Küçük bir Rus köyünde toprak sahibi olan Fedor Pavloviç Karamazov’un dehşetli, esrarengiz ölümü, kısa sürede yalnız yaşadığı beldenin değil bütün Rusya’nın ilgiyle takip ettiği bir dava haline gelir. Ölümden, toplumda hiç sevilmeyen, ömrünü ilkesizlikler üzerine kurmuş maktulün büyük oğlu Dimitri Karamazov mesul tutulmaktadır…
Ne var ki; insanın bilgiyle donatılmış aklı ve maddi deliller, hayatın girift ve akıl almaz oyunları karşısında çoğu zaman aciz kalmakta ve kader ağlarını örmektedir…
Dostoyevski gibi güçlü bir düşünür ve edebiyatçının hayat, ölüm, aşk, erdem, para, fikir, sanat, felsefe ve ruh bilimine dair bir ömür heybesinde biriktirdiklerinin muazzam bir kurguyla birleşmesinden doğan Karamazov Kardeşler, dünya durdukça önemini kaybetmeyecek olay ve insan örgüsüyle, dünya edebiyatının en önemli yapıtlarından olma özelliğini sonsuza dek koruyacaktır…
FİYODOR MİHAYLOVİÇ DOSTOYEVSKİFiyodor Mihayloviç Dostoyevski, 1821 yılında yoksulların kaldığı bir hastanede dünyaya gelir. Aynı hastanede cerrah olan Dostoyevski’nin babası, alkolik, sert ve sinirli bir adamdır; ancak çocuklarının eğitimine büyük ilgi göstererek onlara Fransızca öğretmeni tutar ve kendi çabasıyla Latince öğretir.
Dostoyevski 13 yaşındayken Moskova’nın en iyi okullarından birine yatılı olarak verilir. 16 yasına geldiğinde, babasının ısrarıyla Petersburg Asken Mühendis Okulu’na girer. Aynı yıl annesini kaybeder. 1839 yılı aile için gerçek bir darbe olur. Babası, kendi toprak kölelerinden biri tarafından öldürülür. Bu faciadan sonra sara hastalığına tutulacak olan Dostoyevski’de olayın izleri hayatı boyunca hissedilecektir.
1843 yılında mühendis okulunu bitiren genç Dostoyevski, asteğmen rütbesiyle orduya katılır. O günün şartlarında mühendislik ona iyi bir mevki ve refah dolu bir hayat vere biliyorken, onun kendi için düşündüğü gelecek çok farklıdır; nitekim bir yıl sonra görevinden istifa eder.
Edebi hazırlığıDostoyevski. çocukluğundan itibaren belli başlı edebi eserleri düzenli takip ederek kendini edebiyat alanında yetiştirmeye başlar. Rus sairlerinden Jukovski, Karamzin’i beğenerek okur; bilhassa Puşkin’i kendine ilham kaynağı kabul eder. Schillef, George Sand, Eugene Sue takip ettiği yazarların başlıcalarıdır. Ünlü Fransız yazar Balzadm yeriyse onun için başkadır. Bu hayranlık sonucu. 1843 yılında Balzac’ın “Eugenie Grandef’ romanını Rusça’ya çevirir. Böylelikle ifk edebiyat çalışmaları da başlamış olur.
Dostoyevski’nin ilk edebi çalışmalarında Gogol. Griboyedov gibi Rus yazarlarının etkilen sıklıkla görülür. Özellikle Gogol, genç yazarı üslup ve düşünce bakımından derinden etkiler.
