Courtney Blake Lütfen rütbe edinin, yoksa oyuna dahil olamazsınız!
Mesaj Sayısı : 2 Kayıt Tarihi : 06/08/10
Karakter Detayı Statü: Uyarı:
| Konu: Terked(il)iş Cuma 19 Kas. 2010, 10:36 | |
| Out: VA'da, Aya Estella O'fieme ile yaptığım RP'dir, bana ait olan kısımları birleştirdim fakat kopukluk olabilir. Bir de, sanırım biraz uzun oldu.
In:
Bir olayın oluş sebebi, ayrıntılarda gizlidir. Az biraz zeki birisi, o ana kadar olanlara ve gidişata bakarak yakın gelecekte neler olabileceğini tahmin edebilir. Tahmin edildiğinin aksine, zor olan bu değil, gelişini göremediklerimizdir; sonradan kafa yorduğumuzda “evet, her şey bu yöne doğru gidiyordu” diyebiliriz, fakat bunu önceden yapmayız. Neden? Aya’yı balo kargaşasından çıkarıp odama sürüklerken, bu sorunun cevabını düşünüyordum. Bizi buraya getiren, baloda olanlardı. Peki buradan nereye gidecektik? Hızlıca odaya girip sanki takip ediliyormuşuz gibi, hızlıca kapattım kapıyı. Şifonyeri de kapının önüne çektim; bir Strigoi’yi durdurmazdı bu, fakat bize zaman kazandırırdı. Camları kapattım, perdeleri çektim ve sonunda yatağa, Aya’nın yanına oturabildim. "Şey, sanırım burası neden Japonya'ya döneceğini ve neden son güne kadar bunu anlatmadığını açıklaman gereken yer." Sert çıkmamaya çalışıyordum, aynı şeyi ben de yapmıştım çünkü ve ne bunu nasıl açıklayacağımı biliyordum, ne de bu konuşmanın sonunda olabilecekleri... Aya bir iç çekti. "Öylece 'ben gidiyorum' demek hiç de öyle kolay bir şey değil," dedi, elbisesinin etek kısmıyla oynarken. "Hem, buraya gelme sebebimi sen de biliyorsun. Okul bittiğinde dönmem gereken yer belliydi..." O kadar kısık sesle söylemişti ki bunları, duymam biraz zor olmuştu. Hazmetmem de zor olmuştu, aslında. Yani, tabii ki gidecekti, yurdu orasıydı. Neden benim gibi biri için kalsındı ki? Zaten ailelerle de aram pek iyi sayılmazdı; tanışmak olsun, kurmak olsun... Vay canına, Courtney. Sende teatral bir yetenek seziyorum. Bir insan hem bu kadar dramatik, hem de bu kadar korkak olabilir miydi? Kapa çeneni. Benimleyken, kurduğun beş cümleden dördü bu oluyor, farkında mısın? Şu an seninle uğraşamam, tamam mı? Sus! Bu da beşincisi... Haha. Aya'ya söylemen gereken bir şey yok mu artık? Mal mal bakıyor da... Başımı kaldırdım ve Aya'nın bal rengi gözleriyle karşı karşıya geldim. Söyleyecek bir şeyler bulmak da daha da zorlaştı. Aya'nın gözleri büyüyor, büyüyor ve kocaman soru işaretlerinin noktalarını oluşturuyordu. Öksürdüm. "Şey... Anlıyorum. Japonya'yı özlemişsindir herhalde; kiraz çiçekleri falan..." Aklım bir zamanlar paylaştığımız rüyaya kaydı ister istemez ve kendime küfrettim. Söyleyecek başka bir şey bulamaz mıydım? Evet, Courtney, söyleyecek başka bir şeyin yok muydu? Off... "Bir de, şey..." Tedirgince sırıttım. "Ben de saraya taşınıyorum, sanırım. Kraliçe'nin emri. Sana söylemedim, çünkü Jess ve ben halledecektik; şey, en azından öyle düşünmüştük ama sonra şu kavga olayı oldu, yani... Halledemedik. God Bless the Queen, değil mi?" Aynı gergin sırıtışla, barış işareti yaptım belli belirsiz, sonra bu rezalete dayanamayıp sırt üstü yatağa attım kendimi. "Ah, Tanrım. Öleceğim, değil mi? Kraliçe ve uşakları beni kendi cehennemlerine sürüklüyorlar, daha da önemlisi; sen yanımda olmayacaksın. Aya, biz ne olacağız?" “Bilmiyorum.” Kaşlarımı çattım. Bu kadar sakin olmak zorunda mıydı? Bazen beni sinirlendiriyordu bu; yani, onun mutluluğunu veya üzgünlüğünü nadiren sezebilirdim, Aya duygularını maskelemekte ustaydı. Fakat şimdi, o Japonya’ya, bense