Mortal Instruments RPG
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Mortal Instruments RPG

Ölümcül Oyuncaklar'a Hoşgeldiniz...Görmediklerinizi Keşfetmeye Hazır mısınız?
 
AnasayfaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Nicole Lydia Lâvin

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
Nicole Lydia Lâvin
Lütfen rütbe edinin, yoksa oyuna dahil olamazsınız!



Mesaj Sayısı : 1
Kayıt Tarihi : 30/10/10

Karakter Detayı
Statü:
Uyarı:

Nicole Lydia Lâvin Empty
MesajKonu: Nicole Lydia Lâvin   Nicole Lydia Lâvin Icon_minitimePaz 31 Ekim 2010, 10:27

Boşluk. Bir delik hissediyorum, göğsümün ortasında. Hiç kapanmayacak, doldurulamayacak bir boşluk. O deva gelebiliyor yarama sadece. Onu görmek... Onu görmek istiyorum.
Kapı, rüzgarın etkisiyle sertçe çarpıyor ve beni de bir yaprak gibi sürüklemeye başlıyor. Ayaklarımı serbest bırakıyorum ve düşüncelerimin beni istediği yere götürmesine izin veriyorum. Hayat boş geliyor bana.
Kafamı kaldırmamla beraber güneş ışığıyla karşılaşıyorum ve bu gözlerimi kısmama neden oluyor. Ve birden, sanki gözlerimi kısmamla beraber anılar kafama yeniden dank ediyor. Hatırlıyorum... Üç yaşındaki bir çocuğun siması bu. Bu benim.
Ne zaman sona erecek anne? Ne zaman döneceksin? Telefonda çatallaşmış ince sesimin kısılmasıyla beraber, minik ellerimle telefonu daha fazla sıkmaya başlıyorum.
Cevap vermiyor. Titrek bir nefes duyuyorum ve burnunu çekiyor. Neşelendirmeye çalışıyor beni.
Biz... Biz istediğinde görüşeceğiz tatlım. Her zaman beraber olacağız. Ben...
Anne?
Yaşlarla dolu gözlerimi kırpıştırıyorum ve, bir çığlık sesi geliyor. Ardından telefonun yere düştüğünü duyuyorum, ses kesiliyor.
Anne? Orada mısın?
Bekliyor o küçük kız... Hala anlamsız bir umut var içinde fakat, o saf yüreği bunu kabullenemiyor.
Ayrılmayacağız demiştin anne... Neden cevap vermiyorsun?Sonra minik parmaklarının arasından kayıp giden telefonun parçalanma sesini, bir hıçkırık izliyor. Göz yaşları yine doluşurken, görüşü bulanıklaşıyor ve hıçkırıklarını dizginlemeye çalışıyor, işe yarayacakmış gibi... O yaşta bir çocuğun bunu denemesi, kendisine yapabileceği en büyük ceza olabilir muhtemelen.
Yanaklarını şişiriyor ve dudaklarını zorlukla büzerek yavaşça yere uzanıp telefonu eline alıyor.
Ardından kendine hakim olamayarak telefonu bir kez daha düşürüyor ve içinden geldiğince ağlamaya başlıyor. Bir çocuk ağlarken ne kadar saf görünebilirse, o çok daha masum. Ardından, omzunda tanıdık bir elin sıcaklığını hissediyor. O saf yürekli çocuktan eser kalmamış şimdi, korku yüreğini köreltmiş. Çaresizce kafasını kaldırıyor ve babasına bakıyor.
Baba... Anneme ne oldu?
Sonra babasının bacağına sarılıyor ve sessizce ağlamaya başlıyor. Olan bitenden habersiz adam, yere eğiliyor ve parçalanmış telefonu eline alıyor.
Maria?
Bir kaç saniye bekliyor ve alnını kırıştırıp çaresizlikle kafasını kaşıyor. Küçük kız ise, düşündüğü başka bir şey yok. sadece annesini istiyor doğasından gelen bir masumlukla. Sıcak dokunuşunu alnında, küçük öpücüklerini yanaklarında hissetmek, tek istediği...
Ardından bir taşa takılıp düşüyorum ve kendimi gündemde, hala güneşin altında kavrulurken, yerde buluyorum. Düşüncelerin içinde boğulmuş, aklımı soru işaretleri ile, yüreğimi de özlemle donatmış olan ben. Dizimde bir sıcaklık var... Kan.
Bir ölüm yiyen... Neden bunca yıl sonra öğrendin Evelyn? Tahmin etmeliydin. O, seninle konuşurken bir arabada değildi.
Ardından bir ses ile irkiliyorum. Tanıdık, böyle bir durumda içimi ısıtacak tek bir ses. Kalp atışlarım ritmini bozuyor ve hızlanmaya başlıyor, hissediyorum. İçimdeki heyecan, aynı üç yaşımda olduğum gibi... Yine aynı heyecan.
Ama korku. Hayır, bu heyecanın içinde korku var. Tüm bedenimi esir alan korkuya karşın, doğruluyorum ve sesi tekrar duymaya çalışıyorum.
Yardım edin!
Bu o! Düşünmeye vakit bulamadan, kendimi ayakta ve koşarken buluyorum. Ne dizimdeki kanama beni durdurabiliyor, ne de başka bir şey. Şu anda o dışında istediğim başka hiç bir şey yok. Sadece onu görmek... Onun güvende olduğunu bilmek istiyorum.
Koşuyorum, hala koşuyorum. Alnımdan süzülen bir ter, refleks olarak durmamı sağlıyor ve nefes nefese kalıyorum.
Neredesin? Bana işaret ver Eric. Lütfen.
Tekrar o. Fakat daha acılı bir şekilde. Gözlerimle etrafı taradığımda, çığlığın yankısının karşıdaki terk edilmiş metrodan geldiğini anlıyorum.
Koşuyorum, o orada. Yanında birisi daha var, dikkat etmiyorum. Şu an dünya yansa umrumda değil. Geldiğimi fark ettiğini seziyorum ve bakışlarını bana çeviriyor. Yalvarırcasına bakıyor, yerde.
Lydia! Yardım et...
Ardından o pelerinli yabancının elinde bir şey tuttuğunu görüyorum, bir asa.
Yoksa...
Avada Kedavra! Bağırıyor ve asasını Eric'e doğru savuruyor. Bir çığlık duyuyorum, küçük fakat rahatsız edici bir de ışık. Gözlerimi kamaştırıyor, güçlü bir fotoğraf makinesi flaşı gibi. Geriliyorum.
Ve bu sefer, beni tamamen yerle bir edebilecek, acıyı zerresine kadar tattığını belli eden bir çığlık. Tınıda acıdan başka bir şey yok. Ne korku, ne heyecan... Sadece acı.
Saf acı. Şaşkınlığımdan bana dönmüş olan pelerinli yabancıyı geç fark ediyorum. Yüzü ifadesiz ve katı. Soğuk.
O anda, içimde bastıramadığım büyük siniri engelleyemiyorum ve cebimden asamı çıkarıp var gücümle bağırıyorum.
Ondan ne istiyordun?! Sesimin gittikçe çatladığını ve gözlerimden sel misal akan yaşların yalamaya başladığını hissediyorum.
Sectumsempra! Asamı ona doğru fırlatırcasına savuruyorum ve içimdeki bütün nefreti büyüye yansıtıyorum. Ustalıkla büyüyü kırıyor. Mimikleri, yüz yıllar önce donmuş gibi. Hala bir değişiklik yok.
Ardından, beni bile şaşırtacak derecede bir şey yapıp, gülümsüyor.
Gülümsüyor? Bu korku filmlerinde, kaç demekti Evelyn!
Ardından okkalı bir çığlık atıyorum ve, gülümsemesinin tüm yüzüne yayıldığını görüyorum.
O bir ölüm yiyen.
Sersemlet! Sadece fısıldamasıyla, kendimi soğuk zeminde bulmam bir oluyor. Görüşüm bulanıklaşıyor, sanki bedenim, dünyaya yumuyor gözlerini. Aslında şu an bundan daha fazla bir şey istediğimi hatırlamıyorum. Sadece karanlığı istiyorum... Huzuru bulmak.

