Mortal Instruments RPG
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Mortal Instruments RPG

Ölümcül Oyuncaklar'a Hoşgeldiniz...Görmediklerinizi Keşfetmeye Hazır mısınız?
 
AnasayfaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 ~Elisha Moonlight~

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
Camilla Vieux
Lütfen rütbe edinin, yoksa oyuna dahil olamazsınız!



Mesaj Sayısı : 306
Yaş : 28
Kayıt Tarihi : 26/12/10

Karakter Detayı
Statü:
Uyarı:

~Elisha Moonlight~ Empty
MesajKonu: ~Elisha Moonlight~   ~Elisha Moonlight~ Icon_minitimePtsi 27 Ara. 2010, 00:08

Elimi çekiştiren küçük kızın adımlarına ayak uydurmaya çalışarak neredeyse koşar biçimde yürüyordum taşlı yolda. Elimi o küçük elleriyle tutan masum kızın güzelliği beni hayrete düşürüyordu. O mükemmel bukleler koşarken belinden aşağı sallanıyordu. Güneş ışığının teniyle buluştuğu yerler parıl parıl parlıyor. Ve en parlak ışık o masmavi bulutsuz gözlerinden çıkıyordu. Ancak mutlu değildi. Onun yerine telaşla beni bir yere veya bir şeye yetiştirmeye çalışıyordu. Ona ilk günden beri hayrandım ancak bugün daha da hayran olmuştum. Nasıl bir gücü vardı ki o güçlü ellerinden kurtulamıyordum? Daha kaç yaşındaydı ki? Beş veya altı olmalıydı. Onu uzun zamandır görmemiştim.
Ancak yine de kızgındım ona. Başka bir günde bu oyunu oynayamaz mıydık? Gerçi oyun oynayıp oynamadığımızı bile bilmiyordum. Düğün gününün sabahı odamda kız kardeşim Alice ile hazırlanırken hızlıca odaya girip beni elimden
kavramıştı. O kadar hızlıydı ki Alice bile yetişememişti ona. Yarı sinirli, yarı meraklı bir şekilde sordum Maggie'ye; "Nereye götürüyorsun beni?"
Sorduğum anda durdu ve o alaycı edasıyla dönüp bana baktı. Nefes nefese
kalmıştık. Onun üstünde mavi, ipek bir düğün elbisesi benim üzerimde ise gelinliğimin içindeki içlik vardı. Sanki deliler hastanesinden kaçmış bir prenses ve onun aptal veziri gibi görünüyorduk. Bir tek başımda o uzun, kürklü İngiliz şapkalarından eksikti. Maggie kollarını birleştirerek bana uzun uzun baktı. Ardından yavaş ve sessizce bana o hiç sevmediğim soruyu yöneltti. "Fiore. Gerçekten Richard'ı sevecek kadar saf mısın?" Bu nasıl bir soruydu böyle. Anlamsızca onun saf, temiz yüzüne baktım. Pekâlâ, doğruyu söyleyecektim. Küçük bir kızdan bana zarar gelmezdi. Hem artık yaşamamın veya mutlu olmamın da bir anlamı yoktu. Hayatta en değerlimi kaybetmiştim. Alec.

Koşarken dağılan saçlarımı kulağımın arkasına yerleştirdim ve Maggie'ye doğru eğilerek konuşmaya başladım.
"Bunun bir önemi var mı Maggie? Artık sadece ailemi düşünüyorum ve onların paraya ihtiyacı var. Tabi sen bunları anlamayacak kadar küçüksün."
dedim ve başının hafifçe okşadım. Ancak o sinirli bir şekilde geri çekildi ve bana huzursuz, rahatsız edici gözleriyle baktı. O huzursuz mavi gözler bana birinin gözlerini hatırlatmıştı. "Peki Alec'i unuttun mu?"