İlk eseri1845 yılında ilk eseri “insancıklar’ı yazmaya başlayan Dostoyevski. bu eserinde devir edebiyatının şaşmaz konularından bin olan memur bayatını anlalır. 1845 yılı Nisanında “İnsancıklar” tamamlanınca eserin müsveddelerini dostu Grigoriç’e verir O da bunları, dönemin ünlü şairlerinden Nekrasov’a götürür. Nekrasov. sabahın dördünde kitapla ilgili düşüncelerini Dostoyevskı’ye anlatmak üzere evden çıkacak kadar eserden etkilenir. Bir sonraki günse. müsveddeleri eleştirmen Belınski’ye götürür ve ona yeni bir Gogol’un doğduğunu söyler. Bir süre sonra Belinski ile Dostoyevski görüşürler. Ünlü eleştirmen Dostoyevski’ye kabiliyetini korumasını tavsiye ederek, bu taktirde büyük bir sanatkâr olacağını müjdeler
Hapis ve sürgünDostoyevski. devrin birçok genci gibi, toprak köleliğinin yürürlükte olduğu sosyal yapıdan rahatsızdır. Bu yüzden, rejime karşı çalışan gençlik gruplarından birine katılır. Muhalif yazı ve şiirlerin okunduğu toplantıların birinde Belinski’nin “Gogol’e Mektup” isimli yergisi okunur. Kısa bir süre sonra, gruba bağlı tüm gençler yakalanarak tutuklanır. Bir sabah, tümü açık bir alana götürülerek, idama mahkum oldukları ilân edilir. Ancak tam karar infaz edilecekken Çar’ın kendilerini affettiği söylenir
Genç yazar dört yıl kürek, beş yıl da sürgün cezasına çarptırılır. Hapiste yalnızca .’ncıl buluridjrmaya musaaoe euı’d g için. Hıristiyanlığa merak sarar.
Sürgünden sonra çeşitli edebiyat dergilerinde çalışan Dostoyevski, dönemin “sanat için sanat görüşüne karşı çıkar ve Çernişevski ve Pisarev’in çıkarttıkları dergilerle polemiğe girer Yine de. onu siyasi beklentilerini monarşiye bağlayan birdir öte yandan, maddi durumu gitgide kötüleşen yazar, kendini tamamıyla edebiyat çalışmasına verir. 1866 yılında ünlü romanı “Suç ve Ceza yi bitirdiğinde donemin edebiyat otoritelerinden biri olarak gorünmeye başlanır
Toplumun her kesitinden insana romanlarında yer verebilen Dostoyevski, kahramanlarının şahsında kendisinin de içinden çıkamadığı çatışan duygu ve düşünceleri tasvire çalışır. Aralarında “Karamazov Kardeşler”, “Budala”, “Suç ve Ceza”, “Ölüler Evinden Hatıralar” gibi belli başlı eserlerin de bulunduğu birçok roman ve hikâye yazarak ömrünü verimli bir şekilde geçiren Dostoyevski. 1881 yılında Ölür.
YAZARIN ÖNSÖZÜ“Size gerçek, gerçeğin ta kendisi olarak diyorum ki: Toprağa düsen bir buğday tanesi yok olmazsa, sadece bir buğday tanesi olarak kalır; fakat yok otursa, o zaman bereketli ürün doğurur.”
IncilYohanna, 12. bab, 24
Aleksey Fedoroviç Karamazov’un hikâyesine başlarken biraz tereddüt geçirdim. Sebebi şu: Aleksey Fedoroviç’i kahraman olarak ele alırken onun hiç de büyük bîr adam olmadığını iyi biliyordum. Bu sebepten “Aleksey Fedoroviç’imizi ne gibi özelliklerinden dolayı kahraman seçtiniz? Neler yapmış bu adam: nerede, neyiyle tanınmış? Ben, okuyucu olarak onun hayatına ait bir sürü olaya kafa yorup neden vakit öldüreyim?” gibi sorularla karşılaşacağım
Tabii en zoru da son soru. Çünkü, bu somya sadece, “Bunun cevabını, romanı okuyunca anlarsınız.” diyebilirim ama, ya romanı bitirdikten sonra da Aleksey Fedoroviç’imde ne Özellikler olduğunu görmez, kabul etmek İstemezlerse? Hem de bunun böyle olacağını şimdiden, üzülerek tahmin ediyorum. Bence bu adamda bazı nitelikler var, fakat bunu okuyuculara anlatıp anlatamayacağıma emin değilim. Belki de hareketli olduğu halde kabiliyetleri gizli kalmış bir adamdır. Zaten asrımızda insanlardan açıklama istemek de tuhaftır ya! Yalnız onun tuhaf hatta garip bir adam oluşunun şüphe edilecek bir tarafı da yoktur. Fakat, tuhaf bir adamın özelliklerini bir araya toplayıp, saçmalığın bütününden bir anlam çıkarmak, insana faydadan çok zarar verir. Tuhaf adamın, her zaman birtakım nitelikleri ve apayrı durumları vardır, öyle değil mi?
