Darchelle Dubois Lütfen rütbe edinin, yoksa oyuna dahil olamazsınız!
Lakap : Darch, Ell. Mesaj Sayısı : 59 Kayıt Tarihi : 02/01/11
Karakter Detayı Statü: Uyarı:
| Konu: darchdubois Paz 02 Ocak 2011, 23:02 | |
| Karakter Adı: Darchelle Dubois Kişisel Özellikleri: Kendini kibir ve saflıkla kaplamak, huzura bürümek ve sessizlikle harmanlamak isterdi; ama hiçbir zaman istediklerini elde edemedi. Evrenin düzenine yenik düştüğünü çoktan kabullendi, fazlasıyla kaderci bir yapıya sahip olduğunu buradan anlayabilirsiniz. Aykırı kız olmayı, göze çarpmayı ve spotların üzerinde olmasını sevmez Ell. Pasif kız olmak onu rahatsız etmez, aksine işine gelir. Yoklukla varlık arasındaki ince çizgi onun yaşadığı yerdir. Bir kelebektir, kısa aralıklı doğuşlarıyla hafızası tazelenir. Bazen şizofren olduğunu bile düşünür; ama sorun şudur ki: Şizofrenler asla şizofren olduklarını kabullenmezler. Çamurla kaplı evrenin yıldızlarını görmek ister, tıpkı soluk şehrin sokaklarını rengarenk boyamak istediği gibi. Onu hiçbir zaman çözemezsiniz, o bile kendini çözemez. Bazı insanlar farklı olmak için doğar, iyi ya da kötü, Ell de bunlardan biridir. Özgeçmiş: Geçmiş konusunda tereddütlüyüm aslında; ama aklımda ölmüş bir baba ve ilgisiz bir anne var. Dolayısıyla Ell de şımartılmamış, ilgi yoksunu bir kız olacak.
Listedeki hangi gücü isterseniz ya da daha farklı bir güç: Zamanda kısa süreli de olsa bir yolculuk yapabilme yetisi olabilir. Kaderi değiştirmeyi Darch zaten uygun bulmaz, mecbur kalmadığı sürece de müdahale etmez. Uygun bulmazsanız, herhangi bir yetenek verebilirsiniz. Sizce Nyx size neden bu gücü bağışladı: Empati becerim sıfırdır, bunu bilseydim, Nyx olurdum. Bu gücün kurgunuza ne etkisi olacak: Kurguma getireceği zenginlik tartışılamaz. Gelecekten korkan bir kız için geçmiş, yakuta bedeldir. Örnek rp(zorunlu):
- Spoiler:
Ciğerlerine sigarasından bir duman daha iteklerken, düşünüyordu. Pek düşünceli biri sayılmazdı, bunu garipsemesi doğaldı. Hayatını düşünüyordu, ailesini. Fahişe annesini, bir halta yaramayan babasını ve kavgaları. Mesele bunu hak edip etmemesi değildi, kadere inanırdı. Onun sorunu insanlarlaydı. Yaşamı bu kadar zorlaştırmayı, üstelik bunun getirisinin hiçbir pozitif sonuç barındırmadığını biliyordu. Çoğu şeyi biliyormuş gibi yapardı, anlamsız bulduğu her şeyi bilirdi. İstisnalar hep vardır. Elinde birkaç tutam ucuz ot ve bir paket sigarayla gecenin bir yarısı, gölün kenarında ne yaptığını bilmiyordu ve bu yeterince anlamsızdı. İzmariti yere attı ve ayakkabısıyla ezdi. Otları yakmak için bir çakmağa -sigarayla birlikte yanından ayrılmayan tek ikili- ve güzel koku için de vanilya aromalı tütsüye ihtiyaç duyardı. Katolik olarak yetiştirilmemişti; ama ayin tarzı şeyleri hep ilgi çekici bulmuştu. Tanrı, melekler ya da günah defteri tarzı şeylere inanmazdı. İsa'ya da inanmazdı. Görmediği şeylere inanmayanların aksine, kokusunu algılamadığı hiçbir şeye inanmazdı. Duyumsadığı baharat kokusu, ucuz ottan beklenmeyecek derecede güzeldi. Zaten ondan gelmiyordu, bol baharatlı parfüm kokusu taşıyan biri yaklaşıyordu. Büyük ihtimalle erkekti, kadınlar genelde en fazla tarçını tercih ederlerdi. Eğer güzel kokulu olmasaydı, Sonja endişelenebilirdi. Otu yakmaya başladı genç kız. Arkasını dönmeye tenezzül bile etmedi, yaklaşmasını ve her saniye katmerlenen yoğunluğunu adeta tattığı kokusunu daha da yakınında duymayı bekledi.