cehenneme gitmeden hemen önce, bir duygu emaresi görmeyi beklerdim. “Hem, her istediğini anında yerine getirecek insanlarla dolu bir yer…” Düşüncelerimi okumuş gibi, hafifçe gülümsemeye çalıştı ama bu her şeyi daha da kötüleştirdi. Gülünecek aşamayı geçmiştik, şu an üzülmeliydik, hatta son dakikaya kadar olabildiğince seks yapsak bile olabilirdi, fakat gülümsemek? “Şey, bana cehennemden daha farklı yerleri çağrıştırıyor,” diye devam etti kıyafetlerini çıkarmak yerine ve düşüncelerimi okumadığından tekrar emin oldum. Gülümsemesi bir anda soldu sonra ve göğsümde bir sızı hissettim. Neden her zaman her şeye kızmaya hazırdım ki? Gözlerime dikilmiş ela gözlere bakarken bu hissin yavaş yavaş derinlere gömüldüğünü hissettim. Sığ bir mezardı gömüldüğü, fakat en azından yaşayan ölü formuna geçip elini topraktan çıkarmadan önce şu konuşma işini halledebilirdik. “Ne olacağız,” diye tekrarladı, birkaç dakika önce dile getirdiğim açmazı. “Daha önce hayalimde senin de Japonya’ya gelebileceğin vardı, böylece sana verdiğim o sözü de tutmuş olacaktım; fakat şimdi sen saraya, ben tek başıma Japonya’ya giderken, ne yapmamız gerekiyor?” Yılın sorusu… Seçenekleri gözden geçirdim. Kraliçe’ye başkaldırabilir ve Aya ile Japonya’ya gidebilirdim; o Japonya’ya gidebilir, ben sarayda kalabilirdim ve uzak mesafe ilişkisi yürütmeye çalışabilirdik, ya da… Ayrılabilirdik. Sonra, o şartlar altında ne kadar olabilirse, olabilecek tüm sonuçları derinlemesine düşünmeye çalıştım. İlk seçeneği seçip Japonya’ya gidersem Kraliçe beni muhtemelen bulur ve ihanet suçundan veya benzer bir şeyden dolayı beni adamlarına öldürtürdü. Uzak mesafe ilişkisiyse… daha karışıktı. Dürüst olmak gerekirse, boktan bir insandım ben. İçim, ahlak değerlerim, her şeyim çürümüştü. Beni biraz olsun normalleştiren tek şey, Aya’nın yanımda oluşuydu ve o gittiğinde, muhtemelen eski halime dönecektim. Beni cezbetmek zor olmazdı; tek birayla sarhoş olabilen bir hatun gördüğüm zaman kendimi kontrol edemezdim adeta. Yapmadığım şey değildi bu; bunu yapmam normal sayılır hatta beklenirdi. Aya yanımda kalmış, bana güvenmişti ve uzağa giderse… Gittiğinde… Bunu ona yaşatmak istemezdim. Söyleyeceklerim, söylemek zorunda olduklarım, belliydi. “Belki de…” Sesim kısıktı, belki de duymaz diye umut ediyordum. “Belki de… Bitirmeliyiz.” Ağlayabilseydim, beynimi doldurup kafatasıma baskı yapan onca düşünce yüzünden ağlardım herhalde. Bir açıdan Aya gibiydim ben de; fakat benim maskeleme yeteneğim istemsizce tek yönlü çalışıyordu. Mutluysam gülerdim, sabahlar olmasındı; üzgün olduğumda ise sadece… Donuktum. Çaresizce Aya’nın cevap vermesini bekliyordum. İçimde bir yer, duymak istemiyordu aslında söyleyeceklerini. Korkuyordum. O an bitirmek istediğim tek şey, bir şişe viskiydi. Sadece lanet olası bir şişe viski. Aya dudaklarını dudaklarıma son kez değdirirken, tüm canlılığın vücudumdan çekildiğini hissettim. Sanki bir kuklaydım da, beni oynatan kişi benden vazgeçmişti. Hareket edemiyor, konuşamıyordum, sadece dinliyordum. Kuklacıma lanet ettim, bana bir çift kulak verdiği için, çünkü duyacaklarım veda sözleriydi. “Haklısın,” dedi, sadece birkaç aydır tanışıyor olmamıza rağmen bana iç sesimden bile tanıdık gelen Ses. Onu duymak ve söylediklerini dinlemek beni nerede, ne durumda olursam olayım hep mutlu etmişti, fakat bu defa söyleyeceklerini duymak istemiyordum. Pes ediyorduk, olan buydu. “Sanırım bu, burada yollarımız ayrılıyor demek.” Millerce devam etmiş, nice engelleri aşarak uzamış