O bunu nerden biliyordu! Alec'in öldüğü yıl doğmuştu ve kimsenin ona Alec'den bahsedeceğini sanmıyordum. Bir anda sinirlendim ve ne yapacağımı bilemedim. İçimden onu sarsmak ve Alec ile ilgili tek bir cümle daha ederse onu bir kaşık suda boğacımı söylemek geliyordu. Ama bunun yerine o çok sevmediğim aptal bir tane gözümden süzülerek yanaklarımdan, boynuma kadar yavaşça inmeye başladı. Gözyaşım da öfkem kadar sıcaktı. Ağladığımı görünce söylediğinden pişman olmuş gibi boynunu eğdi ve sağ eli ile bana doğru uzanarak yanağımı okşadı. Eli yumuşacıktı. Her dokunuşu beni iyileştiriyor gibiydi. Huzursuzca ona baktım ve kısık bir tonla konuşmaya başladım.

"Hayır,onu asla unutamam. Ama ne faydası olacak ki? Ben ona hala aşığım. Ve Richard benden gün geçtikçe soğumaya başlayacak. Beni terk ettiğinde ise hiç değilse aileme yetecek kadar paraya ve benim olan bir çocuğa sahip olacağım."
Söylediğim bir sözden dolayı çok sinirlendi ve küçük bir çocuk gibi tepinmeye başladı. Küçük bir çocuk gibi mi? Ha, sanırım deliriyordum. Ne bekliyordum ki? Onun beni anlamasını mı? Zaten küçük bir çocuktu. Ellerimi belime koyarak bu oyunun bitmesi için ona yalvaracaktım ki ellerini yumruk yapıp yürümeye başladı. "Sevmediğin bir adamın çocuğuna mı bakacaksın? Alec seni unutmadı. Biliyorum! Eğer sen o adamla evlenirsen onu unutacaksın. Senin amacın ne?"

Bir küçüğe göre büyük sözlerdi bunlar. Ama fazla ileriye gidiyordu. Alec'i
unutacakmışım! O ne biliyordu ki? O bukle bukle saçlarını birbirine dolayıp daha sonra da bir ağacın kütüğüne vuruşum geldi ama onun yerine üzerine doğru gidip ona hızlıca bir tokat attım. Anında yere düştü. İlk başta ağlayacak sanmıştım ama kolayca ayağa kalkıp beni kolumdan çekiştirmeye başladı. Harika! şimdi kaldığımız yerden devam ediyorduk.
Bir yandan bağırıyor, bir yandan da elimi bırakması için çaba
harcıyordum. Küçük bir kız nasıl bu kadar güçlü olabilirdi ki?
"Söyle bana! Beni nereye götürüyorsun seni solucan? Yeter artık! Haddini aşıyorsun."
Ancak beni dinlemiyordu. Onun yerine hızlı hızlı nefes alıyor ve aralıksız koşmaya devam ediyordu. Biz hızla koşarken etrafımızdaki ağaçlar
hızımızla sallanıyor gibiydi. Kendimi o anda çok güçsüz hissetmiştim. Havada asılı küf kokusu ve kara bulutlar yağmurun habercisiydi belki de. Sanırım düğün bugün olmayacaktı. En sonunda bir kulübenin önünde durmuştuk. Ahşap, beyaz tahtadan yapılma güzel bir kulübeydi bu. Kapısında kalp içinde A ve F harfleri kazılıydı. O bıçak gibi saplandı hüzün, acı duyguları bana. Onunla gizli gizli buluştuğumuz yerdi burası. Nasıl unutabilmiştim ki burayı? Ah, doğru. Hafızamdan onu çıkarmıştım. Sadece Alec ismi kalmıştı geriye. Ancak yine de yasını tutmaya devam ediyordum. Bir sohbette adının geçtiği an orayı terk edişim, her gece rüyalarıma girmesi ve o sıcak, bana acı veren iki kelimeyi söylemesi onu hiçbir zaman unutmayacağım anlamına geliyordu. Fakat bunu düşünecek durumda değildim. Aklımda bir soru vardı. Bu kız bunları nerden biliyordu? Burayı sadece Alec ve ben bilirdik. Başkasının bu dolamaçlı yolu bulması neredeyse imkansızdı. Ancak bu güçlü kız bulmuştu.
Anladığım kadarıyla ana bir şeyler anlatmaya çalışıyordu. "Hey Fiore!" dedi anlamsızca bana bakarken. Ardından hafifçe gülümsedi. "Burayı hatırlıyor musun?"