Durumu ne?
Ölmüş, John. Kalbi atmıyor. Durumunda umut yok.
Ani bir şekilde ayağa kalkıyorum ve kendimi bir arabada buluyorum.
En son baktığımda, onu acı içinde bulduğum yere gözlerimi hiç bir şey düşünmeden çeviriyorum fakat, o yok.
O yok...
Ölmüş.
Ölmüş... Aniden, gözlerimin karardığını ve başımın dönmeye başladığını hissediyorum. Yüreğime büyük bir yük konuyor sanki.
Ölmüş olamaz! Çığlığım, Eric'inkini anımsatmayacak kadar acı yüklü. Sesime rağmen ben bile bu kadar hissettiğimi düşünmüyorum.
Sonra, bana doğru gelen polislerin sesini duyuyorum. Fakat hıçkırıklarım arasından kolay seçilmiyorlar.
Uyanmış... Hey, iyi misin?
Polisin bana hitap ettiğini yeni fark ederek kafamı kaldırıyorum. Bakışlarım, bir anda her şeyi anlatabiliyordu sanki, çünkü adamın yüz ifadesi bir dakikada acıma ile yer doldurmuştu.
Hey, pekala, her şey iyi olacak...
Onlar annemi öldürdüler! Metronun bir kere daha yankılanmasıyla beraber, kırık hıçkırıklarım artıyor ve ağlamaya devam ediyorum.
Onların öcünü, tek bir hamlede alacağım.
Gitmem gereken tek yer mi? Hogwarts..
Eric'den ne istiyordu?

Ardından, o anda cevaplanabilmesi en zor soru, bir anda aklıma geldi.
Beni tek bir hamlede öldürebilirdi... Neden bunu yapmadı?

Not: Bir hogwarts rpg oyununda kullandığım RP'dir.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Elizabeth Rose Wayland
Konsül Temsilcisi | Gölge Avcısı
Konsül Temsilcisi | Gölge Avcısı
Elizabeth Rose Wayland


Lakap : Lizbeth
Mesaj Sayısı : 2356
Kayıt Tarihi : 11/07/10

Karakter Detayı
Statü: Site Kurucusu
Uyarı: 0/0

Nicole Lydia Lâvin Empty
MesajKonu: Geri: Nicole Lydia Lâvin   Nicole Lydia Lâvin Icon_minitimePaz 31 Ekim 2010, 11:07

Çok başarılı.... 93* Tebrikler
Gece Evine Hoşgeldiniz
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://mortalinstruments.forum.st/
 
Nicole Lydia Lâvin
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Mortal Instruments RPG :: Mortal Instruments :: Arşiv-
Buraya geçin: