunu duymadan yatağında rahat uyuyamıyordu. O gece de Rosalinda, yine tüm gecelerde olduğu gibi sınıra gitmek için yatağından kalkacaktı. Ancak bu sefer onu uyandıran aşkın sessiz fısıltıları değil alev saçan bombaların sağır edici gürültüleri oldu. Aslanın nefesini ensesinde hissetmiş bir ceylan gibi fırladı yerinden. Hemen üzerine bir şeyler iliştirmek için yatağından kalktı. Pembe, terli ayakları her adımında cilalı tahta yerlerde minik izler bırakıyordu. Dışarı çıktığında korneasını yakacak parlaklıkta ışıldıyordu her yer. Yanıyordu! Çığlıklar, feryatlar, başları elleri arasında dövünen pek çok insan… Etraftaki is kokusu entarilere sülük gibi yapışıyordu, geri kalan kısmı ise buhara karışıp yükselerek büyük zifiri bulutlarla bütünleşiyordu. Her yerden öbek öbek dumanlar yükseliyordu ve Rosalinda kafasını komşu ülkeye doğru çevirdiğinde bunlardan pek çoğunu orada da gördü. Dudaklarında sadece birkaç harf koparak yerin kızgın ateşli zeminine düşerek dağıldı, parçalandı. "Teodor!" Önündeki ona doğru koşan kadını omuzlarından tutarak başka bir yöne doğru ittirdiği gibi koşmaya başladı. Ayağındaki ev terlikleri çok geçmeden parçalanmıştı. Yerdeki sıcak zift kor ve cam kırığı parçalarından oluşan karışım artık Rosalinda’nin ayak tabanıyla bütünleşmiş vaziyetteydi. Sınıra vardığında normalde var olan tel örgülerin arkasına bir sıra daha döşendiğini gördü. Artık geçmek daha imkansızdı. Rosalinda en sonunda gözyaşlarıyla telin altındaki toprağı tırnaklarıyla kazmaya başladı. Yıllardır içinde biriktirdiği yaşları şimdi bir çağlayan olmuştu. Her parmaklarına çarpan kayada canı biraz daha fazla yanıyor elleri kanamaktan gelincik çiçeklerine dönüyordu. Bekleyemiyordu altından geçeceği kadar büyük bir delik açmak için kaybedilecek olan zamanı. Bu yüzden biraz kazdıktan sonra oluşan hafif çukurdan kendini itmeye başladı. Siyah üzerine küçük kırmızı çiçekli kumaştan yapılmış entarisi param parça olmuş, vücudu çizikler içindeydi. Sınırı aşıp ormanı geçtiğinde gördükleri karşısında donup kalmıştı. Her yerde bir şeyler yanıyor, insanlar bir yerlere kaçışıyorlardı. Hiç düşünmeden atladı kalabalığın arasına şu anda düşündüğü tek şey Teodor’u bulmaktı. O da insanların hiçbir yarar getirmeyen hareketlerini tekrarlamaya başladı. Bir sağa bir sola koşuyordu. Bu böyle uzun bir süre devam ettikten sonra kolundan biri onu sertçe tutup atının arkasına kaldırdı. Savaş esiri olarak alındığını düşünerek içindeki engin okyanusları kusmaya başladı. Çok değil at üstünde biraz seyrettikten sonra demir zırhlı süvari Rosalinda’yla birlikte indi. Büyük tahta kapıları iki eliyle ittirerek içeri girdiler. Süvari kapıları kapattı ve demir başlığını çıkardı. Yüzü yara bere içinde kalmış Teodor var gücüyle içeri doğru koşmaya başladı, bir eliyle Rosalinda’yı sürükleyerek. Salona girdiler. Teodor sinirden kıpkırmızı olmuş yüzündeki, kaşlarını çatarak yankılı bağırışlarını patlattı: — Burada ne işin var? — Sen gelmeyince… — Sana ne olursa olsun o sınırı geçmemen gerektiğini söylememiş miydim ben! — Ama seni merak ettim. — Şu üstünün başının haline bak. Çizik içinde kalmışsın. Teodor, Rosalinda’nın çiziklerini sildi eliyle. Ona ilk defa dokunduğu bu gün, kaderlerinin kesiştiği gün gibi kanlı olmuştu. Sustular… Ahir zamanların bilinmezliğinde alındı, kalbe akıtılmış derin okyanusun ta dibinden tutup çekilmiş berceste bir sevdanın ilk soluğu. Teodor’un kordan bedeni, Rosalinda’ nın her saçlarını savuruşunda körükleniyor, külleri etrafa dağılıyor, çıkan kıvılcımlardan ikisinin de yürekleri alevleniyordu. Kopmuş savrulmuş telleri koyuyordu üstüne, her telde biraz daha Rosalinda kokuyor, her nefesinde onu içine çekiyor, yutkunamıyordu. Sersemlemiş böceklere, hatta görmeyen sineklere ev sahibi olan salon avizesinin sarı ışığı, üstlerine çarparak kırılıyor, dağılıyordu evin her bir köşesine. Onlar duruyordu peki ya ruhlarını içine hapsetmiş dürtüleri… Onlar sıcak valslarını yapıyorlardı, verniği kalkmış, gıcırdayan parkeler üzerinde. Birbiri ardına gelen tüm adımlar, kahkahalarla çıkan seslerin, tutuklu bir hayaletin çığlıkları gibi kulaklarda yankılanmasıyla son buluyordu. Teodor ve Rosalinda ise içlerinde olan kavgaları dışa vurmamak için görünmez bir çaba içine girmişler, etraflarını saran ışığın altında öylece birbirlerine bakmakla yetiniyorlardı. Ruhlarının iç gıcıklayıcı hallerini birbirlerine söylemekten bile acizdiler işte. Ama ufuk çizgisinde unutulmuş, kimsesiz duygularına yenik düştüler. Teodor kendini ağırdan satan ve birkaç dakikadır almayı bile unuttuğu nefesini topladı ciğerlerine. Ruhlarının içinde asılı kaldığı gölgelerine, basmaktan bile korktukları andaydılar işte. Hiç düşünmedi. Düşünürse yapamazdı. Rosalinda’yı var gücüyle kendine çekti. “Aklımın ucundan bile geçmeyecek sertlikte çekti beni kendine. Güneş demetleri kadar beyaz ve masum yüzüne daha yakındım artık. Sevgiye kısır evin tahtaları, ısmarlama aşklarımdan sıyrılarak, tutkuyla yanıp Grejuva ateşine dönüştüler. Onun her dokunuşunda bağırıştı tüm hücrelerim, dalga dalga ürpertiler yayıldı vücudumun en ücra köşelerine kadar. Elini indirdi sırtımdan ve cam kesiği gibi derin bir yarık açtı. Tüm kötü anılarım, korkularım dağıldı yarıktan evin dört bir yanına. Kötü kokulu siyah isi andırırcasına sindi duvarlara. Tıpkı anne kucağı gibi sevgi bulutları taşıyordu içinde. Yağmurlarıyla sırılsıklam etmek için ne hevesli... Gözleri cehennem gibiydi. Bu haliyle kendine zarar vermesinden korkuyordum. Ben mi? Ben doğuştan cehennemliktim zaten. Ha şimdi düşmüşüm ateşe, ha ölünce... İttirdi sırtımı yasladı kapıya. O sert odunsu şey, ilk defa bu kadar yumuşak ve ilk defa bu kadar fazla canlı idi. İpeksi dokunuşları kanıma karışan alkol gibi bedenimi esir alıyordu. Ona olan aşkım ve esaretim, beni hiçbir zaman bir sonuca varamadığım düşüncelerin puslu zindanlarına hapsediyordu. Sonra kucağına aldı beni. O kadar dikkat ediyordu ki canımı yakmamaya, koşarak gittiği yolda karıncaları ezmemeye çalışmak gibi bir şeydi yapmaya çalıştığı. Kollarında kuş gibiydim. Uçuyordum, rahattım ve inmek istemiyordum. Vücudum alevler içinde yanmaya bırakılmış bir günahkâr gibiydi. Şikâyetçi değildim. Hatta cennet tarlalarında ciğerlerine anne kokusu çekmek gibiydi onun ateşinde yanmak. Yukarı çıktığımızda usulca bıraktı beni yatağa.” “ Birden kendime çektim onu. Neden ya da daha önemlisi nasıl yaptım bunu bilmiyordum. Tek bildiğim ve düşündüğüm bedenim bir yağmur damlası gibi toprak tarafından emilmeden, ruhum alıp başını terk-i diyar etmeden, karşımda duran, her baktığımda beni tanrıya inandıran bu kadına sıkıca sarılabilmekti. Lakin ne mümkündü kokusu kanıma karıştığında ölmemek. Son duam olan kadın… Ne mümkündü ki ona sadece sarılmakla yetinebilmek. Yukarı katta bir oda olmalıydı. Onu bana katacak, bizi öldürecek bir oda. Düşündüğüm gibi de buldum orayı. Fazla güneşliydi. Işık demetlerinden bile kıskanmak onu… Esaret böyle bir şeydi…” Perdeleri kapattı prens. Küçük prenses korkardı karanlıktan. Utanırdı söyleyemezdi. Utandı, söyleyemedi... Prens, aldı prensesini kollarına. Işığına sarıldı prenses. Onun vücudundaki alevle buldu o gece yolunu. Rosalinda, Gelecek’inin kalbinde çarpan huzurun ritmini dinleyerek uyudu. Teodor’un ateşten gözleri, gündüze neşe verip, gecenin çiğlerini kuruttu sabah. Aynı Rosalinda’nın ağlayan yüreğindeki yaşlarda olduğu gibi... En huzurlu uykularıydı ikisininde, ta ki tahta kapı büyük bir gürültüyle açılana kadar. Üç eli silahlı piyade geldi. Ülke çoktan düşmüştü düşman piyadeleri oldukları üstülerinden belliydi. Hepsi birden silahlarını ikisinin üzerine doğrulttular ve nişan aldılar. Teodor son bir öpücük kondurdu Rosalinda’nın yanağına sonra tek eliyle onun gözlerini kapadı. Üç el silah sesi yankılandı malikâneden. Sormadan sorgulanmadan kıyıldı canlarına. Evet onlar huzurun kucağında öldüler ve daimi kaldı sevgileri ama hiçbir zaman dinmeyecek, kulaklarda yankılanan masumiyetin can çekişme sesleri…
Ve şimdi siz beni dinleyenler soracaksınız ki savaş ne oldu, bitti mi? Savaş bitti. Bu iki aşığın anma mezarı onların kaderini kesiştiren iki yıldızın açtığı çukura dikildi. Kalplerdeki burkulmayla birlikte kulaklarda şu nağmeler inledi:
yo bebo y bebo y bebo para olvidarte yo duermo y duermo y duermo para no pensar maldito mundo vivir para pagar por el pecado de amarte maldita tu sueltame te digo que vida no tengo y es por tu culpa las noches igual que los días de soledad oh dio mio ayúdame para matar este amor que está en mi corazón bendito dio sálvame solo caminando en el camino de este mundo y no tengo más fuerza para luchar pensaba que amarte fue el remedio del dolor pero el dolor se hizo grande más y más te dejo para siempre vida mia no te olvides que soy hombre que existe para ti y el cante de mi vida te regalo para siempre hasta que llegue el día del morir Tükçesi: Seni unutabilmek için, İçiyorum, içiyorum, yine içiyorum. Düşünmemek için, Uyuyorum, uyuyorum, yine uyuyorum. Kahrolası dünya, Seni sevmenin günahını ödüyorum. Seni sonsuza kadar terk ediyorum, aşkım, Ama yalnız senin için var olduğumu bil. Ve hayatımın şarkısını sana armağan ediyorum. Sonsuza kadar, Ölene kadar. | |
| | | Veronica Lütfen rütbe edinin, yoksa oyuna dahil olamazsınız!
Lakap : Kan Kraliçesi Nerden : Paris Mesaj Sayısı : 336 Kayıt Tarihi : 25/04/11
Karakter Detayı Statü: Uyarı:
| Konu: Geri: Kaçak Alımları Ptsi 16 Mayıs 2011, 16:16 | |
| Ah resmen dağıldım desem. Çok güzeldi ya. çok çok beğendim.
Rütbeniz veriliyor. Yıldız seviyesi: ***** | |
| | | | Kaçak Alımları | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |
|