Siz su son söylediğimi kabul etmeyip de, “Kayır, öyle değil.” ya da “Her zaman öyle değil.” derseniz, o zaman bende kahramanım Aleksey Fedoroviç’in önemi üzerine bir ümit uyarur. Çünkü, tuhaf adamın varlığı her zaman başkalıklarla dolu değildir; tam tersine, bazen o bir bütünün özüdür. Çağdaşları, nedense, sanki geçici bir rüzgârın etkisiyle ondan sıyrıl] vermişi erdir.
Aslında bunun merak edilecek bir tarafı yok. Karışık açıklamalara girişmeden, önsöz de yazmadan başlayabilirdim. Beğenen de olurdu. Ama, işin kutusu, ben bir hayat hikâyesinden iki roman çıkardım. Esas roman ikincisi. Kahramanımın zamanımızda, yani şu yazdığımız zamandaki hayatını anlatıyorum. Birinci romanda ise on üç yıl öncesine ait hadiseleri anlatıyorum. Hatta bu, tam manasıyla bir roman değil de sadece kahramanımın, ilk gençliğinin belirli bir dönemidir. İkinci romanda pek çok bölümü anlaşılmaz hale getirmemek için birinci romanı feda edemedim. Bu da başta sözünü ettiğim zorluğu bir kat daha artırdı. Bizzat ben, yani yazar; böyle alçakgönüllü, silik bir kahraman için bir romanı bile çok bulurken, İki romanla ortaya çıkarsam bu küstahlığımı nasıl açıklayabilirim?
Cevabını bulmakta zorluk çektiğim bu meseleleri öylece bırakmaya karar veriyorum. Tabii ki açıkgöz okuyucumuz baştan beri ağzımda bu baklayı gevelediğimi fark etmiş, gevezeliğimle değerli zamanını çalışıma kızıp duruyor dur. Fakat, benim cevabım hazır: Bunu önce nezaketimden, sonra da kurnazlığımdan yaptım. Hani “Baştan haber verdim ya!” demek İstiyorum sanki. Gene de iyi bir bütünlüğe sahip olduğu halde, romanımın kendiliğinden iki hikâyeye bölünmesine seviniyorum. Birinci kitabı okuyan öbürünü okuyup okumamak kararını kendisi verecektir. Hiç kimseyi herhangi bir şeye zorlamaya hakkım yoktur. Kitap, ilk hikâyenin ikinci sayfasından, bir daha açılmamak üzere bırakılabilir. Bunun yanı sıra, kanaatlerinde yanılmamak için eseri sonuna kadar okumak isteyen ince davranıştı okuyucular da vardır. Örneğin, bütün Rus eleştirmenleri böyledir. Onları düşününce insanın içi ferahlıyor. Yine de, düzenli oluşlarını, titizliklerini bildiğim halde romanımı ilk hikâyesinden bırakmalarını en tabii hakları kabul ediyorum.
1. KİTAP Bir Ailenin Hikâyesi1.FEDOR PAVLOVİÇ KARAMAZOVAleksey Fedoroviç Karamazov, on üç yıl önceki dehşetli, esrarengiz ölümü hâlâ unutulmamış olan bölgemizin derebeyi Fedor Pavloviç Karamazov’un üçüncü oğluydu. Babasının ölümünü yeri geldiği zaman anlatacağım. Şimdilik, hayatı boyunca çiftliğinde hemen hemen hiç oturmamış bu çiftçinin sadece ilginç bir tip olduğunu söylemekle yetineceğim.
Sık rastlanan, yalnız kütü ve ahlâksız değil, üstelik kafasız, fakat, kendi işlerini gayet iyi beceren kafasız tiplerdendi. Başka işlere de aklı ermiyordu galiba.
Fedor Pavloviç sıfırdan İşe başlamış sayılırdı. Mal varlığı önemsizdi, onun bunun sofrasına kabul edilmek, dalkavukluğunu yapmak için fırsat kollardı. Yine de Öldüğü zaman, üzerinden yüz bin ruble çıktı.
Bu adamı bölgemizde herkes, ömrü boyunca münasebetsizin, deli dolunun biri olarak kabul etmişti. Fakat, yine söylüyorum: Sersemliği yoktu. Böyle delidol uların çoğu hayli zeki, kurnaz kimselerdir. Deli doluluğu da kendine has, adeta millî bir özellik taşıyordu.
Üç oğlu vardı, iki evlilik yapmıştı. Büyük oğlu Dmitri Fedoroviç ilk karısından; ıvan’la Aleksey ise, ikinci kansındandı. Fedor Pavloviç’in İlk karısı Milişovlardandı. Milişovlar, bölgemizin hayli zengin, asaletiyle tanınmış bir derebeyi ailesiydi. Kızlarının çeyizi, dırahoması yerli yerindeydi; güzeldi, hem de bugünkü nesilde sık rastlandığı halde o zamanın kızları arasında tek lük görünen canlı bir zekaya sahipti.
Bütün bunlara rağmen herkesin uğursuz dediği, silik bir adama nasıl varabildiğini uzun uzun anlatmayacağım. Bundan önceki romantik kuşaktan bir genç kız tanırdım. Adamın birine birkaç yıl esrarlı bir aşk duyduktan sonra onunla pekâla tatlı bir şekilde evlenmek imkânı varken ne hikmetse kendi kendine bazı aşılmaz engeller uydurarak sonunda, fırtınalı bir gece, kendini yüksek bir sahilden oldukça derin, akıntılı bir ırmağa atıp boğulmuştu. Bunu da kendine has bir kaprisle, sırf Shakespeare’in Otello’suna benzemek için yapmıştı. Hatta çok önceden beğenerek seçtiği kayanın manzarası o kadar güzel olmasaydı da bunun yerine dümdüz, basit bir su kenarı olsaydı, belki intihar etmezdi.
Anlattığım hadise gerçekten olmuştur. Şu son iki üç kuşakta da bu veya bunun gibi şakaların çok olduğunu bilmek gerek. Şüphesiz ki, Adelaida Ivanovna Miusova’mn hareketinde hem yabancı bir tesirin, hem de ba^ı kötü düşüncelerin etkisi olmuşu. Kadın belki de bağımsızlığını göstermek, toplumun kurallarına, akrabalarıyla ailesinin boyunduruğuna karşı gelmek istemişti, iyilik yapma düşüncesi bir an için bile olsa onu, Fedor Pavloviç’in, taşıdığı dalkavuk unvanına rağmen, devrin en cesur, en alaycı insanlarından biri olduğuna inandırmıştı. Halbuki, adam kötü bir paskaldı, o kadar. Bir de kaçırılarak evlenmek de Adelaida Ivanovna’yı büsbütün çekmişti.
Fedor Pavloviç’e gelince… Toplumdaki durumu yüzünden bu işe dünden hazırdı: ne pahasına olursa olsun geleceğini kurtarmak istiyordu, iyi bir aileye yamanıp, üstelik kabarık bir dırahoma almak, arayıp da bulamadığı şeydi. Aşk konusu ile ne gelin hatta Adelaida Ivanovna güzel kız olduğu halde ne de damat ilgileniyordu. Şehvet düşkünü, yüz bulduğu her kadının eteğine yapışan Fedor Pavloviç’in hayatında bu, belki ilk defa olmuş, evlendiği kadın şehvet duygularını kamçılayamamıştı.
Adelaida Ivanovna kaçırılışından hemen sonra kocasına karşı yalnızca küçümseme duyduğunu anladı. Böylece evliliklerinin nasıl sonuçlanacağı daha ilk günden belli oldu. Milişovlar olanları ağırbaşlılıkla karşıladı ve kaçağın çeyizi yi e dırahomasını bile verdiler. Gene de kan kocanın hayatı tam bir perişanlık ve huzursuzluk içinde geçiyordu.
Anlatılanlara bakılırsa, o sıralarda bile genç kadın kocasına göre daha asaletli davranıyordu. Fedor Pavloviç, kansı parayı alır almaz, yirmi beş binin olduğu gibi üstüne oturdu. Kadıncağız bundan sonra bir rublecik bile göremedi. Karısının payına düşen bir köyle oldukça iyi bir konağı da Üzerine geçirmek için çabalayıp duran adam, sonunda belki bunu da başaracaktı. Adelaida Ivanovna, kocasının arsızca diretmelerinden, dilenciliğinden o kadar bezmiş, iğrenmişti ki, sadakası olsun diye ona boyun eğecekti.
Bereket versin ailesi araya girerek anaforcuyu azıcık hizaya getirdi.
Kan kocanın sık sık kavga ettiğini herkes biliyordu. Hatta, dayağı atanın Fedor Pavloviç değil de o ateşli, cesur, kabına sığmaz, son derece kuvvetli esmer kadın, Adelaida Ivanovna olduğu söyleniyordu. Sonunda Adelaida İvanovna evini ve kocasını bırakarak sefalet içinde yüzen, papaz okulunu bitirmiş bir öğretmenle kaçtı. üç yaşındaki oğlu Mitya. babasının yanında kaldı. Fedor Pavloviç hiç vakit kaybetmeden evinde bir harem kurdu, İçki âlemleri yapıyor, boş vakitlerinde şehri bir baştan bir başa dolaşıp gözyaşları içinde sağa sola. kendisini terk eden Adelaida Ivanovna’dan dert yanıyordu. O sıralarda, evlilik hayatına ait bir erkeğin anlatması hiç yakışık almayan bazı m ab. remi yede ri açıklıyordu. Zaten herkese katısının hakaretine uğramış gülünç bir koca olarak görünüp, bunu ballandıra ballandıra anlatmaktan zevk alıyor, bununla övünüyordu. “Kederinize rağmen adeta rütbe kazanmış gibi bir haliniz var, Fedor Pavloviç!” diye takılanlar bile oluyordu. Hatta çoğu, yeni girdiği paskal kalıbının onu sevindirdiğini, durumundaki gülünçlüğün bile farkına varmadığını söylüyordu. Ama kim bilir, belki de saflığından böyle yapıyordu. Sonunda kaçağın izini bulmayı başardı. Zavallı kadın, papaz okulu öğrencisiyle Petersburg’a gitmiş, orada ipin ucunu büsbütün kaçırmıştı. Fedor Pavloviç hemen harekete geçti. Petersburg’a gitmek için hazırlıklara başladı. Ne diye gideceğini kendi de bilmiyordu. Ama, kararını verdikten sonra yola çıkarken cesaret toplamak için üst üste içmeye başladı. O sırada karısının ailesine, kadının Petersburg’da öldüğü haberi geldi. Bir söylentiye göre oturduğu tavan arasında birdenbire hastalanarak tifodan başkalarına inanılırsa açlıktan ölmüştü.
Fedor Pavloviç karısının ölümünü sarhoşken haber aldı. Anlattıklarına göre o anda sokağa fırlamış, ellerini havaya kaldırarak “Azat ettin ey Tanrım!” duasını okumaya başlamış. Tiksindirici haline rağmen çocuk gibi ağladığını görenlerin ona acıdığını söylüyorlardı. Bir yandan kurtulduğu için sevinirken, bir yandan da kurtarıcısına gözyaşı dökmesi pekâlâ mümkündü. Çoğu zaman insanlar, hatta caniler bile, haklarında verdiğimiz hükümlerden çok daha temiz ruhlu olurlar, Biz de öyle değil miyiz?
EVLATLARINI UZAKLAŞTIRDIBu adamın nasıl bir baba, ne biçim bir terbiyeci olduğu tahmin edilebilir. Karısının Ölümünden sonra, zaten tahmin edildiği gibi babalığını unutmuş; Adelâida Ivanovna’dan olan oğlunu büsbütün kendi başına bırakmıştı. Bunun sebebi çocuğa karşı kin duyması ya da kocalık hislerinin hakarete uğraması değildi. Sadece oğlunu unutmuş, aklından çıkarmıştı, o kadar.
Pedor Pavloviç bir yandan herkesi gözyaşlarıyla, sızlanmalarıyla bıktırıp, diğer yandan, evini keyif yuvası haline getirirken. Uç yaşındaki oğlu Mitya’yı evin sadık uşağı Grigori himayesine aldı. oda ilgilenmese zavallının sırtındaki gömleğini değiştirecek kimse çıkmayacaktı. Anne tarafı da ilk zamanlar onu unutur gibi oldu. Dedesi, yani Adelâida İvannvna’nın babası Hay Miusov hayatta değildi artık. Moskova’ya taşınan dul karısı, Mitya’nın anneannesi hastalanmış, kız kardeşleri kocaya varmıştı. Böylece Mitya iki yıla yakın bir zaman Grigori’de, bir uşak kulübesinde kaldı. Peder bey arada bir çocuğu hatırlarsa bile varlığından büsbütün habersiz olamazdı eğlence âlemlerine engel olmasın diye onu hemen kulübeye geri yollardı.
O sıralarda ölen Adelâida İvanovna’nın Piotr Aleksandroviç Miusov adındaki kardeş çocuğu Paris’ten dönmüştü. Miusov uzun yıllar Avrupa’da kalmıştı. Henüz çok gençti; bütün Miusovlardan farklıydı. Bilgili, başkentlerde yaşamış, ömrünün sonuna kadar tam manasıyla Avrupalı olabilmiş bir adamdı. Hayatının son yıllarında, 4050 yıllarının hürriyetçileri arasına katılmıştı. Çalıştığı zamanlar gerek Rus, gerek yabancı en büyük hürriyetçilerle münasebet kurmuş, Proudhone’la Bakunin’i şahsen tanımıştı. 48 Fransız ihtilâli, dolaşmalarının sonuna rastlamıştı, ihtilâlin ü; gününden bahsetmeyi çok severdi. Barikatlarda dövüşenlere karıştığını ima etmekten kendini alamazdı. Bu, gençliğinin en tatlı hatıralarındandı. Oldukça zengindi. Son derece mükemmel çiftliği şehrimizin çıkışında başlar, şöhretli manastırımızın hududuna dayanırdı.
Piotr Aleksandroviç mirasını alır atmaz, daha delikanlılığında nehirde haksız bir balık avlama yüzünden mi, yoksa ormandan kesilmiş ağaçların zararı için mi pek bilemiyorum ruhbana karşı dava açmayı aydın bir vatandaşın görevi saymıştı. Bir zamanlar ilgilendiği Adelâida İvanovna’yı unutmamıştı.
Mitya’nın durumunu öğrenince gençlik hırsını, Fedor Pavloviç’e karşı duyduğu tiksintiyi unuttu. Fedor Pavtoviç’le o zaman tanıştı. Çocuğu evlât edinip büyütmek istediğini açıkça söyledi. Ondan sonra defalarca, Mitya bahsini açınca adamın bir müddet hangi çocuktan sözü edildiğini kavrayamadığım, evinin bir köşesinde küçük bir oğlu bulunduğuna adeta hayret etliğini anlata anlata bitirememişti. Piotr Aleksandroviç’in anlattıkları büyütülmüş olsa bile büsbütün asılsız değildi. Zaten Fedor Pavloviç, öteden beri kendine has kıntmalanyla karşınıza hiç ummadığınız bir rolde çıkmaya bayılırdı. Kem bunu hiç gerekmezken, hatta o seferki gibi, kendi zararına yapardı. Hoş, bu yalnız Fedor Pavloviç’te değil, birçok kimsede, hatta pek çok akıllı insanda rastlanan bir özelliktir.
Piotr Aleksandroviç bu işe canla başta sarıldı. Mitya’ya annesinden çiftlikle bir ev, birçok arazi kaldığı için Fedor Pavtoviç’le beraber çocuğun vasiliğine tayin edildi. Mitya annesinin kuzeninin evine geçti. Piotr Aleksandroviç bekâr yaşıyordu; çiftlik kiralarını toplayıp işlerini yola koyduktan sonra hemen uzun zaman için Paris’e gitti. Çocuğu Moskovalı yaşlı bir yakın akrabasına bıraktı. Paris’e iyice yerleşince, hele sonraları ömrü boyunca unutamadığı Şubat ihtilâli başlayınca, Piotr Aleksandroviç çocuğu tamamıyla unuttu. Moskovalı hanımefendi öldükten sonra Mitya’yı evli kızlarından biri yanına aldı. Böylece çocuk, galiba dördüncü defa ev değiştirdi. Şimdi bundan uzun uzadıya bahsedecek değilim. Nasıl olsa ileride Fedor Pavloviç’in ilk oğlunun sözünü çok edeceğiz. Şimdilik romanıma başlamak için gereken bazı bilgileri vermekle yetineceğim. Fedor Pavloviç’in oğullarından sadece Dmitri Fedoroviç bir dereceye kadar varlıklı olduğu ve rüştünü ispat ettikten sonra kimsenin eline bakmak zorunda kalmayacağı inancı içinde büyümüştü. Gençlik yıllan çok perişan geçti. Jimnazı bitirmeden askeri okula girdi. Okulu bitirince Kafkasya’ya gitti, rütbe aldı. Düelloda dövüştüğü için atıldı, tekrar yükseldi, eğlenceye daldı, hayli para yedi. Fedor Pavloviç, ancak rüştünü ispat ettikten sonra para yollamaya başladığı için Dmitri o zamana kadar epey borçlandı. Babası, Fedor Pavloviç’i reşit olduktan sonra, bilhassa mal mülk meselelerini konuşmak için bölgemize geldiği zaman görmüş, tanımıştı. Galiba, dünyaya gelmesine vesile olan adamı daha o gün sevmemişti. Yanında çok az kaldı. Bir miktar para kopardıktan sonra da gitti. Çiftlik kirasını bundan sonra nasıl alacağını da konuştu. İşin garibi, bu buluşmada Fedor Pavlovic’ten çiftliğinin ne gelirini ne de gerçek değerini öğrenebildi. Fedor Pavloviç, Mitya’nın serveti hakkında büyütülmüş, yanlış bir fikir taşıdığını ilk anda anlamıştı. Bunu unutmamak lazım. Fedor Pavloviç’in kendine göre hesapları olduğu için buna memnundu. İncelemeleri ona delikanlının hoppa, deli dolu, sabırsız, bazı tuhaflıklara sahip, hovarda, eline geçenle yarını düşünmeden gününü gün etmeye bakan düşüncesizin biri olduğunu göstermişti. Fedor Pavloviç Mitya’nın bu zayıf taraflarından faydalanmaya başladı. Bazen, az bir miktar göndererek onu başından savıyordu. Sonunda sabrı tükenen Mitya, babasıyla alacak verecek işini kökünden halletmek için şehrimize İkinci defa geldi. Ama hiçbir alacağı kalmadığını duyunca neye uğradığını bilemedi, Güya babasından öyle çok para çekmişti ki, hesaba vurulacak olsa üstelik borçlu çıkacaktı. Vaktiyle kabul ettiği bazı anlaşmalara göre herhangi bir hak iddiasında da bulunamıyordu. Genç adam, hem şaşırdı hem de buna hile karıştığından şüphelendi, hiddetten çılgına döndü.