yol, çatallanıp ikiye bölünüyor… Canımın acıması, bu benzetmenin gerçekliğini kanıtlıyordu adeta: Bir parçamın onunla gideceğini biliyordum; her zaman özlemini çekeceğim bir parçaydı bu. Bir açıdan, gitmesine memnundum o parçanın; Aya ile güvende olacak, bundan sonra yaşadıklarımı yaşamayacak, kirlenmeyecekti. Her zaman saf kalacaktı. “Mezun olduktan sonra umarım her şey istediğin gibi gider,” diye devam etti Aya. İçimde kopan fırtınalardan zerre kadar haberi yoktu. Belki bir tepki ver(e)miyor olmama içerleyecekti, gerçekten yollarımızın ayrılmasını istediğimi düşünecekti… Ne çare? “Kraliçenin yanında iyi şanslar…” Hayır, bunu yapmak istemiyorum. Aya! Lütfen, gitme. Sözcükler beynimin içinde dönüp duruyordu, fakat onları dışarıya taşıyacak gücü bulamıyordum kendime. Riskleri almaya hazırım, gerekirse Kraliçe’nin canını almaya da. Gitmene izin vermek; bu, almak istediğim bir risk değil. Çünkü gidersen nasıl olacağımı, nasıl sona ereceğimi bilmiyorum. Bir zamanlar istediğim, bir zamanlar uğruna yaşadığım şeyler sen geldiğinde sonsuza kadar yok olmuştu; gidersen aynı şeyler geri dönecek ve daha kötüsü, onları istiyor olacağım. Onları istemek istemiyorum. Gitme. Öpücüğü hala dudaklarımı yakarken, yanımdan gitti ve şifoniyeri kapının önünden çekmeye başladı. Hayır. Bunu istemiyorum. İstediğim şey sensin. Hep sen olacaksın. Denklemin diğer ucunda ne olursa olsun, isterse yaşam olsun, hep seni seçeceğim. Hep seni isteyeceğim. Gözlerimi yumdum, gidişinin anısını taşımak istemiyordum. Eğer gidersen, yerinde kalacak boşluktan korkuyorum. O boşluğu nelerle doldurmaya çalışabileceğimden korkuyorum. Başaramamaktan korkmuyorum; başaramayacağımı biliyorum. Zaten, ben giriş ve gelişmelerden de nefret ediyorum. "Kendine iyi bak..." Buna sebep olanlar Kraliçe ve yaverleri değil; Japonya değil, Strigoi’ler değil, sen de değilsin. Benim. Bu sonuca yol açan benim ve bundan şimdiden nefret ettim. Ölüm bile yeterli bir ceza değil işlediğim bu suça, zaten ölümden korkmuyorum. Tek korktuğum, sensiz süreceğim yaşam. Tek korktuğum… Kapı kapandı. Gözlerimi açtım, karşımda gidememiş bir Aya’yı görmeyi bekleyerek. Yoktu. Gitmişti. Elimi, eskiden kalbimin bulunduğu yere dayadım. Ölmüştü. Öleli bir dakika bile geçmeden çürümeye başlamıştı. Kurtçuklarla ve sineklerle dolmuştu, pompaladığı artık kan değil, çamura karışmış bir sıvıydı. İlacını alma vakti, dedi iç sesim, üzgün bir sesle. Elimi yatağımın altında gezdirdim ve O’nu buldum. Orta boy bir şişe, kehribar rengi sıvı yarıda. Işığa tutup çalkaladım şişeyi. Doktor tavsiyesi. Ses üzgün olmaktan çıkmış, kararlı bir tona kavuşmuştu. Şişenin kapağını açıp kafama diktim. Alev mideme ulaşacak kadar dayanamadı, öksüre öksüre tükürdüm viskiyi. Pes etmeden bir yudum daha aldım; sonra bir tane daha, sonra bir tane daha… Boş şişeyi bir yerlere attım, parçalandı. Tıpkı benim gibi. Ekstra gizli zula zamanı! İç sesim bir kahkaha attı. Karnavaldayız bebeğim, ve Ucube Şovu’na çok az kaldı! Yataktan kalkıp gardrobun yanına gittim. Zorlukla, gardrobu öne çekmeyi başardım. Hemen arkasında, biraz daha ilaç; işte, orada. Şişeyi alıp ayağa kalktım; odam bir tur döndü. Kafamı sallayıp sersemliği attım. Buradan çekip gitmem gerekiyordu, hem de hemen, ve okulda bin Strigoi dahi olsa, umursamazdım. Başucu çekmecemden iki paket sigara aldım. Bir tane sigara çıkarıp yaktım, daha sonra paketleri cebime koydum. Gece henüz genç; ve partiyi sona erdirmeden önce yaşlanıp öldüğünden emin olacağım. Çıkıp gittim.
| |
|