Çoğu zaman yanılırdı genç kız. Yaptığı hatalar, boyunu aşan günahlar ve tarihe gömdüğü huzurlar arasında kalırdı. Her defasında da kurtulurdu, sanki kurtulmaya ihtiyacı varmış gibi. İnsanların birbirleri için değil, kendileri için yaratıldığına inanırdı. Sadece kendileri için. Yaşamı sürdürebilmek yeterince zorken, sorumluluk alamazdı. Onun sorumluluğunu alacak biri olsa fena olmazdı; ama insanlara güven olmuyordu. Bunu ailesinden öğrenmişti. Ve bir de kendinden. Kendine bile güvenemiyordu. Bir yıldız kaydı. Biri daha öldü. Her saniye kaymaya devam ediyordu, ölümlere aşina evrenin bencilliğine inanmıyordu. Tanrı denen egoiste de. Zar zor yaratabildiği insanlığı kendi oyununda piyon olarak tutuyor, üstüne üstlük de ölümden sonra yaşamın olduğunu iddia ediyordu. Ölümden önce yaşam mı vardı ki? Kendi palavralarını kendine saklamalıydı. Annesi muggleların Tanrı olduğuna inanırdı. Muggle düşkünlüğü gözlerini kör etmiş ve inancını bile etkilemişti. Eskiden annesinin rujlarına özenirdi, şimdi her gece, bir gram makyaja ihtiyaç duymadan ve veela olmasının avantajıyla, kendini mugglelara satıyordu. Acıydı; ama gerçeklerin acı olarak sınıflandırılmasını sevmezdi. Bir işe yaramayacak, sonucu etkilemeyecek şeyleri sevmezdi, boşa kürek çekmek gibiydi onun için.
Yanına oturan adamı çaktırmadan inceledi. Çıkık kemikleri, dar alnı, sarıya yakın saçları vardı. Gözleri çok tanıdıktı, ona her şey Tavin'i andırıyor olamazdı. Bir kurtla beraber göl kıyısındaydı. Üstelik Tavin'in garantisi ve rahatlığı da yoktu. Yine de korkmadı, korkacak o kadar çok şey vardı ki, bazı şeylere karşı adeta hissiz oluyordu. Adam kesinlikle hoş biriydi, filmlerdeki adamlara benziyordu. Bir an onunla yatmak istediğini bile düşündü, ardından annesi gözlerinin önüne geldi ve sigarasından bir nefes daha çekti. Soğuk havada, nefesinin etkisiyle güçlenen duman bulutunun yok oluşunu izledi. Her şey yok olurdu, en güzel şeyler başta olmak üzere. Sigarayı eline aldığı an, adam, farkında bile olmadığı bir zaman diliminde, sigarayı kaptı. Ciğerlerine doldurduğu illeti izledi. Herkesin bir hikayesi olurdu ve bunu sigaralar anlatırdı. Sigarayı içine çekerken, herkesin ifadesi ve nefes sıklığı farklı olurdu. Sonja delirmiş olmayı dilerdi; ama henüz delirmemişti, adam sanki Tanrı'yı öldürmüş gibiydi. Kudretli olduğu rahatça seziliyor ve bu da Sonja'nın içinden ürperti dalgalarının eksik olmamasına sebep oluyordu. Korkmuyordu, henüz. Adamın onu çiğ çiğ yiyeceği düşüncesi midesini bulandırsa da, kurtadamlara -en azından Tavin'e- karşı beslediği sempatinin bozulmaması için direniyordu. Adam dumanı o kadar çok içinde tutmuştu ki, öksüreceğinden neredeyse emindi Sonja. Öksürmedi. Onun özel biri olduğunu düşündü. Sigara içenleri özel bulurdu.
Sigarayı tekrar parmakları arasında hissetti. Bir saniye bile tereddüt etmeden, sigarayı dudaklarına götürdü. Korkusunu belli etmemek değil, bir refleks gibiydi. Daha önce kimse sigarasını elinden almamıştı ve daha ağır bir tepki vermeyi bekliyordu. Bir şey yoktu, tek bir tat tomurcuğu bile. Koku algısı dışında bir algısının gelişmemiş olması ne kötüydü, dudaklarını tatmak isterdi. Şarap gibi. Bunu Roma'daki gurmeler gibi yapmak isterdi. Sarhoş olmak istiyordu ve bunun için düşündüğü şeyler garipti. Sadece garip sözcüğünü yakıştırabiliyordu kendine. Adamın kendine gülümsediğine yemin edebilirdi; ama bu samimi ya da zoraki bir gülüş değildi. Çok başkaydı, aynı gülüşün kendi suratında da belirdiğini fark etmemişti. Teşekkür. Bir an adamın gözlerinde minnet gördü, ardından ona lazım olan son şeyin bu olduğu farkına vardı ve bakışlarını göle çevirdi. Duyduğu hışırtılardan, adamın çimlerin üzerine uzandığını anlamıştı. Yerdeki otların hazır olmasına da saniyeler kalmıştı. Birkaç saniye gölden gelen dalgalar ve ateş çıtırtısı dışında hiçbir ses çıkmadı. Hazır otları büyük bir ustalıkla ateşten çekti ve en sıcak -dolayısıyla da acı- tutamını sol eline aldı. Genç adamın yanına uzandı ve avuçları arasına sol elindeki otu bıraktı. Acı otu kendi severdi, mazoşizm adına da olsa alışmıştı. Hatta en sevdiği kısım haline bile gelmişti, az önce de otları adamın eline bırakmıştı. Bunu neden yaptığını bilmiyordu, sezgisel hareketlerden hiç hoşlanmazdı. Özellikle, bu hareketlerin kendine ait olmasından nefret ederdi.
Her şeyin bir nedeni olduğuna inanmazdı; ama tesadüfe inanırdı. Bağımsız şeyler tesadüf eseri kesiştiklerinde, genel kanıya varılmasından hoşlanmazdı. Düşünceleri de gözleri kadar soğuk, disiplinli bir Fransız'dı. Etrafındaki çoğu insanı kendinden uzaklaştırmaktan ziyade, kendini bile ürkütüyordu. Herkesin bir sınırı olurdu ve Sonja pek uzun süre dayanabilen biri değildi. Kolaya kaçmayı severdi. Her kusurunu bahanelerle gidermeyi tercih ederdi, özellikle de suçu ailevi sebeplere atmaya o kadar aşinalaşmış ve bu konuda öyle ustalaşmıştı ki, artık yalan söylerken, yanakları kızarmıyordu bile. Hayatı boyunca kaçamayacağı, tıpkı Tanrı gibi bir palavraydı. On üç senedir arkasına bakmadan kaçıyordu ve bunu devam ettirebilmeye yetecek kadar gücü vardı. Bağımlı olmadığı şeylere karşı güçsüzdü; ama güçsüzlüğün acizlik olduğunu bilirdi, bu yüzden kendine bile itiraf etmekten korkardı.
Elinde bariz bir acı hissetmişti. Adam tahmin ettiğinden çok daha fazla kudretliydi, artık belirgin bir korku yaşıyordu. Bileğini bıraksa dahi hiçbir şey hissetmiyordu. Acı birkaç saniye daha devam etseydi, kırıldığını düşünürdü; ama sadece kızarmıştı. Kızarıklık fazla derindi, bir an için ölene kadar kırmızı bir elle gezeceğini düşündü. Saniyeler ardından bu adamdan bir parça taşımak, mistik bir şekil halini aldı. Hoşuna gitmişti, tıpkı adam gibi. Başını kaldırdığı gibi indiren adam, saniyeler içinde tüm otları ezmişti. Sıcak otları birkaç hamlede kusursuz bir şekilde toz durumuna getiren adama dikkatle baktı. Gözlerinde gördüğü şeyi anlamıştı; zira kendisi de çok sık yaşardı: Çelişki. Ruhu vücuduyla çelişiyor olmalıydı. Sigarayı içişinden ot geçmişi olduğunu rahatlıkla anlamıştı; ama şimdi onu engelleyen bir şeyler vardı. Tahminlerini onaylayan bir şekilde, avcunun içine otları bıraktı çocuk. İradesine yenik düşmeyişi, genç kızı fazlasıyla etkilemişti. Eline döktüğü ota şöyle bir baktı. Acı ota karşı düşkünlüğü olduğunu bilmeyen yoktu ve buna karşı koyamazdı. Koyamadı da. Burnunun içine otları tıkmış, zehri gözlerinden döküyordu. Gözünü yakan damlaları temizlerken, adama bakmaktan korkuyordu.
Hışırtılardan iki sonuç çıkarabildi. Ya adam gidiyordu, ya da doğrulmuştu. İkinci seçeneği neden dilediğini bile bilmiyordu; ama garip bir şekilde kabul olmuştu. Aklına yerleşen düşünce belliydi: İşimi bitirecek. Peki neden şimdiye kadar çoktan bitirmemişti? Belki de oyununun bir parçasıydı. Ölüm için çok taze; ama fazlasıyla da olgundu. Sol kolunun dirseğini çimlere dayamış, Sonja'nın elini kavramıştı. Ne yapacağını şaşırmıştı genç kız. Kendi elinin iki katı kadar yabancı bir elin tehlikesini düşünmek istemiyordu, hele de bir kurtadamın tehlikesini hiç. Derin bir nefes alırken, otlar burnunda tıkanma derecesine geldi. Nefesini hissettiğinde titremişti. Güçle yoğrulmuş, mükemmel bir bedendi. Ruhu hakkında yorum yapamıyordu; ama ruhsuz olduğunu düşünüyor da değildi; zira Tavin sayesinde herkesin bir ruhu olduğunu anlamıştı. Kendisinin bile. Adam, Sonja'ya o kadar yakındı ki, bir santim daha yaklaşsa, dudaklarına değebilirdi. Sonja buna karşı koymazdı; ama şu an korkması gerekiyordu.
Adam elini kaldırdığında korkusu doruk noktasına varmıştı. Dişlerini alt dudağına adeta geçirmişti; ama titremiyordu. Cesur numarası yapmayı bilirdi. Adam parmaklarıyla, kızın pürüzsüz suratında yavaş bir tur attı. Sonja gevşemek ve gevşememek arasında kalmıştı. Hadi ama, bunu nasıl tahmin edebilirdi ki? Çenesinde duran parmak yerine adama odaklandı. Nefesini yaşıyor gibiydi, sanki baştan çıkarmak için yaratılmıştı. Okuduğu kitaplarda buna rastlamıştı. Günahkâr ananın baştan çıkarmak için doğmuş lanetli oğulları. Cehennem çocukları. Tavin'den ona çoğu kez nasıl bir şey olduğunu anlatmasını istemişti ve genç adam da sıkılmadan her sorusuna cevap vermişti; ama bunu bu denli güçlü birinden duymak, onun doymak bilmeyen merakını bastırabilir ve tatmin edebilirdi. Tek bildiği şimdi sırası değildi, önce nefeslerini düzene sokması gerekiyordu. Avuç içini teninde hissettiğinde ürpermenin ötesine geçmişti. Fazla yumuşak ve fazla soğuktu, büyüleniyor ve bundan rahatsızlık duymuyordu. Aksine adamın ilgi odağı olmak güzeldi. Ya da öyle sanmak.
Çenesinin altına yakın bir kısımdan, yanağını tutan adamın gözlerinin tam içine baktı. Farklı tempolardaki nefesleri işitilebiliyordu. Bir an onu gerçekten öpeceğini sandı; ama duyduğu sesle, oturduğu yerde sendeledi. İlk defa bu denli duygu barındıran bir uluma duymuştu. Hissetmesi zor değildi. Tavin'in dalga geçtiği ulumalarından çok farklıydı. Çok daha gerçekti. Tavin'in birkaç sene sonra böyle olacağını biliyordu ve bu gelecek kaygısının, büyükanne kıvamına gelmesine neden olmuştu. Adamın eli çenesinde olmasına rağmen, o da aynı şeyi hissetmişti. Buna alışık olduğundan şüphesi yoktu, hayatının zorluğunu sadece tek bir ulumadan anlayan Sonja bile etkilenmişti ki genç kız kibirli ve kolay kolay etkilenmeyen biriydi. Kafasını yukarı kaldırmış, ormanı izliyordu adam. Kendinden de güzel koku algılarına sahip olduğunu biliyordu, bu yüzden onu kıskanmış ve ısınmıştı. İnsanları kokularından tanırdı Sonja. Baharatlılar zor, şekerli ve meyveliler kolay olurdu. İkinci uluma Sonja'yı derinden etkilemişti. Seste acı algıladığına yemin edebilirdi. Ne anlama geldiğini bilmediğini sanıyordu, en azından adamın yüzüne bakana kadar. Öfke. Titriyordu. Sürü lideriydi. Bencillik yapmak istese de, yapamadı. Sanki bir vedaymışçasına yanağını okşayan adama baktı. Ona bir öpücük vermektense, bir sözle aklına kazınmak istedi.
“Bir sürü lideri, etkilendim. Belki de bir gün, tüm sorumluluklarını bir kenara fırlatırsın ve...” Burnunu çekti ve donuk bir ifadeyle devam etti: “Ve sadece istediklerini yaparsın. Hadi git.” Onu bir daha görür müydü? Bilmiyordu. Belki bir gün. Lakin görmezse eksikliğini hissedeceğini biliyordu.
Onu dinlemediğini anlamıştı. Bunu saygısızlık olarak algılaması mümkün değildi. Sonja nasıl bir morondu da, sürüsü tehlikede olan bir lidere öğüt vermeye kalmıştı? Gerçekten bir embesil gibi hissediyordu. Daha kendine hakim olamazken, çok daha olgun olduğu şüphe gerektirmeyen birine öğüt vermişti. Hata yaparak öğrenmeyi sevmesi dışında, adamın zamanını çaldığını ve bunun kötü sonuçlar doğuracağını anlamıştı. Yine de gözlerinde gördüğü saniyelik şefkat, onu şaşırtmıştı. Sonja'dan gerçekten etkilendiğine inanmak istiyordu. Erkekleri basit bulurdu genç kız. Cinsellik konusunda aktif olduğunu iddia eden; ama kadının temposuna yetişemeyen, pasif taraftan ibaretti annesi için de erkekler. İyi ya da kötü, ondan etkileniyordu ve çoğu dersi çıkartmasını o sağlamıştı. Her işten iyi bir şeyler mutlaka çıkıyordu; ama Tanrı'ya inanması için yeterli değildi. Hiçbir zaman, hiçbir şey yeterli olmayacaktı. Onun varlığını yok edeli yıllar olmuştu.
Bir an nefesini tuttu, küçük bir an. Evren durmuş gibiydi. Daha ismini bile bilmiyordu; ama daha şimdiden aklında, onunla ilgili bir sürü düşünce oluşmuştu. Sadece yakışıklı bir çocuk değildi, ona kur yapan yakışıklı çocuklar olmuştu ve hepsi, bir kızın kölesi olmak isteyeceği tiplerdi. Annesi gibi olmak istemediğinden mi bilinmez, erkeklerle yatmak düşüncesine çok da olumlu bakmazdı. Daha doğrusu, önüne gelen yakışıklı erkekle yatmayı doğru bulmazdı. Annesi yüzünden bakire ölecek de değildi. Aklını bu kadar kurcalaması gerçekten garipti, adam korkunç davranışlarda bulunmasa dahi ürperiyordu. Ona saatler gibi gelen saniyeler, kolyesini çevik bir hamlede ona vermesiyle son buldu. Önemli bir şey olduğunu anlamak için zeki olmaya gerek yoktu. Zincirin ucunda bir şişe vardı; ama bunu daha sonra da inceleyebilirdi. Çocuğu son görüşü olmadığına bu kolyeyle inanması mümkündü, sözleri de bunu kanıtlar nitelikteydi:
“Onu senden almaya geleceğim.” Daha önce hiç önemli hissetmemişti, dolayısıyla bunun üstesinden gelemeyeceğini düşündü. Sanki biri kalbini hissettirmek istercesine sıkıyordu. Bunun acı verdiği doğruydu; ama fiziksel bir acı değildi, sadece pişmanlık yaşıyordu. Boşuna geçen zamanının pişmanlığını tadıyordu. Garip bir şekilde, annesinin pişmanlığını da onun yerine üstlenmişti. Anı kokuyordu ya da Sonja öyle duyumsamak istemişti. Koku algıları kuvvetliydi; ama içgüdüleri, işleri çoğu zaman karıştırırdı. Ardından değer kokladı. Ve parfümünü. Üzerine ne de güzel sinmişti. Bir duygu patlaması yaşamasına saniyeler kalmıştı, artık gitmesi gerekiyordu.
Sol eliyle yerden destek alarak, havaya zıplayan adamı soluksuz izledi. Tavin çok daha basit bir dönüşüm geçirirdi; ama bu... Bunu anlatamıyordu işte. Normalde buna güler, iğrenç olduğunu söyler ve geçerdi. Şimdiyse bir bencillik yapmaktan korkuyordu. Gitmemesini söylememeliydi; ama bu söyleyemeyeceği anlamına gelmiyordu, kendini kontrol eden biri olamamıştı hiçbir zaman. Üstünden atlayan adama hayranlık ve merakla baktı. Yalnızca birkaç metre uzağa düşmüştü; ama olduğundan fazla uzakta görünüyordu. Simsiyah, kusursuz gümüşî parlaklıkta bir kurttu genç adam. Ona da bunu yakıştırırdı zaten. Ondan bu vaziyette ayrı etkilendiğini fark ettiğinde, yanaklarının kızardığına yemin edebilirdi. Sonja'nın portresinde kızarıklıklara yer olmazdı, havaya karışıp kaybolmaları uzun sürmedi. Kendine döndüğünde ürperdi. Bu sefer güzelliğinden ürperdi, vahşiliğini her şeyin ardına atmıştı. Gözleri buluştu ve tereddütü belli olan kurt, zar zor ayrıldı. Sonja kendini yere bıraktı ve kokusunu en iyi algılayabildiği yere uzandı.
Birkaç dakika sonra duyduğu ulumanın ona ait olduğunu anlamıştı. Toprak ve çimenle karışan kokusu burnuna tütsüsünden de güzel geliyordu. Her zaman aklında bir şeyler olurdu; ama bu sefer tek şey vardı. Ne Tavin ne başkası, sadece adamı düşünüyordu. Nasıl da bu kadar kolay etkilemişti onu? Yıkılmaz duvarlarının adamın ellerinde adeta eridiğini hissetmişti. Normalde bundan rahatsızlık duyardı; ama şimdi tekrar gelmesi için saniye sayabilecek durumdaydı. Tereddütlerinden sıyrılması zor olmamıştı, doğru olanı biliyordu: Önce sürüsünü düşünmeliydi. Sorun sadece ilk görünümün iyi olmasıyla alakalı değildi. İnsanların değişmek isteseler bile değişmeyeceğine inanırdı. Adamın kim olduğunu, kişiliğini hatta hiçbir şeyini bilmeden ona aşık olması ne kadar doğruydu? Hayatında kaç doğru şey yapmıştı? Belki ona aşık olmak yapacağı en doğru şey olabilirdi, ona düzene sokacak birine ihtiyacı vardı. Kendi sorumluluğunu taşıyamıyordu; ama başkasına yıkacak da değildi.
Elindeki kolyeyi inceledi. Saç teli. Büyük ihtimalle annesinin olmalıydı, önemli olduğunu gözlerinden okumuştu. Ölü bir anne ne demek bilirdi Sonja, annesinin her an öleceğini ummasına rağmen. Kıymet bilirdi, dışarıdan çizdiği soğuk imajın aksine. Zinciri boynuna geçirdi, gerekirse kolyeye sigarasından bile çok önem verecekti. Değerli olduğunu hissettiren tek şey bu olmuştu ve bundan kesinlikle çok memnundu; ama sigarayı ikinci plana atabildiği için şaşkındı da. Sesler duyuyordu, hışırtılar. Birileri geliyordu. Bunun o ya da onlar olduğunu umarak kaçmadı. Birkaç saniye sonra tahmininde yanılmadığını anlamıştı. Kurt biçimini de kafasına kazımıştı Sonja. Bir araba gibi kendini frenleyen kurt, büyüleyici bir şekilde insan biçimine döndü. Gözlerindeki öfke onu öyle korkutmuştu ki, yutkunamamıştı. Sesi yumuşak olsa da, gözleri öfkesine takılmıştı.
“Çabuk ol, kalk! Koşmaya başla, kaçabildiğin kadar hızlı, arkana bakma! Yanına gelen ben olmadığım sürece kimse için durma, hızlı ol! Ve unutma, başaramazsam, sırtıma binmek zorunda olacaksın.” Başarmak? Vampirler. Fazlasıyla zeki bir kızdı, onu bırakmamak için direnmedi. Bir saniye kadar çocuğun buruşan yüzünü izledi. Kendi yüzünün de buruşmasına izin vermemek için bakışlarını çekti. Vücudu çıplaktı ve bunun hakkında yorumları giderek terbiye sınırlarını aşıyordu. Adamı daha fazla arzulamadan arkasını döndü. Kendinden beklenmeyecek bir hızla meydana koşmaya başladı. Otun yorgunluğunu hissetmiyordu bile, korkusunun getirdiği hisle, hızını katlıyordu. Ona bir şey olacağı düşüncesinden şimdiden nefret etmişti.
| |
|