Cynthia Aristide Lütfen rütbe edinin, yoksa oyuna dahil olamazsınız!
Mesaj Sayısı : 695 Yaş : 29 Kayıt Tarihi : 09/12/10
Karakter Detayı Statü: Uyarı:
| Konu: Eloisa Crystal Lexina Salı 15 Şub. 2011, 18:51 | |
| Karakter Adı :Eloisa Crystal Lexina Kişisel Özellikleri : Olumsuz koşullarda her zaman ne yapması gerektiğini iyi bilmiş, olaylara karşı objektif bakabilmeyi öğrenmiştir. Sevdiklerine ne kadar çok değer veriyorsa düşmanlarına da aynı derecede zehir gibidir. Asla insanları ırkından, cinsinden her hangi birşeyden dolayı küçümsemez, herkesin eşit olduğunu düşünür. Canayakın olduğu kadar her ortama çabuk ayak uyduran biridir. Özgeçmiş :Ailesi zengindi. Ve ona ihtiyacı olan her şeyi alabiliyorlardı. Lakin tek bir şey vermiyorlardı o da sevgi. Şimdiya kadar hiç sevgi görmemişti ebeveynlerinden. Onların yüzüne gülse de nefret etti ömrü boyunca hep. İşaretlenince reddetti ailesi onu. Artık ne annesiyle ne babasıyla görüşüyor. Sanki onlar hiç varolmamış gibi…
Listedeki hangi gücü isterseniz yada daha farklı bir güç :Geleceği Görme (Nyx’in Kahini)Sizce Nyx size neden bu gücü bağışladı : Aslında bunun nedenini hep merak ediyor Eloisa. Bunu hak etmediğini, bu sorumluluğu kaldıracak güçte bulmuyordu kendini. Fakat tahmin ettiği ise içinde Nyx’i gerçekten hissetmesi olarak düşünüyor. Bu gücün kurgunuza ne etkisi olacak: Önemli bir yetenek olduğu için yaptığım rplerde işe yarayacaktır. Örnek rp(zorunlu): - Spoiler:
Vampirlerin sabahı daha aydınlıktı bu gece. Ay, yeryüzüne vurduğu her yeri aydınlatıyor, tıpkı güneş gibi göz alıcılığıyla parıldamaya devam ediyordu… Ilık meltem rüzgarı, genç kızın saçlarını uçuşturuyor, mor elbisenin üstüne vurdukça vücudunun kıvrımlarını ortaya çıkıyordu. Genç kızın beyaz teniyle buluşan Ay’ın saf beyaz ışığı, kızı olduğundan daha güzel, daha arzulanır gösteriyordu… Uzak yerlerden gelen su şırıltısının sesi, baykuş sesleriyle karışıyor, havaya dağılıp geceye ses veriyordu. Çiçeklerin etrafa karışıp bütünleştiği kokular, kızın ten kokusundan ilham alıyormuşçasına raks ederek süzülüyordu… Gri gözleri önünü görmeden mağrur bakışlarla bakıyordu geceye. Ne balkonuna yakın yemyeşil, elma çiçeklerinin bezediği ağaçta geceden güç alıyor gibi yuvasını yapmakta olan safir renkli dişi kuşu görüyor ne de kulaklarında uğuldayan rüzgarın sesini duyabiliyordu. Kafasındaki düşünceye odaklanmış, mağrur bir o kadar düşünceli gözlerle bakmaya devam ediyordu. 3 gün önce yaşanılanları atamamıştı kafasından. Daha ne olduğunu anlayamadan canından çok sevdiği, aynı kanı taşıdığını o gün öğrendiği üvey kardeşi öldürülmüş, hayatını hiç düşünmeden teslim edebileceği adam onu hayal kırıklığına uğratmış, amaçları uğruna genç kızı yok saymıştı. Onu silip atmak adam için çok kolay gözükse de öyle değildi genç kız için. Anıları rahat bırakmayarak, her dakikasında burkuyordu yüreğini. Onunla yaşadıkları onca güzel hatıralarda kızın gözünün içine baka baka yalan söylemiş, en muhtaç olduğu anda ona kumpas kurarak çıkıp gitmişti hayatında… Güvendiği adamın ellerinde, kumral saçlı, buğday tarlalarını anımsatan teniyle, yüzünde kocaman gülümsemesi lakin buna rağmen gri gözlerinde üzüntü taşıdığı zarif insan kardeşinin kesilmiş başı vardı. Boynunun kopan kısmından damarların çoğu gözüküyor, oluk oluk kan akmaya devam ediyordu. Bunu gördüğü anda adamın yüzündeki sinsi gülümsemenin içinden, ruhunun, zihninin derinliklerinden beslendiği karanlıktan geldiğini anlamıştı. Adamı bir kardeş kadar yakın görürken kendine, gördükleri genç kızı köreltmiş ve ölüme yaklaştırmış gibiydi. Yaşıyordu lakin aynı zamanda bir ölüydü de. Bir ölü kadar soğuk, cansız ve duygusuzdu… Tek bir dayanağı kalmıştı artık. Aşık olduğu, hayatını birleştirmeyi düşündüğü adamdı. Ona tek güç veren, yaşaması gerektiğini hatırlatan bir tek Charles kalmıştı. Onunla Cambridge Gece Evi’ndeyken tanıştığı günü anımsamıştı. Karanlık Kızlar’ın lideri olduğu zamanlarda doğmuştu Erebus Oğlu ile aşkları. Uzun süredir görmediği, yüzünü bile hatırlayamadığı annesini düşünüyordu Doğu Duvarı’ndaki büyük çınar ağacının yaprakları altında saklanarak. Gözyaşlarının, gözünden süzüldüğünü bile hissetmemişti o gelene kadar. O zaman onunla konuşmuş, aslında var olduğundan beri hep Charles’a ait olduğunu anlamıştı… Kardeşinin ölümünden sonra da kendini onun güçlü kollarında bulmuştu. Herkesin onu kandırıp aldatabileceğini düşünüyordu. Güvendiği sadece Charles’tı şimdi. Onun hep yanında olacağını, koruyup kollayacağını, ruhunu paylaştığını çok iyi biliyordu… Balkondan dışarıya bakarken belinden kendini saran güçlü kolları hissetmişti. Adam, biraz daha yaklaştırmıştı genç kızı kendine. Uzaktan bakıldığında usta bir heykeltıraşın elinden çıkmış gibi tek vücut gözüküyorlardı. Genç kız adamın erkeksi kokusuyla rahatlarken, adam da kızın çiçek kokan saçlarının kokusunu içine çekip, yeniden hayat buluyordu. Taptığı kadının kardeşinin ölümünden beri yalnız bırakmamış, elinden geldiğince acısına merhem olmaya çalışmıştı. Genç bir vampirken aşık olduğu kızı hiçbir zaman yalnız bırakmamak için yemin etmişti Gece’nin Kızına. Genç kızın ruha ihtiyacı varsa ruhunu veriyor, kana ihtiyacı varsa kanını bahşediyor, güce ihtiyacı varsa gücünü lütfediyordu. Onun eli, kulağı, gözü oluyordu. Genç kızı kimsenin tahmin edemeyeceği kadar çok seviyordu. O ne derse ne desin hiç düşünmeden yapmaya hazırdı.
“Yaşadıklarının seni harap ve bitap düşürdüğünü biliyordum Eloisa. Lakin ayakta durmayı başarmalısın. Sen dünyada gördüğüm en güçlü kadınlardan birisin. Ne yaşanmış olursa olsun Tanrıça’dan gelen görüntülere yoğunlaşmalısın. Sen Nyx’in Kahinisin sevgilim.”
Sözünü bitirdiğinde genç kızı bir yorgan misali sarmalamış, kızın kendini güvende hissetmesini sağlamıştı. Eloisa’ya eğer seçme şansı lütfedilseydi Tanrıça’nın kahini olmak isteyeceğini pek sanmıyordu. Bu bedenen acı verdiği kadar ruhen yaralıyordu da. Görüşten sonra gözlerine simsiyah bir ağ örülmüş hissine kapılıyordu. Ruhu görüşteki acıların izini taşıyordu. Bu zamanlarda yanında birinin olduğunu hissetmek, aciz olduğunu düşündüğü kadar güvende olduğunu biliyordu. Şimdiye kadar bu özel anlarda yanında hep sevgilisi olmuş, Eloisa’yı rahat ettirmek, karanlık sisle kaplı gözlerinin aydınlığı bulması için elinden geleni yapmıştı… Charles’ın gür sesiyle duyduğu bu sözler aklından çıkmayan o anı, bir kez daha yaşamasına sebep olmuştu. Kardeşinin kopmuş kanlı kafası sanki önündeydi şimdi. Elini kardeşine uzatmak için bilinçsizce uzanmıştı. Charles’in güçlü kolları olmasa düşecekti de. Lakin genç kız bunun hiç farkında olmaksızın, içinde bulunduğu görüntüyü yaşıyordu. Kardeşine uzandığı anda bir toz bulutu gibi yok olmuştu. Her yere Apollon’un güneşinin hakim olduğu, bir ovadaydı. Kendisiyle beraber birkaç kişi daha vardı. Alınlarındaki dolunay ve safir renkli dövmelerden onlarında kendisi gibi vampir olduğunu anlamıştı… Tenine değen güneş genç kızı ısıtmaktan çok derisinin, damarlarının, kanının ve hücrelerinin içine işliyor yanıklar oluşmasına neden oluyordu. Buradan kaçmak istiyordu lakin ayakları hiçbir yere bağlı olmamasına rağmen kaçamıyor, olduğu yerde öylece durmak zorunda kalıyordu. Tenindeki acı vücudunun her yerine dağılmış, içine işliyordu. Acıdan kıvrandıkça kıvranıyordu. Delirmek üzereymiş gibiydi. Bu anı yaşamaktansa ölmek istiyordu. Ölümün huzurlu kollarıyla buluşmak ona verilen en iyi hediye olacaktı. Havada keskin çığlıklar yankılanıyor, gittikçe daha da yükseliyordu. Kafasını doğru düzgün toparlayamazken sesin sahibinin kendi olduğunu anlaması uzun sürmüştü. Çektiği acı sesine de yansıyor, acıyı azaltmak bir yana dursun artırıyordu da. Diğer vampirlerin de kendisi gibi acınası durumu, ona daha da acı veriyordu. Fiziken çektiği acıya, manevi acı da eklenince akan gözyaşları, attığı acı dolu feryatların ardı arkası kesilmiyordu. Acı dolu feryatlara kahkaha dolu sesler karışmıştı. Yanlarına hayatında ilk defa gördüğü, tenine vuran kavurucu yakıcılığın kaynağı kadar parlak sarı saçlara, Eloisa’ya denizi hatırlatan masmavi gözlere, inci gibi dişlere, kıvrımlı vücuduna ikinci bir ten gibi yerleştirilmiş kırmızı elbisesiyle bir kadın duruyordu. Acıdan buna pek odaklanamasa da arkadan gelen vampiri fark edemeyecek kadar yorgun değildi gözleri. O da tıpkı kahkahalar atan kadın gibi saçları vardı. Dolgun kırmızı dudaklarında sinsi gülümsemeyi görebiliyordu. Arkadaki kadın şimdi genç kızın önüne gelmişti. Lakin onun adım attığı yerde karanlığın onu güneşin yakıcılığından koruyor olduğunu hissetti. Önünde duran kadın iki elini havaya kaldırmıştı şimdi. Yosun yeşili gözleri, Eloisa’nın acı çeken gözlerine karşılık intikam ateşiyle doluydu.
“Ateş! Bana gel!”
Kadının çınlayan sesi havaya karışmıştı. Elinde oluşan alev topu, Nyx’in narin ellerinde taşıdığı beyaz ışık saçan heykeline benziyordu. Tek fark ise kızın ellerinde ölüm kadar yakıcı bir şeyin bulunmasıydı. Ne olduğunu anlamadan, kız alevi ovada bulunana herkese göndermiş, zaten yeterince dayanılmayacak olan acının daha da artmasına neden olmuş, ölüme biraz daha yaklaştığını hissetmişti Eloisa.
“Nyx’in sefil çocuklarına kendi gücüyle yok etmek kadar zevki tattıran bir şey olamaz. Gece Tanrıçası kendi ışığıyla kör olmuş olacak ki 5 özelliği senden almış değil Tsi Sgili!”
Deniz mavisi gözler taşıyan kadının sözleri ne kadar netse çektiği acı da o kadar netti Eloisa’nın. Konuşanlardan hiçbir şey anlayamamış, acısının içinde boğulup kalmıştı. Diğer kadının Tsi Sgili olarak çağırdığı zümrüt gözlü kız bir şeyler söylüyor lakin yakının da olmasına rağmen hiçbir şey duyamıyordu. Acı buz kadar keskin, zehir kadar kötüyken odaklanamıyordu hiçbir şeye. Yavaş yavaş yok olduğunu, kavrulan vücudundan, kirpiklerinden anlamıştı. Acı dolu feryatları, çığlıkları havada yükseldiği kadar yükseliyor, biçare ölüme mahkum ediliyordu.
Kendine geldiğinde sevgilisinin sıkıca kendisini tutan kollarını hissedebiliyor, havada aldığı kendi kokusundan odasında, yatağın üzerinde olduğu anlayabiliyordu. Lakin hiçbir şey göremiyordu. Gözlerine örülen siyah ağ buna izin vermiyordu.
“Charles?!”
Görüşten kurtulmasına rağmen aynı acıyı çekiyor olmanın etkisiyle bağırarak söylemişti sevgilisinin adını. Adam, genç kızın sesini duyar duymaz, kızın acısını biliyor gibi komidinin üzerindeki buz gibi suyu içirmişti. Boğazından midesine inen soğuk su acısını olduğundan daha da hafifletmiş, tamamen yok etmemişti. Hala daha göremiyordu aciz gözleri. Bir şeyi arıyormuşçasına amaçsızca dolanıyordu gri gözler. Eloisa’nın kıpkırmızı olmuş gözlerine bakan adamın bir kez daha yanmıştı içi. Sevdiği kadını acıdan kavruluyor vaziyette görüyorken bir şeyler yapamamak onu kahrediyor, işe yaramaz olduğunu düşünüyordu.
Bu özel yeteneğe sahip kişi 3-4 aydır girmiyor. Kurguda önemli bir yeri olduğunu düşündüğüm, farklı kurgular istediğim için almayı uygun gördüm. | |
|
Elizabeth Rose Wayland Konsül Temsilcisi | Gölge Avcısı
Lakap : Lizbeth Mesaj Sayısı : 2356 Kayıt Tarihi : 11/07/10
Karakter Detayı Statü: Site Kurucusu Uyarı: 0/0
| Konu: Geri: Eloisa Crystal Lexina Salı 15 Şub. 2011, 19:52 | |
| Onaylandı. Aktif olman dileğiyle... | |
|