Kollarımı kavuşturdum ve iyice soğuyan havadan etkilenirmişçesine titredim. Ardından yavaşça cevap verdim. "Tüm bunları nerden biliyorsun? Bu yaptığın hiç hoş değil Maggie."
Hafifçe bir kahkaha attı. Müzik gibi kahkahası başımda toplanan ses dalgalarının en güzeliydi belki de. Yavaşça yanıma yaklaştı ve bilmiş bir tavırla bana baktı. " Reenkarnasyona inanır mısın Fiore?"

Ne?
Konumuzla ne ilgisi vardı şimdi? Hem nasıl oluyordu da sanki benden bin
kat daha bilgiliymiş gibi konuşuyordu? Nasıl oluyordu da bu kadar güçlü
olabiliyordu. Ve nasıl oluyordu da her hareketi bana hatırlayamadığım
birini andırıyor onu her gördüğümde sanki o anı bir daha yaşıyormuş gibi
hissediyordum? Sorusuna sözsüz bir cevap olarak omuz silktim. Tekrardan
sırttı ve kollarını açarak bana baktı. O küçük boyuyla neler yapıyordu
böyle? Daha sonra bana imkansız gele o korkunç sözleri söyledi. "Ben Alec'im."

Anlayamamıştım.Oradan uzaklaşıp, kaçıp kaçmamak arasında kalmıştım. Bedenim bunun büsbütün bir saçmalık olduğunu ruhum ise sadece onu dinlemem gerektiğini düşünüyordu Ancak ben ne bedenime ne de ruhuma güvenmeliydim. Çünkü biri çok Elhamlı, diğeri de her şeyi akışına bırakan bir veletti.
Anlamsız gözlerle ona baktım. O ise benden şiddet bekler gibi tetikte duruyordu. Hiçbir cevap vermediğimi görünce tekrar konuşmaya başladı. "Aslında bunu nasıl söyleyeceğimi bilmiyorum." Omuz silkti. "Normalde
bir kişi öldüğü zaman cennete veya cehenneme gider sanıyordum. Ancak
dünyadaki hayatımı daha bitirmemiştim. Halletmem gerek birçok iş vardı."
Aval aval ona bakıyordum. Şu an ne söylediği konusunda hiçbir fikrim yoktu. "Zor bir zaman geçiriyorum Fiore. Hissettiğim şeyler çok ama çok garip." Acı çekiyormuş gibi suratıma dikkatlice baktı. Ben ise donup kalmış hayretle ona bakıyordum. "Bu beden..." Duraksadı ve güldü. Gülüşü gerçek bir gülüş değildi. Daha çok kendisi ile alay ediyormuş gibi davranıyordu. "Sanırım bu beden bana çok küçük. Ve sanırım ben yanlış cinsiyete sahibim." En sonunda kafamı hayır anlamında sallayarak bir adım geri attım. Bana dikkatlice bakıyor, her hareketimi süzüyordu. "Senin için çok zor görünebilir. Ama inan ki benim için çok daha zor."
Kafamı yeniden hayır anlamında salladım ve üç adım daha geri gittim. O ise beni kaybedercesine sağ elini uzatmış gitmemem için yalvaran gözleriyle bakıyordu. En sonunda kısık sesim, yuvalarından çıkmış gözlerimle ona doğru konuşmaya başladım. "Sen küçüğüm, aklını kaçırmışsın! Oynadığın oyun hiç eğlenceli değil! Seni pataklamadan toz ol buradan!" Eliyle yavaşça susturdu ardından o gizemli havasıyla avına yaklaşır gibi çevremde tur atmaya başladı. "Senin inanmanı o kadar çok istiyorum ki. Biliyorum senin için her şey çok zor görünüyor. Ama beni anlamanı zaten beklemiyordum." Onu itip kulübeye doğru yöneldim. "Saçmalık bu! Düğün günümü mahvetmene izin vermeyeceğim seni velet!"

"Lütfen beni dinle."
Masum gözleriyle bana bakıyordu. Bir anlık tereddüt ettikten sonra
arkamı dönüp ona baktım. Şimdi ne saçmalayacaktı? Ellerimi belime koyup
dikkatlice onun mavi gözlerine baktım. "Bir düşün Fiore. Burayı ikimizden başka kim biliyordu?"

O anda çığlık atıp uzaklaşmak istedim. Yaşadığım şey o kadar doyumsuz,
imkansız ve hastalıklı bir şeydi ki. Rüyada veya kâbustaydım. Çok zordu
bu benim için. Söylediği şey gerçeğe yakındı. Ancak bu yetmezdi. Düşündüğümü direk söyleyerek tiz bir sesle çığlık attım. "Yeteer! Bu yetmez Maggie!" Kollarını kavuşturup gülümsedi. "En azından kavramaya başlıyorsun." Ah, lütfen ama. onu boğmamak için sarf ettiğim gücü başka zaman gösterseydim belki Kral Arthur'u bile yenebilirdim. "Sen ne saçmalıyorsun böyle?" dedim.

Sonunda beni omuzlarımdan tuttu ve yavaşça kendisine doğru çekti. "Seni hatırlamamam gerekirdi. Kimseyi hatırlamamam gerekirdi. Ama sen de diyordun ben farklıyım işte. Senin aşkınla o kadar yanıp tutuşuyordum ki beni daha doğduğum gün eline aldığında hissetmiştim seni. Tabi bu çocukça bir sevinçti. Ama artık değiştim. Değişime uğramam gerekiyor. Seni yeterince sevmem için Alec olmam gerekiyor Fiore."

Başımdan kaynar sular akarcasına o donuk donuk baktım. Ardından geri çekildim ve bağırmaya başladım. "Bu imkânsız. Sakın bana yaklaşma!" Hüzünle geri çekildi. "Bana inanmıyor musun? Peki ya sana Paris'e gittiğinde herkesten gizlice yaptığım sürprizi, yağmur her yağdığında başımı okşayıp dizlerimin üzerine yatışını, her öpüşmemizde bana uzanmak için parmak uçlarına kalktığını nereden biliyorum?!" Delicesine bana bakıyordu. Ben de ona bakıyordum. Hızlıca devam etti. "Ruhum seni istiyor Fiore. Bir düşün. Her gece yatarken parmağındaki yüzüğü öptüğünü, ayakkabını bağlarken sol elinin beceriksiz olduğunu, beni her görüşünde başını kaşıyıp ardından saçınla oynadığını bilmem, nasıl bir tesadüf?"

İçimdeki çığlık beni hapsetmişken mahkûm olduğum gerçeğe kaçıp uzaklaşmak istiyordum. Yaptığı imkânsız konuşmanın, imkânsız nedenini kabul etmek belki de ölümü kabul etmekten bile daha eterdi. Cehennemdeydim veya bunun rüya değil bir kâbus olduğunu düşünüyordum. "Tanrı sana ceza verecek Maggie! Şeytanın kulağını dinlemişsin sen. Sen daha küçücük bir ço-çocuksun!" Arkamı dönerek yürümeye başladım. Ondan kaçıp uzaklaşmak istiyordum. Ben hızla koşarken tüm gücüyle bana doğru seslendi. "Kiliselerin saçmalıklarına inanma Fiore! Sonunda onlar da tahtan düşecek!"

Hı!Hızlı hızlı koşarken nefes almakta güçlük çekiyordum. İçliğimin içindeki
korseyi çıkarıp yırttım ve koşmaya devam ettim. Muhtemelen herkes beni
arıyordu. Ancak oraya gidemezdim. Bu korkunç ruh halimle oraya gidemezdim. Şeytan onun içine girmiş olmalıydı! Ama ona karşı hissetliklerim hala gerçek gibiydi. Onun varlığının içinde Alec'i görebiliyordum. Hıçkıra hıçkıra koşarken artık hiç nefes alamıyordum. Bir dal parçasına takılıp düştüm ve acı içinde feryat etmeye başladım. Kalbimi bıçaklayan o yoğun tutku beni yeniden ele geçirmişti. İçim o kadar acıyordu ki ölümü eninde sonunda gerçekleşecek yaşlı bir kadın gibi çaresizdim. Ruhum tükenmiş, gözlerim hüzünlenmişti. İçine düştüğüm bu ateş çukurunda yanıyordum. Kimse beni durduramıyordu. Feryatlarım çektiklerimin yanında bir hiç kalırdı. Yeniden onu görmek o kadar çok istiyordum ki onun o kavisli boynuna sarılmak dudaklarının içinde kaybolmak. Sessiz bir müzik etrafında dans etmek. Küçücük bir an. Muhtemelen imkânsız bir tutku. Ama istiyordum. Bu ihtiyaç o kadar büyümüştü ki sanki o olmadan yaşayamayacakmışım gibi hissediyordum. Onun ölümünü duyduğum anda hissettiklerim gibi. Feryatlarım içerisinde bana doğru hızla koşan bir adam gördüm. Geldiğim yönden geliyordu. Maggie'ninn olduğu taraftan.

"Fiore!"

Bu ses? Acım daha da yükseldi. Artık feryatlarım susmuştu çünkü bağıracak,
tepinecek gücüm kalmamıştı. O kadar yorgun ve bitkin düşmüştüm ki
huzursuzca ona baktım. "Alec?"
Beni kollarının arasına aldığı anda aslında aç olduğumu hissettim. Ona açtım.
Aşka açtım. Alec'e açtım. Gözlerimin zavallılığı ve kalbimin oyulmuş
her yarası, yamaları ile ona kilitlenmiştim. Tutkumun onu da
alevlendireceğini düşünmüştüm ama o sadece beni kollarının arasına almış
bir bebek gibi sallıyordu. "Sana söylemiştim Fiore. Bizi ölüm bile ayıramaz diye."

Sonra o sıcak dudakları benimkilere yaklaştı. Zaman kavramını unutmuştum. Ve artık imkânsız veya değil. Hiçbir önemi kalmamıştı. Ağzımdan çıkan tek
kelime şu olmuştu. "Seni seviyorum."
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Elizabeth Rose Wayland
Konsül Temsilcisi | Gölge Avcısı
Konsül Temsilcisi | Gölge Avcısı
Elizabeth Rose Wayland


Lakap : Lizbeth
Mesaj Sayısı : 2356
Kayıt Tarihi : 11/07/10

Karakter Detayı
Statü: Site Kurucusu
Uyarı: 0/0

~Elisha Moonlight~ Empty
MesajKonu: Geri: ~Elisha Moonlight~   ~Elisha Moonlight~ Icon_minitimePtsi 27 Ara. 2010, 14:15

Düzenlemenin sistemden kaynaklandığını bildiğim için onu puanlamaya dahil etmiyoırum . İlginç ve hoş konusu vardı.
88 * Tebrikler
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://mortalinstruments.forum.st/
 
~Elisha Moonlight~
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Elisha moonlight
» Elisha moonlight
» Elisha Moonlight
» elisha moonlight
» ~*Elisha Moonlight*~

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Mortal Instruments RPG :: Mortal Instruments :: Arşiv-
Buraya geçin: